30 Eylül 2015 Çarşamba

Genetik hatalar evrimsel tarihi aydınlatıyor.

Genetik hatalar evrimsel tarihi aydınlatıyor.

Gerçek bir 'benzerlik'
Evrimin gerçekliği!
Tartışılmaz zafer
YAKIN AKRABAYIZ

Bizler, şempanze ve bonobolarla çok yakın, goriller ve orangutanlarla giderek uzaklaşan miktarlarda yakın akrabayız. Şempanzeler kardeşimiz gibi, goriller dayıoğlu gibi, orangutanlar ise babamızın teyzesinin torunları gibi…

30.09.2015 09:49

ÇAĞRI MERT BAKIRCI

Bilim camiası içerisinde sıklıkla duymanız mümkündür: Türlerin genetik haritalarına bakarak evrimsel geçmişlerinin çıkarılması ve birbirleriyle olan akrabalık ilişkilerinin belirlenmesi... Şempanzelerle genlerimizin %98,77 oranında benzer olması ama bir pirinç bitkisiyle bu oranın %60'lara kadar düşmesi, bir bakteriyle ise %2-3 arasına kadar gerilemesi... Her ne kadar bazıları öyle lanse etmek için kendilerini yırtıyor olsa da, bu sayıların hiçbiri uydurma değil! Bunlar, üzerinde sayısız farklı araştırma grubunun çalıştığı ve milyonlarca nükleotitin bilgisayar programları aracılığıyla taranması ve haftalar/aylar süren analizleri sonucunda ortaya konulan gerçeklerdir. Üstelik evrimsel biyolojinin gücü, biraz da bu analizlerde saklıdır: Genlere bakmaksızın, başka yöntemlerle (morfolojik analizler, fosil kayıtları, fizyolojik incelemeler, vs.) geliştirdiğimiz evrim ağaçları, genetik analizlerle kontrol edildiğinde %100'e yakın bir başarıyla evrimsel biyolojinin doğru sonuçlar verdiğini görürüz. Yani evrim bir gerçektir ve bu gerçek, genlerimizde de net bir şekilde görülmektedir.

Gerçek bir 'benzerlik'

Türler arası genetik benzerlikten bahsederken, gerçek bir "benzerlik"ten söz ederiz. Genlerimizin kodladığı ve bizi "biz" yapan bütün özelliklerimizi kazandıran proteinlere ve onların yapıtaşı olan aminoasitlere baktığımızda, sadece 5 nükleotitin (adenin, timin, guanin, sitozin ve urasil) bütün genetik özelliklerimizi belirlediğini görürüz. Aslında teorik olarak bu evrimsel bir dezavantajdır. Genomların birbirinden farklı "alfabeler" kullanılarak yazılması mümkün olsaydı, bir diğer deyişle bu canlıların "ayrı ayrı yaratılmış olması" onlara büyük bir avantaj sağlardı. Örneğin eğer ki şempanzelerle biz insanların genetik kodları bu kadar benzer olmasaydı, onların sahip olduğu SIV (maymun bağışıklık yetmezliği virüsü) bize bulaşarak AIDS'e neden olan HIV'e (insan bağışıklık yetmezliği virüsü) asla evrimleşemezdi. Fakat durum bu değil! Türler ayrı ayrı yaratılmış değiller. Peki madem ki mantıklı bir canlılık tasarımında alternatif genetik planlar olması gerekirken, türlerin her birinin (istisnasız olarak her birinin!) genetik kodları neden birbiriyle aynı temele dayanır ve nasıl bu kadar benzerdir?

Evrimin gerçekliği!

Sorunun tek bir bilimsel cevabı vardır: Tüm bu türler, genetik kodlarını ortak bir atadan almışlardır ve evrimsel süreçler tıpkı doğanın kendisi gibi kusursuz ve bilinçli olmadığı için, her bir canlının kendine özgü, diğer hiçbirinde bulunmayan genetik yapılar geliştirmesi mümkün olamamıştır. Yani bizler, atalarımızın torunu olan türleriz ve dolayısıyla onların genlerini taşımaktayız.

Genler arası benzerliği yakın kuzenlerimizle gördüğümüz en net örnekler, bu örnekleri keşfetmeden önce kurduğumuz evrim ağaçlarına tamamen uygun bir biçimde ortak genetik hataların yakın akrabalarda bulunmasıdır. Yani öngördüğümüz evrimsel akrabalıklar, her nereden türlere yaklaşırsak yaklaşalım %100 doğruluk göstermektedir. Örneğin insanın 17. kromozomunda bulunan genetik bir hatanın yakın kuzenlerimizde de bire bir aynı yerde görünmesi; ancak uzak kuzenlerimize gittikçe bu hatanın görülmemeye başlaması, evrimin en güzel kanıtlarından biridir. Her birimizin genlerinde bulunan hatalar, evrimin gerçekliğini net bir şekilde bizlere haykırmaktadır!

Tartışılmaz zafer

Paylaşılan genetik hataların evrimsel ilişkisini şuna benzetebiliriz: Bir sınavda kopya çeken kişileri yakalamaya çalıştığınızı varsayalım (ve ne sınavda, ne de kopya tespitinde teknolojiden hiçbir biçimde faydalanma imkânı olmasın). Eğer ki yan yana oturan A ve B kişileri, aynı sorulara, benzer doğrulukta cevaplar veriyorlarsa, bu bize pek bir bilgi vermez. Çünkü ikisi de çalışmış ve sorulara doğru cevaplar vermiş olabilir. Ancak eğer ki A, B'nin yanında oturuyorsa ve sınav sorularındaki hatalı cevapları %100 aynıysa… İşte bu bizi şüphelendirir. Dolayısıyla genlerdeki doğru parçaların benzerliklerinden çok, bu genlerdeki ortak hatalar, evrimsel süreci doğrulamak için kullanılabilir ve şimdiye kadarki tüm denemeler, evrimsel biyolojinin tartışmasız zaferiyle sonuçlanmıştır.

YAKIN AKRABAYIZ

Evrimsel biyolojinin bize birçok farklı daldan sunduğu bir gerçek olan şempanze-insan yakın akrabalığı fikrinden yola çıkan Marcel Keller ve ekip arkadaşları, şempanzeler, onların en yakın akrabası olan bonobolar, goriller, orangutanlar ve bazı diğer primatlar üzerinde de bu genleri incelediler. Tam da tahmin edildiği gibi, en yakın kuzenlerimizde ve bonobolarda (ki onlar da bize şempanzelerle aynı yakınlıktadır) birebir aynı genetik hatalar keşfedildi. Bu tekrarların bizdekiyle tıpatıp aynı sorunlara neden olduğu tespit edildi. Ancak gorillere, orangutanlara ve daha uzak primatlara gidildiğinde, bu hataların giderek azaldığı ve nihayetinde kaybolduğu görüldü. Bu da, evrimsel biyolojinin şimdiye kadar tespit edilen yüz milyonlarca farklı ispatından biri olarak bilimsel kayıtlara geçti. Bizler, şempanze ve bonobolarla çok yakın, goriller ve orangutanlarla giderek uzaklaşan miktarlarda yakın akrabayız. Şempanzeler kardeşimiz gibi, goriller dayıoğlu gibi, orangutanlar ise babamızın teyzesinin torunları gibi…

http://www.birgun.net/haber-detay/genetik-hatalar-evrimsel-tarihi-aydinlatiyor-90872.html


a45UyF587661-150930133720 Oraj Poyraz cimcime@neomailbox.net
2015/09/30  14:00 1  39  undefined undefined add_anadoluhareketi@googlegroups.com

 

Sana gore ben bir ateistim;
Tanriya gore, soylu muhalif.

Woody Allen

Yarattiklari uzerine yemin eden bir ilah:
***
Bismillahirrahmanirrahim.
Incire, zeytine,
Sina dagina,
Ve su emin beldeye yemin ederim ki,
Biz insani en guzel bicimde yarattik.
Sonra da cevirdik asagilarin asagisina attik.
Fakat iman edip salih amel isleyenler icin eksilmeyen devamli bir ecir vardir.
Artik bundan sonra, ceza gunu konusunda seni kim yalanlayabilir?
Allah, hukum verenlerin en ustunu degil midir?

Tin Suresi

Safsata [( Ing:Fallacy), (Osm;Kiyasi-i batil)], bir dusunceyi ortaya koyarken ya da anlamaya calisirken yapilan yanlis cikarsamalarin tamamina safsata denir.
Safsatalar, ilk anda gecerli ve ikna edici gibi gozuken ancak yakindan bakildiginda kendilerini ele veren sahte argumanlardir.
Gunumuz Turkce sinde safsata kelimesi kusurlu akil yurutme anlamini kaybetmis, yanlis inanc manasinda kullanilir olmustur.
Oysa, safsata, insanin muhakeme yetisinin yanlis yonde kullanimidir ve cogu kez onyargi, ek$ik bilgi, batil inanclar, duygusallik, yersiz gondermeler, acelecilik, ozensizlik, genelleme, duygu somurusu, Turkce yi kotu kullanma gibi sebeplerden kaynaklanir.
---
Cok Sorulu Safsata (Fallacy of Many Questions Plurium Interrogatinoum) :
Tek ve basit bir cevap talep edermis gibi sunulan bir sorunun aslinda birden fazla cevap ihtiyaci yaratmasi durumudur.
Ornek 1:
Insanlarin kendi inanclarina gore cocuklarini yetistirmesini ve evde egitimi destekliyor musun?
Ornek 2:
Sizce yuksek vergiler is hayatini etkiliyor mu?
Ornek 3:
Nukleer santraller sizce istenir seyler mi?
Guncel Ornek 1:
Bolucu ve irticai eylemlere karsi devleti savunmasiz birakmakla suclanan bir Cumhurbaskani veya hukuku bile bile cignemekle suclanan bir hukumet ile mi Avrupa Birligi ne girecegiz veya enflasyonu yenecegiz.
(Gungor Mengi, 23.8.2000, Sabah)
Yazar, soruyu evet ya da hayir seklinde cevaplama gerektirecek sekilde soruyor, halbuki bunun aciklamasi birden fazla cevaba ihtiyac gosterir.
Bu konuda Cumhurbaskaninin suclanmasi , hukumetin suclanmasi, Avrupa birligine girilmesi, enflasyonun yenilmesi hakkinda cevaplar verilebilir.


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Yağmurlu havalarda izlenecek filmler

Yağmurlu havalarda izlenecek filmler


Yağmurlu havalarda yapılacak en güzel şey bir battaniyenin altına girip sıcak kahve eşliğinde film izlemek… Şu günlerde içinizi ısıtacak 15 film önerisi.

30 Eylül 2015

    • Griye bürünmüş gökyüzünün kasvetinden sıyrılıp gülümsemek isteyenlere;

    • AMELIE

Bu Fransız komedisi bizi genç ve özel bir kadınla tanışmaya davet ediyor; her daim hayat dolu, yaşama sevgi dolu gözlerle tanıklık eden ve sahip olduğu özel ışıltıyı her anında yanında taşıyan Amelie'nin hikayesine... Anne ve babasını kaybetmiş olan Amelie, kendini başkalarının hayatlarını tamir etmeye, onları mutlu kılmaya adamıştır; bu adanmışlığı fark ettirmeden, bu durumdan bihaber olan insanların hayatlarını kolaylaştırmaya yönelik yapmaktadır. Peki başkalarının mutluluğu için çabalayan Amelie, yalnızlığının farkına vardığı an kendi mutluluğu için de çabalamaya başlayacak mıdır?

CESARETİN VAR MI AŞKA / JEUX D'ENFANTS

Birbirlerinin en iyi arkadaşları olan Julien ve Sophie, çocukken başladıkları tuhaf oyunu, yetişkinlik dönemlerinde de sürdürürler. Korkusuzluk içeren bir tür yarışmadır bu oyun. Cüretkar hünerlerini ortaya koyarak birbirlerini yenmeye çalışırlar. Sophie'nin Polonya kökenli olduğu için ırk ayrımı yapan çocuklarca tacizi ve Julien'in hasta annesi ve sorunlu babası nedeni ile yaşadıkları, her ikisini birbirlerine daha da fazla yakınlaştırır. Bu oyun aracılığı ile sık sık birbirlerinin acılarını dindirmek için çaba sarf ederler. Ancak bir açıdan bu oyun, onların birbirleri için yaratılmış olma ihtimalleri gerçeğini savuşturuyor da olabilir.

YAĞMUR ALTINDA / SINGIN IN THE RAIN

Don Lockwood, kendi yeteneklerini günden güne bileyerek geldiği bu son noktada, nihayet beyazperdenin en çok aranan ve en çok parıldayan yıldızlarından biri haline gelmiştir. Ulaştığı noktada yeri sağlam olan bu ünlü şahsiyetin güvenini kıracak kişi ise aktörleri birer birer reddedecek olan Kathy Selden olacaktır. Don, kendisine yapılanların üstesinden gelir gelmez Kathy'ye aşık olacaktır. Ancak öte yandan da seksi ve bencil Lina Lamont, Don'u kendisi için istemektedir.

KÜÇÜK GÜN IŞIĞIM / LITTLE MISS SUNSHINE

Hoover ailesi, uzaktan bakılırsa oldukça sıradan ve modern bir Amerikan ailesidir. Ancak birbirlerine taban tabana zıt üyeleriyle ve çatışmalarıyla aslında hiç de öyle değildir. Küçük, akıllı ancak şişman kızları Olive'in tüm hayali ülkenin öteki yakasında düzenlenecek bir güzellik yarışmasına katılmaktır. Eski bir minibüse atlayarak yola çıkan aile, bu yolda bir aile olmanın ne demek olduğunu yeniden keşfedecektir.

HAYALİMDEKİ AŞK /RUBY SPARKS

Calvin genç yaşında büyük başarı elde etmiş ama hızlı yükselen kariyerinde şimdi duraklama evresine giren bir yazardır; sanki ilhamı tutulmuştur. Bu durumla başa çıkmak içinse ilginç bir yol dener. Kendini yeni bir romansın içine sokmaya karar verir ve kendisini seveceğini düşündüğü bir dişi karakter yaratır ve adını Ruby koyar. Fakat bir hafta sonra Ruby kanlı canlı salondaki kanepede oturuyordur. Calvin kelimelerinin nefes alan bir canlıya dönüştüğünü görünce ne yapacağını şaşırır...

ROMA'YA SEVGİLERLE

Amerikalı tanınmış mimar John, gençliğinin kenti olan Roma'da tatildedir. Gençliğinin sokaklarında gezerken, henüz genç bir adam olan Jack ile karşılaşır. Jack'in ise başında sevgilisi Sally'nin güzel ve belalı arkadaşı olan Monica derdi vardır. Jack Monica'ya gitgide aşık olurken, Jack'de onda kendi gençliğini görür...

PARİS'TE BİR GECE YARISI

Sonbaharda evlenecek olan Amerikalı nişanlı çift Gil ve Inez, Inez'in babasının iş gereği Paris'e gelmesini fırsat bilip, küçük bir tatil için bu gözde Avrupa şehrinin yolunu tutarlar. Başta her şey eğlence dolu bir Avrupa kentini gezmekten ibaretken, özellikle damat adayın Gil'in Paris caddelerinde gece yarısı yaşadığı gerçek üstü maceralar sadece onun değil tüm ailenin hayatını değiştirecektir...

Zira bu genç adam, Paris'e büyük bir aşk beslemeye başlar ve edebiyatçı kimliği ve tutkusu pekişir...

BARSELONA BARSELONA

Amerikalı Vicky ve Cristina, İspanya'da geçirecekleri bir yaz tatilinde, karşılarına çıkan gizemli bir İspanyol sanatçıdan etkileneceklerdir. Gösterişli sanatçı ve onun güzel fakat "arıza" eski eşi ile tehlikeli sularda yüzeceklerdir. Vicky evlenmek üzere olan ancak muhafazakar ve tutucu bir kadındır. Cristina ise cinsel maceralara meraklı, zihni açık, özgür ruhlu bir kadındır. Kaderleri kesişen üç insan arasında doğan yasak aşk ilişkisi kaotik sonuçlar doğuracaktır.

Bu havalara biraz romantizm, biraz dram yakışır diyenlere;

PİYANİST

Erika Kohut, fazlasıyla idealist, otoriter ve saygıdeğer kişiliğiyle tanınan bir öğretmendir. Tüm bu sıradan karakterinin yanısıra Erika, cinsel arzularına gömülü gizli dünyasında bastıramadığı ikincil kişiliğini de sürdürmektedir. Vakit buldukça porno film sinemalarına gitmekte, parkta gizlice sevişen çiftleri saklanarak izlemekte ve kendi arzularını tatmin etmeye çabalamaktadır. Öğrencilerinden bir tanesi kendisine yoğun bir ilgi duymaktadır. Bu ilgi Erika'nın kapalı kişiliğinin açılmasında önemli bir rol oynayacaktır.

SÜRÜCÜ / DRIVE

Hollywood'da dublörlük yapan ve keskin araba kullanabildiği için geceleri de soygunlara katılan bir araba sürücüsünün (Gosling) yaşamını merkeze alıyor...

Sürücünün yasa dışı hayatı, güzel komşusu Irene'nin (Mulligan) hapisteki kocasına yardım etmeyi kabul etmesiyle daha da tehlikeli bir hale bürünür. Zira bir anda kendisini Los Angeles'ın en tehlikeli adamlarının hedef listesinde bulur. Şimdi hem kendi hayatını, hem Irene ve oğlununkini kurtarmak için yapacağı tek şey en iyi bildiği şekilde sadece araba sürmektir.

KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR

Bir restoran işleten ama yaşlandıkça iyice cimri ve aksi bir adam olan Max ve eşi Vero, her yıl yakın arkadaş grubunu kendi yazlıklarına çağırarak tatil açılışını hep beraber yapmayı adet edinmişlerdir. Fakat bu sefer Paris'ten ayrılmaya hazırlandıkları gün, dostları Ludo motorsikletiyle ağır bir trafik kazası geçirince, tatile çıkıp çıkmamak konusunda hepsi fikir ayrılığına düşerler. Yoğun bakımda yatan Ludo için ellerinden bir şey gelmediğine karar verince yazlığa doğru yola çıkarlar ama her birinin içinde ayrı bir huzursuzluk vardır.

Zira her birinin kendisine sakladığı ve dürüst davranmadığı bazı sırlar, Ludo'nun başına gelenler ile şu yüzüne çıkar. Normal ve mutlu bir evliliği olan Vincent, yıllardır dost olduğu Max'e yakın ilgi duymaya başladığını itiraf eder; grubun en sağlam kadını gibi görünen Marie, Ludo'nun eski sevgilisidir ve onu hastanede bıraktığı için vicdan azabı çeker; eğlence düşkünü ve umarsız bir adam olan Eric, sevgilisi Lea'yı aldatmaktadır; Antoine ise evlenmek üzere olan eski sevgilisini takıntı haline getirmiştir. Bu tatil her biri için dostluklarının ve bağlarının sınandığı bir sınav olurken, herkesin kendisine çıkartacağı tecrübe de farklı olacaktır...

SİL BAŞTAN

İki yıl boyunca beraber olduğu sevgilisinden oldukça şaşırtıcı bir haber alan Joel Barish, bir teknolojik deneye katılan sevgilisine ilişkilerini tamamen hafızasından silinmeden hatırlatmaya çalışmaktadır. Yani Barish'in kim olduğunu bile hatırlamamaktadır. Bu gelişme üzerine küplere binen adam, aynı prosedürü kendi üzerinde de gerçekleştirmek ister.

Film, adamın hafızaları silinirken, yaşanılan ilişkiyi gözler önüne serer. Adam da bir kez daha oldukça iyi başlayan ve sonradan tadı kaçan ilişkiyi izler. Fakat zaman geçtikçe ve sıra yaşanılan güzel şeylere gelince, üzerindeki müdahaleyi durdurmak ister. Pişman olmuştur!

NOTDEFTERİ / NOTEBOOK

Yaşlılar için yapılmış bir bakımevinde yaşayan ve çevresindekiler tarafından 'Duke' diye çağırılan ihtiyar adam sararmış defterinde yazılı olan bir aşk hikayesini okumaya başlar. Hikaye 1940 yılında başlar. Güney Carolina'da yer alan Seabrook Adası'na Allie Hamilton isimli 17 yaşında bir genç kız gelir. Ailesiyle birlikte tatile gelen Allie, burada yaşayan Noah isimli bir gençle yakınlaşmaya başlar. Aralarındaki sınıfsal ve ekonomik farklılıklara rağmen birbirlerine duydukları hissi engellemez, doyasıya yaşamaya başlarlar. Ancak onları bekleyen ayrılık 2. Dünya Savaşı'nın kızışmasıyla birlikte gelmek üzeredir.

AŞK /AMOUR

80'lerinde emekli ve eğitimli iki müzik öğretmeni olan Georges ve Anne, ilerlemiş yaşlarına rağmen geride kalan ömürlerini huzur ve mutluluk içerisinde geçiren bir çifttir. Ayrıca kendileri gibi müzisyen olan kızları Eva Avrupa'da onlarda uzakta ailesiyle yaşamaktadır.

Yaşlı çiftin sakin hayatı bir gün Anne'nin kriz geçirip, boyundan aşağısının felç olması ile altüst olur. Georges sevgili karısına elinden geldiğince iyi bakar ama onun da yapabilecekleri sınırlıdır. Üstelik Anne'nin durumu git gide kötüleşmektedir. Georges çareyi en sonunda iki ayrı hemşire tutmakta bulur. Şimdi onca yıla yayılmış olan evlilikleri, bir kez daha bağlılık sınavı verecektir.

MARILYN İLE BİR HAFTA / MY WEEK WITH MARILYN

1956 yılının yazında, 23 yaşında genç bir delikanlı olan Colin Clark (Eddie Redmayne), Oxford'da okuduğu bölümü terk ederek, sinema sektörüne girer ve kendisini o sırada çekimlerine başlanan 'The Prince and the Showgirl adlı filmin setinde, en alt kademedeki asistanlardan biri olarak bulur.

Sir Laurence Olivier, efsanevi yıldız Marilyn Monroe ve o dönem yeni evlendiği kocası, İngiliz tiyatro oyun yazarı Aurthur Miller'ı merkezine alan film, asistan Colin'in gözünden Monroe'nun İngiltere'de geçen bir haftasını anlatıyor. Miller İngiltere'den bir süre ayrılmak zorunda kaldığında genç asistana da, Hollywood'a dönmeden önce güzel aktristi İngiliz sosyetesi ile tanıştırmak, gezdirmek ve eğlendirmek görevi düşüyor.


http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/keyif/30193420.asp?mnID=30193420


a45UyF587661-150930114700 Oraj Poyraz cimcime@neomailbox.net
2015/09/30  12:00 1  39  undefined undefined add_anadoluhareketi@googlegroups.com

 
--

Basimizdan gecenlere degil,
kafamizdan gecenlere icelim.

Anonim

Mumin, keler deligine saklansa, ona, eza edecek biri musallat olur

(Beyhaki)
Lutfen bundan sonra Muslumanlardan eza, cefa ceken, basina bir musibet gelenler aglayip, zirlamasin.
Cunku baslarina gelen her turlu olumsuzluk onlarin Allahin sevgili kullarindan oldugunu gosteriyor.
Ben demiyorum, hadisler, ayetler boyle soyluyor.

Birine Yarar Otekine Zarar

Atinali Demades, cenaze torenleri icin gerekli seyleri satan bir hemserisini, bu isten fazla kazanc bekledigini, bu kazancin da ancak bircok insanin olumunden gelebilecegini ileri surerek mahkum etmis. Hakli bir yargi denemez buna; cunku hicbir kazanc baskasina zarar vermeden saglanamaz, oyle olunca da her cesit kazanci mahkum etmek gerekir. Tuccar, gencligin sefahata dusmesinden kar saglar, ciftci bugdayin pahalanmasindan, mimar evlerin yikilmasindan, hukukcu insanlarin davali, kavgali olmasindan; din adamlarinin san, onur ve gorevleri bile bizim olumumuze ve kotuluklerimize dayanir. Yunanli komedya sairi Fhilemon, hicbir hekim, dostlarinin bile sagligindan hoslanmaz, dermis, hicbir asker de yurdundaki baristan. Daha da kotusu, herkes icini yoklasa gorur ki gizli dileklerimizin bircogu baskasinin zararina dogar ve beslenir. Oyle saniyorum ki dusundukce doganin genel duzeni hic sasmiyor boyle olmaktan: Cunku fizikcilerin dedigine gore, her seyin dogmasi, beslenmesi, cogalmasi, baska bir seyin bozulup curumesi oluyor: Bir varlik bicim ve nitelik degistirdi mi O anda yok olur biraz once var olan.

Michel de Montaigne : Denemeler


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Düzeltme: CHP'ye Perinçekli ve Perinçeksiz 2 seçenek önerdik

Türkçe harf sorunu olanlar için word dosyası ekte

CHP'ye Perinçekli ve Perinçeksiz 2 seçenek önerdik

++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++

Ali Serdar Bolat 29 Eylül 2015

CHP, iktidar formülünü reddetti. Daha doğrusu, AKP'siz iktidar olma formülünü reddetti. Ancak Vatan Partisi ile işbirliği yaparak Milletvekili sayısını arttıran bir CHP, MHP ile koalisyon yaparak AKP'siz bir hükümet kurabilir. Bunun dışında AKP'siz bir iktidar seçeneği yok.

CHP ile Vatan Partisi'nin ayrı ayrı katıldığı 1 Kasım seçiminde Haziran'dakinden çok farklı bir sonuç çıkmayacak, CHP-MHP-HDP koalisyonunun imkansızlığından dolayı da AKP'siz bir iktidar seçeneği olmayacaktır.

Vatan ile işbirliğini reddeden CHP, aslında AKP'siz iktidar seçeneğini reddetmiştir. Vatan'ın devre dışı kaldığı bir Meclis'te AKP'siz bir hükümet kurmak mümkün değildir. Haziran seçimleri öncesinde işte bu sonucun elde edilmesi için Vatan'a "oyları bölüyor" diye saldırılmış ve HDP'nin barajı geçmesi için Amerikancı medya yaygara koparmıştı.

Vatan barajı aşsa idi, CHP-MHP-Vatan hükümeti kurulacak ve AKP ile Saray devrilmiş olacaktı. Bunun olması istenmediği için HDP'nin barajı geçmesi gerektiği yaygarası koparılmıştı. Amaç AKP'den kurtulmak değil, aksine AKP'yi iktidarda tutmaktı.

Doğu Perinçek, CHP'nin bütün formülleri nasıl reddettiğini Ulusal Kanal'da şöyle açıkladı:

Biz onlara en son 2 seçenek önerdik. Biri Perinçekli, biri Perinçeksiz. Eğer Amerika'dan gelen baskılara direnebiliyorsanız, Perinçek'i seçilebileceği bir yerden aday gösterirsiniz. Bizim MYK'nın, benim dışımda bütün arkadaşların ittifakla önerdiği şuydu: Bir tek sen gir Vatan Partisi'ni temsilen, yeter. Bizim hepimizi en alt sıraya koysunlar.

İkinci seçenek, Amerika Perinçek olmaz diyor, peki, Perinçek olmasın. Sizin 131 Milletvekilinize de dokunmuyoruz. 131'den sonraki sıralardan birkaçını bize verin yeter.

Örneğin İzmir 2. Bölgeden CHP 6 Milletvekili çıkarmış. 1.600 oy farkla AKP'ye bir Milletvekili kaptırmış. O bölgede Vatan Partisi'nin 11.000 oyu var. 7. ve 8. sıraları bize verin, sayıyı 9'a çıkaralım.

İzmir 1. Bölgeden CHP 2.000 oy farkla bir Miletvekilini HDP'ye kaptırmış. Orada da Vatan'ın 12.000 oyu var.

Bu çerçevede 5-6 Vatan adayına yer verin dedik. Onlar ne yaptılar? Örneğin Serdar Üsküplü İstanbul 3. Bölgeden 19. sıradan aday olsun dediler. CHP o bölgeden 10 Milletvekili çıkarmış. Şimdi 19 alması olanaksız. 12. veya 13. sıradan gösterseler kabul. Seçilmesi olanaksız bir yerden aday gösterilirse Vatan Partisi İstanbul İl Örgütü'nü nasıl harekete geçirecek? Seçmen bunu nasıl karşılayacak?

CHP'nin bize yaptığı öneride, Serdar Üsküplü örneğinde olduğu gibi, seçilebilme ihtimali olan tek bir yerden bile aday gösterilmedik.

Bakınız: 16 ila 19. dakikalar arası:

https://www.youtube.com/watch?t=1201&v=QR48lpX2_10

+++++++++++

arşiv:

Güçbirliği neden olmadı? Perinçek anlattı 29-9-2015

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/09/gucbirligi-neden-olmad-perincek-anlatt.html

CHP-Vatan görüşmelerinin ayrıntıları 21-9-2015

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/09/chp-vatan-gorusmelerinin-ayrntlar.html

Rahmi Turan: Tanrım, sen CHP'ye akıl ver 16-9-2015

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/09/rahmi-turan-tanrm-sen-chpye-akl-ver.html

Kılıçdaroğlu köşeye sıkıştı. Kaçarı yok. 16-9-2015

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/09/klcdaroglu-koseye-skst-kacar-yok.html

Kemal K. - Doğu P. görüşmesinin yankıları 5-9-2015

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/09/kemal-k-dogu-p-gorusmesinin-yanklar.html

Kılıçdaroğlu – Perinçek görüşmesi 4-9-2015

http://aliserdarbolat.blogspot.com.tr/2015/09/klcdaroglu-perincek-gorusmesi.html

+++++++++++

Hakki bilirsen, Hakkin ehlinide bilirsin.

Hz.Ali

Enes bin Malik ( Radiyallahu Anh ) soyle dedi : Rasulullah ( Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) :
...Cehennem de nefsin arzulariyla kusatilmistir buyurdu.

( Buhari - Muslim - Tirmizi )
Cehennemle ilgili hadis. Sahihmis bilenler denetlesin.

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -6-

Hepimizin icinde yasadigi dunyada, bir yonu ile gerceklik gozlerimizin onundedir. Onu goruruz, hissederiz, dokunuruz, tadariz ve cesitli algi organlarimizla bazen keyfini cikarir, bazen verdigi acilara katlanmak zorunda kaliriz. Peki, organlarimizla hissettigimiz dunya gercek midir? Neden sadece kendimizi one cikarir ve gercekligi kendi algimiza gore tarif etmeye calisiriz? Bir yarasa, bir balina veya bir bakterinin gerceklik algisi bizimkinden daha dogru olamaz mi? Duyu organlarimizin otesine gecerek, gerceklik hakkinda farkli yontemlerle yorumlar getiremez miyiz?

Yuvarlak bir fanus icinde yasayan bir japon baliginin gerceklik goruntusu bizimkinden farklidir. Peki, biz gercekligin dogru ve bozulmamis resmine bakip bakmadigimiz nasil bilecegiz? Biz de gorusumuzu bozan dev bir akvaryumun icinde olabilir miyiz? Japon baliginin gerceklik algisi bizimkinden farklidir ama bizimkinin daha gercek oldugundan emin miyiz?

Japon baligi kendince gozlemlere yaparak akvaryumun disindaki nesnelerin devinimlerini yoneten bilimsel yasalari formule edebilir. Ornegin, bizim duz bir cizgide ozgurce devindigini gordugumuz nesne, bozunum nedeniyle balik tarafindan egik bir cizgide hareket ediyormus gibi gozlemlenebilir. Buna ragmen Japon baliginin bozulmus referans cercevesinde formule ettigi yasalar dogru olacaktir ve akvaryumun disindaki nesnelerin gelecekteki hareketlerini ongormesini olanakli kilacaktir. Onun yasalari, bizim cercevemiz icindeki yasalardan daha karma$ik olabilir, ama basitlik bir tercih meselesidir. Eger Japon baligi boyle bir kuram formule ederse, onun bakis acisini gercekligin resmi olarak kabul etmemiz gerekir.

Algilarimizin bize cok guvenilir gibi gorunmesine ragmen onlarin yetersizligi ve goreceligi acikca meydanda. Bu durum felsefede Platon un meshur magara benzetmesi ile ifade edilmistir:

Bazi insanlar karanlik bir magarada, dogduklari gunden beri magaranin kapisina arkalari donuk olarak oturmaya mahkumdurlar. Baslarini da arkaya ceviremeyen bu insanlar, magaranin kapisindan iceri giren isigin aydinlattigi karsi duvarda, kapinin onunden gecen baska insanlarin ve tasidiklari seylerin golgelerini izlemektedirler. Iclerinden biri kurtulur ve disari cikip golgelerin asil kaynagini gorur ve tekrar iceri girip gorduklerini anlatmaya baslar ama icerdekileri, duvarda gorduklerinin zahiri olduguna ve gercegin magaranin disinda cereyan etmekte olduguna inandirmasi imkansizdir.

Hadi magaradan cikalim ... ama nasil? Bir magaradan kurtulmak nisbeten kolay olabilir, ama surekli devinen, degisen bir evrendeki gerceklik maceramiz icin neye guvenebiliriz? Insanlar cesitli yontemlerle evrensel gercekligin resimlerini cekmeye calistilar. Batlamyus a gore evren kocaman bir kure gibiydi ve Dunya onu merkezinde duruyordu. Gerci, merkeze Gunes i koyan modeller de vardi ama Avrupa dusuncesinde, dinsel inanclarin da etkisiyle yuzyillarca Batlamyus ve Aristotales in gorusleri hakim oldu. Kopernik merkeze yeniden Gunes i getirdi ve onun fikirlerini Galileo gelistirdi. Dunya mi Gunes mi derken, ikisinin de merkezde olmadiginin anlasildigi gunumuze kadar geldik.

Bilimkurgu filmi Matrix de farkli bir gerceklik secenegi sunulur. Insan irki akilli bilgisayarlar tarafindan yaratilmis sanal bir gercekligin icinde oldugunu bilmeden yasarken, bilgisayarlar onlarin biyoelektrik enerjilerini (bu her ne demek ise?) emerler. Belki de bu cok zorlama bir senaryo degildir. Bir tur bilgisayar tarafindan yaratilmis bir pembe dizinin karakterlerinden biri olmadigimizi nasil bilecegiz? Eger bazi uzaylilar bizi bu tur bir sanal gerceklik icinde yasatsalar ve kendi icinde tutarli yasalar uygulasalardi, bizim sanal olanin otesinde bir baska gerceklik oldugunu anlamamizin hicbir yolu olamazdi. Uzaylilar distan bakarak neyin gercek, neyin sanal oldugunu bilebilirdi. Ancak sanal dunyanin icinde yasayan varliklar, tipki bizler gibi, kendi dunyalarini disardan goremiyorlarsa, gerceklik resimlerinden kuskulanmalari icin bir sebep yoktur. Bu, her birimizin bir baskasinin ruyasina ait birer hayal oldugunu soyleyen dusuncenin cagdas uyarlamasidir.

Belki de bu yuzden Buddha, her insanin gercekligi kendisinin deneyimlemesi gerektigini tavsiye etmistir. Toltek yerlileri gibi kulturlerde dunyasal varolusun bir ruya oldugu savunulur. Hatta bazilari bilgiye karsi cikar ve bilgi nin her tur supheden arinmis hakikat algilamasini bozdugunu iddia ederler. Bu durum sanki Matrix filminde, arkadaslarina ihanet eden adamin durumu gibidir. Adam, kendisinin bir sanal dunyada yasatildigini anlamistir. Ama sanal dunya gercek dunyadan daha guzel oldugundan, orda yasamayi tercih eder ve konusur: Bunca yildan sonra sunu anlamis bulunuyorum: cehalet mutluluktur!

Gercek ve sanal dunya tartismalari beni farkli bir sonuca goturuyor: Gorunenden veya kuramdan bagimsiz bir gerceklik kavrami yoktur.

Cok iddiali bir cumle gibi gorunmekte ama sanirim Dr Hawking sunu anlatmak istiyor. Ister gercek diyelim, ister sanal olarak kabul edelim; gordugumuz, algiladigimiz ve kuramlarini gelistirdigimiz seyler kendi gercekligimizin bir parcasidir. Devam edelim.
realizm

Gercek bir resim gibi gorunuyor, degil mi? Oysa bu hiper gerceklik denen sanat akimina uygun olarak, kursun kalem ile cizilen bir resim.

Biz, modele dayali gerceklik dedigimiz bir gorusu kabul edecegiz. Buna gore, bir fizik kurami -genellikle matematiksel dogasi olan- bir modeldir ve ayni zamanda modelin unsurlarini gozlemle bagdastiran bir kurallar dizisidir. Bu gorus bize cagdas bilimi yorumlayabilecegimiz bir cerceve saglar. Felsefeciler, Platon dan bu yana yillar boyunca gercekligin dogasi uzerine tartistilar. Kla$ik bilim, ozellikleri belirli gercek bir dis dunyanin varoldugu ve bu ozelliklerin gozlemleyenin algisindan bagimsiz oldugu inancina dayanir. Kla$ik bilime gore, belirli nesneler vardir; bunlar hiz ve kutle gibi, degerleri iyi tanimlanmis fiziksel ozelliklere sahiptir. Bu bakis acisina gore, kuramlarimiz bu nesneleri ve ozelliklerini aciklama girisimidir; olcumlerimiz ve algilarimiz da onlara karsilik gelir. Hem gozlemci hem de gozlenen, nesnel bir varligi olan bir dunyanin parcasidir ve onlarin arasindaki ayrim ozel bir onem tasimaz. Bir baska deyisle, park alanindaki bir yer icin kavga eden insanlar gordugunuzde, orda gercekten park yeri icin kavga eden insanlar var demektir. Bunu izleyen butun gozlemciler ayni niteliklerin olcumlerini yapacaktir ve kendilerini gozlemleyen olsun ya da olmasin, kavga eden insanlar bu niteliklere sahip olacaktir. Felsefede bu inanca gercekcilik denir.

Basit fakat onemli dusunceler bunlar. Oncelikle, dis dunyanin yorumlanmasina gorelilik kuramlarini ve kuantum fizigini katmadan, kla$ik fizigin olculeri icinde baktigimda, dis dunya nesnel bir gercekliktir. Birileri sinemanin onunde kavga ediyorsa, kavga ediyorlardir ve ben o anda olay gozlem ufkundayimdir. Uzerime dogru gelen bir kamyon goruyorsam kacmam gerekir. Bu kadar basit.

Daha genele uyarladigimda, insanlar Pluton cuce gezegeninin varligini kesfetmeden once de Pluton ordaydi ve en buyuk uydusu Charon ve digerleri ile birlikte devinimini surduruyordu. Insan turu ortaya cikmadan on milyonlarca yil once dinozorlar dunyamizda yasadilar ve izlerini biraktilar. Varolmak, av pesinde kosmak icin bizim onlari gozlemlememize muhtac degillerdi. Sanirim buraya kadar bir sorun yok. Fakat kuantum fizigine girince her sey degismeye basliyor.

Gercekcilik cekici bir bakis acisi olarak gorunse de, cagdas fizik hakkinda bildiklerimiz bu gorusu savunmamizi oldukca guclestiriyor.

Ornegin, doganin farkli bir tanimlamasini veren kuantum fiziginin ilkelerine gore, bir parcacigin nicelikleri bir gozlemci tarafindan olculunceye kadar ne belirli bir konumu vardir ne de belirli bir hizi. Bu nedenle yapilan olcumlerin kesin bir sonuc verecegini soylemek dogru degildir, cunku olculmus olan nicelik, sadece olcum anindaki degeri gosterir. Aslinda bazi durumlarda nesnelerin kendi baslarina bir varliklari dahi yoktur, yalnizca bir toplulugun parcasi olarak vardirlar. Ve eger holografik ilke dedigimiz kuram dogruysa, biz ve bizim dort boyutlu dunyamiz cok daha buyuk, bes boyutlu uzay-zamanin sinirinda bir golge olabilir. Bu durumda bizim evrendeki konumumuz fanus icindeki Japon baliginin konumu ile benzerdir.

Kati gercekcilere gore, gercekligi temsil eden bilimsel kuramlarin kaniti onlarin basarilarinda gizlidir.

Evet, bu saptamayi fizikci Richard Feynman da yapmistir. Bilimin en buyuk kaniti onun basarisidir. Gerceklik uzerine binlerce tartismaya girisebiliriz ama bilimsel kuramlarin dogru oldugu sirasinda atom bombasi ile, sirasinda rontgen cihazi ile ve sirasinda Mars yuzeyine gozlem araci indirilerek reel bir sekilde kanitlanmistir. Su an, miniklerin dunyasi ile, bizim uzay-zamanimizin ve makro kozmosun kuramlari kuramlari arasinda ciddi yorum farkliliklari olsa da, bu durum zamanla asilabilir ve gercekligin daha farkli bir tanimi yapilabilir.

Ancak farkli kuramlar ayni fenomeni bambaska kavramsal cerceveler kullanarak basariyla tanimlayabilir. Aslinda, basarili oldugu kanitlanmis pek cok kuram, yerlerini gercekligin tumuyle yeni kavramlarini temel alan ayni olcude basarili baska kuramlara birakmistir.

Yaygin olarak, gercekciligi kabul etmeyenlere gercekcilik karsiti denilmistir. Gercekcilik karsitlari deneysel bilgi ile kuramsal bilgi arasinda ayrim oldugunu varsayarlar. Tipik olarak gozlem ve deneyim anlamli oldugunu, ancak kuramlarin yararli araclardan baska bir sey olmadigini ve gozlemlenen fenomene dair derin bir hakikati temsil etmedigini savunurlar. Hatta gercekcilik karsitlari bilimin gozlemlenebilir seylerle sinirlanmasini istemislerdir.

Bunun bir adim otesi ise, tum seylerin aslinda sadece zihnimizde varoldugunu one surmekle sonuclanir ki, dogrusu, kendi adima ben asla boyle bir seyi kabul etmem. Yorumlari her ne kadar farkli olsa dahi dis dunyanin nesnel gercekligine inanirim ve onu kismen benimle iliskili, ama buyuk oranda bana hic muhtac olmayan bir iliskiler butunu olarak kabul ederim. Herhangi bir kaya parcasi benim zihnimin eseri olamaz. Ben onu bilsem de bilmesem de toplam gercekligin bir parcasidir ve benden bagimsiz olarak vardir. Kendimi bu ekole daha yakin buldugumu soyleyebilirim. Peki, bu gercek tartismalarinda farkli bir yaklasim sergilenemez mi? Seyler var midir yok mudur diye tartismak yerine, daha elastik bir goruse ulasamaz miyiz? Dr Hawking bir cozum yolu oneriyor.

Modele dayali gercekcilik dusuncenin gercekci ve gerceklik karsiti ekolleri arasindaki butun bu tartismalari devre disi birakabilir. Modele dayali gercekcilige gore, modelin gercek olup olmadigini sorgulamak anlamsizdir. Sadece gozlemle uyusup uyusmadigi onem tasir. Gozlemle uyusan iki modelimiz varsa; Japon baliginin gordugu goruntu ve bizim gordugumuz goruntu gibi, birinin digerinden daha gercek oldugu soylenemez. Incelenmekte olan duruma daha uygun olan hangisi ise o kullanilir. Ornegin, akvaryumun icindeki biri icin Japon baliginin gordugu resim kullanisli olabilir. Ama akvaryumun disindakiler icin yeryuzundeki bir akvaryumun cercevesi ile uzaktaki bir galakside olanlari tanimlamak cok $ikintili olurdu; ozellikle de Dunya Gunes in ve kendi ekseninin etrafinda donerken akvaryum da onunla devinecegi icin.

Bilim icin modeller yaptigimiz gibi, gundelik hayatlarimizda da modeller yapariz. Modele dayali gercekcilik sadece bilimsel modellere degil, hepimizin gundelik hayati anlayabilmek ve yorumlayabilmek icin yarattigi zihinsel bilinc ve bilincalti modellere de uygulanir. Gozlemciyi -bizi- duyusal sureclerimiz ile dusunme ve idrak bicimlerimiz tarafindan yaratilan dunya algimizdan ayri tutmanin hicbir yolu yoktur. Algimiz -ve dolayisiyla kuramlarimizin dayanagi olan gozlemlerimiz- dogrudan degildir. Daha ziyade, bir tur mercek tarafindan, insan beyninin yorumlayici yapisi tarafindan sekillendirilir.

Iste bunlar, kesinlikle katildigim dusunceler. Herhangi bir seye baktigimizda asla onun gercekligini goremeyiz, sadece duyu organlarimiz araciligi ile beynimizde olusan bir modeli goruruz. Hatta daha ileri giderek sunu savunacagim; belki -bizler de dahil olmak uzere- hicbir seyin algidan bagimsiz saf bir gercekligi yoktur. (Platon bunu duysa beni dovebilirdi.) Bu anlamda, dogada tum algilardan bagimsiz bir gerceklik aramak bosuna olabilir. Sadece algi organlarimiz ile olusturdugumuz model gercektir, demiyorum. Gercekligin tek ve degismez bir dogasi olmadigini, farkli yasam formlarinin algi seviyelerine gore algilanan goruntuleri oldugunu savunuyorum. Dr Hawkin, gorme uzerine sunlari yazmis:

Modele dayali gerceklik, bizim nesneleri algilayis bicimimizle uyumludur. Gorme surecinde beynimiz optik sinirlerden bir dizi sinyal alir. Bu sinyaller televizyonda gorduklerimize benzer goruntulerden olusmazlar. Optik sinirin retinaya baglandigi yerde kor bir nokta vardir ve gormenin gerceklestigi yer, retinanin merkezinde 1 derecelik bir gorus acisina ve kolunuzu uzatip baktiginizda basparmaginizin eni kadar bir genislige sahip, daracik bir alandir. Yani beyne gonderilen ham veriler , ortasinda bir delik bulunan bulanik bir resme benzer. Neyse ki beynimiz her iki gozden gelen girdileri birlestirir, cevrenin gorsel ozelliklerini ekleyerek olusturdugu varsayimla bosluklari doldurur. Dahasi, retinadan gelen iki boyutlu veriler dizisini okur ve bundan uc boyutlu bir uzay izlenimi yaratir. Bir baska deyisle beyin zihinsel bir resim veya model yaratir. Birisi bir sandalye goruyorum dediginde bu sadece, o kisinin sandalyenin yaydigi isigi zihinsel bir goruntu veya model olusturmak icin kullandigi anlamina gelir.

Yeterince acik. Asla gercek bir sandalye goruntusune sahip olamayiz ama bu bizim bir sandalye uretmemize engel olmaz. Cunku, sandalye yapimi icin kullanacagimiz civi, tahta, keser, cekic vs nesneler de ayni modelleme yolu ile olusturulduklarindan birbirlerine uyum saglarlar ve boylece yuzlerce sandalye uretebiliriz. Onlari uretebilmek icin dogalarinin tam olarak ne oldugunu bilmemize gerek yok. Eger buna gereksinimimiz olsaydi ne bir TV ne de bir araba uretebilirdik. Bir anlamda, bizler de baska seylerin modelleriyiz. Biz nasil bir leoparin zihnimizde modelini olustuyorsak, o da ayni sekilde kendi zihninde bizim bir modelimizi olusturur. Sansimiz varsa bize dokunmaz ve yoluna devam eder. Peki, seyler var olmak icin bizim algilamamiza muhtac midirlar? (Soruyu Newton fizigi baglaminda soruyorum.)

Modele dayali gercekciligin cozdugu veya en azindan savusturdugu bir baska sorun, varolusun anlamidir. Odadaki masanin ben disari ciktigimda ve onu goremedigimde hala orada olup olmadigini nasil bilebilirim? Odayi terk ettigimizde masanin kayboldugu ve geri dondugumuzde ayni konumda yeniden belirdigi bir model olusturulabilir. Ancak bu tuhaf bir model olacaktir. Biz odada yokken bir sey olsa, ornegin tavan cokse ne olur? Odadan ciktigimda masanin kayboldugunu soyleyen modeli temel alirsam, odaya geri dondugumde tavanin yikintisi altinda tekrar beliren masayi nasil aciklayabilirim? Masanin biz odadan ciktigimizda da yerinde kaldigi model daha yalindir ve gozlemlerimizle uyusur. Istenilebilecek olan da budur.

Soyle bir sorgulama yapmak da mumkun. Eger masa benim gozlemime gore varlik bulan bir seyse ve ben odadan ciktigimda, odaya bir baskasi girerse, masa bana gore yok olmak, ama giren kisiye gore var olmak zorundadir. Boylesine zorlamali yorumlara sapmaktansa, masanin ben orda yokken de sessizce bekledigine inanmak sanirim dogaya daha uygundur.

-devam edecek-

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Mine Söğüt : Sen ölü yıkamayı hiç bilme!

Mine Söğüt : Sen ölü yıkamayı hiç bilme!

minesogut@gmail.com

Erdoğan: Her Müslüman ölü yıkayabilmeli

30 Eylül 2015 Çarşamba

Ölü yıkamayı hiç bilme. Ama ölüler hakkında bildiklerini de hiç unutma.

Evine bombalı paket gönderilenler...

Arabası havaya uçurulanlar...

Sokakta kurşunlananlar....

Bir otelde yakılanlar...

Cesedi çöpte, kuyuda, ormanda bulunanlar...

Cesedi bile bulunamayanlar...

Onları yıkamayı bilsen ne yazar, bilmesen ne yazar?

Öldürülmüş küçük çocuklar üzerinden yapılan siyasetler, başkalarının ölülerine hakaret eden siyasetçiler mideni bulandırsın.

İnsanı kul olarak gören ve hayvan gibi güden sistemlerden tiksin.

Ölü yıkamayı, evet bilme.

Ama tüm savaşların neden çıkarıldığını bil.

Silah ticaretinin neye mal olduğu hakkında ciddi fikirlerin olsun.

Savaş ekonomisinin kimlere yaradığını gör.

Derin ve sığ devletlerin elbirliğiyle nelere, neden göz yumduklarını anla.

Ve gördüğün, anladığın her şeyden, bunları değiştirmeye kalkışmayan, aksine korkudan ya da umursamazlıktan suskun kalarak düzeni onaylayan insanlar adına utan.

Evet, ölü yıkamayı bilme.

Hiç de öğrenme.

Ölüsünü polis getirdi...

Ölüsü çöplükte bulundu...

Ölüsü kayıp...

Ölüsü paramparça...

Ölüsü tanınmayacak halde...

Ölüsü karakolun bodrumunda...

Ölüsü cezaevinde...

Ölüsü günlerce sokakta...

Ölüsü...

Yıkamak ne!

Bu ülkede insanlar ölülerine sahip çıkabilme derdinde.

Sen okullarda ölü yıkamak değil, hayatta kalmak öğretilsin iste.

Çocuğunun ölüsünden çoktan vazgeçmiş; sadece kemiklerini bulmak, hiç olmazsa başına ne geldiğini öğrenmek için yıllardır sokaklarda olan insanlar, sorularının cevaplarını alsın ve artık evlerine dönsün iste.

Ülkeyi dini temelli eğitim veren okullarla donatma hevesinde olan iktidarın karanlık gölgesi artık bu ülkenin üzerinden kalksın iste.

Anadolu'daki laik bir ülkeyi, Ortadoğu'da Müslüman bir ülkeye dönüştürmeye çalışan zihniyetin saldırganlığından kurtulmak iste.

Hayata dair eleştirel sorular sormak yerine ölü yıkamayı öğretmeyi marifet sayan okullarla donattığı bir ülkede tahta kurulmaya hevesli bir padişahın hevesini kursağında bırak.

Bırak düşsün, devrilsin, gitsin.

Ölüler, merak etme, her koşulda "usulüne" göre yıkanır.

Ama dini eğitim alanların yönettiği bir ülkede dirilerden de "usulüne" göre yaşanması beklenir.

Sen "usulüne" göre değil, "insanca" yaşamak iste.

O yüzden ölü yıkamayı falan bilme.

Çocuklarına da sakın öyle şeyler öğretme.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/378419/Sen_olu_yikamayi_hic_bilme_.html#


a45UyF587661-150930112156 Oraj Poyraz cimcime@neomailbox.net
2015/09/30  12:00 1  39  undefined undefined add_anadoluhareketi@googlegroups.com

 
--

Tarih, bir milletin kanini, hakkini, varligini hicbir zaman inkar etmez.

K.Ataturk

Baskinlar
1021 - Abdullah Ibnu avn anlatiyor: nafi ye yazarak savastan once (musrikleri Islam a) davet etme hususunda sordum.
Su cevabi verdi: bu Islam in basinda idi.
Resulullah (Aleyhissalatu Vesselamesselam) beni mustalik e ani baskin yapti.
Adamlari gafildi, hayvanlari su kenarinda sulanmakta idi.
Savasabilecekleri oldurdu, kadin ve cocuklarini da esir etti.
O gun cuveyriye (Radiy Allahu anha) validemizi esir almisti.
Bunu bana Abdullah Ibnu Omer (Radiy Allahu anhuma) rivayet etti.
Abdullah bu orduya asker olarak katilmisti
Buhari, itk 13; muslim, cihad 1, (1730); ebu davud, cihad 100, (2633).

Safsata [( Ing:Fallacy), (Osm;Kiyasi-i batil)], bir dusunceyi ortaya koyarken ya da anlamaya calisirken yapilan yanlis cikarsamalarin tamamina safsata denir.
Safsatalar, ilk anda gecerli ve ikna edici gibi gozuken ancak yakindan bakildiginda kendilerini ele veren sahte argumanlardir.
Gunumuz Turkce sinde safsata kelimesi kusurlu akil yurutme anlamini kaybetmis, yanlis inanc manasinda kullanilir olmustur.
Oysa, safsata, insanin muhakeme yetisinin yanlis yonde kullanimidir ve cogu kez onyargi, ek$ik bilgi, batil inanclar, duygusallik, yersiz gondermeler, acelecilik, ozensizlik, genelleme, duygu somurusu, Turkce yi kotu kullanma gibi sebeplerden kaynaklanir.
---
Musterek Etki (Joint Effect) :
Her ikisi de tek ve gizli nedenin sonuclari oldugu halde birinin digerinin nedeni oldugunun sanilmasi durumu.
Ornek 1:
Atesiniz var, bu nedenle vucudunuzda kirmizi lekeler olusmus.
(Gercekte, kizamik hastaligi ates ve kirmizi lekelere neden olmustur.)
Ornek 2:
Issizligin artmasi gelir dagiliminin daha da bozulmasina neden olmustur.
(Oysa, her ikisinin de nedeni uretim azligidir.)


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/