14 Ekim 2017 Cumartesi

FATİH YAŞLI : ATATÜRK’E ASIL HAKARETİ KİM EDİYOR?



FATİH YAŞLI : ATATÜRK'E ASIL HAKARETİ KİM EDİYOR?

Fatih Yaşlı 14.05.2017

"Di Lampedusa ilkesi" diye bilinen bir ilke vardır ve şunu anlatır: Sistem bir kriz yaşadığında, hiçbir şeyin değişmemesi için, yani mevcut tahakküm ve sömürü ilişkilerinin aynı kalabilmesi adına, sistemi yönetenler her şeyi değiştiriyormuş gibi yaparlar. Yani "Hiçbir şeyin değişmemesi için her şey değişmelidir." Bu ilke Türkiye'nin son on beş yılını açıklamak için gayet elverişli bir zemin sunmakla birlikte, bugün değineceğimiz konu, ilkenin tersine çevrilmesini ve şöyle denmesini gerektiriyor: "Türkiye de son on beş yılda her şeyin değişmesi için hiçbir şey değişmemiştir, hiçbir şeyin değişmemiş gibi yapılması gerekmiştir." Anlatmaya çalışalım.

Türkiye'de son on beş yılda iktidar rejimi değiştirme ve 1923 Cumhuriyeti'ni tasfiye etme ajandasıyla hareket etmiş, ancak bir yandan bunu yaparken öte yandan toplumsal tepkiyi en alt seviyede tutabilmek adına bunu yapmıyormuş gibi davranmaya özen göstermiştir. İşte anayasanın değiştirilemez hükümleri yerinde durmaktadır, işte Meclis, kurumlar, yasalar oradadır, işte milli günler ve bayramlarda kutlama ve anmalar devam etmektedir, Anıtkabir'e gidilmekte, anı defteri imzalanmakta, saygı duruşunda bulunulmaktadır, işte devlet dairelerinde hâlâ Atatürk resimleri asılıdır, Atatürk heykelleri hâlâ meydanlarda durmaktadır vs.

Bu açıdan bakıldığında hiçbir şey değişmemiş gibi görünmektedir ama sadece görünmektedir, çünkü her şeyin değişmesi için bu gereklidir. Laiklik, bilim, aydınlanma, seküler ulus anlayışı aşama aşama ortadan kaldırılırken, toplumsal yaşayış adı konulmamış bir üst ilkeye, yani dine göre yeniden dizayn edilirken, "millet" adlı yeni bir kolektif kimlik inşa edilir ve merkezine "Müslümanlık" yerleştirilirken, Osmanlı'ya dönüş fantezileri alıp başını gitmişken, egemenliğin kaynağı Meclis'ten Saray'a taşınmışken, hâlâ hiçbir şeyin değişmediğinden söz edilmekte, "Rejim tartışması 1923'te bitti" denilebilmektedir.

Son günlerdeki "Atatürk'e hakaret" meselesi tam da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Sanki daha yaklaşık bir ay önce şaibeli bir referandumla Türkiye'nin rejimi değiştirilmemiş gibi, sanki mevcut anayasal düzen askıya alınmamış gibi, sanki on beş yıldır Cumhuriyet ile tarihsel bir hesaplaşma yaşanmıyor ve bir tasfiye operasyonu yapılmıyormuş gibi, mesele üç beş meczubun Atatürk'ün annesi ya da manevi kızıyla ilgili söylediği iğrenç sözlere indirgenmiştir.

Bu meczuplara, çıkardıkları beş para etmez paçavralara, çıktıkları kanallara, yazdıkları gazetelere tepki önemsiz midir? Elbette ki hayır, hukuki yollar da, protestolar da, boykot çağrıları da, hepsi anlamlıdır, hepsi gericilikle mücadele açısından değerlidir, hepsi toplumun politize olması, refleks göstermesi, tepki vermesi açısından önemlidir. Ama…

Aması şu ki, Türkiye'de gericilik kendini tarihçi, yazar, akademisyen sanan soytarılardan ibaret değildir, dahası başta dondurmacı kılıklısı olmak üzere bu tipler Türkiye gericiliğinin marjinal figürleri değil, gayet el üstünde tutulan, merkezde tutulan isimleridir. Şimdilerde "günah keçisi" yapılmış olmaları bu gerçeği değiştirmez. Yani ortada bir "anomali", bir sapma yoktur, bu isimler Türkiye İslamcılığının ve dolayısıyla iktidarın zihniyetinin birebir temsilcileridirler.

Eğer bu isimler ve Atatürk ya da Cumhuriyet hakkında söyledikleri Türkiye İslamcılığını temsil etmiyor deniyorsa bu açıkça bir kandırmacadır. Adına ödüller verilen, yarışmalar düzenlenen, "üstad" diye adlandırılan, büyük devlet adamlarımızın gençlik yıllarında dizinin dibinde fotoğraf çektirdikleri Necip Fazıl'ın Atatürk ve Cumhuriyet'e bakışı ile bu meczuplar arasında bir fark var mıdır örneğin? Ya da örneğin, Nuri Pakdil kimdir, Atatürk hakkında ne düşünmektedir, kendisine bu soru sorulduğunda "Ben Firavun karşıtıyım" diye yanıtlaması ne anlama gelmektedir ve tüm bu soruların yanıtı ortadayken "laikliğin bekçisi" olma iddiasındakilerin Pakdil'le ne işi vardır, neden kendisini bir ev ziyaretiyle taltif etmişlerdir?

Sorular çoğaltılabilir ama mesele anlaşılmış olmalı. Ahmet Hakan'la Cübbeli'yi Atatürk'ü savunma noktasına getiren bu hassasiyet sahte bir hassasiyettir. Rejimin değiştiği anlaşılmasın, Cumhuriyet'in ve kazanımlarının nasıl tasfiye edildiği toplumsal bir sorgulamaya konu olmasın, egemenliğin ulustan alınmasının ve mekânının Meclis'ten Saray'a ve tek adama doğru değişmiş olmasının üzeri örtülebilsin diye elbette ki Atatürk "korunmalıdır" ve bunun tam da Menderes gibi biri tarafından çıkarılan Atatürk'ü Koruma Kanunu'yla yapılması tarihin muazzam bir ironisidir.

Özellikle bugün gelinen noktada bir kez daha hatırlatmak gerekir ki, Atatürk eleştirisi de Cumhuriyet eleştirisi de gericilere bırakılmayacak kadar önemlidir, tarihsel olarak Atatürk ve Cumhuriyet'ten geri olanlar onu eleştiremezler, biz ise daha iyisini, daha güzelini kurmak için sahiplenir ve eleştiririz. Siyasetin özünü, semboller, değerler, fikirler ve tarih üzerine verilen kavga oluşturuyorsa, bu aynı zamanda siyasal bir müdahale demektir ve şu an en çok ihtiyacımız olan şey doğru siyasal müdahalelerdir, çünkü bu, aynı zamanda güçlenme, toplumsallaşma ve özneleşme anlamına gelecektir.

http://www.birgun.net/haber-detay/ataturk-e-asil-hakareti-kim-ediyor-159452.html

 
a45UyF587661-170514150640 Oraj Poyraz At Alpinaasia oraj_poyraz@alpinaasia.com
2017/05/14  15:31 2  65  alelma@yahoogroups.com


 

Bir teklifin gercek olmasi guvenilir olmasini gerektirmedigi gibi, guvenilir bir teklifin de gercek olmasi gerekmez.

Murphy Kanunlari

FUSSILET - 34 Iyilik ve fenalik bir olamaz.
Sen fenaligi en guzel sekilde karsila.
O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.
***
SURA - 40 Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur.
Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah a aittir.
Suphe yok ki o zalimleri sevmez.
BAKARA - 179 Ey akli erenler!
kisasta sizin icin hayat vardir... veya
MAIDE - 45 O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik.
Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur...

Muhammed in Seytani Direge Baglamaktan Vazgecmesi

A raf suresinin 27. ayetinde, seytandan soz edilirken: ...Sizin onlari gormeyeceginiz yerlerden,o ve toplulugundan olanlar, sizi gorurler. deniyor.
Bundan su cikiyor acikca:
- Seytan ve toplulugundan olanlar, insanlari gorurler.
- Insanlarsa ne seytani, ne de onun toplulugundan olanlari gorebilirler.
Seytan ve toplulugu ( huve ve kabiluhu ) anlatiminin kapsami icinde, Kur an yorumculari, cin leri de gorurler. ( Bkz. Taberi, Camiu l-Beyan fi-Tefsiri l-Kur an, 8/113, F. Razi, e t-Tefsiru l-Kebir, 13/54.)
Boyleyken, Elmali Hamdi Yazir, mufessirin (Kur an yorumculari) demislerdir ki bundan, insanin seytani hic goremeyecegi zannedilmemelidir... diyor. (Bkz. Hak dini Kur an Dili, 3/2147.)
Oysa, ayetteki acik anlatim nedeniyle, Kur an yorumculari nin tumu bu gorusu paylasmaz. (Bkz. Taberi, ayni yer; F. Razi, ayni yer; Celaleyn /132;Tefsiru n-Nesefi, 2/50.)
Fahruddin Razi, su nedenlerle cin lerin, seytan larin insanlara gorunmemesi gerektigini yazar: ( Bkz. F. Razi, ayni yer.)
Baska kiliklara burunerek bile olsa cin-seytan insana gozukur olsa:
- Insan ornegin karisinin, cocugunun, gercekte cin oldugunu dusunebilir.
- Insan her gordugu kimse icin de bu saniya (cin oldugu sanisina) kapilabilir.
- Ve boylece kimseye guven kalmaz.
-.........
Gelin gorun ki, Muhammed, SEYTAN i, CIN i, hem de somut bir bicimde gordugunu soyler:
Seytani yere yatirdim, boguyordum
Nesei nin Aise den aktardigi bir hadise gore Muhammed soyle der:
Namaz kilarken seytan geldi. Hemen yakaladim, yere yatirdim, boguyordum onu. O denli ki, onun dilinin soguklugunu elimin uzerinde duydum. .
Ibn Teymiyye, bu hadisi saglamlikta Buhari nin kosullarini tasidigini belirtir. (Bkz. Takiyyundin Ibn Teymiyye, Izahu d Delale fi Umumi r-Risale, Misir, 1369, s. 41. Bu hadis icin ayrica bkz. Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Ter., 288 no. lu hadisin izah indaki 2 no.lu not.)
Seytanin yatirilmasi , bogulmasi ve dilindeki sogukluk, bu soguklugun elde duyulmasi , bes duyu icine giren,somut durumlardir. Muhammed in seytani bogarken onun salyasinin eline bulastigini, elinde bunu duydugunu (hissettigini) anlattigi da aktarilir. ( Bkz. Ahmet Ibn Hanbel, Musned, 3/82.)
Cinin-seytanin direge baglanmasi
Ayni hadiste, Muhammed in seytani yakaladiginda, bir direge baglamakistedigin, buna guc yetirebildigini, ama bu tur seylerin Suleyman peygambere ozgu kalmasi gerektigini dusunup direge baglamaktan vazgectigini anlattigi belirtilir. Yine bu hadiste Muhammed in ...Direge baglardim ve Medine cocuklari onunla oynarlardi yoksa. dedigi de aktarilir. (Bkz. Ayni kaynaklar) Bu hadis, Buhari nin ve Muslum in e s-sahihlerinde de -biraz degi$ikliklerle- yer aliyor. Muslim deki bir aktarmaya gore Muhammed soyle anlatmakta:
- Tanri dusmani Iblis, yuzumu yakmak amaciyla, bir ates aleviyle geldi. Bu nedenle ben uc kez: Senden Tanri ya siginirim! dedim. Sonra Tanri nin tam lanetiyle seni lanetlerim! diye ekledim. Yine uc kez. Geriye gitmedi. Yakalamak istedim sonra. Tanri ya anticerek soylerim ki, kardesimiz Suleyman in (bu tur seyleri yapmanin kendisine ozgu kilinmasina iliskin) istegi olmasaydi baglanacakti o. Ve Medine halkinin cocuklari onunla oynayacaklardi. (Bkz. Muslim, e s-Sahih, Kitabu l-Mesacid/40, hadis no: 542.)
Bir baska aktarmaya da, Buhari ve Muslim, birlikte soyle yer verirler:
Dun gece, CINLERDEN IFRIT, namazimi bozdurmak icn bana ansizin saldirdi. Tanri, bana, onu yakalama olanagi verdi. Ve onu, Mescid in direkelrinden bir direge baglamak istedim. Sabah olunca, tumunuz ona bakip seyredesiniz diye... Ne var ki, kardesim Suleyman in: Tanrim beni bagisla, bana benden sonra kimsenin ulasamayacagi bir egemenlik ver! (Sad, ayet:35) bicimindeki sozunu animsadim (ve onu direge aglamaktan vazgectim). (Bkz. Buhari, e s-Sahih, Kitabu s-Selat/75; Tecrid, hadis, no: 288; Muslum, e s-Sahih, Kitabu s,Selat/75; Tecrid, hadis no: 288; Musluim, e s-Sahih, Kitabu l-Mesacid/39, hadis no: 541.)
Cin-seytan icin, hadislerde baska somut seyler de anlatilir. Ornegin Seytanin zart diye sesli olarak yellenmesi.
Seytan zart diye ses cikararak yellenir
Muhammed in soyle dedigi aktarilir:
Namaza cagrildiginda (ezan), SEYTAN geri geri gidip uzaklasir. VE ZART (zurat) diye sesli yellenerek gider. Ezan sesini isitemeyecegi yere degin uzaklasir... (Bkz. Buhari, e s-Sahih, Ezan/4; Tecrid, hadis no: 360; Muslim, e s-Sahih, Kitabu s-Selat/16-19 hadis no:389.)
Kimileri bunun bir temsil oldugu gorusunde. (Bkz. Kamil Miras, bu hadisin Izahindaki 2 no lu not.). Ne var ki, temsil icin seytanin yellenirken zart diye ses cikardigini soylemeye gerek olmadigi dusunulebilir.
Su da var: Muhammed, cinin-seytanin, yemesinden-icmesinden soz eder. (Bkz. Muslim, e s-Sahih, Kitabu l Esribe/102-106; hadis no: 2017-2020.)
Ibn Melek de Nevevi ye dayanarak bu yeme-icmenin gercek anlamdaki bir yeme icme oldugunu savunur. ( Bkz. Mebakiru l-Ezhar fi Serhi Mesariki l-Envar, 1/100.)
Yemesi-icmesi olanin, sesli olarak yellenmesi de dogal degil mi? Yani Muhammed in sozlerini tevil etmeye gerek bulunmamakta.

Turan Dursun, Din Bu 2 - Hz. Muhammed Sayfa 133-135


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/

BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder