TSK PKK ile savaşıp bu savaşı kazanabilir mi?
Soru bu şekilde ortaya konmuş.Bence bu soru yanlış.
Devlet bir sürü kurumdan oluşmaktadır, TSK ise bunun dış güvenlikle ilgili olanıdır.
Bir sorun olarak ortada duran PKK ise aslında Kürt ayrılıkçılığının görünen yüzüdür.
Doğru soru Türkiye Cumhuriyeti PKK ile savaşıp bu savaşı kazanabilir mi olmalıydı.
Bana göre bu sorunun cevabı şuna bağlı.
Türkiye Cumhuriyetinin halen başında bulunan irade özelde PKK genelde Kürt milliyetçiliğiyle mücadele etme iradesine sahip mi?
İşte bu sorunun cevabı HAYIR olmalı.
TBMM devletin yönetiminde en yetkili meclistir.
Partiler, muhalefet, iktidar burada şekillenir, hükümet burada oluşur.
TBMM'nin ürettiği hükümet bakanlıkları ve böylece devleti idare eder.
TBMM yasalar çıkararak devletin yasalar eliyle idaresinde birinci güçtür.
PKK ve Kürt ayrılıkçılığını destekleyen, sahiplenen politikacılar meclis içinde, müstakilen kendi partileri çatısı altında, ya da iktidar ya da muhalefet partileri içinde olduğunda ne oluyor?
Tam tersine bu unsurlar meclis dışında tutulunca ne oluyor?
Buna bakmak lazım.
Düzovada siyaset yöntemi, özelde PKK'yı genelde Kürt ayrılıkçılığını meclis çatısı altına sokmuştur.
Bunun derin etkileri vardır.
Her şeyden önce ayrılıkçıların müstakil bir partileri vardır.
Ayrıca çeşitli partilerin çatısı altında da ayrılıkçılığı destekleyen milletvekilleri vardır.
Bütün bunların oluşturduğu yapı, ayrılıkçıları partiler arası denklemlerde, bakanlıkların bölüşümünde, yasama faaliyetinde, hükümetin kuruluşunda güç sahibi yapmıştır.
Bazı bakanlıklar ayrılıkçı olduğun düşünülen kişilere teslim edilmiştir.
On yıllardır içişleri bakanlığı yapan mafyöz kişiler vardır.
Yerel yönetimlerde ise durum çok daha vahimdir.
Bölgedeki bir çok belediye açıkçası PKK'nın eline düşmüştür.
Bu demokratik nizamın doğal sonucudur.
Oysa bir ülkede siyaseti elegeçiren bir düşmanla askeri mücadele olanaksızdır.(O.P.)
Çünkü, ayrılıkçı irade politikaya tesir ederek, kendisiyle mücadele edecek olan bütün kurumların kontrolünde güç sahibi olmuştur.
Bu meclis ve mecut hükümet PKK'ya bitirici darbe vurma yeteneğine ve iradesine sahip değildir.
Bu ülkede meclis ve hükümet iradesine bağlı hiçbir devlet kurumu aynı şekilde ayrılıkçılıkla mücadelede bitirici hamle yapamaz.
Soluğu mazallah Silivride falan alırsınız.
O halde yerel ve genel yönetimde ayrılıkçıları dışlamayan günümüzün siyaset kurumlarının özelde PKK genelde Kürt kalkışmasıyla mücadelesi imkansızdır.
Bu nedenle TSK'nın başarısını/başarısızlığını konuşmadan önce, TBMM ve onu oluşturan halkların bu çatışmayı sonlandırma iradesinin olup olmadığını tartışmak gerekir.
Bana sorarsanız, bu ülkede mevcut siyasi yapıyı baştan sona yeniden tanzim eden ve özellikle de yerel ve genel yönetimden ayrılıkçıları dışlayan bir yapı kurulmadığı sürece PKK ve Kürt kalkışmasıyla mücadele olanaksızdır.
Muhtemelen böyle bir yapı ancak darbe, savaş ya da olağan üstü dönemlerde oluşabilir.
Ve yine muhtemelen, olayların gidişi sertleştikçe mevcut iktidarlarda olayların altında kalacaktır.
Ve birkaç sene sonra askeri vesayeti değil, içsavaşı konuşuyor olduğumuzda dağda askerin karşısında duran ovada askerin arkasında duruyor olamayacaktır.
Halen konu budur.
Dağda askerin karşısında duran, ovada askerin arkasında, komuta heyetinin de başında yer almaktadır.(O.P.)
Kürt ayrılıkçılığıyla mücadelenin önündeki en önemli engel budur.
Düşmanın ayrılıkçılığı yasal politik bir tavır olarak yerel ve genel meclislerde sürdürebilmesine imkan tanıyan mevcut yapı mücadeleyi sınırlamakta ve etkisizleştirmektedir.
Madem ki, Kürt ayrılıkçılığı, ve PKK hasımdır, o halde her seviyede ve şekilde mücadele etmek gerekir.
Siyasi mücadele hakkı tanımak, ayrılıkçılıkla mücadele de bir yöntem olamaz.
Fikirlere silahlı mücadeleyi bıraktıkları mertebede siyaset arenasına dahil etmek gerekir.
Oysa Kürt ayrılıkçıları silahlı mücadeleyi bırakacaklarına ilişkin en ufak bir umut vermemektedir.
O halde ayrılıkçıların elindeki bu imkan onlardan alınmalıdır.
Saygılar.
Oraj POYRAZ
On 12.11.2012 09:19, ZEKI SAHIN wrote:
Sayın Erinç,Elbette...."Dahili ve harici bedhahlar" ve engellemelere rağmen, her türlü haşaratı yok edebilecek güçtedir.Savaşın uzaması, son 10 yıla kadar, ülkenin güvenliği için, ordunun eğitimi ve rehabilitasyonu için uygundu.Hem zayıf görünüyor, hem de tüm milleti iç ve dış savaş şartlarına göre eğitiyordu.Saygılarımla.Zeki
From: İlker Erinç <ataturkneferi@gmail.com>
To: Ozgur_Gundem <Ozgur_Gundem@yahoogroups.com>
Sent: Sunday, November 11, 2012 5:59 PM
Subject: Fw: Re: [Ozgur_Gundem] PKK'ya, PKK'nin SILAHI (UYUSTURUCU) ILE KARSILIK VERMEK
TSK, 1983 yılında başladığı öngörülen pkk ile sıcak savaşta şimdiye kadar varit olmayan deneyime ve komuta kontrol sistemlerinin uygulanabilirliğine ulaşmıştır.Kabul olunmalıdır ki askeri statüko; disiplin,özveri, güven, motivasyon, moral unurlar ile harp silah araç ve gereçlerinin bilgili, bilinçli kullanılmasının harmanlanması ve güvenli istihbaratın elde bulundurulması neticesinde yetenekli komutanlar ile iyi yetişmiş, eğitimli askerler gerektirir. Zincirin halkaları ve uzanımı bu unsurlardır. Unsurların, zincir halkalarının oluşması o ordunun harp gücünü ortaya çıkarır. Harp gücüne kavuşmuş ordu kendi imkan kabiliyetleri ile düşman imkan kabiliyetlerini tartabilecek, değerlendirebilecek niteliktedir. Geriye hedefin saptanması kalır. Görüldüğü üzere salt deneyim zincirin yalnızca bir boğumudur.Dönüp TSK'ya baktığımızda halkalarda boşlukları fark etmemek safdillilik olacaktır. Her bir halkanın burada incelenip irdelenmesi beyhude ve gereksizdir.İmdi soru şu olmalıdır: TSK harp edebilecek ve bu harbi kazanabilecek düzeyde midir?-------Original Message-------From: ZEKI SAHINDate: 11/11/12 10:10:29To: Ozgur_Gundem@yahoogroups.com; UNITED-TURKS@yahoogroups.com; ISRATURK@yahoogroups.com; İstanbul - Haber Bilgi YorumSubject: Re: [Ozgur_Gundem] PKK'ya, PKK'nin SILAHI (UYUSTURUCU) ILE KARSILIK VERMEKSayın Menteş Azuz Bey,Bizim Türk Devleti olarak, sömürge yönetimlerinin arzusu hilafına yürüttüğümüz stratejiyi deşifre eden, paralı askerlerin hazırladığı bir değerlendirme raporu..... İşte asıl mesele budur...."1- …Türk Silâhlı Kuvvetleri PKK'ya karşı yürüttüğü mücadele sürecinde olağan koşullarda hiçbir manevranın, hiçbir tatbikatın kazandırmasının mümkün olmadığı bir askerî bilgi ve deneyim kazanmıştır. Hem muvazzaf subaylar düzeyinde, hem de celple silâh altına alınan yedek subay ve erat düzeyinde. Öyle ki yakın gelecekte bir seferberlik ilân edilecek olsa Türk ordusunun subay ve erat olarak kadroları daha baştan her türlü savaşı yürütebilecek[3] bilgi ve deneyime sahip olarak düşmanla cenk edecek durumdadırlar."2- Yine aynı çevreler[4] kuşkulanmaya, kara kara düşünmeye başladılar ki bu savaş Türkiye'ye ağır bir ekonomik maliyet bindirmiş gibi gözükmesine rağmen, gerçekte, pek de öyle olmuyor. Ve özellikle son yıllarda Türkiye'de, PKK yürüttüğü mücadeleyi hangi yollardan finanse etmişse, onunla mücadeleyi benzer yollardan finanse ediyor. En azından bir taraftan giden dövizler bir başka taraftan geri geliyor.[5] Yani PKK'nın Türkiye'deki işbirlikçilerinin yaydığı yüksek rakamlı faturalar aslında büyük ölçüde Türkiye'nin düşmanlarının cebinden çıkıyor![6] Şimdi bu kuşku beyinlerine düşmüştür! Yıllarca PKK'nın uyuşturucu kaçakçılığına göz yuman, kara para aklanmasına ses çıkartmayan, hatta şu veya bu yollardan destek veren çeşitli Batılı başkentlerde son sıralarda ansızın Türkiye'ye yönelik 'kara para aklama' suçlamaları boşuna değildir!"Bu strateji deşifre olunca, bu işleree aklı ermeyen cahil bir güruh "dünyalık yağması" hırsları da provoke edilerek, "son yedekler/ihtiyat birlikleri" olarak devreye sokuldu.... Ama onların da foyası döküldü.... Şimdi mücadele siperlerde değil, meydanlarda cereyan ediyor....Saygılarımla.Mustafa Zeki ŞAHİNFrom: Mentes Azuz <mentesoz@gmail.com>
To: mentesoz@gmail.com
Sent: Saturday, November 10, 2012 10:52 AM
Subject: [Ozgur_Gundem] PKK'ya, PKK'nin SILAHI (UYUSTURUCU) ILE KARSILIK VERMEK
(MGK VE DEMOKRASİ, Hukuk – Ordu – Siyaset) Muharrem BALCI, Yöneliş Yayınları, İstanbul 2000, 3. Baskı)TÜRKSAM RAPORUİstanbul'da münteşir aylık bir dergiden bahsedeceğiz. BELGELERLE TÜRK TARİHİ DERGİSİ DÜN/-BUGÜN/YARIN dergisinden bahsedeceğiz. Jeneriğinden anlaşıldığı kadarıyla bu dergi, "Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı"nın yayın organıdır.(*)Derginin Şubat 1997 tarihli 1. sayısında "Stratejik Değerlendirme' konu başlığı altında, 'Türkiye Stratejik Araştırma ve Eğitim Merkezi (TÜRKSAM)"nin hazırladığı "1997'nin Başında Dünya ve Türkiye" adlı bir "Yıllık Rapor" yayınlanmıştır.Raporun konusu, kısaca "dünya ülkelerinin içinde bulunduğu siyasî durumları ve Türkiye'nin bu ülkelerle ilişkilerindeki boyutlar" olarak özetlenebilir. Rapor 15 sayfadan oluşmuş, son 5 sayfası Türkiye'ye ayrılmış, Türkiye'nin Avrupa Birliği, Yunanistan, Suriye, İsrail, İran, Irak, Amerika Birleşik Devletleri ve PKK ile ilişkileri incelenmiştir.Raporda ileri sürülen görüşlerden bazıları oldukça çarpıcıdır. Bu görüşlerden bazı örnekleri, "oluşturulan Millî Askerî Strateji Konsepti ve İsrail ile yapılan anlaşmalar hatırlanarak değerlendirilmesi yararlı olur" kanaatinde olduğumuz için, kısaca aktarmak istedik.Raporda Suriye ile ilişkiler değerlendirilirken, "Türkiye'nin Suriye ile bir 'Hatay Sorunu' olmadığı, Suriye yöneticilerinin Hatay'ı kendi sınırları içinde görmek gibi bir seraplarının ve bu serapta dışa vuran saldırgan emellerinin bulunduğu, Bu durumun Türkiye'nin İsrail ile işbirliği ve güç birliği yapmakta ne kadar haklı olduğunu gösterdiği, Suriye'nin ise Hatay konusunu 1997 yılında hasır altı edeceği" vurgulanmaktadır.Raporda, İsrail ile ilişkiler konusunda beklediğimizden pek farklı bir görüş yer almaktadır:"İsrail ile yapılan anlaşmalar Netanyahu ve Erbakan hükümetlerinden çok önce hazırlanmıştı, ancak imzalanması bu hükümetler döneminde gerçekleşti. Bunun iki taraf için de rizikolar taşıdığı ortadadır. Türkiye İsrail ile işbirliğini geliştirmek arzusundadır ama bunu Filistinlilerin meşru haklarının çiğnenmesi pahasına yapması söz konusu olamaz. Oysa Netanyahu hükümeti bu açıdan Ankara'yı rahatsız edecek yaklaşımlar içindedir.(*) Erbakan Hükümeti, Askerî İşbirliği Anlaşmasına gönülsüzce de olsa imza atmakla birlikte İsrail ile işbirliğini pek fazla sürdürmek yanlısı değildir. 1997 yılında her iki ülkede bu hükümetler işbaşında olduğu sürece Türkiye-İsrail ilişkilerinin hiç değilse hükümetler düzeyinde ve olağan koşullarda gelişme şansının pek olmadığı söylenebilir[1] Özel sektör düzeyinde ekonomik ilişkiler ve Silâhlı Kuvvetler arasındaki işbirliği ise pırıltısını yitirmiş bir halde de olsa sürebilir.[2]Raporda PKK terörü ile ilgili iki önemli konunun altı çizilmektedir."1- …Türk Silâhlı Kuvvetleri PKK'ya karşı yürüttüğü mücadele sürecinde olağan koşullarda hiçbir manevranın, hiçbir tatbikatın kazandırmasının mümkün olmadığı bir askerî bilgi ve deneyim kazanmıştır. Hem muvazzaf subaylar düzeyinde, hem de celple silâh altına alınan yedek subay ve erat düzeyinde. Öyle ki yakın gelecekte bir seferberlik ilân edilecek olsa Türk ordusunun subay ve erat olarak kadroları daha baştan her türlü savaşı yürütebilecek[3] bilgi ve deneyime sahip olarak düşmanla cenk edecek durumdadırlar."2- Yine aynı çevreler[4] kuşkulanmaya, kara kara düşünmeye başladılar ki bu savaş Türkiye'ye ağır bir ekonomik maliyet bindirmiş gibi gözükmesine rağmen, gerçekte, pek de öyle olmuyor. Ve özellikle son yıllarda Türkiye'de, PKK yürüttüğü mücadeleyi hangi yollardan finanse etmişse, onunla mücadeleyi benzer yollardan finanse ediyor. En azından bir taraftan giden dövizler bir başka taraftan geri geliyor.[5] Yani PKK'nın Türkiye'deki işbirlikçilerinin yaydığı yüksek rakamlı faturalar aslında büyük ölçüde Türkiye'nin düşmanlarının cebinden çıkıyor![6] Şimdi bu kuşku beyinlerine düşmüştür! Yıllarca PKK'nın uyuşturucu kaçakçılığına göz yuman, kara para aklanmasına ses çıkartmayan, hatta şu veya bu yollardan destek veren çeşitli Batılı başkentlerde son sıralarda ansızın Türkiye'ye yönelik 'kara para aklama' suçlamaları boşuna değildir!Bu konuda Türkiye adına eksi hanesine kaydedilecek ve mutlaka en kısa zamanda düzeltilmesi gerekecek tek şey: hiç kuşkusuz, düşmana düşmanın silâhıyla karşılık verirken bunu 'çeteler' aracılığıyla değil, devletin ilgili özel kurumları aracılığıyla yapmak ve kişisel çıkarlar ile ulusal çıkarları birbirine karıştıran, PKK ile mücadele paravanası ardında kendi kendilerine hizmet eden kişi ve çevrelere meydan vermemektir.[7] 1996'da kamuoyunda bu bilinç yer etmiştir. Bu bilincin siyaset erbabına da yayılıp yayılmayacağı ve devletin, içinde yuvalanma fırsatı bulabilmiş çetelerden arınıp arınmayacağı 1997 yılında görülecektir.[8]Konu ile ilgili görüşleri alınan TÜRKSAM Koordinatörü Nazım Güvenç:"Raporda Türkiye'nin uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı izlenimi ediniliyor. Ancak bu eksik. Uyuşturucu kaçakçılığını dünyada bütün istihbarat örgütleri yapıyor. CIA yapmıyor mu, İngiliz İstihbaratı yapmıyor mu? Hatta Alman İstihbarat Teşkilâtı'nın nükleer madde kaçakçılığı yaptığına dair bulgular var. Biz ayrıca sadece uyuşturucu kaçakçılığını değil, çeşitli eylemleri de devletin ilgili kurumlarının yapması gerektiğine inanıyoruz."[9]demekten çekinmemiştir.Bir kısım çevreler ise, dergi çevresinin kendilerini Genelkurmay'a yakın göstermeye çalıştığını söylemiştir.[10]Yukarıdaki satırlar, büyük puntolar halinde İstanbul'da yayınlanan Selâm gazetesi ve Radikal gazetesinde yayınlanmıştır. Her iki gazete de, yayınlarında, konunun Toplumla İlişkiler Başkanlığı ile ilişkisini kurmuş ve açıkça toplumda bu konularda bir kanaat oluşturma işleminden bahsetmiştir. Buna rağmen hiçbir tepki ve tekzip de almamıştır.Ancak, akla takılan bir soru şudur: Bu yayın sadece Selâm gazetesinin bir günlük nüshasında yer almış, fakat daha sonra işlenmemiş, basının farklı kesimlerinde ise sadece Radikal gazetesinde yer almıştır. Bunun nedenlerini izah etmekte güçlük çekildiği de ortadadır.Güneydoğu'da PKK ile mücadelede; "dine dayalı ve halkı şeriat hükümlerine çağıran" mücadele yönteminin Toplumla İlişkiler Başkanlığı tarafından uygulamaya konulduğu da çok yaygın bir kanaattir.[11] Üstelik, Toplumla İlişkiler Başkanlığı ve benzer teşkilâtlarda (MİT ve Askerî İstihbarat) görev yapan elemanların mesleğe başlarken yaptıkları yeminde "Lâiklik İlkesinin savunulması" da vardır.[12]* Kurucusu ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ertuğrul Zekai Ökte (Emekli General ve aynı zamanda Prof. olarak tanınmaktadır). Ondört Yayın danışmanından altısı emekli general, biri emekli kurmay albaydır. Yayın danışmanlarından biri de (Dr. Mehmet Atay) aynı zamanda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in danışmanlarındandır. Dergi "İstanbul Araştırma Merkezî" tarafından hazırlanmakta, "Tarihi Araştırmalar Vakıf İşletmesince" yayınlanmaktadır.Dergi piyasada açıktan satılmadığı gibi; hazırlayıcısı, yayınlayıcısı olan vakıflar gibi, ancak belli kişiler tarafından tanınan, takip edilen, abone sistemiyle dağıtılan bir dergidir.* Bu görüşe ilişkin hiçbir emareye rastladığımız söylenemez.[1] İsrail'de yayınlanan 2 Mayıs 1997 tarihli Ha'aretz gazetesinde İsrail'in uluslararası şöhretli askeri uzman yazarı Ze'ev Schiff bir yazısında, "…anlaşmalar iktidardaki partiden ziyade Türk ordusuyla yapılmıştır. İsrail ve İsrail'le imzalanan anlaşmalar, Türkiye'deki siyasi tartışma konuları arasındadır. Şu sırada, bu iç tartışmalarda, ordunun konumu iktidar partisinden daha güçlüdür; bununla birlikte, hiç kimse uzun vadeli trendlerin nasıl olacağından emin olamaz" (Cengiz Çandar'ın, Sabah gazetesinde, Turkish Daily News gazetesinden aktarımları, 3 Mayıs 1997). Bu ifadeler, MGK kararlarını uygulamadaki aşırı hassasiyetin, İktidardaki bir partinin kapatılması gayretlerinin, dış ve iç düşman belirleme stratejilerinin arka alanındakileri gösteriyor olabilir mi?[2] Demek ki kamuoyu gayet iyi hazırlanmış veya sindirilmiş ki, ilişkiler raportörlerin düşündüklerinden de daha ileri düzeylere varmış durumdadır.[3] PKK terörünü Türkiye insanı kadar yakından göremeyen dış dünyanın bu satırlardan anladığı; 'Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin, canlı hedefleri olmayan ve gerçek mermilerin kullanılmadığı tatbikatlarda elde edilemeyen deneyimleri kazanmak için bu savaşı devam ettirdiği' olabilir.[4] Raporda bu çevreler "barış çağrısı" kampanyaları yürüten, "barış yapalım", "çocuklarımız ölmesin", "analar üzülmesin" gibi sloganları dillendiren çevreler olarak adlandırılıyor.[5] 1996'nın sonlarında Avrupa, özellikle Alman mahkemelerinden Türkiye'nin yöneticileri hakkında, uyuşturucu kaçakçılığına devletin başında olan kişi olarak göz yumulduğu şeklinde kararlar çıkması hatırlanmalıdır.[6] Günlük harcamanın bir trilyonun üzerinde olduğu şeklindeki resmi beyanlar hâlâ hafızalardadır. Rapor bugüne kadar yapılan resmî açıklamalar ve yayınlanan rakamları yalanlıyor.[7] Özel Tim'in kaldırılması fakat koruculuk sisteminin yaygınlaştırılması çalışmalarını anımsatıyor.[8] Allah'a şükür ki bahsi geçen bilincin kişilerde ve kurumlarda yayıldığına dair bir müşahede henüz söz konusu değildir.[9] Radikal gazetesi, 19. 4. 1997.[10] Radikal gazetesi, 19. 4. 1997.[11] Tuncay Özkan, Bir Gizli Servisin Tarihi, MİT, (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1996), s. 28.[12] Tuncay Özkan, a.g.e., s. 57.
--
Askerlik yan gelip yatma yeri degil. Sehit yakinlarina... Recep Tayyip Erdogan. Basbakan olduktan sonra |
Ey mutsuzlar! Kardeslerinizi bogazliyorlar, goz yumuyorsunuz. Çigliklar duyuluyor ama siz susuyorsunuz. Aramizda dolasip kurbanini seciyor zorbanin teki, sessiz kalirsak bize dokunmaz diyorsunuz. Bok yiyorsunuz! Ne tuhaf yer burasi, sizler nasil insanlarsiniz! Haksizlik varsa bir yerde eger ayaklanmali insan. Ayaklanma olmuyorsa batsin o sehir yerin dibine. Yansin bitsin, kul olsun karanliklar basmadan. Bertolt BRECHT | Ben,Manevi Miras olarak hicbir Ayet, hicbir Dogma, hicbir Donmus ve kaliplasmis Kural birakmiyorum. Benim Manevi Mirasim Bilim ve Akildir... K.Ataturk - - - - - - - - - - - - - - 1920 - Islam yuceltme derneginin bildirisi : Yunan ordusu halifenin ordusu sayilir. Hic de zararli bir topluluk degildir. Asil kafasi koparilacak mahlukat Ankara'dadir. ISKILIPLI ATIF | Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com Ayrilmak isterseniz de: Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com - - - - - - - - - - - - - - Arzuederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder