Emin Çölaşan: Hurşit Paşa'nın hapishane mektubu
27 Ağustos 2013
SEVGİLİ okuyucularım, Ergenekon davasında yargılanan, ömür boyu hapis cezasına mahkum edilen ve Silivri hapishanesinde yatmakta olan emekli Orgeneral Hurşit Tolon'dan aldığım 21 Ağustos tarihli mektubu aynen, bir sözcüğüne bile dokunmadan sizlere iletiyorum.
Mektup iki bölümden oluşuyor.
İşte el yazısıyla yazdığı ilk bölüm:
"Çok değerli dostum Sayın Çölaşan, Ergenekon Davası olarak isimlendirilen ve başlangıcından sonuna kadar sayısız hukuka aykırı uygulamanın yapıldığı bu sözde 'Asrın davasını' yakından takip ettiğinizi biliyorum.
Ergenekon ve Balyoz davaları konusunda yüzlerce insanın nasıl mağdur edildiğini köşenizde tüm açıklığı ile yazarak kamuoyunu doğru bilgilerle aydınlatmanızdan son derece mutlu olduğumuzu belirtmek istiyorum.
Sağolunuz!
Size uzun zamandır yazamamış olmanın üzüntüsü ile, 5 Ağustos 2013'te verilen karara ilişkin duygu ve düşüncelerimi daha çok gecikmeden sizlerle paylaşmak istedim.
Uygun görürseniz bu düşüncelerimin kamuoyuna, Yüce Türk Milleti'ne duyurulması takdiri size aittir.
Bu vesile ile saygıdeğer eşiniz hanımefendiye ve size derin saygılarımı ve kalbi teşekkürlerimi sunuyorum."
Hurşit Tolon.
* * *
Hurşit Paşa mektubunun ikinci bölümüne başlık koymuş:
"ADALETİN KÜÇÜLDÜĞÜ ÜLKELERDE BÜYÜK OLAN ARTIK SUÇLULARDIR"
Bu bölümdeki büyük harfler kendisine, bazı sözcüklerin yanındaki parantezler bana aittir.
İşte ikinci bölüm:
"Yüce milletimin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin şerefli üniformasını 47 yıl onurla üzerimde taşıdım.
En küçük rütbeden başlayarak Orgenerallik rütbesiyle iki Orduya (Ege Ordusu ve 1.Ordu) komuta ettikten sonra göğsümde devletimin üç madalyası ve alnımdaki şerefle Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekliye ayrıldım.
Tüm görevlerimde ülkeme, milletime ve devletime doğruluk, dürüstlük, bağlılık, içtenlik ve özveri ile hizmet etmeye çalıştım.
Geriye doğru baktığım zaman 71 yıllık yaşantımda bugüne kadar milletimin ve devletimin güven ve saygısını yitireceğim, başımı eğecek, hukuka ya da yasalara aykırı hiçbir eylemde bulunmadığımı göğsümü gere gere Yüce Türk Milleti'ne haykırmak istiyorum.
Yaşantım boyunca ülkem, milletim ve devletim için tüm müktesebatımla (bilgilerimle) inandığım doğrular ve değerlere uygun hareket ettiğim için de, bugün suçlu addedilip (sayılıp) cezalandırılmayı asla ve asla hak etmedim.
* * *
Bundan yaklaşık yarım asır önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ocağı olan Türk Silahlı Kuvvetleri'ne katılırken günün birinde hain bir düşman kurşunu ile şehit olabileceğimi, ya da savaşta düşmana esir düşebileceğimi göze alarak bu göreve başlamıştım.
Her zaman ayakta ölmeyi, dizüstü yaşamaya tercih etmiş biriyim.
Ancak üzülerek söylemek gerekirse ömrümü adadığım kendi vatanımda, yargı vasıta kılınarak bir hukuk suikastına kurban edileceğim hiç ama hiç aklıma gelmemişti!
Bugün sadece Anayasal ve Yasal haklarımı kullanmaktan ibaret eylemlerimden dolayı düzmece deliller ve şaibeli gizli tanıklardan medet umularak 'Darbeye Teşebbüs' gibi son derece ağır bir suçlama ile -şayet yürürlükten kalkmamış olsaydı- İDAMIM istenecekken- Mahkemece 'İYİ HALİM' de gözetilerek MÜEBBET HAPİS CEZASINA mahkum edilmiş olmamı, öncelikle adalet adına bir zül (alçalma) olarak telakki ediyorum.
Ancak, ELİ KANLI CANİLERİN BERAAT ETTİRİLDİĞİ, BEBEK KATİLİ TERÖRİSTLERİN önce GİZLİ TANIK, ardından MUTEBER (saygın, güvenilir) AÇIK TANIKMIŞ gibi dinlenildiği ve buna karşılık DURUŞMADA HAZIR EDİLEN SAVUNMA TANIKLARININ YASAL ZORUNLULUĞA RAĞMEN DİNLENİLMESİNDEN KASTEN İMTİNA EDİLDİĞİ (bilerek kaçınıldığı) ve DAVANIN ESASINA İLİŞKİN SON DERECE ETKİLİ SAVUNMA DELİLLERİNİN TOPLANILMADIĞI bir davada, elbette ki ADİL BİR KARARIN ÇIKMASI da beklenemezdi.
Neticeten, soruşturma ve kovuşturma süreçleri ADİL OLMAYAN bu davada çıkan hüküm de ADİL DEĞİLDİR.
* * *
Ulu Önder Atatürk, bundan tam 93 yıl önce, 31 Temmuz 1920'de Afyonkarahisar'da Kolordu Dairesi'nde subaylara hitaben yaptığı konuşmada 'ORDUYU İMHA ETMEK İÇİN MUTLAKA SUBAYINI MAHVETMEK, AŞAĞILAMAK LAZIMDIR.
KUMANDANLARIMIZA VE SUBAYLARIMIZA TECAVÜZ VE TAARRUZA BAŞLADILAR.
ASKERLİK İZZET-İ NEFSİNİ (onurunu) YOK ETMEYE GAYRET ETTİLER' demiştir.
Silivri'de verilen bu karar ile Yüce Önder'in 93 yıl önceki bu değerlendirmesinin günümüzde de ne kadar geçerli olduğu maalesef bir kez daha kanıtlanarak, muvazzaf ve emekli bazı askeri şahıslar üzerinden, gerçekte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpranmasının amaçlandığı tüm açıklığı ile gözler önüne serilmiştir.
Ancak, unutulmamalıdır ki ADALETİN KÜÇÜLDÜĞÜ ÜLKELERDE BÜYÜK OLAN ARTIK SUÇLULARDIR…
Silivri'de verilen bu karar adalete olan inancı sarsmış ve kamu vicdanında onarılmaz yaralar açmıştır.
Ülkemizin bu DEMOKRASİ VE HUKUK AYIBINDAN BİR AN ÖNCE KURTULMASINI temenni eder, işbu açıklamalarımı ADALETİN ŞAŞMAZ TERAZİSİ OLAN YÜCE TÜRK MİLLETİ'NE saygılarımla sunarım.
Emekli Orgeneral Ahmet Hurşit TOLON."
Anladığım kadarıyla Hurşit Paşa bu içten mektubunu sadece kendi adına değil, başta aynı hücrede kaldığı İlker Başbuğ olmak üzere bu davada inanılmaz haksızlıklara uğrayan bütün silah arkadaşları adına yazmış.
Necdet Bey döneminde eğer "Silah arkadaşlığı" kavramı kaldıysa!
Nuh Mete Yüksel'in kitabı
SEVGİLİ okuyucularım, Devlet Güvenlik Mahkemesi eski Savcısı Nuh Mete Yüksel değerli ve saygın bir hukukçu.
Nuh Bey son olayları konu alan ilginç bir kitap yazdı:
"Balyoz, Gizli Tanık ve Gezi Olayları." (Alter Yayınevi.)
Bu kitapta Balyoz ve Ergenekon davalarıyla birlikte gizli tanık rezaletini ve ayrıca Gezi olaylarını irdeleyen çok ilginç olaylar var:
Balyoz-TSK yargılanıyor… Ergenekon… İmamın düzeni ve güçleri… Hukukçu gözüyle gizli tanıklar… Türk Yargısı ve yabancı hukukta gizli tanıklık… Danıştay saldırısı olayı… Gezi direnişleri…
İlginç bir kitap… Bir hukuk adamının gözüyle hukuksuzluk ve son olaylar…
Okumanızı öneriyorum.
SÖZCÜ
Bedri Baykam: Sevgili Çapulcu, Lütfen Bir Dakika Beni Dinler misin?
27 Ağustos 2013
Sevgili çapulcu kardeşim, lütfen bana beş dakikanı ayır.
Yaşadığımız gerilimli 10 yılın üstüne son üç ayda ağır günler yaşadın.
Arkadaşların öldürüldü, belki gözünü kaybettin!
Dayak yedin veya genç bir kızsan tacize uğradın.
TOMA'lar, coplar, Akrepler seni kovaladı.
Bir de üstüne hakarete maruz kaldın, aşağılandın, tehdit edildin.
Gün oldu cenazeni kaldırmana, ağıt yakmana izin vermediler; savaşta bile uygulanmayacak tavırlarla sana yardım etmeye kalkan doktorları, avukatları düşman ilan ettiler.
Bunlara rağmen, yine esprilerinden, barış arayışından, her türlü silahla arana mesafe koyuşundan ödün vermedin.
Tuzaklara düşmedin, provokasyona gelmedin.
Sana bu muameleleri reva görenler, kullandığın baret veya gaz maskesini bile "suç delili" ilan ettiler!
Bunlar dışında siyasi alanda özgürlükle arana hangi timsahlı dereleri koyup demokrasi ve laikliği nasıl öldürmeye çalıştıklarına hiç girmeyelim.
Doğal ve haklı olarak böyle bir ortamda Türkiye'deki siyasi partileri beğenmiyorsun, onları kendine yakıştıramıyorsun.
Siyasette bedeller ödemiş bir kuşağın çocuğu olarak hem ailen, hem sen siyasete soğuk bakıyorsun.
Senin ölçülerine göre, siyaset topluma mantık, özgürlük, eşitlik, dürüstlük ve etik taşımalı.
Bu nedenle parti içi faşizme, yolsuzluğa, hukuksuzluğa dayanamıyorsun..
İsyan ediyorsun, adı üstünde, direniyorsun!
Siyasette koyduğun hedeflere ben de ulaşmak istedim.
Şu farkla ki, ben siyasetin partilerde yapılacağını bildiğimden, partimi, CHP'yi ideal bir konuma taşımaya çalıştım.
Bu felsefeleri öne çıkararak başkanlık yarışına girdim, önüm eski zihniyetin antidemokratik kalıntılarıyla kesildi.
Yeni tüzük hazırladık yılmadan, gençleri ve kadınları siyasete kazandırmak için.
Genel başkan ve üst kadrosu o yapılanmada partinin en ağır çalışanları olmalı, tek seçicileri veya imtiyazlıları değil…
Şimdi bu hak etmediğin dünyadan kurtulma yolunda bir fırsat var: Seçimler geliyor.
"Hiçbir parti bana göre değil" dersen, maalesef yeni korkunç kayıplar yaşayacağız.
Çünkü oy vermemek veya oy oranı düşük partilere destek olmak, sana bir şey kazandırmayacak.
Siyasete küsmen ise sadece faşizmi ve yobazlığı harmanlayıp ağır bir beton gibi kuşağının üstüne yıkılmasına neden olacak!
Bu tavırların siyasette gram değeri yok!
Bunu yapanlar ancak kendi bindikleri dalı kesmekten öteye gidemiyorlar.
Önümüzdeki seçimlerde CHP'nin ve muhalif sol partilerin güç birliği yapması, gençlerin, çapulcuların, kararsızların oylarını alarak Türkiye'ye oksijen dolu bir atmosfer hediye etmeleri, tek siyasi çıkış.
Belki ilk veya ikinci kere oy vereceksin.
Büyük ihtimalle bunu kerhen yapacaksın.
Ama zaten kimse senin CHP'li olmanı beklemiyor.
Bu parti barajı düşürmeye söz verdiği için, karanlık kefeni yırtıp ışığa kavuşana kadar ödünç verdiğin bir oy bu.
Belediye, Cumhurbaşkanlığı ve Millet Meclisi seçimlerinden sonra ister kendi partini kurarsın, ister inandığın partiye oy verirsin.
Ama şu anda zalim iktidarı bu ilkel seçim yasalarıyla sandıkta yenebilecek tek somut seçenek CHP ise ona tavır koyduğunda, kendine, arkadaşlarına ve ailene tavır koymuş oluyorsun!
Yoksa CHP'yi ben de acımasızca eleştirebilirim, hem de haklı olduğumu içinden bilerek!
Ne yazık ki bunu yapsam yalnız kendi oğlumun değil, tüm çocukların geleceğini bencilce ateşe atmış olurum!
O andan itibaren artık hiç kimseye iktidarı şikâyet edemem, yurtdışından gelen gazeteciler bana "zırdeli" deyip giderler!
Lütfen gözlerini kapa ve Gezi Parkı'nda paylaşılan o inanılmaz dostluğu, iki lokma ekmeği, dayanışmayı, zengin sohbetleri, beraberce kullanılan kütüphaneyi, söylenen şarkıları hatırla.
Bunların üzerinden birileri grayderle geçerse mutlu mu olacaksın?
O umut dolu hayaller ayaklarına taş bağlanıp suya atılırsa, "Ne güzel hınç aldım" mı diyeceksin?
Biz bunları konuşurken, Tuncay ve Balbay, arkadaşlık ve direniş tarihine geçen en içten sözleri birbirlerine bırakıyorlar, ODTÜ'lü gençler ısrarla ağaçları korumaya gövdelerini siper ederek devam ediyorlar, Berkin E.
hâlâ ölümle pençeleşiyor.
Karar senin.
Bu sefer kazanmak istiyorsan, kerhen değil, aşkla oy verip şimdiden sokaklara dayanışma adına çıkman lazım… Kendin için değil, çocukların, ülken ve henüz doğmamış milyarlarca vatandaş adına yap bunu.
Kanıksanmış tavırlarla kendi önüne barikat dikme!
Seçim matematiğinde "en az" rakiplerin kadar zeki ol ve aynı sepette oy toplamanın önemini artık sonsuza dek anla!
Olayların aynı ritimde kalacağını hiç sanma.
Her şey ya daha kötüye gidecek ya da muhteşem bir güneş bizi bekliyor olacak!
Cumhuriyet
Oktay Akbal: İrtica Hükümdar Olursa…
27 Ağustos 2013
Atatürkçü Düşünce Derneği'nin Lüleburgaz Şubesi yayınında gördüm.
Not etmişim defterime.
Yıllar geçmiş ama o bildirideki sesleniş capcanlı kalmış:
"Gün olur
İrtica hükümdar olursa
Gün olur
Numaracı cumhuriyetçiler
peydahlanırsa
Gün olur, sefalet ve ihanet tekrar hortlarsa…"
O zaman ne yapabiliriz?
Bu soruya yanıt vermek hem kolay hem zor!
Bizler o durumdayız yıllardır… Cumhuriyet ilkeleri unutulma yolunda.
İktidardakilerin dilinde kafasında o devrimler yok!
İzi bile kalmamış.
Ne altı ok ne de çağdaşlık atılımları.
Silip atıyor iktidarın adamları güzel bir geçmişin gerçeklerini!
Adım adım ülkemiz, halkımız çirkin karanlık yollara sürükleniyor.
İrtica hükümet olursa!
Olmuş mu, olacak mı?
Bizler sizler buna izin verecek miyiz?
İşte gençlik eylemleri, Kadıköy'de Taksim'de yurdun dört bir yanında gençlik özgürce bağırıyor.
Cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz, halkçıyız, laikiz diye.
Ama iktidar TOMA'larıyla, kalkanlı güçleriyle bastırıyor.
İyi niyetli gerçek yurtseverler bir ordu gibi.
"Gün olur irtica hükümdar olursa…" Ağır bir söz iktidara irticacı demek, ama kişi ister istemez düşünüyor.
Niye orda burda toplanan yurtseverlerin üstüne gidiliyor?
Demek, istenen çağdaşlığı, uygarlığı tanımamak, bambaşka bir yapı yaratmaya çalışmak… "Böyle bir durumda alıp başını gidemezsin" diyor dernek bildirisi… Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri alınmış olsa da, bekleyemezsin.
Kalkıp kalkıp meydanlarda sadece "Biz Mustafa Kemal'in askerleriyiz" demekle yetinemezsin.
Kendi yarınına umutla bakabilmek, onurunla yaşamak istiyorsan, cehaletten, sefaletten ve ihanetten bıktıysan!..
Lüleburgaz gibi küçük bir ilçeden yıllar önce yükselen bu sesin arkasında olmak, o sesi daha güçlü seslerle yaygınlaştırmak bir kutsal görevdir.
Gitgide Mustafa Kemal'in bize bıraktığı Cumhuriyeti ve devrimlerini korumak, sürdürmek çok büyük çaba istiyor.
Ama bakıyorum TV'lerde konuşan iktidar adamları boş veriyor böyle yurttaş çığlıklarına.
Oysa bütün bunlar bir uyarıdır gaflet içine düştü düşecek olanlara.
Seçimlerle de gelmiş olsalar, gelecekte de seçimle gelecek olsalar, gerçek yurttaş yolundan dönmeyecektir.
Atatürk çizgisi alt edecektir düşmanlarını…
Atatürkçü Düşünce Derneği'ni yaşatmak hepimize düşen bir borçtur, bir görevdir.
Cumhuriyet
Esfender Korkmaz: Dolar nereye kadar?
26 Ağustos 2013
Uzun dönemde dolar kurunun ne olacağını denge kuru belirler.
Denge kuru piyasada oluşan kurdur.
Ancak bu yalnızca teoride doğrudur.
Çünkü piyasa, iç ve dış birçok faktörün etkisi altındadır.
Bu nedenle dalgalı kur sisteminde günlük olaylar bile kuru etkiliyor.
Ben denge kurunu, cari açığa yol açmayacak, Türkiye'nin rekabet gücünü düşürmeyecek bir kur olarak görüyorum.
Dediğim bu denge kuru için Merkez Bankası'nın, TÜFE bazlı reel kur endeksinin yüz olması gerekiyor.
Oysa ki MB temmuz ayı için reel kur endeksini 116.olarak açıkladı.
Reel kur endeksinde yüzün üstü TL'nin değerli olduğunu gösterir.
Demek ki temmuz ayında TL yüzde 16 oranında aşırı değerli idi.
Temmuz ayında ortalama olarak dolar kuru 194 liraydı.
Demek ki MB reel kur endeksine göre dolar kurunun 2.20 TL olması gerekirdi.
Bu kur, yani bir dolar 220 lira kur seviyesi, aynı zamanda sıcak para gibi kur üstüne baskı yapan geçici faktörler kalkınca veya iç ve dış istikrar sorunları ortaya çıktığında her zaman kurun 2.20'ye kadar artması yönünde baskı oluşacağı anlamına gelir.
Ekonomi yönetimi cari açığı düşürmek için 2012 yılında büyümede yumuşak iniş dedi.
Cari açık azaldı.
Ancak cari açık sorunu bitmedi.
Hatta bu sene yeniden artmaya başladı.
Söz gelimi 2012 yılının ilk 6 ayında 30 milyar dolar olan cari açık bu sene aynı dönemde 36 milyar dolara yükseldi.
Dolayısıyla cari açık doların artışı yönünde bir baskı oluşturmaya devam ediyor.
Doların artışı yönünde baskı yapan bir diğer faktör doğrudan yabancı yatırım sermayesi girişinin azalmasıdır.
Geçen sene ilk 6 ayda yurtiçinde doğrudan yabancı yatırım sermayesi 8.2 milyar dolar iken bu sene aynı dönemde 4.9 milyar dolara geriledi.
Doğrudan yatırımların azalmasının bir nedeni dünya konjonktürüdür… Diğer ve belki de en önemli nedeni de uygulanmakta olan dış politika ve son bir yıldır ortaya çıkan iç huzursuzluktur.
FED para daraltma kararları ve ABD'de faiz oranlarının artması da kurun artması yönünde bir baskı oluşturmaktadır.
Buna karşılık MB'nin kur artışına müdahale etmesini gerektirecek sorunlar da mevcuttur.
Bunlardan birisi bankaların ve özel sektörün bir yıl ve daha kısa vadeli dış borçlarıdır.
Bu yılın ikinci çeyreği itibariyle Türkiye'nin kısa vadeli dış borcu 126 milyar dolardır.
Bunun 87 milyar doları bankaların, 39 milyar doları ise özel sektörün dış borcudur.
Dolar kuru arttığında kısa vadeli dış borçların maliyeti de artıyor.
Bankalar ve özel sektörün ödeme sorunu ortaya çıkmış oluyor.
Kur artışı döviz bulunduranların bir kısmının döviz bozdurmasına yol açıyor.
Bu nedenle döviz arzı artıyor ve piyasa tarafından döviz kurlarının otomatik olarak daha artması önlenmiş oluyor.
Türkiye'de hâlâ yastık altında döviz tutanlar var.
Ayrıca yurt içi döviz hesapları yaklaşık 120 milyar dolardır.
Enflasyonu artırır korkusu da Merkez Bankası'nı dövize müdahale yönünde baskı oluşturuyor.
Kur artışı, ithal ara malı ve hammadde fiyatlarını artırıyor ve üretim maliyetlerini etkiliyor.
Ayrıca ithal tüketim malları fiyatlarını da artırıyor.
Bunlar fiyatlar genel seviyesine yansıyor.
Sonuç olarak; kurun düşük kalması da birdenbire artması da Türkiye için risktir.
Bunun için ben, iki yıllık bir geçiş süreci içinde kurların denge düzeyine kadar artmasını sık sık dile getirdim ve bu köşede yazdım.
Şimdi anlaşılıyor ki ekonomi yönetimi bunu yapmak istiyor.
Tarafsız bakıldığında doların bir süre 2 lira düzeyinde kalması ve bir süre sonra yeniden 2 lirayı aşacağı tahmin edilebilir.
Yeniçağ
a45UyF587661-201307301451-10
^^^^^ - vvvvv
zaryop:jaro
GECEYE KARSI MUDAFAA. . . . . .
Bu adam olmustur ama,
Dusmedi topraga henuz vakit.
Hayatini devrettik agaclara
Kalbi kimlere ait.
Bu adam olmustur ama,
Basucundan ayrilamadik.
Sonsuz kederinde gecelerimizin
Nedendir hala bu beyazlik.
Bu adam olmustur ama,
Henuz durmadi nehir.
Ve nasibi muhtesem kuslar gibi
Onu goturebilir.
Fazil Husnu DAGLARCA
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder