Emin Çölaşan: Sen git Suudi Arabistan'a yalvar
Sevgili okuyucularım, bundan yaklaşık bir-bir buçuk ay önceydi.
Gece saat 21 dolaylarında Ankara'daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği önünde parti minibüsleri ve küçük otobüsler dolanmaya başladı.
Araçların üzerinde kocaman Ak Parti yazıları vardı, yine kocaman Tayyip resimleri asılıydı.
Belli ki bunlar AKP'nin demirbaş araçlarıydı.
Büyükelçiliğin biraz uzağında durdular, araçlardan bindirilmiş kıtalar indi…
Ve bunlar ellerindeki Mısır bayraklarını açarak yürüyüşe geçtiler.
Büyükelçiliğin önünde tekbir getirdiler, slogan attılar ve Mısır'daki yeni yönetime destek veren Suudi Arabistan yönetimini kınadılar.
Sonra aynı araçlara binip gittiler.
Bindirilmiş kıtaların oraya AKP'nin araçları tarafından getirildiğini gözlerimle gördüm ve gerçekten şaşırdım.
Bundan yaklaşık 10 gün önce aynı olay tekrarlandı.
Suudi Arabistan Büyükelçiliği önüne yine bindirilmiş kıtalar -bu sefer yürüyerek- getirildi.
Ancak bu olayda AKP'nin araçları yoktu.
Örgütleyen Mazlum-Der isimli bir şeriatçı dernekti.
Aynı senaryo bir kez daha uygulandı.
Ellerinde yine Mısır bayrakları vardı.
Yine tekbirler getirildi, Kur'an okundu ve bu kez sokakta akşam namazına durdular!
Din kurallarıyla yönetilen Suudi Arabistan'a "Müslümanlık" gösterisi yapıyorlardı!
Tereciye tere satmaya kalkışıyorlardı!
Hiç kuşkum yok, ikinci protesto gösterisi de iktidarın önceden izni alınarak düzenlenmişti.
Nitekim Ankara'nın ana caddelerinden birinde düzenlenen bu izinsiz gösteriyi, caddenin trafiğe kapatılarak toplu namaz kılınmasını polis seyretmekle yetindi.
* * *
Şimdi şu çelişkiye bakınız!..
Hariciye Nazırı kravatlı molla Davutoğlu Ahmet iki gün önce Suudi Arabistan'a gidip Suriye konusunda bu ülkeden hem yardım, hem de para istedi…
Çünkü Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların sayısı 500 bin'e yaklaşmıştı.
Bunlar için yeni kamplar açmak, binalar yapmak, çadırlar kurmak, yol yapmak, elektrik ve su getirmek, bunca insana günde üç öğün yemek çıkarmak pahalı işti.
Bir miktar (!) para gerektiriyordu.
Oysa Tayyipgillerin paraları tükenmişti.
Akaryakıta zam yap, bilmem neye zam yap, Suriyeli sığınmacıların masraflarını Türk Milletine bindir, olacak iş değildi.
Cingöz Recai Davutoğlu Ahmet işin kolayını Tayyip'e anlattı:
"Gidip Suudi'lerden para isteyelim.
İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara!.."
Suudi Kralına çıktı, "Aman bize biraz para" dedi.
Nasihat alıp Türkiye'ye döndü.
* * *
Sen iktidar partisi olarak bundan bir süre önce Ankara'daki Suudi Büyükelçiliği önüne parti araçlarınla kalabalık toplayıp protesto ettireceksin, tekbirler getirtip yuh çektireceksin, sonra da onların kapısına gidip "Aman bize para" diyeceksin!..
Ve Türkiye Cumhuriyeti'ni bu durumlara düşüreceksin.
Olacak şey midir?
Nitekim onlar da bu ilkel ve acemice düzenlenen atraksiyonu yutmadı, bu tezgaha düşmedi.
* * *
Yaşadığımız şu son Suriye olayları, AKP hükümetinin Ortadoğu'daki en büyük dostunun kim olduğunu bize bir kez daha gösterdi:
İsrail!
Bizim kamuoyu önünde İsrail'e ve Yahudilere her gün dümdüz söverler.
Tamamen iç siyasete dönük yutturmacadır.
Bir yanda Suriye'deki yönetimi devirip yerine şeriatçıları getirmek isteyen, ülkemizin çıkarlarını mezhep kavgasına alet etmekten utanmayan bir iktidar…
Öbür yanda ise aynı amacın, yani Esad'ı devirmenin peşinde farklı nedenlerle koşan bir İsrail…
Gerek Tayyip iktidarı ve gerekse İsrail'in bütün amacı Esad'ı yok etmek.
Dolayısıyla Türkiye ile İsrail, Suriye konusunda da müttefik!
Sen bütün dünyanın gözleri önünde bu tiyatroyu oynayıp İsrail'le aynı safta yer alacaksın, sonra da Müslüman seçmeni kafakola alabilmek için içerideki cami siyasetinde İsrail ve Yahudilere veryansın edeceksin!
Çelişkinin bu kadarı çadır tiyatrosunda bile olmaz, seyirci yuhalar.
Balbay'la bir saat
Sevgili okuyucularım, Adalet Bakanlığından aldığımız özel izinle, Mustafa Balbay'ı Ankara Sincan cezaevinde Saygı Öztürk'le birlikte ziyaret ettik.
Söyleşimizi iç sayfalarda okuyacaksınız.
Ben size bu sıkı korunan cezaevine giriş çıkışları biraz anlatayım.
Görevliler bizi tanıdığı için çok iyi ve güler yüzle karşılandık.
Ancak kurallar bizim için de geçerliydi.
Önce kimlik veriyorsunuz, üzerinizdeki bozuk para, anahtar, kemer, sigara, çakmak gibi bütün eşyayı dedektörden geçiriyorlar.
Bazılarını çıkışta almak üzere girişte bırakıyorsunuz.
O aleti hiç ötmeden geçmek zorundasınız.
Girişte ayakkabıları ötsün veya ötmesin, çıkarmak zorundasınız.
Bizimkiler öttü, yalınayak deneyince geçebildik…
Ve ayakkabıları giymemize izin verildi.
Sonra sırada göz retinası işlemi var.
İşlem tamamdır sesini duyana kadar bir alete bakıyorsunuz.
Gözünüz parmak izi gibiymiş, bilgisayar kaydına geçiyor.
Sonra sıra döner turnikeli kalın demir parmaklıklardan içeri girmeye gelince aynı alete bir kez daha bakıyorsunuz.
Göz kaydınız tutuyorsa, kapılar görevliler tarafından açılıyor.
Çıkışta aynı işlem yeniden yapılıyor, demir kapılar bu kez yine açılıyor.
Açık görüş salonuna çıkarıldık, Mustafa geldi.
Elinde su şişesi, plastik bardaklar, bir kutu kuru yemiş ve bisküvi.
Biz mecburen elimiz boş gittik çünkü içeriye herhangi bir şey sokmak yasak.
O bize ikramda bulundu.
Yanımızda üç infaz koruma memuru, konuşmalarımız olduğu gibi dinleniyor.
Üstelik tepemizdeki kameralar görüntü ve ses kaydı yapıyor.
Görevlilere "Çocuklar bari bize bir çay ısmarlayın" dedim, yasakmış.
Su içmekle yetindik!
Cezaevi alanı içerisinde yürümek yasak.
Gideceğiniz yere sizi Bakanlığın ring otobüsleri götürüyor.
Girişten çıkışa kadar en az 10-15 infaz koruma memuru ile konuştuk.
Hepsi de durumlarından yakınıyor.
Ayda ortalama iki bin lira maaşla kendilerinin de cezaevinde adeta esir olduklarını, yakınarak anlattılar.
* * *
Mustafa Balbay'ı hiç ummadığım kadar sağlıklı, neşeli, zinde gördüm.
Dört yılı aşkın süredir hiçbir suçu olmadığı halde hapishanede yatırılan ve 34 yıl hapis cezası alan arkadaşımı böyle görmek beni de çok mutlu etti.
İçinde esen fırtınaları bilemem.
Sanki dışarıda buluşmak için sözleşmiştik, bir yerde buluşup muhabbet etmeye başlamış gibiydik.
Bir sözü içime işledi:
"Abi sana açık söylüyorum, bu gibi işlerle uzaktan yakından en ufak bir ilgim yoktu, bunu herkesin bilmesini isterim" dedi.
"Biliyorum Mustafa, herkese de aynı şeyi söylüyorum, hepiniz büyük haksızlığa uğradınız" diyebildim.
Dört yıl içerisinde onu sadece bir gün Silivri duruşmasında görebilmiştim.
Kalabalıktı, birbirimize ancak beş on cümle söyleyebilmiştik.
O kadar ki, duruşma bitmişti, vedalaşmak istiyorduk.
Vedalaşma dediğiniz, bir el sıkışmak, mümkünse sarılmak.
Görevliler izin vermeyince "İnsaf yaaa, ayıptır bu yaptığınız" diye bağırmıştım.
İzin gelince, aradaki boşluktan ikimiz de öne doğru uzanarak sadece el sıkışabilmiştik.
Sincan'da bu hasretimizi giderdik.
Sarıldık, konuştuk, anlattık, ona sorular sorduk.
Bir süre sonra görevliler uyardı, görüşme süresi bir saatmiş ve süremiz dolmuş.
O özgür değildi, götürüldü tek başına kaldığı yere…
Biz özgürdük, gittik gazeteye!
a45UyF587661-201307301451-10
^^^^^ - vvvvv
zaryop:jaro
Yalnizligim, insanlar geveze hatalarimi ovup, sessiz erdemlerimi elestirmeye basladignda dogdu..Halil Cibran
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder