12 Kasım 2013 Salı

10-Ümit ÖZDAĞ : TÜRK SUBAYI (1,2,3)

Evet, Ergenekon, Balyoz entrikaları Türkün dostunu üzmüş, düşmanını sevindirmiştir. Ben buna şahidim.  Oraj POYRAZ


Ümit ÖZDAĞ : TÜRK SUBAYI (1,2,3)

07 Kasım 2013

Bu yazının başlığında subay kavramı ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli veya emekli bütün general, amiral, subay ve astsubaylar kastedilmiştir.
Bu rütbeleri taşıyanların hepsi TÜRK SUBAYIDIR.

Bu satırların yazarının uzmanlık alanlarından birisi Türk Ordusu'dur.
Doktora tezini ve doçentlik tezini 1924-1960 arasında TSK ve siyaset konusunda yazdım.
Bu tarih kesitini "Atatürk ve İnönü Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri" ve "Menderes Döneminde Ordu-Siyaset İlişkileri ve 27 Mayıs İhtilali" başlıklı iki kitap halinde inceledim.

Daha sonra yapmış olduğu, güvenlik ve terörizm konulu çalışmalar da bu satırların yazarının Türk Ordusu'nu akademik düzeyde çalışma ve ilgi alanı yapmaya devam etmesine neden olmuştur.

Güvenlik ve terör konusunda yaptığım çalışmalar sırasında yüzlerce general, subay ve astsubay ile binlerce saat konuştum, tartıştım, bilgi aldım, bilgi verdim.
Harp Okulu ve Milli Güvenlik Akademisi'nde ders verdim.
Bu vesile ile de subaylar ile bir araya geldim.

Türk subayı benim için bir akademik araştırma konusu değil, aynı zamanda bir ailevi husustur.
İlk tanıdığım Türk subayı babamdı.
Tanımadığım dedem de İstiklal Harbi'nde savaşmış bir süvari binbaşı idi.
Sonra babamın yakın arkadaşlarını tanıdım.
Alparslan Türkeş, Mustafa Kaplan, Numan Esin, Rıfat Baykal ve diğerleri.
Hepsi 27 Mayıs ihtilalini yapan ve radikal çözüm yanlısı oldukları için yurtdışına sürülen subaylardı.
Böylece çok değişik zeminlerde subay ne düşünür, nasıl hisseder, nasıl tepki verir içten gözleme ve anlama fırsatım da oldu.

2007 sonrasında TSK'ya karşı siber savaş-psikolojik savaş ve elektronik savaş boyutlarını içeren kapsamlı bir enformasyon savaşı başlatılmıştır.
Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Atabeyler vs adlarda hukuki süreçlerin politik-psikolojik savaş boyutunu akademik bir ilgi ile olduğu kadar milli bir hassasiyet ile incelediğim bu süreci "Ergenekon Davası ve Türk Ordusu" başlıklı çalışmamda inceledim.
Bu çalışma önümüzdeki günlerde yayınlanacak "Ülkesinde Kuşatılan Ordu: Türk Silahlı Kuvvetleri" başlıklı kitabımın da bir parçasını oluşturuyor.

Kısa sayılamayacak bir süreden buyana TSK'ya karşı sürdürülen politik-psikolojik savaşın bir neticesi olarak, TSK'dan istifa eden general, subay ve astsubayların sayısının arttığını üzüntü ile izliyorum.
Keza artık emekli olmuş generallerin birbirlerini basın aracılığı ile nasıl suçladıklarını, Balyoz Davası ile ağır bir haksızlığa uğrayan subayların iliklerine kadar hissettikleri haksızlığa isyan ederek, nasıl tepki verdiklerini ve karşı tepkileri üzüntü ile izliyorum.
Üzüntüm sadece Türk Ordusuna olan sevgimden kaynaklanmıyor.

Üzüntümün daha derinden gelen nedeni, düşman karargâhlarında bu yaşananları izleyerek duyulan sevinci tahmin etmem.

Düşman istihbarat servislerinin yazdıkları raporlarda Türk subay kadrosunun kendi içinde kavgalı ve bölünmüş, birbirine güvenmeyen bir yapıya sahip olduğu analizlerinin yapılmış olduğunu tahmin etmemden kaynaklanıyor

(Konuya yarın da devam edeceğim)

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28700



Türk subayı (2)

08 Kasım 2013

Ümit ÖZDAĞ

Bütün bunların yanında bir başka üzüntü kaynağım 2007 sonrasında yaşananların gösterdiği gibi Türk subayının ve bir kurum olarak TSK'nın enformasyon savaşının doğasını kavramamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Oysa enformasyon savaşı, bir tek tankını kaybetmeyen, bir uçağı düşmeyen, bir gemisi batmayan SSCB'yi parçalamıştır.

Bugün de uluslararası bir konsept çerçevesinde geliştirilen bir enformasyon savaşı Türk Ordusu'na karşı en etkili şekilde uygulanmaktadır.
TSK ne yazık ki, kendisine karşı uygulanan enformasyon savaşına karşı kendisini etkili bir şekilde korumak için gerekli karşı konsepti geliştirmekten çok uzaktır.
Aksine artık gazete sayfalarından da izlenebileceği gibi her geçen gün biraz daha büyük istifalara, iç çatışma ve gerilime sürüklenmektedir.

Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgede 1992'den buyana büyük jeopolitik değişiklikler devam etmektedir ve önümüzdeki 20 yılda bu jeopolitik değişiklikler daha da kapsamlı bir boyut kazanarak devam edebilir.
Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen, Libya ve ne yazık ki Türkiye parçalanma potansiyeli taşıyan ülkelerdir.

Türk Milleti'nin güçlü, dinamik, öz güveni yüksek bir TSK'ya her zamandan daha fazla ihtiyacı olduğu bir tarihsel kavşağa doğru milletimiz hızla ilerlerken görevdeki veya emekli generallerin, amirallerin, subayların, astsubayların kavga etme, tartışma, birbirini suçlama ve istifa etme lüksü yoktur.

Bu tavır haksızlıkları, Türk Ordusuna sızmış ajanları, hainleri, karakteri zayıfları, kurulan komploları bilmemek, görmemezlikten gelmek anlamına gelmez.
Kaydedilir.
İtirazlar, karşı çıkışlar, hak aramalar tarihe ve Türk Milletine yapılmalıdır.
Türk Milletinden başka hiçbir kurumun, kişinin, yerin ihanete uğrayanlara sahip çıkması gerekmez.
Türk Milleti ve Türk Tarihi zamanı geldiğinde herkesi hak ettiği yere koyacaktır.
Ve Türk Milleti Türk Ordusuna kurulan komployu anlamaya başlamıştır.

Türk Milleti böyle ağır bir jeopolitik karmaşanın içine sürüklenirken, tepki göstermek adına istifa etmek, savaş sırasında görev yerini terk etmek anlamına gelir.
TSK'dan her istifa, düşman karargâhlarında ve istihbarat merkezlerinde sevinç yaratmaktadır.
Oysa yapılması gereken son ana kadar görev yerini korumak, demokratik hukuk devleti bilinci içinde ve demokrasinin Türkiye için bir milli güvenlik doktrini olduğunu, ülkemizin "Dördüncü Ordusu" olduğunu görerek, Türk Milletinin varlığı ve birliğine hizmet etmeye devam etmek olmalıdır.

Muzaffer Özdağ'ın bir teğmene 1965'te yazdığı bir mektupta ifade ettiği gibi, "Türk subayı, ne şövalyedir ne gladyatör.
Türk subayı, Türk milletinin istiklal şuurudur"
Bu şuur ile hareket etmeyenler aziz milletimizin istiklalini, Türkiye'mizin birliğini ve bütünlüğünü istemeseler de tehlikeye atacaklardır.

Unutmayın komutanınız Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir heykel değil, bir ruhtur.
Bu ruh Mete ile Çin'e, Atilla ile Avrupa'ya, Fatih ile İstanbul'a giren ruhtur.
Subay bu ruhtan büyük veya küçük bir parça alandır.
Yarın size bu ruhtan büyük bir parça alan bir komutanınızı anlatacağım.

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28709



Türk subayı (3)

09 Kasım 2013

Ümit ÖZDAĞ

Mete'nin, Atilla'nın Alparslan'ın Fatih'in ve Atatürk'ün ruhunu taşıya

Ordumuzun kuruluş tarihi ile ilgili olarak 1960'ların başında yeniçeri ocağının kuruluşu tarih olarak alınmıştı.
Bunun üzerine Nihal Atsız Hoca Genelkurmay Başkanlığı'na bir açık mektup yazarak, eğer Türk Ordusu yeniçeri ocağının kurulması ile kuruldu ise Mete'nin, Atilla'nın, Alparslan'ın ordusu hangi milletin ordusu diye sormuş, Türk ordusunun kuruluş tarihini Mete'nin Türk ordusunu yeniden örgütlediği M.Ö.220 olarak açıklamıştır.
Bu mektup üzerine Genelkurmay Başkanlığı ertesi yıl Türk ordusunun kuruluş yılını M.Ö.220 olarak kabul etmiştir.

Etmiştir ancak neden ise bu tarihin Çin ordusu ile birlikte kurumsal varlığını en uzun sürdüren ordusu dünya tarihinin en yeni yetme orduları kadar geleneklerine sahip çıkmaz.
Mesela 224 senelik bir ordu olan Amerikan ordusunda "zırhlı süvari tugayı" adlı birlikler adı ile bir zamanlar süvari birliği olan birliğin zırhlı birlik olduğunu, Kızılderili savaşları gibi aslında çok da onurlu olmayan savaş geleneğine sahip çıkıldığını görürsünüz.

Ancak 2200 senelik Türk ordusunun birlik adlarını incelediğiniz zaman sanki dün kurulan bir ordu olduğunu düşünürsünüz.
Mesela Türk ordusunda 57.Alay diye bir alay yoktur.
Oysa kolaylıkla bir tugayın adı 57.Alay olabilir.
O alay-tugayın generalinin, subayının, astsubayının, askerinin ruhu o isim ile bile bir farklı olacaktır.
(Bütün mensupları şehit olduğu için 57.Alay'ın isminin bir başka alaya verilmediğini biliyorum ancak bunun doğru olmadığını düşünüyorum.)

Öte yandan alay sancaklarının tugaylara devredilmesi tarihe sahip çıkmak anlamına gelmektedir.

Üstlere İngilizce tercüme olan "Komutan" denir.
Tarihin en başarı "komandoları" olan akıncılar sınıfı gibi bir sınıfımız varken, en seçkin askerlerimize "komando tugayı" deriz.
Deliller, geçmişin özel kuvvetleridir.
Özetle askeri geleneklerimize sahip çıkmaz isek ayıp etmiş oluruz.

TSK sadece geleneklerine mi sahip çıkmıyor?
Hayır, kahramanlarına da sahip çıkmak, onları unutmamak, gelecek subay nesillerine aktarmak konusunda ne yazık ki, büyük bir ihmal görülüyor.

15 Ekim 2005'de Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında "Bir Çılgın Türk'ün vedası" başlıklı bir haber çıkmıştı.
Alt başlıkta Kıbrıs'ta 5 yıl Türk Mukavemet Teşkilatını yöneten "Bozkurt" emekli Tuğgeneral Kenan Çoygun'un vefat ettiği yazıyordu.
Okudum, geçtim.
Kısa bir süre sonra çok sevdiğim bir emekli general ağabeyim beni arayarak, "Ben teğmen iken Kenan Çoygun'un emir subayı idim.
Bu akşam onun anısına bir toplantı var.
Gelir misin?"
diye sordu.
Ben de birkaç arkadaşım ile anma toplantısına gittim.
Arkadaşlarımdan birisi Cüneyt Öztürk'tü.

O gece dinlediğimiz Kenan Çoygun Mete'nin, Atilla'nın Alparslan'ın Fatih'in ve Atatürk'ün ruhunu taşıyan bir Türk subayı idi.
GÖREV UNVANI: Bozkurt.
Görev adı: Kemal Coşkun.
Resmi görevi.
Türk Büyükelçiliğinde idari ataşe.
Tam bir muharip subay.
Usta bir istihbaratçı.
Akıllı bir siyasetçi.
Örnek bir özel harp subayı.
Türk Mukavemet Teşkilatı'nı yeniden örgütleyen, çatışmaların en yoğun olduğu 1964-1967 yıllarında savaşı yöneten, Rumların dengesini bozan, Türklerin moral ve savaş gücünü yukarı tırmandıran, milli konularda acımasız bir kararlılıkla sonuna kadar savaşan bir subay.
Dünya malı peşinde koşmayan, kahramanlıklarını anlatmayan bir kahraman.

Sadece bunlar mı?
Hayır yeri geldiğinde sahnede zeybek oynayan, rakının yanında lakerdayı çok seven, ancak atış poligonunun açılışında kurban kesileceği zaman Orgeneral Suat Aktulga, "kasap nerede?" diye sorunca, "Biz böyle işleri kimseye bırakmayız, kendi işimizi kendimiz görürüz" deyip, kollarını sıvayıp, "Allahü ekber, Allahü ekber; la ilahe illellahü vallahü ekber.
Allahü ekber ve lillahi'l-hamd"
diyerek kurbanı kendisi kesen bir subaydır Kenan Çoygun.

Hepimiz çok etkilenmiştik.
Cüneyt Öztürk, "Böyle bir kahraman sadece bir gecelik anma ile kalmamalı, daha geniş kitleler onu tanımalı" dedi.
Ve Kıbrıs'a gitti.
Rahmetli Rauf Denktaş başta olmak üzere Çoygun'un ailesi ile görüştü.
Kenan Çoygun, ailesine "Ben millete karşı görevimi yaptım" demiş.
Anılarının yayınlanmasını anlatılmasını hiç istememiş.
Bu rağmen, Cüneyt Öztürk, Kenan Çoygun ile ilgili 16 sayfalık bir rapor hazırlamayı başardı.
Ancak raporu okuyan hemen herkes böyle bir hayatın romanlaştırılması gerektiğini düşündü.
Ve böylece Cüneyt Öztürk'ün Kenan Çoygun'un yıllar süren romanlaştırma çalışması başladı.
Ve bu hafta Cüneyt Öztürk'ün kitabı "Kod Adı: Bozkurt" yayınlandı.

Bu arada karşılaştığım hemen her subaya Kenan Çoygun'u sordum.
Çok az tanıyan çıktı.
Tanıyanlar ise ki, sayıları çok azdı, hayranlıklarını ifade ettiler.
Umarım Cüneyt Öztürk'ün kitabı, örnek bir Türk subayının herkes tarafından bu arada subaylar tarafından da tanınmasına vesile olur.
Ve örnek alınmasını.

Bizden bir Fatiha'dan başka ne isteyebilir ki?

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=28715


a45UyF587661-201307301451-10

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Ya sirtimiza alip tasiyoruz, Ya ayagimizin altina alip cigniyoruz, Ogrenemedik bi turlu yan yana yurumeyi.

Omer Hayyam
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder