25 Mayıs 2013 Cumartesi

15-Basından....


Hükümet'ten MİT'e büyük kıyak!

25 Mayıs 2013

Milli İstihbarat Teşkilatına, araç gereç alımları için 52 milyon 950 bin liralık ek bütçe verildi.
2012'de, 114 milyon 500 bin liralık mal ve hizmet alımı yapması öngörülen MİT, bu bütçeyi aşınca, Maliye Bakanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı kaynaklarından ek ödenek aktarıldı.

MİT'in 2012 yılı faaliyet raporu açıkladı.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan raporun ön sözünde, ' MİT, dinamik bir istihbarat mekanizması oluşturmak, yenilenen teşkilat yapısı ile insan ve teknoloji kombinasyonunu en verimli şekilde kullanarak, ülkesine en iyi biçimde hizmet etme amacındadır'' dedi.

İÇ VE DIŞ İSTİHBARAT

MİT'te daha önce ''İstihbarat, Operasyon ve Personel'' görevlerini yürüten 3 Müsteşar yardımcısı vardı.
Fidan'dan sonra ise, ''İç İstihbarat, Dış İstihbarat, Teknik İstihbarat ve İdari'' olmak üzere 4 Müsteşar yardımcısı görevlendirildi.
Bu süreçte iki Büyükelçi de, Müsteşar Yardımcısı oldu.

Elektronik Teknik İstihbarat Başkanlığı (ETİ) ve bazı Daire Başkanlıklarında yapısal değişikliklere gidildi.
Daha önce temsilcilik bulunmayan bazı ülkelere de, personel atandı.
MİT için 2012'de 750 milyon 942 bin liralık bütçe ayrılmıştı.
Ancak bu bütçe yetmedi ve ek kaynak verildi.
MİT'in 2012 bütçesinde yılbaşı itibarıyle, 463,5 milyon lira personel giderleri, 114,5 milyon lira da mal-hizmet alımı için öngörülmüştü.
Bu iki kalem aşıldı.

Mal hizmet alımları ödeneği ek kaynaklar ile 167 milyon 450 bin liraya çıkarıldı.
Bunun 165 milyon lirası harcandı.
463,5 milyon liralık personel gideri ise, yıl sonunda 493 milyon 605 bin lira oldu.

SÖZCÜ

^^^^^ - vvvvv

Ümit Özdağ: Arkasında Suriye var ise neden duruyorsunuz?

25 Mayıs 2013

Eğer İngiltere'nin herhangi bir kentinde bir bomba patlasa ve bir çok insan öldükten sonra İngiliz İçişleri Bakanı, patlayan bombadan mesela İran istihbarat servisi sorumlu açıklamasını yapsaydı, herhangi bir tutuklama dahi olmadan İngiliz halkı, İngiliz İçişleri Bakanı'nın yaptığı açıklamaya inanırdı.
Oysa Türkiye'de sadece İçişleri Bakanı değil, Başbakan dahil bütün hükümet Reyhanlı saldırısının arkasında Suriye'nin olduğunu açıklamasına ve bir çok failin yakalanmasına, tutuklanmasına rağmen Türk halkının çok büyük bir bölümü, saldırının Suriye tarafından değil, Türkiye'yi Suriye'ye karşı savaşa sokmak isteyen Türkiye'nin desteklediği muhalefet tarafından gerçekleştirildiğini düşünüyor.

Sadece Türk halkı değil, bir çok AKP'yi destekleyen gazeteci ve akademisyen de böyle düşünüyor.
Keşke televizyonlarda reklam aralarında konuşulanlar da yayınlansa, programlar ne kadar ilginç olur.

Reyhanlı saldırısından sonra dört olası fail olduğu analizini yaptım.
Bunları sırası ile

1) Suriye muhalefeti,

2) Suriye,

3) Avrupalı bir istihbarat servisi,

4) Orta Doğu'dan bir istihbarat servisi idi.
İçişleri Bakanı M.Güler, "Bombacıları yakaladık, suçlarını itiraf ettiler, Suriye istihbaratı için çalışıyorlar" açıklamasını yapınca Şam'ın bu aşamada böyle bir adım atması çok muhtemel değil, ancak Suriye ordusunun kendisini krizin başından bu yana en güçlü hissettiği anda bu saldırıyı yapmış olabilirler analizini yaptım.

Çekincelerimle birlikte, Suriye rejimi,

"1)Uçaklarını düşürdük tepki vermediler,

2) Sınır kapılarını bombaladık tepki vermediler (eğer Şam yaptı ise) şimdi Türkiye-Suriye sınırını Afganistan-Pakistan sınırına çevirmenin bedelini ödetelim ve Türkiye'de neler yapabileceğimizi gösterelim" diyerek saldırıyı düzenlemiş olabilir tahlilini yazdım.
Üstelik Suriyeli bir bakan bu analize şunu da ekledi: "Türk ordusu savaşabilecek bir durumda değil."

Bu arada dünya basınında saldırının Şam rejiminin değil, El Kaide'nin işi olduğuna dair yorumlar çıktı.
Cumhurbaşkanı A.Gül, Türk basınında neden ise ilgi çekmeyen Reyhanlı ziyareti sırasında Suriye'yi hedef almadı.
Oysa 51 vatandaşı katledilmiş bir ülkenin Cumhurbaşkanı failden emin olsa, Reyhanlı'da yaptığı konuşmada Şam'ı açık şekilde hedef alır, bunu sizin burnunuzdan fitil fitil getireceğiz tehdidinde bulunurdu.
Aksine Gül, faili belirsiz bırakan bir konuşma yaparken, istihbarat ve güvenlik görevlilerini eleştirdi.
Daha da ilginci Başbakan Erdoğan, "Bizi Suriye batağının içine çekmek istiyorlar" derken, neyi kastetti?
Herhalde Beşşar Esad, Türkiye'nin Suriye'ye girmesini istemez?
Peki Erdoğan kimi kastetti?

Nihayet jandarma istihbaratın El Kaide'nin Türkiye'de bombalama hazırlıkları ile ilgili bir rapor hazırladığı ve ilgili birimlere ilettiği ortaya çıktı.
İçişleri bakanı ve iktidar partisi yetkilileri bu raporun içeriği üzerinden durmaktan çok, kimin raporu sızdırdığı üzerinde durmayı tercih ettiler.
Eğer Reyhanlı'da Türk kamuoyundan gizlenmeye çalışılan bir şey var ise bu çok uzun süre gizli kalmaz ve AKP bunun hesabını veremez.

Ancak bir an için AKP Hükümeti tarafında yapılan açıklamaların doğru olduğunu kabul edelim.
Gerçekten Reyhanlı'da saldırıyı gerçekleştiren bütün Hatay'da sahtekarlığı ile tanınmış bir adam ve onun çetesi ise ve bu saldırı Suriye askeri istihbaratı ile birlikte gerçekleştirilmiş ise AKP Hükümeti ne yapmayı düşünüyor?
Yoksa Şam'ın yaptığı analiz doğru mu?
Yani, Şam rejimi "Uçaklarını düşürürüz, sınır kapılarını bombalarız, kendi ordularının durumuna güvenmedikleri için arkamızda Rus-İran desteği olduğu sürece bir şey yapamazlar" diye düşünmekte haklı mı?

Yeniçağ

^^^^^ - vvvvv

Mustafa Balbay: Türkiye'nin Suriye Sorunu!

25 Mayıs 2013

Korkarım ki, Başbakan Erdoğan, Beşşar Esad'dan daha yalnız hale geliyor!

Soğuk savaşın bitim sürecini milat sayarsak 20 yılı aşkın süredir etrafımızda sürekli ateş topu dolaşıyor.
İçimize kıvılcım sıçramasa bile sıcaklığı yetiyor.

Balkanlar'ın 8, Kafkaslar'ın 6 parça olduğu 1990'lı yıllarda sadece dış değil, iç gündemimizi de bu coğrafya oluşturdu.
Bunun pek çok nedeni vardı.
Türkiye'yi vatan bilen Balkan ve Kafkas kökenli yurttaşlarımız ister istemez gelen her kötü haberden hükümeti de sorumlu tuttular.
Türkiye'nin NATO üyesi olması, "uluslararası çözüm" deyince bütün gözlerin Ankara'ya dönmesi sonucunu doğuruyordu.

Pek çok hükümetin gelip geçtiği bu süreçte Türkiye genellikle çözümün bir parçası olmaya çalıştı.
Bugünkü Suriye geriliminde ne yazık ki sorunun bir parçası haline geldik.

***

Başbakan'ın Amerika gezisinden sonra ortaya çıkan tablonun özeti yukarıdaki son cümledir.

Suriye'de çözümün değil, sorunun bir parçası haline geldik.

Dış politikaya iktidarın kör penceresinden bakanlar dışında hemen bütün kesimlerin bakışını yan yana koyup ortalamasını aldığımızda şunlar öne çıkıyor:

Başbakan, ABD Başkanı'nı Suriye'ye olabilecek en aktif şekilde müdahale yapılması için ikna etmeye, en azından bu yönde bir söz almaya çalıştı, olmadı.
Erdoğan'ın "Esad gitmeli" sözüne Obama'nın, "2 yıl önce gitmeliydi" karşılığını vermesi, Suriye'nin ABD katında olağanüstü bir öncelik taşımadığını gösteriyordu.
Erdoğan'ın başta Rusya olmak üzere bölgenin öteki etkin ülkelerini, kafasındaki çözüm için ikna etmeye girişmesi, ABD açısından, "meşguliyet tedavisinden" başka bir şey değil.

Şimdi yeni evre, Cenevre.
Buradan da nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, bunun Erdoğan'ın Esad parantezini kapatma hedefine yetmeyeceği görülüyor.

Gelinen noktada iki yıl önce "Haftalarla ömrü kaldı" denilen Esad, hem dünya dengelerini hem de muhalifler arasındaki fay hatlarını kullanarak zaman kazandı, yeni politikalar oluşturma zemini elde etti.
Zira uluslararası ilişkilerde sorunu zamana yaymak, çözümsüzlüğü çözüm olarak yönetmek de bir çözümdür.
Neredeyse şu algı yerleşecek:

Türkiye'nin Suriye sorunu!

***

Başbakan'ın Suriye merkezli ABD gezisine biraz daha geniş ölçekli bakıp, yazının girişinde açtığımız yelpaze ile değerlendirelim.

Günümüzde ülkelerin güvenliği kendi sınırları ile sınırlı değil.
Başta komşularınız olmak üzere dışınızdaki bir ülkede yaşanan gelişmeler doğrudan sizin iç güvenlik sorununuz haline gelebiliyor.
Bunu en iyi bilen ülkelerin başında Türkiye geliyor.
O nedenle sizin de komşularınızı, ortak kurumları paylaştığınız, ilişki içinde olduğunuz ülkeleri dikkate almanız, onlar üzerindeki algınıza özen göstermeniz gerekli.

Türkiye'nin geleneksel dış politikasında şu tür algılar öndeydi:

Güven veren ülkeydik.

Verdiği sözü tutmaya çalışan ülkeydik.

Muhatapların içişlerine karışmamaya özen gösteren ülkeydik.

Dünyanın ortak paydası olan uluslararası kurumların meşruiyetine saygı duyan, kararlarını onaylamasak bile meşruiyeti zedelememeyi ilke edinen ülkeydik.

Kimi eksikliklere, tökezlemelere karşın laik, demokratik, sosyal hukuk devleti tanımını benimsemiş, bulunduğu coğrafyada bunu gerçekleştirmenin zorluğu dikkate alınarak ayrıca saygı duyulan ülkeydik.

20.yüzyılın dünya liderleri arasında yer alan Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkesiydik.

Yukarıda sıraladığımız bütün bu algılarda erozyon var.

Bu, toplam bir erimedir.

Türkiye'nin bu özelliklerini yitirmesi, elbette öncelikle kendi sorunudur.
Ancak böyle bir Türkiye, Ortadoğu'nun parçası haline gelmiş bir Türkiye, bir adım sonra sorunun bir parçası haline gelmekten de öte sorun üretmeye başlar.

Bunların ne olabileceğini etrafımıza dikkatli bakan herkes görecektir.

Bunun küresel yapıya yön verenlerin de işine geleceğini sanmıyorum.
Konunun bu yanı bir yana, asıl sorumluluk bu ülkede yaşayanların üzerindedir.

Cumhuriyet

^^^^^ - vvvvv

Cüneyt Arcayürek: Suçlu Yine Medya!

25 Mayıs 2013

Redhack bilgisayarı, Suriye'de Rakka kentinde El Nusra militanlarınca üç araca bomba düzeneği yerleştirildiğini içeren belgeler açıkladı.

Jandarma istihbaratına ait belgeler arasında bulunan bir nota göre; El Nusra'nın hazırladığı bombalar Türkiye'de kullanılacaktı.

Notun tarihi Reyhanlı'da 51 kişinin ölümüne yol açan iki bombanın patlatıldığı tarihten önceye ait: 25 Nisan 2013!

Dirayetli hükümetimiz koro halinde gerçek failin Şam (Esad) olduğunu savunan açıklamalarında, üstünkörü birkaç cümleyle istihbarat birimlerinin olayı önceden haber alamayışındaki nedeni açıklamak zorunda kaldı:

İstihbarat zafiyeti MİT ile polis arasındaki "ilişki kopukluğundan" kaynaklanıyordu!

Sınırlardan kuş uçurmadığını iddia eden Başbakan ve ilgili hükümet üyeleri, birden patlayan Redhack belgeleri karşısında, o güne değin gerçekleri saptıran beyanlarından nasıl tornistan edeceklerini ve Reyhanlı'daki patlamaların gerçek failinin El Nursa örgütü olmadığını nasıl yalanlayıp yutturacaklarını arpacı kumrusu gibi düşündüler ve…

önce sahneye minareye kılık uydurmakta usta mı usta, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik çıktı.

Jandarma istihbaratının ele geçirip ilgili resmi makamlara gönderdiği belgelerin içeriğinde yatan öğeleri irdeleyip örneğin El Nusra belgelerinde yazılanları doğrulayacağına…

bir jandarma erinin belgelerin fotoğraflarını çekerek sızdırdığını anlatmaya başladı.

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, daha kıvrak üslupla "saldırının muhalif Suriyelilerce yapıldığı olasılığının -da- araştırıldığını" söyledi.

***

El Nusra olasılığının gündeme girmesiyle, Başbakan'ıyla birlikte yürüttüğü Suriye politikası iflas eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu tutabilirsen tut...

Reyhanlı'da bombaların patladığı gün, henüz hiçbir konuda yeterli bilgi, belge, sorumlu kişiler saptanmamış, yakalamamışken Davutoğlu; "Bomba olayının faili El Nusra demek ne demek?
Hayır hayır...
Olayın faili Şam'dır, Esed'dir"
diye ekranlardan sert demeçler verdi…

Ya Nusra belgeleri?
Beş paralık değeri olmayan belgelerdi herhalde…

Bakanı böylesine kızdıran; telaşla, gerçek sorumlu El Nusra değil, Esad'dır Esad, diye ekranlardan bas bas bağırmaya sevk eden neydi?

Şayet aksi belgelenir de Reyhanlı dramını muhalif Suriyelilerin tezgâhladığı ispat edilirse; Davutoğlu'nun zaten iflas eden Suriye politikası, bir kez daha, üstelik bu kez yadsınması olanaksız ağır bir darbe yiyecekti.

Ya daha ilk günden patlamaların sorumlusu Esad'dır diyen Başbakan RTE?

Ha Başbakan mı?
Yalanlarını, olayları saptırmakta kullandığı üsluba sarıldı.

Hükümetin beceriksizliğini, başarısızlıklarını örtmeye ve medyayı suçlu, sorumlu göstermeye gayret eden açıklamalarından birini yaptı.

Suriye ile aramızdaki duyarlı sınırların yolgeçen hanına dönüştüğüne, örneğin patlamayı tezgâhlayanlardan birinin Hatay sınır kapılarımızdan 400 kez Suriye'ye gidip döndüğüne hiç değinmedi.

***

Belgelerin gerçek olup olmadığından söz etmeye yanaşmıyor.
Sanki belgeler yokmuş, medya var olmayan belgeleri yayımlamış gibi…

"İstihbaratın yakından takip ettiği konularda 'şu veya bu nedenle' örgüt yakıştırmalarının sonuç alınmadan açığa çıkarılması sadece örgütlerin propagandasına yarar" diye yine medyayı suçluyor.

Pek çok olayda olduğu gibi, sorumluluğunu örtmek için…

Cumhuriyet

^^^^^ - vvvvv

Ahmet Takan: ANASOL-M hükümetinin İmralı'da yaptığı pazarlık

25 Mayıs 2013

"Muhteşem"in Kızılcahamam kampında yaptığı konuşmanın bir bölümümün tekrarı;

"Terör örgütünün elebaşısı İmralı'ya konduktan sonra bir yandan sorgulama yapılırken bir yandan da terörü sona erdirmek hususunda görüşmeler yapılıyor.
28 Mayıs 1999'da merhum Bülent Ecevit başbakanlığında MHP'nin yani Bahçeli'nin ve ANAP'ın ortaklığında 57.hükümet kuruluyor.
İmralı ile 57.hükümet döneminde de görüşmeler devam ediyor.
Şimdi burada bir parantez açmamız lazım.
Terörün sona ermesi için terör örgütünün ele başlarıyla ilk temas aslında merhum Turgut Özal zamanında gerçekleşiyor ve merhum tam bu sırada hayatını kaybediyor, Allah rahmet eylesin.
Mekanı cennet olsun Erbakan hocamızın Başbakanlığında da, 54.hükümet döneminde aynı şekilde yine temas yoluyla terörü sonlandırma çalışmaları yapılıyor.
Zaman zaman bunu İmralı'nın mektuplarında görüyoruz, okuyoruz.
Ancak 28 Şubat süreci bunu da akamete uğratıyor.

Bunların ardından 56.ve 57.hükümetler döneminde terörü sonlandırmak için İmralı ile görüşmeler yapılıyor.
Arşivler geçmişte yaşananları bütün boyutlarıyla muhafaza ediyor, bunlar elimizde mevcut.
Bakın altını çizerek ifade ediyorum, tıpkı merhum Özal döneminde, tıpkı merhum Erbakan döneminde olduğu gibi 56.
ve 57.hükümet dönemlerinde de İmralı ile temas edilmiş terörün sona erdirilmesi için uzun görüşmeler yapılmıştır.
Bugün istihbarat örgütünün İmralı ile görüşmesinden dolayı bizi kıyasıya eleştiren MHP Genel Başkanı 1999 ve sonrasında yapılan görüşmelerde iktidardadır.
Şu anda AK Parti'ye, bize ağıza alınmayacak hakaretler sarf eden Bahçeli ve arkadaşları 1999'da yapılan görüşmeler nedeniyle aslında bize değil kendilerine hakaret etmektedirler.
Açık açık soruyorum; ey Devlet Bahçeli, hükümet ortağı olduğun dönemde İmralı ile görüşmeler yapıldı bu ihanet midir?
Başbakan Yardımcısı olduğun dönemde İmralı ile müzakereler yapıldı bu bölücülük müdür?
Bizi pazarlık yapmakla suçlayan Bahçeli'ye soruyorum; biz hiçbir pazarlığın içinde değiliz peki siz o dönem hangi pazarlığı yaptınız lütfen bunu bize açıklayın.

İdamın kaldırılması tartışmasına ya da pazarlığına hiç girmiyorum.
Devlet Bahçeli, İmralı görüşmelerinden dolayı birini suçlayacaksa bir zahmet iğneyi kendisine batırsın ondan sonra çuvaldızı başkasına yöneltsin.
.
Bitmedi değerli kardeşlerim, 1999'da MHP'nin iktidar ortağı olduğu, Devlet Bahçeli'nin de Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde İmralı ile yapılan görüşmelerin ardından İmralı örgüte çağrı yapıyor, demokratik cumhuriyet sürecinin başladığını söylüyor.
Bunlar hep kayıtlarda var.
Ülke içindeki terörist unsurların derhal ülke dışına çıkması çağrısı yapıyor.
Türkiye içindeki teröristler sınır dışına çekilmeye başlıyor ama ne oluyor biliyor musunuz, birileri yurt dışına çıkan teröristlere operasyon düzenliyor.
500 terörist etkisiz hale getiriliyor.
Çekilme süreci tam anlamıyla sabote ediliyor.
Yine bitmedi, terör örgütü bu çekilmenin ardından Kandil'de yeniden toparlanmaya çalışırken fırsat değerlendirilmiyor, gerekli adımlar atılmıyor, gerekli tedbirler alınmıyor ve reformlar yapılmıyor.
MHP'nin içinde bulunduğu hükümet adeta terör örgütüne yeniden toparlanması için imkan sağlıyor, fırsat sağlıyor."

Bataklığın içinde çırpınan siyasetçilerin klasik taktiğidir; "çamur at izi kalsın" la kendilerini kurtaracaklarını zannederler...

Cani Öcalan ile ANASOL-M hükümeti döneminde ne görüşülmüştü...
Uzun zamandır peşinde koştuğum haberi nihayet yakaladım.
Hem de 1'inci el kaynaktan.
Fakat, benim de haklı bulduğum gerekçelerinden dolayı kaynağımın ismini yazmayacağım.
Evet, Devlet Bahçeli'nin Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde Öcalan ile pazarlık yapılmış...

Ama neyin?

Devletin giremediği, kontrol edemediği cezaevlerini, terör örgütlerinin yuvası, üssü olmaktan kurtaran 57'nci Hükümetin en tarihi icraatlarından biri olan "Hayata Dönüş" operasyonu öncesinde Öcalan ile pazarlık yapılmış.
Pazarlıkların içinde olan kaynağımla yaptığım görüşmenin en can alıcı bölümünü aynen aktarıyorum;

AHT: ANASOL-M Hükümeti döneminde Devlet yetkilileri İmralı'da Öcalan ile görüşüyorlar mıydı?

K: Evet, görüşmeler oluyordu.

AHT: Pazarlıklar yapılıyor muydu?

K: Evet.

AHT: Neyin pazarlıklarıydı bunlar?

K: Bunları size açıklayamam ama bir tanesini söyleyeyim.
Sizin de bildiğiniz gibi Devlet o döneme kadar cezaevlerine hakim değildi.
Bazı cezaevleri terör örgütlerinin ana karargahı ve üssü haline gelmişti.
Buralara müdahale etmek imkansızdı.
Hayata Dönüş operasyonunun yapılmasına karar verildiğinde Devlet yetkileri İmralı'ya giderek Öcalan ile görüştü.
Teröristbaşına, yapılacak operasyonda
"güvenlik güçlerine cezaevlerindeki PKK'lıların zorluk çıkarmaması için" talimat vermesi istendi.
Sonuçta Öcalan bunu kabul etti.
Daha sonra Öcalan'ın talimatı avukatları vasıtasıyla cezaevlerine iletildi.
Operasyon sırasında da cezaevlerinde bulunan PKK'lılar hiç direnmediler.
Diğerlerinin yanında yer almadılar, kenara çekildiler.
Eğer onlar da direnseler ve çatışmaya girselerdi, operasyon başarıya ulaşamazdı.
Aşağıda farklı ve üstelik yakın tarihlerde, aynı konuda, aynı İslâmcı 'zihinden' ve aynı İslâmcı 'ağızdan' çıkmış ifadeler var.
Bu ifadelerin kime ait olduğunu yazarak malûmu ilan etmemize gerek yok.
Bağımsız bir psikiyatr tamamen objektif kriterlere dayanarak meslekî bir okumayla bahse konu zihin ve ağız arasındaki bağlantısızlığı, rahatsızlığı teşhis edebilir, tedâvisinin ise pek mümkün olduğunu sanmıyorum, bana kalırsa 'umutsuz bir vak'a…' ile karşı karşıyayız…

OCAK 2009: "One minute, one minute..(kulaklık çıkarılır ve devam eder), Sn.Peres, benden yaşlısın, sesin çok yüksek çıkıyor, biliyorum ki sesinin bu kadar yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir.
Benim sesim bu kadar yüksek çıkmıycak, bunu da böyle bilesin, öldürmeye gelince, siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz, plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum…"

OCAK 2009: "Herhangi bir şekilde, ne İsrail halkını, ne Cumhurbaşkanı Peres'i ne de Musevi halkını hedef aldım, benim tabii ki tavrım moderatöre olmuştur, toplantı moderatörüne karşı bir tepki ortaya koydum…"

OCAK 2009: "Türkiye'nin Orta Doğu'da bir görevi var, nedir o görev, biz Geniş Orta Doğu Projesi'nin eş başkanlarından bir tanesiyiz..
Özelikle Diyarbakır'a çok farklı bakıyorum, Diyarbakır istiyorum ki şu anda Amerika'nın da düşündüğü Büyük Orta Doğu Projesi var ya, bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir.
Bir merkez olabilir…"

AĞUSTOS 2009: "Ellerine bir kağıt almış dolaşıyorlar, Amerika'nın bir projesi dediler, bunu ispat ederlerse biz her şeye varız, ama ispat edemezlerse, alçaktırlar namussuzdurlar…"

TEMMUZ 2009: "Buna ister Kürt sorunu deyin, ister doğu sorunu deyin, güneydoğu deyin, isterseniz son olarak adlandırdığımız Kürt açılımı diyelim, ne dersek diyelim, bunun üzerinde bir çalışmayı başlattık…"

OCAK 2013: "Tutturmuşlar bir şey Kürt sorunu, ben Kürt sorunu diye bir şey tanımıyorum…"

ARALIK 2010: "Değerli arkadaşlarım, benim milletimin dili tektir, bu Türk milletidir…"

MAYIS: 2012: "Ben tek dil demedim, benim hiçbir yerde böyle bir ifadem yoktur.
Tek din dedim, dil değil din…
din…"

MART 2011: "Şahsen böyle bir sorumluluğun altına Tayyip Erdoğan olarak giremem çünkü, parası olan var parası olmayan var, parası olan bastıracak parayı askerlikten kurtulacak, ee parası olmayan da gidecek askerlik yapacak…

Kimlerle görüştüysem ben, kenar köşedeki, izbe yerlerdeki vatandaşım, onlar hiç bu işe sıcak bakmıyor…"

KASIM 2011: "Şu anda çalışmalarımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz, bu hafta olmasa bile önümüzdeki hafta, bedeli askerlik ile ilgili yasayı çıkarmış olacağız…"

ŞUBAT 2011: "NATO, Libya'ya müdahale etmeli midir?
Böyle saçmalık olabilir mi ya?
NATO'nun ne işi var Libya'da?"

MART 2011: "NATO, Libya'nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir…"

AĞUSTOS 2010: "AKP Parti hükümeti hiçbir terör örgütüyle masaya oturmaz, müzakere yapmaz terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık, hiçbir zaman da oturmayacağız, aksini ispat edemeyen, müfteridir, şerefsizdir…"

ARALIK 2012: "Adayla görüşme yaptırırız, kimlerle, bu işlerle görevli olan elemanlarımız vasıtasıyla.
Halen de bu görüşmeler var…"

ŞUBAT 2012: "Burada hepsi farklı farklı görüştüğümüzde dedikleri şey şu: İmralı ne derse biz onu yaparız, şu anda İmralı, beklentilerimize cevap verecek noktaya doğru adımlarını atıyor…"

EYLÜL 2012: "Şimdi terör ile kim iç içe, bu önemli, terör ile içe içe olanla neyi konuşacağım, teröristle yanak yanağa olan sarmaş dolaş olan bir eş başkanla nasıl olup da ben konuşacağım?
Ben bununla konuştuğum zaman bu ülkedeki şehit anneleri, bir Başbakan olarak böyle beni onlarla masada gördüğü zaman, onlar ne der?
Kusura bakmayın ben bir tane şehit annesinin gözyaşını bunların hiç birine değişemem…"

AHT: Bunun karşılığında Öcalan'a hiçbir şey vaat edilmedi mi?
En azından cezaevi koşullarında iyileştirmeler falan gibi..

K: Hayır.
Kesinlikle böyle bir şey olmadı.
O günlerde Öcalan kuzu gibiydi.
Daha havalanmamıştı.
Çok hasret olduğu bir bardak sıcak çay içmesine bile imkan verilmedi.
Devlet yetkilileri ile görüşürken kafasını kaldıramazdı.
Yalnızca kendisini ziyarete gelen avukatlarına diklenirdi.

Yeniçağ

a45UyF587661-201305250955-15
^^^^^ - vvvvv


--
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Ab initio
Baslangictan

Latince Atasozleri
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder