10 Mart 2018 Cumartesi

FEYZİ AÇIKALIN : BATI’NIN ŞUSU BUSU…

İngiltere başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi Meşruti Monarşi ayıbını üzerinde taşımaktadır.
Ancak, her şeye karşın yine de bu ülkelerde halkın tercihlerini adil şekilde yansıtan büyük meclisler vardır.
Ve bu meclisler aristokrasi ve oligarşi(burjuva) evliliklerinin ürettiği bütün çarpıklıklara rağmen, hem aristokrasiyi az çok sınırlayabilmiş(!?) ve halka yeteri kadar güven, adalet, refah sağlayabilmiştir.

Kötü emsal olmaz, biz iyi örneklere ya da örneklerin iyi taraflarına bakalım.
Bizim meclisimiz neden temsil adaleti sağlamıyor, neden hükumetlere siyasi denetim yapamaz durumda, neden bizim meclisimiz dar zamanda liderlerin sultasına düşüyor, neden parti içi disiplin uygulaması meclisleri tek adamlara teslim ediyor, neden her seviyedeki bütün adayların listeleri tabanda değil de tavanda belirleniyor.
Biz bu sorunları neden çok yoğun yaşıyoruz, başka ülkeler daha hafif yaşıyor.

Sonra diğer ülkelerde yürütmeyi, yanlış olmasın çalmak anlamında olanı değil, hükumetleri idari, mali, yargı ve siyasi denetime tabii tutan anayasal organlar etkin de bizde yok hükmünde.
Neden parti liderleri en kısa sürede partilerini zimmetlerine geçirebiliyorlar, sonra hasbel kader bu partilerden iktidarı ele geçirenlerin liderleri işi bir adım daha öteye taşıyarak neden ve nasıl kolayca devleti bütün varlıklarıyla zimmetine geçirebiliyor.
Bunları sormak ve bundan sonraki 3ncü Cumhuriyet Rejiminde bunlara yönelik tedbirler almak lazım.
3ncü Cumhuriyet diyorum, 2nciyi gördük ve olmadığını anladık.

Oraj POYRAZ(0raj.p0yraz@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
           L2fSIJNoA0xfSNxA     



FEYZİ AÇIKALIN : BATI'NIN ŞUSU BUSU…

10 Mart 2018 Cumartesi

"Batı'nın şusu busu varsa…" diye başlayan çıkışın esin kaynağı "Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah'ı var" olmalıydı. Gönderme yapılan zalim Âşık Mahzuni Şerif'in mısralarındakinden biraz farklıydı tabii ki.

Mazlumluk üzerinden yıllardır sürdürülen "iç politikaya" son yıllarda eklenen "dış Batı" nın bilmediğim "o su bu su" kaldı mı diye merak ettim. Bunun için de affedersiniz(!) bir Hint asıllı Müslüman'ın belediye başkanlığı yaptığı Londra'yı seçtim.

Londra'daki her peyzaj çalışmasının içinden ya da üst geçide asılmış "Metropolitan sizin için çalışıyor" panosundan sırıtan yüzüyle Sadiq Khan çıkmıyordu. Aksine metro istasyonlarında halkı ile yüz yüze konuşmaya çağıran küçük ilanları yer alıyordu.


İnsan gezerken haliyle "şuyu buyu" da göz ucuyla arıyor. Gözlem sırasında zalimin Allah'ının olup olmadığını da bilemiyorsunuz. Çünkü ülkede inanç üstünden bir tartışma sorgulama ve buna bağlı bir yaftalama sürmüyor. Bunun yerine bilime sanata kültüre spora iman edildiği apaçık görülüyor.

Evet üstünde güneşin batmadığı bir dünya imparatorluğunun mirasçılığı her haliyle günlük yaşama yansıyor. En azından sokaklarındaki insan renkliliğinden bunu anlıyorsunuz.


Sınıfsal ayrılıklara bağlı yaşamlar gettolarda sürüyor mu bilinmez ama özellikle kent merkezinin bu anlamda bir eritme potası gibi işlev gördüğü aşikâr. Şaşmaz düzene herkes çok saygılı. Kamu görevlisinin insan refah ve mutluluğunu öne alan yaşamı kolaylaştıran neredeyse abartılı nezaket ve ilgisi şaşırtıcı.

Şehirdeki hızlı ama telaşsız akışta herhangi bir kabalık gözlenmiyor. Ülkelerinin gündelik siyasetinden etkilenip gerilen şehir insanı umarsızlığını kızgınlığını çaresizliğini bir başkasına ders vermeye kalkarak ona hakaret ederek üstten bakış sergileyerek çıkarmaya çalışmıyor.

Sokakta süren müthiş tüketim ekonomisinin varlığına değil ister istemez o çarktaki insan yapısına gidiyor gözler. Sokaklarda eğlenen tüketenlerin çoğu düzgün gençlerden oluşuyor. Ülkelerinin geleceğine ilişkin bir korkularının olmadığı ve belli bir düzeyde bile olsa sosyal devlet güvencesini hissettikleri için birikimler yastık altına değil publara akıyor.


Yayılma ve sömürüye dayalı düzenlerinin günümüzde ne denli sürdüğü tabii ki sorgulama konusudur. Ama örneğin bir tarih ve bilim müzesi ziyaret edildiğinde geçmişte işgal ettikleri coğrafyaların yalnızca doğal zenginliğiyle ilgilenmediklerini görüyorsunuz.

Oralarda bilimin gelişmesine öncülük edecek gözlemciye olanak sağlandığı kültürel zenginliklerin en azından kayıt altına alındığı ( ve dahi çalındığı!) ve gelecek kuşaklara aktarılmak için sergilendiği görülüyor. Gençliğinin eğitiminin büyük bir parçasını da bu birikimin ziyaret edilmesi oluşturuyor.

Sosyal buluşma alanı olarak kiliseler yerine müzeler tercih ediliyor. Bedava hizmet veren muhteşem yapılarda hem kültürel yaşam hem de dinlence olanakları sağlanmış. On yıllarca süren müzikallerin sergilendiği mabetler(!) ise bir başka büyülü atmosferi oluşturuyor.

Kişisel beyanın esas alınışının ne olduğunu "Ben de ülkemde bir köşe yazarıyım" diyerek yalnızca basının davet edildiği Picasso özel sergisine elinizi kolunuzu sallayarak girdiğinizde bir kez daha anlıyorsunuz. Üzülüyorsunuz!

8 Mart Dünya Kadınlar Günü kadın girişimciliğinin önündeki engellerin kaldırılması ya da sporcuların menstrüasyon günlerinde yarışmama haklarının verilmesi başlıklarıyla manşete çekiliyor. Kadına yönelik şiddet taciz gibi konular gündemde bile değil!

Mesafeler metrik ölçülerle değil dakikalarla anlatılıyor! Yani tesadüflere kalmış doğmaların iznine bağlı bir yaşam yok. Sabah ve akşam iş gidiş dönüşlerinin dışında kent merkezi tenhalaşıyor. O saatlerde dolananların tek derdi kraliyet ailesine girmekte olan yeni gelinin kimliği oluyor. Ya da ziyareti kamyonlara yüklenmiş tabelalarla sokaklarda duyurulan Suudi prensinin insan haklarına saygısı tartışılıyor. O kadar!


Bir de özellikle kent merkezindeki eski yapıların hemen yanı başına dikiliveren modern iş merkezleri var. Sanki özel bir sözleşme ile tarihi yapının yenisinin camlarında yansıması şart koşulmuş. Gelenek modernitenin içinde erimiş ya da daha belirgin hale getirilmiş…

Yazdıklarımdan anlıyorsunuz; herkesin Batı'ya yüklediği bir "şusu busu" anlayışı var. Benimki de böyleydi…

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/939994/Bati_nin_susu_busu_.html#


a45UyF587661-180310111158 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poyraz@openmail.cc
2018/03/10  13:28 2  65  AtaturkMilliyetcileri@googlegroups.com

 

--

Kuzey Afrika daki zenci bir kadinin resmiydi.
Korkunc bir kuraklik yasiyorlardi.
Ve olu bebegini kucaginda tutup olabilecek en uzgun ifadeyle gokyuzune bakiyordu.
Resme baktim ve dusundum:
Bu kadinin tek ihtiyaci olan sey yagmurken merhametli ya da sevgi dolu bir tanriya inanabilmek mumkun mu?

Charles Templeton

Celiski bulamazsiniz
NISA 82.hala Kur an uzerinde geregi gibi dusunmeyecekler mi?
Eger o, Allah tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bircok tutarsizlik bulurlardi.

Buyuk Iskender Diyojen i, birbiri ustune yigilmis insan kemikleri icinden bir sey ararken gorur ve ne yaptigini sorar.
Diyojen, Babanizin kemiklerini ariyorum, ama hangisinin kolelere, hangisinin babaniza ait oldugunu kestiremiyorum der.

Diogenes


Kaynak:
ATATURK, Kazim Karabekir, Pasalarin Kavgasi


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder