22 Kasım 2013 Cuma

10-NTV Tarih ve Derin Tarih'te İzmir suikastı

Tarihten zorlama yöntemlerle irticai propagandası malzemesi üretmek.
Tarzıyla, yöntemleriyle, diliyle her yönüyle böyledir.
Yapılan şey budur.

Oraj POYRAZ


NTV Tarih ve Derin Tarih'te İzmir suikastı

Perşembe, 21 Kasım 2013 19:59

Elimde, kapak resimleriyle pişti olmuş iki popüler tarih dergisi var.
Birincisi, Haziran 2012 tarihli NTV Tarih Dergisi'nin 41.sayısı ve kapağında da "1926 İzmir Suikastı ve Muhalefetin İdamı/KURT KANUNU" ibaresi var.
NTV Tarih Dergisi, hep güncel konuların peşinde olduğu iddiasındayken buradaki güncelliğin ne olduğunu merak edenler çıkabilir.
Daha önce kapak yapmış olduğu Dersim'i sırf Başbakan o konuyu diline doladı diye, kendini aşan bir içerikle tekrar kapak konusu yapan derginin, burada da, Başbakan'ın "Bunlar var ya bunlar" mesajlarına "popüler tarihsel" destek verdiği gün gibi aşikâr"Gezi tökezlemesi" olmasaydı benzeri desteğin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine, hatta "Açılım Pojelerinin" kavşak noktası olan 2015'e kadar gittikçe yoğunlaşarak devam edeceği de kesindi.

Böyle meselelerde fazla ince hesap ve laflara gerek duymayan ikinci dergi "Derin Tarih"in Kasım 2013 tarihli 20.sayısının kapağı ise "İstiklal Mahkemeleri Cumhuriyetin Terör Fırtınası" idi.
Derin Tarih, NTV Tarih'in kapanmasını timsah gözyaşlarıyla duyururken kendilerine dil uzatmış olan Ahmet Kuyaş'ı da "uzatmalı doçent" tanımlamasıyla aşağılamıştı.
Ahmet Kuyaş, "1926 İzmir Suikastı ve Muhalefetin İdamı/KURT KANUNU" adlı dosyayı hazırlayan çok iddialı ve de revizyonist Yakın Çağ tarihçimiz.
Fakat, yaldızlı laflar ederek rakip derginin babayani söylemine bir üstünlük sağlayamamıştı.

İki tarafın ortak yanları ise ezbercilik ve belge sandıkları şeyi en ufak bir sınamaya tabi tutmadan yaptıkları "kopyala-yapıştırıcılık"!

"İstiklal Mahkemesi'ne itiraz etmişler, idam cezası almışlar!"

Derin Tarih'in şu sıralar Mustafa Kemal'in Filistin Cephesi'nden nasıl "firar ettiğini" irdelemekle meşgul olan Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Armağan, İstiklal Mahkemesi'nde "Adaletin A'sının dahi olmadığını belgeleyen çarpıcı bir olay"dan aynen şöyle bahsediyor!

"Milli Mücadele'nin kahramanlarından İsmail Canbulat ile Halis Turgut, kendilerine verilen 10'ar yıl sürgün cezasına itiraz etmeye kalkmışlar.
Cebesoy fazla kurcalamamalarını söylemiş.
'Hakkımızı arayacağız!' demişler.
'Töhmet altında yaşayamayız.'
Biraz sonra mübaşir çağırır kendilerini savunmaları için.
'Hışım gibi kapıya doğru atıldılar' der Cebesoy.
Ertesi sabah merakla iki kader arkadaşını aramaktadır gözleri.
Kendisi o iç yakıcı sahneyi şöyle anlatır:

'Buz gibi bir şey başımdan aşağı dökülmüştü.
10 sene sürgün cezasının ağırlığına tahammül edemeyen ve bunun için tekrar mahkemenin huzuruna çıkan bu iki arkadaşa verilen yeni ceza korkunçtu: İdam.'"

Revizyonist furyanın aktörleri!

Bu iddianın bir belgesi var mı?
Elbette var, en azından Ali Fuat Cebesoy'un Siyasi Hatıraları'nda!
Pekâlâ, bu iddianın doğru olma ihtimali var mı?
Kesinlikle yok!
Bunu keşfetmek için uzman tarihçi mi olmak gerekir?
Hayır, okuduğunu anlayan herkes burada bir zırvayla karşı karşıya olduğunu fark eder!
O halde zaten tarihçilik ve metin analiziyle bir ilgisi olmayan Mustafa Armağan'la neden uğraşıyoruz?
Karşılıklı iltifatlar yağdırdıkları Ahmet Kuyaş da aynı aymazlığı yapıyor ve bunu yaparken de yerli ve yabancı nice allame onu yalnız bırakmıyor.

Bu isimlerle uğraşıyoruz çünkü bu zatların, cahil bırakılmış okurun karşısında "Güvenilir Tarihçi" sıfatı alması sağlanmıştır!
Dönemine tanıklık etmiş isimlerin yazdıklarının da sınanması hakikatinden yoksun ve "sözde" yorum yoluyla tarihimizin yeniden yazılması furyasında bu zatlar başı çekmektedirler!

Hatırat, tarihçilerin üfleyerek tattıkları bir kaynaktır

Şimdi de bir hatıratta bulunan "bilgi" bilmecesinin nasıl çözüleceğine gelelim:

Birincisi, mahkemeden beraat ederek dışarı çıkan Ali Fuat Paşa, hapse mahkûm olmuş olduğunu varsaydığı bu isimleri bir daha nasıl ve nerede görmüştür?...

İkincisi, nasıl olmuş da İsmail Canbulat ile Halis Turgut "Hakkımızı arayacağız" diyebilmişlerdir?
Zira, başkanlarının tabiriyle, İstiklal Mahkemelerinin "derecaatı yoktur!" Kararlarına artık Meclis bile karışamamaktadır.
İstiklal Mahkemesi gibi sanık haklarının son derece kısıtlı olduğu bir mahkeme şöyle dursun, sıradan bir ceza mahkemesi bile son sözünü söylemiş bir sanığın aldığı cezaya itirazını dinlemez, olsa olsa mahkemeye saygısızlıktan ekstra bir ceza daha verir.

İstiklal Mahkemesi'nin bilinen özelliği, idam mahkûmlarının kararı mahkeme salonunda değil ölüme beş kala öğrendikleridir.
Dolayısıyla İsmail Canbulat ve Halis Turgut zaten kararın okunduğu celsede salonda değildiler, yüzlerine karşı okunan 10 yıllık bir karara itiraz etmeleri de böylece söz konusu olamazdı.
Pekâlâ o zaman Cebesoy anılarında bu epizodu neden uydurmuştu?
"Uydurma"
lafını yakıştırmak Cebesoy'a haksızlık olur; olsa olsa, yıllarca susmak zorunda bırakıldıktan sonra birdenbire mümkün olduğu kadar fazla laf etme ihtirası, kendisini, belleğinin kurbanı haline getirmiş olmalıdır.
Tıpkı hatıratında bahsettiği başka olaylarda olduğu gibi...

Tartışılmaz gerçek ise savcı Necip Ali'nin sadece Halis Turgut ve İsmail Canbulat hakkında değil Rüştü Paşa hakkında da 10 yıllık bir ceza istediği ve mahkemenin de takdir hakkını üçü için bunun çok üstünde bir ceza için kullandığıdır.
Kendisini zaten savunmuş ve son sözünü de söylemiş bir sanığa, hele hele İstiklal Mahkemesi'nin yeniden söz hakkı vermesi komikten de öte bir varsayımdır.
Cebesoy ve kendisi gibi beraati istenen arkadaşları zaten abes olacağından bir savunma yapmamıştır.
Dolayısıyla hakkında idam istenmeyenlerin de mahkemeye karşı bir jest gösterisi yapmalarını ve savunmalarından vazgeçmelerini salık vermiş olabilir.
Sonraları, bu idam cezalarına yapılan savunmaların sebep olduğu dedikoduları yayılmışsa da, Paşa 30 yıl sonra bütün bu lafları birbirlerine karıştırmış olabilir.
Hatırat türü, tarihçilerin ağızları yanmasın diye üfleyerek tattıkları bir kaynak türüdür, üstelik hepsi de Cebesoy'unki kadar kolay halledilecek cinsten değillerdir.

Laf cambazlığı, tevil, yanlış...

Bu kadar basit bir hatayı ortaya koymanın bir övünç kaynağı olmaktan çok tarihçilik adına bir utanç vesilesi olduğunu da söylemeden geçmeyelim.
Zira Türk meslektaşlarına güvenen pek ünlü yabancı zevat da bu papağanlar kafilesine dahil olmuştur.

Bu kafilenin mensuplarından biri de Kuyaş'ın öğrencisi Ayşe Hür'dür.
Hür, mahkûmiyet kararından sonra itiraz yapılamayacağı gerçeğini fark etmiş olmalıdır ki, işi kısa yoldan savcıya yüklemiş ve bu arada Rüştü Paşa'yı da unutmamıştır.
Ne var ki, iddianamenin okunması ve savunmaların yapılması aynı gün içinde gerçekleşmemiştir.
Eğer biz de niyet okuma yoluna gidecek olursak, "Evet, savunmalar yapıldıktan sonra savcı Necip Ali yargıçlardan bu nankör sanıklara iyi bir ders vermelerini rica etmiş olabilir" diyebiliriz ama savcının önceden verilmiş cezayı resmen idama çevirmesinin iddianame yazıldıktan sonra imkânsız olacağı gerçeğini nasıl saklayacağız?

Cebesoy'un anılarının etkisinde kalmış olan Osman Selim Kocahanoğlu ise savcının bu üçlü hakkında peşinen idam cezası istediği yolunda bir tevile sapmıştır.
Konu hakkında yazan bir başka isim, Vahdettin Engin, idamlık sanıkları da karar celsesine sokarak, önce 13 idam kararı verdirip ardından da Halis Turgut ve İsmail Canbulat'a idam verilerek bu sayının 15'e çıkarıldığı iddiasıyla katmerli bir yanlışa düşmüştür.

Dinci çevrelerin ise bu konuda piyasaya sürmüş olduğu tahrifatla ancak bir monografide ve tarihçilik değil propaganda alanında ilgilenilebileceğini ekleyelim.

Eğer İstiklal Mahkemesi de bu "kopyala-yapıştır" usulü ile çalışmış olsaydı İzmir Suikasti ve ona bağlı İttihatçılar davasında pek az kişi ipten kurtulabilirdi.
Oysaki devrimci rejimi koruma amacıyla kurulmuş olan bu mahkemelerin tarihteki benzerlerine göre çok daha hoşgörülü olduğu rakamlarla sabittir.

Revizyonist burjuva tarihçiliği ile dinci propagandanın Atatürk dönemi hakkında buluştukları iddialardan biri de, Mustafa Kemal'in, herkesin anlayacağı bir tabirle "banka soymak" için "Ankara'daki İttihatçılar Davası'nı ayarladığı"dır.
Ahmet Kuyaş, belli ki, bu iddiayı öne sürerken kendi kendisiyle nasıl çeliştiğinin hiç farkında olmamıştır.
Aksi halde, iddiasına göre "Mustafa Kemal'i güvenlik çekinceleriyle 8 yıl boyunca İstanbul'a sokmayan ve rejimin mali bağımsızlığının temel direği olan bir Merkez Bankası'nı kurmasını dahi engelleyen" İttihatçıları aynı zamanda nasıl "siyasete paydos etmiş kişiler" olarak tanımlayabilirdi!

Pek çok önemsiz konuya takılıp kalmaktan, bu çok ağır suçlamaya karşı bugüne kadar pozisyon alabilmiş Kemalist veya tarafsız bir kalemin çıkmamış olması ise düşündürücüdür.

Oysa İttihatçıların tam da siyasetin göbeğinde olduğunu İstiklal Mahkemesi'nin zekâsı çok küçümsenen başkanı Kel Ali bile fark etmiştir ki, İttihat ve Terakki dirilişine asla aman vermemiştir (Devam edecek).

Derya Tulga

Vali Hüseyin Coş I.Kavat'ı yad ediyor!...

Adana Valisi Hüseyin Coş neden millete "Kavat" demiştir?
Bu lafı ederek aslında neden Sasani hükümdarı olan I.
Kavat'ı anmak istemiştir?

Açıklayalım...

Şah I.Kavat, Mazdekçiliği savunmaktaydı.
Mazdek öğretisinde ise dini formalitelerin azaltılması, Zerdüşt din adamlarının güçlü pozisyonunun tartışılması, din adamlarının güçlü konumunun Pers halkını ezdiği ve yoksullaştırdığı savunulmaktaydı.
I.Kavat ortak mülkiyete saygısını göstermek için eşinin Mazdek ile yatmasına bile izin vermişti.
Bu sayede adı tarihe geçmiştir ve Hüseyin Coş bile I.Kavat'ı unutmamıştır.

 

Tarihin muhabirinden Ünlü Şair Dante İntihal mi Yaptı?

İtalya (Hususi) -1301 Gerçek adı Durante olan Floransalı şair Dante, nurlu ortaçağı eserleriyle daha da parlatmaktadır.
İlahi Komedya adlı eseri kısa sürede Avrupa'nın "bestseller"ları arasına girdi.
Dante Cennet, Cehennem ve Araf bölümlerinden oluşan İlahi Komedya'da buralara yaptığı hayali gezileri anlatıyor.
Son alınan bir habere göre Dante'nin İlahi Komedya'sının pek çok bölümünün Halepli şair Ebü'l-Alâ Maarri'nin Risaletül Gufran adlı eseriyle neredeyse tıpa tıp aynı olduğunu iddia edenler çıkmıştır.
1057'de ölen Maarri, güya akılcı, rasyonalist ve tartışmasız kabul edilen meseleleri tartışan bir şair olarak tanınmışmış.
Halkın vekili durumundaki yöneticileri halka zulmetmek ve halkı ezmekle suçlaması ise başına türlü dertler açmış.
Dante'nin, intihali kabul etmese bile Maarri'nin hakkını vererek ondan ne kadar etkilenmiş olduğuna dair bir basın açıklaması yapması beklenmektedir.
Oysa dünyaca ünlü şairimiz Dante'nin herkesin intihal yaptığı çağımızda bu iddiaları ciddiye alacağını düşünmüyoruz.



a45UyF587661-201307301451-10

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Kazanmak her sey demek degildir, ama kaybetmek hicbir seydir.

Anonim Nasihat
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder