Oktay Akbal : Nereye...
Bu ülke nereye gidiyor?
Hepimizin içinden çıkamadığı bir sorun bu...
Bir yandan basının ilerici takımı bunu tekrar tekrar yazıyor!
Nereye, nereye?
Bir kısmımız için öyle bir durum yok.
İşler tıkırında.
Herkes hayatından memnun...
Cumhuriyet Bayramı'ydı kutladığımız.
Daha doğrusu kutlamak istediğimiz.
Buna bayram denebilir mi?
Önemli bir günün yıldönümünü yaşıyoruz.
Ama bu görüşte olanlar bir avuç insan.
Düşünen, duyan gerçek bir öğretimden geçmiş kişiler.
Gerçekte bu insanlar kaç kişi, binlerce mi, on binlerce mi, yüz binlerce mi?
Bayram dediğimiz şey bir aldatmaca.
Özellikle on bir yıldan bu yana gerçek bir cumhuriyet de değiliz.
Öte yandan gerileme büyük bir hızla sürmekte.
On bir yıl önce de vardı umutsuzluklar.
Bir düşünün iktidara geçmiş partileri, içinde kaç Mustafa Kemal devrimcisi vardı.
Şimdi de ara da bul, ancak tarih kitaplarında yaşanıyor.
Bizler de göz göre göre bu sahteliğin kurbanı olarak bekliyoruz
Kendimizi aldatmamalıyız.
Devrimci bir cumhuriyet yok.
Her gün daha geriliğe koşan birtakım insanlar var.
Yine eski kafaların içinde cirit attığı bir dönemdeyiz.
Ne yapmalı da yönetimin başındakilere gerçeği anlatmalı.
Belki hangi uçurumun kenarında olduğumuzu bilmiyorlar, düşünmüyorlar.
Kendileri var, yandaşları var, ülkeyi tam bir kapitalist doğrultuda satıyorlar.
Emek var ama emekçi bundan habersizmiş gibi.
Ben çok yazdım bu durumu.
Yaş gereği geçmişi gün gün yaşayan birisi olarak nereden nereye sürüklendiğimizi çok daha iyi görüyorum.
Bunları yazarken geçmişin kırk elli yıl öncesinde buluyorum kendimi.
Bir film gibi geçmiş günler, yıllar...
İstediğin kadar yaz, defterler, sütunlar doldur.
Artık yeter, sen bin kez yazdın, artık sus, eski dönemleri savunanların ülkesinde olduğunu unut.
Bana çok zor geliyor.
Kimbilir kaç kez yazdıklarımı bir daha yinelemek...
Ama gerekiyor.
Cumhuriyet gitti, daha önce Halkevleri'ni, Köy Enstitüleri'ni tarihin sayfalarına gömerek.
Bakmayın üç beş gerçek inançlı adam Cumhuriyet bayrağını ellerinde taşıyorlar.
Arkalarında yüz binler var.
Ama zaman geçiyor, değişen bir şey yok.
Ben bıktım.
Kaç kez bu bıkkınlığı yazdım.
Ama yazık ki o insanlar seni beni görmeyip yollarında yürümekteler...
Niye bu yazı?
Hiç değilse gerçek yurtseverlere benim de kendi yanlarında olduğumu göstermek için...
0000
Melih Aşık : Apo'nun mektubu
CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray, Başbakan'a bu yıl 23 Haziran'da yani 5 ay önce verdiği soru önergesinde soruyor:
"Yandaşlarınıza petrol arama ve taşıma karşılığında Barzani'ye Kürdistan liderliği sözü verildi mi?"
Çıray'ın soruları şöyle sıralanıyor:
"Barış süreci adını verdiğiniz; Türkiye, Irak, İran ve Suriye'yi bölecek olan bu sürecin asıl nedeni Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile yaptığınız gizli petrol anlaşmaları mı?
Bu çerçevede Kuzey Irak Yönetimi'nin 6 önemli sahada petrol arama ve çıkarma yetkisi verdiği şirketin adı nedir, ve ortakları kimdir?"
Çıray, Başbakan'a gazetelerde Abdullah Öcalan'ın Mesut Barzani'ye yazdığı ve 8 Haziran 2013'de gazetelerde yer alan mektubu da soruyor.
Öcalan mektubunda şöyle diyor:
"Değerli ve saygıdeğer kardeşim Mesut Barzani.
Ben sizi sadece Kürt bölgesinin başkanı değil, dört parça Kürdistan'ın lideri olarak görüyorum ve bu şerefi de size veriyorum.
Allah'tan dileğim sizin sağlıklı ve başarılı olmanızdır.
Benim sizden dileğim ayrıca şudur ki, oraya gelen PKK gerillalarına da sahiplenmeniz ve yaşamlarını garanti altına almanızdır"
Çıray soruları sürdürüyor:
"Sayın Başbakan, Öcalan dört parça Kürdistan"dan söz ediyor.
Bu 'dört parça' hangi ülkelerin topraklarındadır?
Başbakan bu sorulara yanıt vermemiş.
Başvur(ama)ma hakkı!
12 Eylül 2010'daki Anayasa referandumuyla getirilen yeniliklerden biri Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkıydı.
Uygulamasına 24 Eylül 2012'de başlanan bu hak fiiliyatta ne anlam ifade ediyor, ne işe yarıyor derseniz, anlatalım.
Anayasa Mahkemesi'nin rakamlarına göre söz konusu tarihten bu yana toplam 3 bin 500 dolayında bireysel başvuruda bulunulmuş Mahkeme'ye...
Yüce Mahkeme bu başvuruların yüzde 97'sini, yani neredeyse tamamını "kabul edilebilir" nitelikte bulmadığı için reddetmiş.
Reddetmiş ama her bir başvuru için vatandaştan 198 lira 35 kuruş almayı ihmal etmemiş.
Mahkeme, bugüne kadar sadece bir tek bireysel başvuruyu karara bağlamış.
Ülkemizde rakamlar böyle...
Peki, hak aramada son merci olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) nasıl derseniz, hemen söyleyelim.
Mahkeme'nin internet sitesine girdiğinizde karşınıza basit bir form çıkıyor.
O formu doldurup gönderince Mahkeme sizden birtakım evrakları göndermenizi istiyor.
Bütün bu işlemlerden bir tek kuruş talep etmediği gibi, evrak göndermenizi istediğinde de mektuba pulu kendisi yapıştırıyor.
Özetle; Türkiye'de hem masraf var hem sonuç yok...
AİHM'de masraf yok, sonuç var.
Kürdi
Haberi 16 Ağustos 2013'de yani yaklaşık 3 ay önce Cihan Haberi Ajansı geçmişti...
Okuyoruz:
"Diyarbakır'da tabelasını asan 'Kürdistan Gençlik Hareketi Derneği'ne kuruluş izni verilmedi.
Kürdistan ismini kullanmanın Anayasa'nın 14'üncü ve Türk Ceza Kanunu'nun 302'nci maddelerine aykırı olduğu belirtildi.
Diyarbakır Valiliği'nce dernek başkanı Serhad Mêrdînî'ye yapılan tebliğde, İçişleri Bakanlığı'ndan görüş talep edildiği ve bakanlığın Kürdistan kelimesinin Anayasa'ya, Türk Ceza Kanunu'na ve dernek kanununa aykırılık teşkil ettiğini bildirdiği iletildi"
Buyrun buradan yakın...
AKP rekordan rekora koşuyor!
"10 günde kavşak, 20 günde duble yol, 30 günde köprü" yapan AKP iktidarı İzmir'deki Atatürk Müzesi'nin onarımını 2 yıldır, İstanbul'daki Atatürk Kültür Merkezi'nin 6 yıldır bitirmiyor...
***
Müge Anlı televizyon programında gerçek tanık ve gerçek kanıtlarla gerçekleri birkaç saat içinde ortaya çıkarıyor.
Sahte kanıtlarla, yalancı tanıklarla müebbetler yağdıran yandaş yargının Müge'den öğreneceği çok şey var:)
Akif Kökçe
MÖ
Bekir Coşkun milletvekillerinin kırmızı renge kızdıklarını yazarak onlara Möölletvekili demişti.
Bekir'e dava açan milletvekilleri bizi "inek yerine koydu" diyorlar
Bekir ise kırmızıya kızan inek değil boğadır, diyor.
Okurumuz Ali İmren bu konudaki bilimsel görüşü aktarıyor:
- Aslında kırmızıya boğalar kızmaz, inekler kızar.
Bir boğaya kırmızı gösterince boğa matadora 'vayyy beni inek yerine koyuyor' diye sinirlenir...
Davada yargıç herhalde bu bilgiyi de göz önüne alacaktır!
0000
Hikmet Çetinkaya : Acılı, Hüzünlü
Hayat avuçlarımızın içinden kayıp giderken bazen o yitik yılları düşünüyorum.
İnsan onuru ve sevgi sözcüklerinin en çok kullanıldığı bir ülke Türkiye...
Sadece ikisi değil elbet!
Kardeşlik, barış, demokrasi, din, mezhep, etnik kimlik...
İnsan onurunun ayaklar altına alındığı benim yalnız ülkemin çocukları birer birer vurulur...
17 yaşındaki Dilan A.
sekiz adet gaz fişeğiyle 15 derecelik açıyla vurulurken tetiği çeken polisin vicdanında bir sızı var mıdır bugün?
Tetiği çeken, öldüren, komaya sokan o polisler, içlerinde alevlenip tutuşan intikam, kin, nefret tohumlarının nasıl yeşerip kan çiçeklerine dönüştüğünün farkına varmışlar mıdır?
Biz ölümler karşısında niçin duyarsız bir toplum olduk, bugünlere nasıl geldik?
Hicran ve vicdan sözcüğünden ne anladık?
Kapkara vicdanların kuşattığı bir hayatın içinde kullandığımız sözcüklerin sayıları hiç önemli değil...
İnsan onuru, aşkın, sevginin, kardeşliğin, barışın, özgürlüğün simgesidir...
Ne yazık ki çoktan unuttuk!
***
İnsanın, insanların çatışmasını, kavgasını, kavgalarını, savaşı, savaşlarını...
O bitip tükenmez mücadelesini, hak, hukuk, adalet arayışını...
Bunu kendi kaderi ve kaderleri için yaptıklarına inanırım.
Tarih ancak ve ancak böyle değişir...
Son 100 yıla dönüp baktığımızda, bugün sanayileşmiş demokratik toplumlarda, nice savaşların olduğunu, diktatörlerle nasıl mücadele edildiğini, demokrasi ve özgürlüklerin böyle kazanılıp yaşam biçimine dönüştüğünü bilirim.
Kurulu düzen egemenlerin yanındadır ve ezilenlerin daha çok ezilmesini öngörür.
Yeni bir savaş, gelecek günlerin habercisi olabilir...
Şu küreselleşen dünyada, emperyalizm öyle 100 yıl öncesi gibi değildir...
Ahtapotun kolları giderek dünyayı ve bu arada tüm Ortadoğu ve Afrika'yı kuşatmıştır...
Paris Komünü'nün nasıl ortaya çıktığını, Rus devriminin nasıl gerçekleştiğini bilmez, laikliğin bu çağda "din düşmanlığı" olduğunu söyleyip, yoksul insanları sömürüp ezerseniz, halklar o derin uykudan uyanmaz.
Laikos eski Yunancadan gelir, Türkiye'de laik olarak adlandırılır.
Türkçe karşılığı şudur: Halksal...
Milli ya da ulusal egemenlik, yani halkın kendi kendini yönetim biçimi...
Bu da demokrasiyle gerçekleşir...
Elbet demokrasi de salt sandık değildir...
Daha geniş bir yelpazede yerini alır...
Temel hak ve özgürlükler...
Tam bağımsızlık...
Hukukun üstünlüğü, adalette eşitlik...
Uzatabiliriz...
Hayat böyle başlar...
İnsanlık onuru, sevgi, aşk, barış, kardeşlik...
***
Demokrasi, özgürlük, barış, kardeşlik, aşk ve sevgi...
Ben tüm bunların hayatın rengi olduğuna inananlardanım...
Sınır boylarında şehit düşen Mehmetlerimiz için canım yanıyor, vicdanım sızlıyor, dağlarda öldürülen Kürt çocukları için de, eli kanlı terörde can veren tüm insanlarımız için de...
Suriye'de, Lübnan'da, Mısır'da, Somali'de, Libya'da çoluk çocuk, kadın erkek iki taraf için de.
Biliyorum bu demokrasi, barış, özgürlük mücadelesi, savaşı falan değil...
Her yer yangın yeri...
Her yer kuşatma altında...
Vicdanın karası, hicran yarası.
Hayatlar gidiyor...
Çocuklar 10 yaşında, 15 yaşında kara toprağın altına giriyor.
Biliyorum bir daha o derin uykudan uyanmayacaklar!
Hayatın sayfalarında bunlar yazılıyor...
Hak, hukuk, sınıfsal mücadele "terör hukuku" adıyla tankların paletleri arasında eziliyor.
Kin ve nefret elimizdeki hak, hukuk, özgürlük kavramlarını çalıp götürürken biz sadece seyrediyoruz.
Kimisi şehit düşüyor kimisi "etkisiz hale" getiriliyor.
Bizi bizden koparanların borusu ötüyor benim yalnız ve hüzünlü ülkemde...
Barışın, sevginin, aşkın, bu kin ve nefret hukukundan sıyrılmasını istiyorum ben...
Şehit edilenin de "etkisiz hale getirilen"in de anaları ağlamasın...
Yoksul Türk ve Kürt ailelerin çocukları onlar!
0000
Ali Sirmen : 'Ne Mutlu Şililiyim Diyene!
Şilili eski öğrenci lideri Camila Vallejo bu pazar günü yapılan seçimlerde Komünist Partisi'nden milletvekili seçildi.
Santiago Şili Üniversitesi'nde coğrafya okumakta olan Camila'nın, dünya çapında üne ulaşmasının nedeni, Şili Üniversitesi Öğrenci Derneği Başkanı'yken, 2011'deki öğrenci ayaklanmalarının lideri olarak ülkeyi sallamış olması.
Vallejo'nun önderliğini yaptığı, parasız eğitim eylemi öylesine etkili oldu ki, sonunda Milli Eğitim bakanı istifa etmek zorunda kaldı.
Vallejo'dan ilk söz edildiğini işittiğimde, Paris'te idim.
Le Monde kocaman bir sayfasını bu genç öğrenci liderine ayırmıştı.
O sıralarda, biri Fransız biri Türk, çifte pasaportlu Sevil Sevimli de, Erasmus değişim programı ile geldiği anavatanında, Anadolu Üniversitesi'nde okurken yaptığı kimi eylemlerden dolayı, tutuklu olarak Eskişehir'de cezaevinde yatıyordu.
Türkiye'yi yakından bilen bir meslektaşıma bu konuda dert yandım:
- Vallejo'ya yarım sayfa ayırmış Le Monde.
Oysa bizde, aynı yaşlarda bir kız öğrenci, parasız eğitim istediğinden, tutuklu olarak hapiste.
Bilgi verirken bir noktanın altını çizmeyi de unutmadım:
- Üstelik bu kız aslen Lyon Üniversitesi'nde okuyor, aynı zamanda Fransız vatandaşı.
***
İşini ciddiye alan biridir.
Hemen not aldı.
Üç gün sonra aradı:
- Sevil ve ona benzer durumdaki öğrencilerle ilgili bir haber yapıyoruz.
Batı'da Erdoğan'a karşı tavır değişiyordu.
Demokrasiye aykırı tutumlarından mı, Batı'nın diğer isteklerini yerine getirmekteki kusurundan mı, artık orasını bilemem.
Neyse bu değişim, hakkındaki suçlamalar arasında, bedava eğitim istemek, 1 Mayıs mitingine katılmak ve Grup Yorum konserine topluca bilet almak da bulunan Sevil Sevimli'nin işine yaradı, Fransız basını da, Lyon Üniversitesi de, Fransız devleti de (her üçünün temsilcileri genç kızın duruşmalarında hazır bulundular) sahip çıktılar.
Çıktıkları da iyi oldu.
Çünkü bilmiyorum, Sevil sade bir Türk olsaydı ne olurdu.
Sevil'in tutukluluk halinin sona ermesinde Fransız ve Avrupa ilgisinin etkisi olmadığına inanmak için saf olmak gerekir.
Sevil kendisine yüklenen suçlamaların bir bölümünden mahkûm olmadı, ama bir kısmından yediği hüküm 5 yıl, 2 ay, 15 gün.
Ne var ki, Sevil şimdi özgür, çünkü hakkındaki temyiz kararını beklerken tutuklanmış değil, dahası da oturduğu Fransa'ya dönmüş durumda.
***
Eğer Sevil sade bir TC vatandaşı olmuş olsaydı, onun özgürlüğüne saygı gösterip sahip çıkan Fransız devleti arkasında olmasaydı, acaba yine şu anda özgür olabilir miydi?
Ben sanmıyorum.
Sanan var mıdır?
Varsa eğer onlar için candan temennim şu olacaktır:
- Allah bu iyimserliklerini daim etsin!
Böylelikle kolay mutlu olurlar.
Ben şunu düşünüyorum hep:
- Acaba Sevil'in durumunda olan birinin ne demesi daha makuldür?"Ne mutlu Türküm diyene" mi, yoksa, "Ne mutlu aynı zamanda Fransızım diyene" mi?
Sevil'in bu kritik durumda ikircikli kalması doğal.
Belki de hiç kalmıyordur ve her ikisini de söylemeyi reddediyordur.
O da onun sonuna kadar hakkı.
Ama eğer, Camila Vallejo, Sevil'in durumunu öğrenirse, herhalde kendi Şilililiğine şükredecektir.
Ne garip tecelli!
Türkiye'nin 12 Eylül 1980'de yaşadığını, daha da ağır ve vahşi biçimde Şilililer de 11 Eylül 1973'te yaşadılar.
Aradan geçen zamanda gelinen nokta şu:
Şili'de bedava eğitim isteyenler parlamentoya seçiliyorlar.
Türkiye'de ise aynı talebi dile getirenler, hapse düşüyorlar.
Sonra da bizim rejimin adı, "askeri vesayeti tasfiye etmiş ileri demokrasi" oluyor.
Hadi canım sen de!
0000
Hasan Pulur : Amerika karışamaz(mış)
Okurun hoşuna gitmemiş, "Bunun altında Amerika var" dememiz.
Diyarbakır'daki "tarihi" Erdoğan-Barzani buluşması.
Yani Erdoğan'la Barzani bir sabah uyandılar, "Gel yarın şöyle bir dolaşalım, Diyarbakır'da buluşalım" dediler, öyle mi?
Bunu, Amerika'nın bilmemesi mümkün mü?
***
Bırakın mümkün olup olmamayı, "icazet" vermese olur mu?
Ne yani, her ikisine de "Buluşun, görüşün, benim sizin için tasarladığımın planı gözden geçirin" dememesi mümkün mü?
Her ne kadar eskisi kadar olmasa da "diplomatik" denilen bir dil vardır.
Erdoğan'a, laf arasında sözü geçen biri fısıldar:
"Barzani ile görüşseniz iyi olur"
Barzani'ye döner:
"Siz de Tayyip Bey'le görüşseniz, ne kadar özlemiştir"
Bu kadarı yeter!
***
Olmaz öyle şey!
Öyle mi diyorsunuz?
Askerimizin kafasına çuval geçirdiler de ne oldu?
"Muavenet" zırhlısının kaptan köşkünü havaya uçurdular, ne oldu?
Şöyle bir düşünün, başka şeyler de aklınıza gelebilir.
Onun için Diyarbakır'da görüşen iki devlet adamının bir araya gelişinde, herhalde Amerika'nın haberi olmaz, demeyin.
Ama siz ısrarcıysanız, "Amerika bizim işlerimize karışmaz" deyin, keşke...
***
Sıcağı sıcağına bir örnek...
Biliyorsunuz, Silahlı Kuvvetler'e füze alınacak, bir ihale açıldı, Amerika'nın, Fransa'nın, İtalya'nın katıldığı bu ihaleyi "Çin" kazandı.
Ne demek bu?
Ordunun füze ihtiyacını Çin karşılayacak, bedava değil, parasıyla..
Biz doları vereceğiz, Çinliler de füzeleri...
***
Tabii bu iş bu kadar kolay değil, çarşıdan soba borusu ya da su borusu alacak değiliz, füze alacağız.
Sızlanmalar başladı...
"Çin malı iyi kalite değil, NATO ölçülerine uymaz", öyleydi, böyleydi, şöyleydi.
Biz de ısrar ediyorduk:
"Söylediğiniz gibi değil, inceliyoruz, hepsi bir yana sizden çok ucuz veriyorlar"
Bu görüşmeler başlamış da, bu defa da kısa sürmüş.
***
Dışişleri Bakanımız Davutoğlu Amerika'ya gitmiş, başka bir konu için; gelmişken kadim dostumuz ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile de görüşmüş, her ne kadar bu iş için çağırılmamış olsa da...
Görüşmeden çıktıktan sonra iki satır bir açıklama:
"Çin füzeleriyle ilgili görüşmeler bir süre ertelenmiştir!"
***
Evet, bizim okur ne diyordu?
"Amerika bizim işlerimize karışamaz!"
Demek öyle!
0000
Emre Kongar : İslam ve Demokrasi -1
Birkaç yıl önce bu sütunda başlattığım İslam ve demokrasi tartışması, Başbakan Erdoğan'ın "kızlıerkekli evler" çıkışıyla bugünlerde yeniden alevlendi.
***
İslam ve demokrasi tartışması önce "Hangi İslam" sorusuna yanıt vererek işe başlamak zorundadır:
Çünkü siyasetini İslam dini üzerine kurmuş olan çeşitli devletlerin ve örgütlerin yaklaşım ve uygulamaları birbirinden son derece farklıdır.
Örneğin, en aşırı uçta, siyasal, radikal, dogmatik İslamın, terörü de bir araç olarak kullanan temsilcisi El Kaide; bir evrensel model midir?
Örneğin Suudi Arabistan'daki, Kuveyt'teki, siyasal İslam; bir ailenin, otoriterliği de aşan bu totaliter yönetim biçimi bir evrensel model midir?
Örneğin İran'daki siyasal İslam; Şah'ın otoriter rejimine karşı demokratik bir başkaldırı olarak başlayıp, totaliter bir rejim olarak son bulan Humeyni rejimi, evrensel bir model olarak kabul edilebilir mi?
Örneğin Gazze; bir direniş hareketi olarak dikkati çeken ve halkın oylarını da alan, katı bir şeriatçı rejim uygulaması yapan Hamas deneyimi, siyasal İslam için evrensel bir örnek midir?
Örneğin Malezya; özerk bölgelerde seçim mekanizması ile iktidara gelen yönetimlerin uyguladıkları şeriat rejimleri, siyasal İslam için bir evrensel model olabilir mi?
Ya Ortadoğu'daki ve Kuzey Afrika'daki ayaklanmalar ve yeni oluşumlar; Mısır, Irak, Suriye, Libya, Tunus, Yemen?
Ve son olarak bütün İslam âlemi içinde tek ve biricik nitelikleriyle, anayasasına göre demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye
Siyasal İslamın temsilcisi kabul edilen AKP iktidarı Türkiye'yi nereye götürmektedir?
Daha "İleri bir demokrasiye" mi...
Yoksa "İleri demokrasi" adı altında totaliter bir İslami rejime mi?
Her nereye doğru giderse gitsin, Türkiye, bugün ve yarın siyasal İslam için evrensel bir model olabilir, oluşturabilir mi…
Hele hele ünlü "Ilımlı İslam" modeli bütün Ortadoğu'da çökmüşken?
Bu konuda sadece iktidardaki AKP değil, Milli Görüş çizgisindeki bütün partiler, bu arada Kürt kökenli partiler ve örgütlenmeler, tarikatlar, cemaatler (elbette özellikle Gülen Cemaati), İslam adına yazanlar ne diyor?
Arkası yarın!
0000
Cüneyt Arcayürek : 'Hayal!'
Herhalde şimdi, yandaş uzmanları, bağlılığını kanıtlamış bakanlarıyla hayalini" nasıl gerçekleştireceğini tartışıyor, araştırıyor olmalı.Nedir hayali RTE'nin, açıkladı: Dağdakiler inecek, hapishaneler boşalacak!
Ne var ki hayali bu kadarla sınırlı değil.
Dağdakileri indiren, hapishaneleri boşaltan sözleri temel amacın özeti...
Hayalin gerçekleşebilmesi kimi başka öğelere; Kürdistan önderlerinin bugünlere değin sürekli yineledikleri koşullara bağlı.
Kürt sorununun çözümünü sağlayacağı iddiasıyla ortaya konulan temel koşulların gereklerini nasıl yerine getirecek?..
***
Hemen her gün hayalini gerçekleştirmeye yönelik bir adım atacağı yerde; Kürdistan önderlerinin dayatmalarını topyekûn çözümleyecek bir yol yöntem bulmaya çalışıyor olmalı.
Ne var ki, önce hayalinin sınırlarını çizmeli; öncelikle nasıl bir Türkiye hayal ettiğini açıklamalı...
Örneğin Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk ve Kürt iki milletten oluştuğuna, genel seçimden sonraki Meclis'e getirmeyi düşlediği yeni anayasada yer verecek mi?
Türkçenin yanı sıra Kürtçenin de eğitim dahil her alanda devletin anadili olduğunu kabul ettiğini açıklayacak mı?
Kürdistan dediği bölge illerine özerlik tanıyabilecek mi?
Bu bölgelerdeki Kürt yönetimlerinin vergi toplaması başta, kimi yaptırımlarına izin verecek mi?
Bu ve daha pek çok Kürt dayatmalarını gerçekleştirmeye girişebilir, başarılı sonuç ya da sonuçlar alırsa…
…Hiç kuşku yok hayali gerçekleşmiş, dağdakiler ovaya inmiş, hapishaneler boşalmış olacak ve tabii...
…Misakımilli Türkiyesi'nin ruhuna fatiha!
***
Ne ki öncelikle sözüne inanılır olması gerekiyor.
Bir süre önce söylediğini bir zaman sonra yalanlayan, tersini rahatlıkla açıklayan bir liderin vaatlerini gerçekleştirebileceğine başta Kürtler, tabii milletin en az yüzde 50'si inanıyor mu acaba?
Artık çoğu söylemlerine daha önceki yıllarda, başbakan söylüyorsa doğrudur diyenler, bugün de aynı kanıyı yineleyebiliyorlar mı?
Kuşkulu!
Zira Başbakan bir araştırmaya, sağlıklı bilgilere dayanmayan, şuradan buradan duyduğu yarım yamalak kimi bilgileri, muhaliflerine saldırdığı konuşmalarında doğruymuş, gerçekmiş gibi kullanıyor.
***
Örnek pek çok.
Tazeleri yeni yaşandı.
Salı günü grupta yine esip savuruyor.
Diyarbakır'da bağrına bastığı, sahiplendiği Ahmet Kaya'yı savunurken, bir konserindeki sözlerine tepki gösteren sanatçıların şimdi "Ben o sırada dışarıdaydım" dediğini söyledi ve sözlerini çok veciz, çok edepli, çok terbiyeli ve tabii kendisine yakışır bir üslupla şu cümleyle bağladı: "Ulan hepiniz oradaydınız be!'"
Ayak bağı olan gazeteciler var ya onlar; tabii Kürtçe CD hazırlayacağını söyleyen Ahmet Kaya'ya, Başbakan'ın ulan dediği, aşırı ölçüde tepki gösterenleri koleksiyonlardan çıkardılar.
Kaya'yı yuhalayanlar arasında başta AKP'ye vurgun, 70'lere dayanmış, hâlâ seksi görünmeye doyamayan Ajda Pekkan'ı mı istersiniz, yoksa malulen sahnelerden emekli, RTE'nin biricik dostlarından İbrahim Tatlıses'i mi; dün öyle bugün böyle kimi ararsan var.
Serdar Ortaç, Özcan Deniz vs'yi de içeren listede sıra başı kim?..
Her filminde toplumun önemli bir kesimini babayiğit, sözünün eri, maço erkek diye mest eden ve de AKP'nin akil adamlarından, Kaya'ya saldırıldığı o sırada şimdi "tuvaletteydim" diye mazeret beyan eden Kadir İnanır!
Basında her dönemin adamları gibi, sanat âleminde de İnanır'lar, Pekkan'lar!
***
Herkesin derdi kendi başına.
Örneğin Meclis Başkanı Cemil Çiçek'in derdi büyük!
Yeni anayasayı hazırlayacak komisyonun başkanı.
25 ayda ancak 60 maddede uzlaşabildi dört parti.
Ama bu süreçte çekmediğim kalmadı.
Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi, diyor.
Tabii emdiği süt burnundan gelen başka kesimler de var.
Örneğin tazminata yeni biçim verilmesine karşı çıkan işçiler...
Gülen cemaati dershane konusunda sürdürdüğü direnmeye havlu atmaya hazırlanıyor.
Fethullah Gülen'in kulağına kar suyu mu kaçtı ne?
Geçenlerde RTE'ye firavun demişti, son demeçlerinde öyle demek istemediğini yana yakıla açıklıyor.
***
Dünya dönüyor...
Bizde ise demokrasi geldiğinden beri kimileri dönüyor, dönüyor!
Dönenler, dönekler kazanıyor.
Devir o devir!..
İşin tuhafı dönenlere, döneklere toplum daha bir candan sarılıyor!
0000
Haluk Dural : MİLLÎ MERKEZ'den KUTLAMA
---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: nur akin
ARKADAŞLAR, MİLLİ MERKEZ HAKKINDA YETERLİ BİLGİSİ OLMAYANLAR İÇİN ÖZELLİKLE GÖNDERİYORUM...
Değerli Dostlarımız,
Bilindiği üzere, TBMM'nde, gurubu bulunan dört partiden üçer milletvekilinin katılımıyla kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu ilk toplantısı 19 Ekim 2011 tarihinde yaptı.
Daha sonra adı Millî Anayasa Forumu'na dönüşecek olan "Anayasa Forumu"nun ilk toplantısı 22 Ekim 2011 tarihinde Sn.
Hüsamettin Cindoruk ve Prof.Dr.Kemal Alemdaroğlu başkanlığında 60 kişinin katılımıyla İstanbul'da yapıldı.
Benzer bir toplantı 10 Aralık 2011 tarihinde Ankara'da 110 kişinin katılımıyla tekrarlandı.
Bu toplantılardan elde edilen ortak fikirler sonrasında 24 Aralık 2011 tarihinde İstanbul Barosu salonunda Türkiye'nin her yerinden gelen 250 temsilcinin katılımıyla toplanılarak Millî Anayasa Forumu-MAF kuruluşu ilân edildi.
İlk MAF toplantısı 17 Aralık 2011 tarihinde Düzce'de yapılarak halkımızla buluşma başladı.
23 Nisan 2013 tarihine kadar devam eden MAF toplantıları 7 tanesi Avrupa'da (Lyon, Viyana, Bern, Rotterdam, Zürih, Stuttgart ve Berlin Kurultayı olmak üzere 51 il, 91 ilçe ve 11 mahalle ve köylerde toplam 152 toplantı yapıldı.
23 Nisan 2013 tarihinde Ankara'da yapılan ve Türkiye'nin her yerinden gelen 15.000 delegeyle toplanan Büyük Kurultay ile Millî Anayasa Forumları, Millî Merkez'e dönüştü.
Bugün, 21 Kasım 2013 tarihi itibariyle 23 Nisan 2013'den buyana Millî Merkez adıyla yapılmakta olan toplantıların sayısı; 62 il, 110 ilçe ve 19 mahalle ve köyde olmak üzere 191'e ulaşmıştır.
Bu toplantılarda; 180 dolayında farklı kişi yönetici veya konuşmacı olarak görev almış ve toplantılara en az 110 bin vatansever dinleyici olarak katılmıştır.
Millî Merkez, 23 Nisan Kurultayını takiben 26 Mayıs 2013 tarihinde 160 delegeyle toplanan Temsilciler Meclisinin aldığı kararla il, ilçe ve köylerde örgütlenmeye başlamış, Kasım ayı başında 17 il ve 41 ilçede Millî Merkez Temsilcilikleri açılarak, yönetim kurulları ve temsilciler meclisleri oluşturulmuştur.
Millî Merkez, TBMM'nde "yeni Anayasa" adı altında devletimizin üniter yapısını bozup, Anayasanın değiştirilemez olan 3.Maddesini değiştirerek devletimizi "iki halklı, iki bölgeli, iki dilli federal bir devlet" haline getirmeyi amaçlayan ve İstiklâl Harbiyle tarihin çöp sepetine attığımız Sevr anlaşmasını hortlatmaya teşebbüs edenlerin, "yeni anayasa" girişimizi durdurmuştur.
Millî Merkezin kesintisiz görevi ise ülkemizin tüm il, ilçe, belde, mahalle ve köylerinde hızla yapılanarak, Atatürk'te birleşen bütün vatanseverleri sağ-sol ve parti ayrımı yapmaksızın bünyesinde toplayarak, demokratikleşme yaftası altında; Suriye'ye terör ihracı, açılım, Kürdistan, Lazistan gibi devletimizin milleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğüne karşı savaş açmış iç ve dış düşmanlar yenilinceye ve bu kötü gidişe karşı dur demeleri gerektiği halde görevlerini yapmayanlardan hesap sorulana kadar mücadeleye devam etmektir.
İşçi Partisi'nin öncülük ve desteğiyle başlatılan bu çalışmalar, giderek CHP, MHP, DYP, DP, DSP, Yeni Parti, HEPAR gibi parti üyelerinin ve TGB, ADD, CKD, ÇYDD gibi demokratik kitle örgütü temsilcilerinin de katılım ve katkılarıyla büyümüş ve TBMM'de yapılmak istenen bölücü, gerici ve emek düşmanı "Yeni Anayasa" girişimi büyük bir mücadele azim ve kararlılığı ve fedakârlıklarla önlenmiştir.
Bu mücadeleye katılan, katkı ve emek veren tüm vatanseverleri bu başarılarından dolayı sonsuz bir teşekkürle kutluyor, Millî Merkez'in mücadelesinde aynı kararlılıkla devam edeceklerine olan inancımızla başarılarının devamını diliyoruz.
Saygılarımızla,
Haluk Dural
MM Genel Sekreteri
a45UyF587661-201307301451-10
Can gozu kor olunca, gozle gorusun bir yarari yoktur.
Hz.Ali
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder