30 Ocak 2013 Çarşamba

11-Levent KIRCA - Dalak malak falan filan Ahmet Hakan

Levent KIRCA - Dalak malak falan filan Ahmet Hakan

Dünyanın internet üzerindeki en büyük ‘arama motoru’ Google’a, hepsi birleşik ya da teker teker, Yandaş”, “Dönek”, Yalaka” ya da Dalaksız” yazıldığında, daha ilk sayfadan kim çıkıyor?
Hemen elinizdeki telefonla ya da önünüzdeki bilgisayardan kontrol ettiğinizi görür gibiyim.
Bakamayanlar için söyleyeyim, Ahmet Hakan çıkıyor.
Valla ben sana bişi demiyorum Ahmet Hakan, bunları sana motor diyor.
Ben mi dedim Fatih Altaylı beni programa çağır diye?
Ben mi seçtim bana sorduğu soruları?
Açığım, eksiğim, gediğim olsa katılır mıydım o programa?
Elindeki saçma sapan 2-3 yaftayı allayıp pullayıp, evirip çevirip aynı safsataları geveliyosun.
Hem bana seviyesiz, yüzsüz diyorsun, onun için herşey Atatürk, Cumhuriyet, Silivri ve Hasdal’dan ibaret, onunla programa çıkıp ne konuşacağım diyorsun, hem de Fatih’in yerinde olsam ağzının payını verirdim diyorsun.
E gel diyorum ver ağzımın payını, Hodri Meydan diyorum;
sen ise erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır diyorsun.
Ne abuk subuk lafı dolandırıyorsun, demogoji yapıyorsun?

SENİN DÖRTTE ÜÇÜN SU, ONDA DOKUZUN KAYPAK

Yandaş yalaka dönek sıfatlarıyla motorda ilk sayfada çıkan sen, bana yüzsüz diyorsun.↑↑↑ - ↓↓↓
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Ben ve benim gibi bir avuç insan ne anlatmaya çalışıyor, sen nelerle uğraşıyosun.
Ülke nerden nereye geldi, altı nasıl oyuldu, şartlar nasıl hazırlandı, bizi önümüzdeki zamanlarda neler bekliyor, bilmiyor musun?
Ülkenin parçalanacağını, seçimden önce neden af çıkacağını, faili meçhullerin neden hala bulunmadığını bilmiyor musun?
Dünkü yazında benimle polemiğe girmenin seni sakinleştirdiğini yazmışsın.
Gel, oradan kurusıkı sallama, yaratıcılıktan uzak polemiklere girme, söyleyeceklerini yüzüme söyle.
Söz, gerilirsen eğer, canlı yayında Kemal Kılıçdaroğlu ve Türk halkının önünde bacak bacaküstüne attığın gibi yayılmana müsade edeceğim.
Dalaksızım dedin, rapor aldın, askere gitmedin gel ispatla diyorum dalaksız olduğunu, sen cevap vermek yerine lafı dolandırıyorsun.
Yok bana aynı yerden saldırıyorlar, yok kurumuş mevzu… Desene bu koca bir yalan!diye.
İşte bu da ispatı desene...
Her yazında bana bişiler söyleme gayreti içindesin.
Gel yüzüme söyle.
Cuma günkü yazında yıllar önce benim Ankara’daki AKP Okulu’na politika dersi vermeye gittiğimi araştırıp bulmuşsun.
Demişim ki ben, bu derse geldim diye kimse beni AKP’li zannetmesin.”
Güzel…
Dersimi verdikten sonra da sanatçılar partilere eşit mesafede durmalı” demişim.
Sanatçının partisi olmamalı” demişim.
9 Şubat 2006′da demişim.
Doğru demişim.↑↑↑ - ↓↓↓
Bak senin yazdıklarını aynen yazıyorum buraya raporlu kardeşim.
Yıllar önce AKP henüz iktidara gelmişti ki, daha Cumhuriyete, Atatürk’e ve sanata saldırmaya başlamamışlardı.
Balyoz” ve “ Ergenekon” yoktu.
Paşalar, gazeteciler, profesörler, yazarlar, karikatüristler içeri alınmamıştı.
Onların tabiriyle İmralı” ile pazarlık yapılmıyordu.
Henüz vatandaşa boyalı su ve gaz sıkmıyorlardı.
Başbakan BOP Eşbaşkanı olmamıştı ve ülkeyi bölme çalışmaları yoktu.
Üniversiteler zaptedilmemişti.
Cebren ve hile ile vatanın bütün tersanelerine girilmemişti, sahip olduğumuz bütün limanlar, madenler, iletişim, köprüler satılmamıştı, işsizlik bu kadar hortlamamıştı, heykeller yıkılmamış, balerinlere etek giydirilmemiş, sansür ve fikir suçu dozunu şaşırmamış, açılamayan açılımlar ve söz meclisten içeri”, bu kadar yandaş yazar yoktu!
Ülke bu kadar mutsuz ve çaresiz değildi.
Beni davet eden AKP’li, bir daha gelme buraya diyerek uğurladı beni.
O günkü AKP ile tek başıma mücadele edebilirdim fakat şimdi birleşmek, sesimizi yükseltmek gerektiği için net bir şekilde Atatürk ve Cumhuriyet çatısı altında birleşme adresi gösteren İşçi Partisi’ne katıldım.
TGB’ler, Çağdaş Yaşamı Destekleme Dernekleri, ADD’ler bu sinerji ile yükseldi, güçlendi.
Hayat stabil kalmaz sevgili Ahmet.
Değişir.
Herşey değişir.
Belli bir oranda değişir.
Kanal 7′deki halinde bu günkü sakalının oranı kadar değişir.
O yıllarda oturduğun Fatih’le, şimdi oturduğun Nişantaşı mesafesi kadar değişir.
Hakkında bir sürü yüz kızartıcı sıfatı olup, başkalarına yüzsüz diyebilecek kadar değişir.
Değişmeyen iki şey var hayatta.
Biri değişimin kendisi, diğeri de senin kaypaklığın.
Azınlık oyununda şerefli gazetecilerin slayt resmi geçitinden sonra alkıştan yıkılıyor salon.
Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Uğur Dündar, Yılmaz Özdil, Soner Yalçın, Necati Doğru ve diğer değerli gazeteciler için halk avuçlarını patlatıyor.
Birkaç örnek de sizlerden gösteriyorum.
Sizin fotoğraflarınız çıkınca tepkileri görmen lazım.
Salon yine yıkılıyor fakat bu sefer Yuh!”  sesinden.
Aynı dediğin gibi, senin öfken benimle polemiğe girince yatışıyor, rehabilite oluyorsun, ben de senin resmin slaytta görününce rehabilite oluyorum.
Hadi gel bir değişiklik yapıp değiş bugün.
Onunla ne konuşacağım diyorsun, ama her yazında bana birşeyler söyleme çabasındasın.
Ya gel adam gibi söyleyeceklerini yüzüme söyle, ya da kelime oyunlarıyla abuk subuk polemik yapma.
Geçen hafta yazdığım gibi, teklifim hâlâ geçerli.↑↑↑ - ↓↓↓
Seni Ulusal Kanal’a bekliyorum.
Ya gel, ya da senin taklidini yapıp karşılıklı program yapacağım.
Köşe yazılarındaki gibi, bir o tarafa, bir bu tarafa konuşup yokluğunu aratmayacağım.
Emin ol, makyajını yaptığım taklidin sana tıpa tıp benzer.
Allah başka taraflarını benzetmesin!

SEKSEN GÜNDE DEVR-İ ALEM

Evim Beykoz’da, Ulusal Kanal tünelde.
Evden işime seksen günde devr-i alem, anca geliyorum.
Dere tepe düz geliyorum, bağ aşıyorum, dağ aşıyorum sonunda bu güzel okula ulaşıyorum.
Okul burası benim için.
Her gün birşey öğrenip insanlıktan nasibimi alıyorum.
Çoğunluk güleryüzlü, bir iki suratsızı da ben zaman içinde güldüreceğim.
Öyle ya, işim güldürmek.
Herkes çok düşünceli.
O kadar ince düşünüyorlar ki, benim yerime de düşünüyorlar, beni de düşünüyorlar.
Büyük kanallardan birinde yönetici olsam, orada çalışan personelin Ulusal Kanal’da staj yapmasını isterdim.
Yoktan nasıl varolunur, yokluk nasıl benimsenir, yasaklamalara, tutuklamalara, saldırılara karşı gülümseyerek hiçbir şey olmamış gibi nasıl aşkla çalışılır, görmelerini isterdim.
Evet, dere tepe düz gidip kanalıma ulaşıyorum sabah.
Odakule’nin arkasında büyük bir otopark var.
Parkçılar, beni güleryüzle karşılayıp içeri alıyor.
Otoparkın içinde TRT’ye ayrı bir de kısım ayrılmış..
Beni ısrarla oraya parkettiriyorlar ücret ödemeyeyim diye.
Oğlum, bunlar beni sevmez, istemez diyorum.
Olur mu öyle şey abi.
Yılların TRT’de geçti.↑↑↑ - ↓↓↓
Senin televizyonculuğa verdiğin emeği kim verdi ki?
diyorlar, ikna ediyorlar beni ve arabam üç beş gündür ücret ödemeksizin onların parkında duruyor.
Geniş, büyük bir alan ve genelde de boş duruyor.
Ben park ederken beni gören güvenlikçiler kişisel olarak gülücüklerle karşılıyor beni.
Kimi kapımı açıyor, kimi koluma giriyor, hergün fotoğraflar çektiriyoruz falan filan… Bu arada ne olmuşsa olmuş, benim parkettiğimi yukarılardan duymuşlar.
Bugün parkederken başıma üşüştüler.
Bu ilgi alaka, birden, “buraya park edemezsiniz!” durumuna dönüştü.
Hani ara sıra parketseniz olur da, böyle hergün hergün… biraz ayıp oluyor!
Her ne kadar yasaklandımsa da, ben de televizyoncuyum.
TRT’de o kadar çok televizyon programına imza atmışım ki;
devlet sanatçılığım bu ülkede hiçbir işe yaramıyor.
Otoparkta da mı faydası yok?
Senin devlet sanatçısı olduğun ne malum?” diyor…
Tesadüfen çantamda bulunan hiçbir işe yaramayan devlet sanatçısı dosyamı, kırmızı üzerinde yaldızlı ayyıldız ve yine yaldızlı devlet sanatçısı belgesinin kapağını kaldırıyor güvenlik.
Evet doğru, devlet sanatçısısınız da, siz başka devletin sanatçısısınız, yani o devlet başka, bu devlet başka … Ulan güleceğim de, şaşırmayı tercih ediyorum.
Nasıl yani diyorum?
Abi diyor, bu belge size önceki devletten verilmiş.(Hükümet demek istiyor)
Devleti, hükümeti Tayyip Bey’den sonra birbirine karıştırıyor millet.
Sordum;
hangi devlet var başımızda şimdi?
Hemen cevabı yapıştırıyor.
Tayyip Erdoğan Devleti.
Seni istemiyorlar abi diyor.↑↑↑ - ↓↓↓
İlk geldiğim gün, hani beni yaladınız yuttunuz koluma girdiniz, seninle büyüdük abi dediniz fotoğraflar çektirdiniz… Şimdi sepet havası öyle mi?
Ne yapalım abi biz de emir kuluyuz.”
Anlıyorum ki;
ben devlet sanatçısıyım da bu devletin sanatçısı değilim!
Benim sanatçılığım Süleyman Demirel devletinde kalmış.
Beni tv’lerde istemeyen Tayyip Erdoğan Devleti bu kez otoparkından istemiyor!
Kırmızı dosyamı çantama sokuyorum.
Çantamı arabanın arka koltuğuna fırlatıp atıyorum ve direksiyona geçip otomobilimi, Tayyip Erdoğan Devleti otoparkından çıkarıp uzaklaştırıyorum.

ULUSAL KANAL’A GELİRKEN

Birkaç semti aşıyorum.
Bazı noktalar var ki, trafik acayip kilitleniyor… En son kilit, Taksim’den Tarlabaşı’na dönerken, hani Taksim’i kapatıp (iptal edip, yol inşaatları yapıyorlar), İşte o noktada, dört şerit trafik tek şerite düşüyor.
Ar, namus herşey beraberinde düşüyor.
Başını sağa sola çevirdiğinde direksiyon başındaki insan manzaraları şöyle;
Genelde üst baş yırtıp paralamak birinci sırada.
Ön cama kafa atanlar görüyorum tek tük.
Pencereden ağız dalaşına giren, ardından otomobilinden inip birbirleriyle tokat sille kavgaya tutuşanlar, hem kendilerini hem de bizleri oyalıyorlar eksik olmasınlar.
Arabasına iç dış ince temizlik yapanlar, tavla oynayanlar… O kısmı aşmak ciddi bir sorun.
Şaka bir yana, geçen gün Ulusal Kanal’da bir toplantıya yetişiyorum.
Hayret! yollar da açık.
Aman ne iyi!↑↑↑ - ↓↓↓
Derken birden tıkanıyoruz, kilitleniyoruz ve beklemeye başlıyoruz… Kimseden çıt çıkmıyor.
Bir saat kadar olduğumuz yerde durduktan sonra yüksek tansiyonum olduğu için idrar sökücü hap alıyorum.
İlacın adı Lasix.
Ufak ufak sıkıştırıyor beni.
Hemen yanımda ve diğer arabalarda bayan sürücüler var… İnip acaba arabanın lastiğine mi yapsam diyorum.
Direksiyon başındaki hanımlardan utanıp vazgeçiyorum.
Aynı şekilde bir yarım saat daha geçiyor.
Artık benim frenler tutmuyor…Ufak ufak damlatıyorum.
Tekrar etrafa bakıyorum.
Karşı şeritte bir benzin istasyonu var.
Arabayı bırakıp koşsam, daha karşıya geçmeden yaparım altıma.
Ulu orta rezil olurum.
Biraz gidiyoruz biraz duruyoruz.
Bir trafik kazası mı oldu acaba diyorum.
Öyle olsa etrafta ambulans falan olurdu.
Ee ne peki?
Muhtemelen, bir terörist bomba koydu.
Uzaktan bir camii ve polisleri seçiyorum.
Camiye bomba konulmuş olabilir mi acaba?
Bunları düşünürken, sıkıştığımı unutmuşum.
Az müsaade etmiş bana, hatırlar hatırlamaz basınç yeniden başladı.
Kendimi sıkmanın anlamsız olduğunu düşündüm.
Tamam yapacağım… Altıma yapacağım, kilottan pantolondan geçtim, arabanın döşemesi ıslanacak.
Boynumda bir yün atkı var.
Güzelce katladım onu, altıma koydum.
Yaptığımı emsin diye.↑↑↑ - ↓↓↓
Sağdan soldan cam silmek için ayırdığım bezleri de soktum mabadıma.
Dışarıdan kimsenin anlamasına imkan yok.
Gayet ciddi oturuyorum direksiyonda.
Öyle ya!
Kol kırılır yen içinde kalır.
Ufak bir prova yaptım.
Saldım biraz herşey yolunda.
Yalnız tütüyor, yani buharı çıkıyor.
Arabanın içi biraz soğuk ondan heralde.
Ama artık bunları düşünecek durumda değilim.
Yandaş Ahmet Hakan, şu anda altıma yaptığımı görse kim bilir ne kadar sevinirdi, hemen köşesine taşırdı beni.
Bunak altına yaptı” diye.
Artık iyice koyuverdim.
Güzel bir sıcaklık yayılıyor vücuduma ve buharlar çıkıyor.
Aşırı tutmaktan olsa herhal.
Yapıyorum da yapıyorum bitmek bilmiyor.
Altım tutmuyor ama Allahtan kafam çalışıyor.
Hala yapıyorum, en küçük bir eksilme yok.
Paçalarımdan akıp botlarıma doluyor.
Güzel, olan oldu artık.
Ulusal’ı arayıp müdürlere altıma yaptım” diyorum.
Komik bir şekilde anlatıyorum.
Donum elimde, katılamayacağım toplantıya diyorum, ilk fırsatta eve dönüp kendimi çamaşır suyuna basacağım.
Gülüyorlar.
Tutmayın kendinizi diyorum.
Abi senin için dışın bir diyorlar.
Doğru diyorum içim dışıma çıktı.↑↑↑ - ↓↓↓
Siz benim çalışma masamı tuvalete alın, benim genel müdürlük odam bundan böyle tuvalet olsun.
Kapatıyoruz telefonu dirhem dirhem caminin önüne gelmişiz.
Her taraf polis dolu.
Hiç bu kadar polisi birarada görmemişim.
Meğer ülkede amma çok polis varmış.
Biri elini kaldırıp durduruyor beni gaz sıkacak sanıyorum, ben de hazırım mukabele ediyorum.
Tanıyor beni hürmetle selamlıyor.
Diyorum ki;
Allah aşkına nedir ne oluyor böyle?"
Abi, diyor memur, Tayyip Erdoğan’ın dayısının cenazesi kalkıyor bu camiden.
Cami hınca hınç dolu, amma seveni varmış diyorum.
Yok be abi, diyor bunların çoğu başbakanın gözüne girmek için gelenler.
Allah rahmet etsin ancak, rahmetli beni fena işetti diyorum.
Gülüyor.
Gel bak.
Arabanın kapısını açıyorum ve gösteriyorum.
Ortalık yerimden duman çıkıyor.
Polis; böyle buharlısını ilk defa görüyorum diyor.
Tayyip Bey’in rahmetli dayısı benim motora su kaynattırdı.
Onu hiç unutmayacağım.
Allah rahmet eylesin.

Levent Kırca
Twitter:@kirca_levent
Hayran Sayfası: facebook.com/L.Kirca
 


 ↑↑↑ - ↓↓↓

a45UyF587661-201301301107-11

--
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kotu bir siirim alkislanacagina, guzel bir siirim yuhalansan daha iyi.

Viktor Hugo

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Ben,Manevi Miras olarak,
Hicbir Ayet, hicbir Dogma,
Hicbir Donmus ve kaliplasmis Kural birakmiyorum.
Benim Manevi Mirasim Bilim ve Akildir...

K.Ataturk


Daha gun o gun degil, derlenip durulmesin bayraklar.
Dinleyin, duydugunuz cakallarin ulumasidir.
Saflari siklastirin cocuklar,
Bu kavga fasizme karsi, bu kavga hurriyet kavgasidir.

Nazim Hikmet Ran

"Tanri kotulukten ve acidan korumak istiyor mu?
Fakat bunu yapmaya gucu mu yok?
Eger yoksa, O gucsuz, ya da kesinlikle her seye gucu yeten degildir.
Her seye gucu yeten fakat istemeyen mi?
Eger oyle ise , O kotudur, ya da kesinlikle tum iyilik degildir.
O, ne gucu yetiyor, ne de istemiyor mu?
O zaman. O'nu Tanri diye cagirmak sacma olur.
O, hem gucu yetiyor hem de istiyor mu?
O zaman kotuluk nereden geliyor?"

(Istencin Ozgur Secimi Uzerine. Giris.)
EPICURE

Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com

Ayrilmak isterseniz de:
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder