21 Mayıs 2013 Salı

15-BASINDAN - 2


İlhan Tanır - Erdoğan'ın Washington Ziyareti Bilançosu

İlk kez 2012'nin Kasım ayında, Obama'nın ikinci kez başkanlığa seçilmesinden hemen sonra Erdoğan kameralar önünde Obama'yı ziyaret etmek istediğini açıklamasıyla gündeme giren Washington yolculuğu geçen hafta tamamlandı.
Washington'da üç gün boyunca izlediğim Erdoğan ve heyetinin ziyaretinin, Türkiye'nin bazı zor dış politika problemlerinin çözümünde ilerlemeye yardım ettiğini söylemek beklenenden güç olabilir.

Suriye:

Gezinin bir numaralı dosyası Suriye konusunda uluslararası arenadaki en önemli sonraki adım 'Cenevre 2' konferansı.
Cenevre Bildirgesi olarak adlandırılan ve Esad rejimini bir değişim sürecine çekmeyi amaçlayan diplomatik çalışma ilk kez geçtiğimiz yılın Haziran ayında ortaya çıkmıştı.
Erdoğan, Washington yolunda uçağa binmeden önce yaptığı basın toplantısında, Cenevre'nin yeniden hayata kavuşturulmak istenen ikinci versiyonunu ''ipe un sermek'' olarak gördüğünü söylemişti.
Erdoğan, Beyaz Saray görüşmeleri sonrasında ise 'Cenevre 2' sürecini en uygun çözüm yolu olarak gördüğünü açıkladı.
Erdoğan, Brookings Institution'da yaptığı konuşmada bir soru üzerine, bunun nedeni olarak kendi fikrinin değiştiğini açıkça ifade etmesi dikkat çekici oldu.

Washington'a gelmeden önce Erdoğan ayrıca Amerikan NBC televizyonuna özel bir mülakat vererek, Amerika'nın öncülüğünde bir uçuşa yasak bölge kuruluşuna destek vereceğini açıklamıştı.
Bu aslında mülakattan önceki günlerde Türkiye'den bazı diplomatik kaynakların ve yine Ankara hükümetine yakın olarak bilenen bazı analistlerin verdiği bilgiyle uyuşmuyordu.

Bu iki farklı Suriye çıkışının iki nedeni olabilir.
Bir tanesi Erdoğan bu iki noktada son gelinen ve BM Güvenlik Konseyi yolunu benimseyen Suriye politikası hakkında iyi bilgilendirilmemişti.
İkincisi ise, Erdoğan isteyerek Obama'ya karşı bir baskı kurmak istedi.
Bu baskının ters dalgada kürek çekmek anlamında olduğunu bilmiyor olabilir miydi?

Nedeni ne olursa olsun, Başbakan Erdoğan uçuşa yasak bölge ile ilgili sorulan soruya yine Brookings'de cevap verirken, bu kez BM Güvenlik Konseyi kararını tek adres olarak gösterdi.
Arap Liginin daveti ile ABD liderliğinde bir koalisyon gibi dolambaçlı yola referans dahi vermedi.
Bilindiği üzere BMGK yolu, Rusya'nın vetolarıyla kapalı.

Başbakan Erdoğan, yine gezinin son günü AK Partiye yakınlığıyla bilinen Seta Vakfının Washington temsilciliğinin organizesi ile bir konuşma daha yaptı.
Bu konuşmasında da Erdoğan bir gün önce Suriye uçuşa yasak bölge olarak tek adres olarak andığı BMGK'yi adaletsizlik ve işlersizlikle suçladı.
Oldukça genel ve popüler eleştiriler kullanarak da bu yapının değişmesi gerektiğinden bahsetti.
Suriye rejimi yerine BMGK'nın yapısı hedef alındı.

Cenevre Bildirgesi, yapılışından on ayı aşkın bir süre sonra ABD Dışişleri Bakanı Kerry tarafından geçtiğimiz haftalarda hatırlanıldı ve Kerry Rus muhatabı Sergei Lavrov'u ziyaret ederek, önceki süreci Cenevre 2 şeklinde yeniden hayata döndürülmesine imkan tanındı.
Cenevre Bildirgesi Esad rejiminin bir süreç sonucunda bir ''değişim yönetimine'' görevlerini devretmeyi öngören bir bildirge.
Ne var ki Rusya ve ABD hiçbir zaman Esad'ın ne zaman ve nasıl görevini bırakacağı noktasında anlaşamadı.
İkinci Cenevre'ye gelince, Esad'ın kaderi hakkında halen Rus ve Amerikan taraflarının tam olarak anlaşabildikleri görülmüyor.
Buna rağmen yine muğlak ifadelerle bir geçiş döneminden bahsediliyor.
Bu konferans Kerry tarafından tam da Erdoğan ziyaretinin sonrasına organize edilebilmiş olması belki sadece bir şanssız tesadüftü.
Erdoğan'ın Obama'dan daha aktif olmasını isteyeceği bir ziyarette, Amerikan tarafı Cenevre sürecini baltalayacak veya zayıflatacak en ufak bir retorik duymak istemediklerini çok daha kolay anlattılar.
Hatta Erdoğan da, Beyaz Saray görüşmeleri sonrası Cenevre 2 sürecini destekleyen demeçler verdi.
Obama ayrıca Erdoğan'dan Suriyeli muhalifleri Cenevre 2'ye katılması için yardımını beklediğini söyledi.

Bazı Türk diplomatik kaynaklar ise, Türk delegasyonun sadece diplomasi ve Dışişleri Bakanlığında zamanlarını geçirmediklerini söylediler.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Savunma Bakanı İsmet Özel ve MIT müsteşarı Hakan Fidan, Pentagon'u ziyaretlerinde yaklaşık bir saati aşkın bir süre boyunca ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel ve diğer bazı üst komuta kademeleriyle Suriye'de askeri alternatifleri tartıştı.
Yine görüşmeleri çok yakından izleyen bir başka diplomatik kaynak ise Cenevre 2'yi 'son şans' olarak tanımladı.
Ayrıca Erdoğan, Esad'ın artik Suriye içi gelişmelerde kontrolü olmadığını ileri sürerek Rusya'yı bir anlamda bu süreçten sorumlu tuttuğunu ifade etti.
Her iki liderin de Rusya'ya Cenevre sürecinde baskısının artıracağı bu açıdan tahmin edilebilir.

Sonuçta Türkiye, Suriye konusunda duymak istediklerini Amerikalı muhatabından işitemedi.
Ama kendi endişelerini çok detaylı olarak toplam 13-15 saati bulan görüşme maratonlarında sivil ve askeri muhataplarına ilettiğini düşünüyor.
Türkiye, ABD'yle birlikte demokrasi ve özgürlük temellerinden yola çıkan Suriyeli muhaliflerle bu ideallerini gerçekleştirecek bir ortaklığın bölge için önemine vurgu yaptı.
Bu gerçekleşmediği takdirde, Katar ve diğer bazı ülkelerden Suriye içindeki aşırı elementlerin güçlendirilmeye devam edileceği, diğer taraftan da İran ve Hizbullah'ın etkinliğine karşı Al Kaide'nin rekabetinin yaşanacağı bir Suriye kabus senaryosu gösterildi.
Bu ihtimallerin ne demek olduğu Amerikalı muhatapların kafalarına kazınmaya çalışıldı.

İsrail-Gazze

Beyaz Saray'da Perşembe sabahı heyetler arası yapılan görüşmeden sonra iki lider Gül Bahçesine çıkarak basının sorularını cevaplandırdı.
Bu esnada İsrail ile normalleşmenin nasıl gittiği ve Erdoğan'ın halen Gazze'ye gidip, gitmediğini soran gazetecinin sorularından Erdoğan sadece Gazze kısmına cevap verdi.
Bu cevapta yine ilk kez Erdoğan sadece Hamas'ın hakim olduğu Gazze'ye değil, El-Fetih'in hakim olduğu Batı Şeria'ya da gideceğini söyledi.
Üstüne bastığı başka bir konu ise, bu gruplardan hiçbirini, diğerinden üstün görmediği idi.
Bu iki grubun bir birleşik ses haline gelmesi gerektiğini de sözlerine ekleyen Erdoğan, bu çerçevede Quartet'in şartlarının Hamas tarafından da kabul edilmesi noktasında rol oynaması ve Hamas'a bazı baskılar yapması söz konusu olabilir.

Gazze konusunda Amerikan ve İsrail pozisyonuna yaklaşan Erdoğan, bu basın toplantısından bir gün sonra yapılan Seta Vakfının toplantısında ise İsrail'e karşı şahin görüntüsünü koruduğunu gösterdi.
Filistinlilere karşı ''işgal, baskı ve korku taktiklerine'' başvurmakla suçladığı İsrail ile normalleşmenin ancak Gazze'ye konulan ablukanın kaldırılması ile gerçekleşeceğini söyledi.
Ayrıca Erdoğan İsrail ile normalleşme sürecinin henüz başında olduklarını hatırlattı.

Kısacası Erdoğan, Suriye konularında istediği ve beklediği sözleri Obama'dan duyamadı.
Onun yerine Cenevre 2 diplomasi yolunda kendi söylemini Obama'ya yaklaştırdı.
İsrail ile normalleşme yolunda ise Obama Erdoğan'dan beklediği değişimi göremedi.(…)

İlhan Tanır, ORSAM Danışma Kurulu Üyesi, Vatan Gazetesi Washington Temsil

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4494

http://www.yenidenergenekon.com/347-erdogan-obama-gorusmelerinde-dis-politika/

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Hasan DEMİR - Erdoğan'a jübile!

hasandemir54@hotmail.com.
20 Mayıs 2013tr

Erdoğan'a ABD ziyareti sırasında Obama tarafından, Libya lideri Kaddafi'ye İtalya ziyaretinde Berlusconi'nin ağırlaması gibi, "Kıskananlar çatlasın" türünden bir ağırlama yapıldı.

Bu muhteşem karşılama ve ağırlama, programda olduğu gibi Erdoğan bir "alt protokolden" olan "öğle yemeği" ile geçiştirilseydi, biz bu yazıyı yazmayacaktık.
Amma öyle olmadı, Erdoğan'a İngiltere Kraliçesi'ne denk bir protokolle, "akşam yemeği" verildi ve oradaki görüntü bize, "Bu bir jübile" fotoğrafı dedirtti.

Bir ülke başbakanının jübilesini ancak o ülke halkı yapar, ABD değil diyenleriniz olabilir.
Bu, normal şartlarda böyledir.
Siz Türkiye'nin, dünyanın ve ABD'nin normal olduğunu söyleyebilir misiniz?

Sonra, ABD'ye bu değeri atfeden biz değiliz, bizzat Erdoğan ve çevresi.
"Süpürmeyin, kullanın"ı biz demedik.
Bize Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı için böyle bir sözü (hiç sevmediğimiz kişi bile olsa) işkence ile bile söyletemezler.

Çünkü bu "Türkiye'yi kullanın" demektir.

Evet, ABD'ye atfedilen değerin anlaşılması için TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi Prof.Dr.İdris Bal'ın bir canlı yayında yaptığı şu değerlendirme de epey ipuçları ile dolu.
Spiker, "Daha önce de Özal'a uygulanan protokole benzer bir protokol" hatırlatması yapınca AKP'li Bal, bakınız neler diyor:

"-Cumhurbaşkanı iken ölmesine rağmen Özal'ın cenazesine Başkan ve Başbakanlar düzeyinde, yahut Dışişleri Bakanı düzeyinde bir katılım olmadı.
Obama Devlet Başkanı olunca ilk ziyaretini Türkiye'ye yapmıştır."

Ziyareti ziyaretle değil, ziyareti cenaze törenine katılım ile tartıp, "ABD, Erdoğan'ı Özal'dan daha fazla seviyor" demenin izahını artık sizlerin izan ve vicdanınıza bırakıyoruz.

Biz bu ziyaret öncesi, "Obama, Erdoğan'ı çok üzecek. Erdoğan Türkiye'ye döndüğünde çok sinirli olacak" demiştik.

Dediğimiz gibi oldu.
Obama, Erdoğan'ın Suriye ile ilgili bütün önerilerini reddetti.
Reddetmekle kalmadı, Erdoğan'ın desteklediği isyancılardan "el Nusra"nın "Terör örgütü" sayılmasını Erdoğan'a bile kabul ettirdi.

Erdoğan "Bugüne kadar mülteciler için 1,5 milyar dolar harcadık" diyerek âdeta, "Sen de elini taşın altına koy" diyerek Obama'nın merhametine sağındı, Obama ise, "Benim Suriyeliler için harcanacak param yok" dedi.
Erdoğan, o çok özlediği Obama'nın sesinden Suriye üzerinde "uçuşa yasak bölge" duymak istiyordu;o da olmadı.

Velhasıl yiyip içirerek nefsini ve gururunu okşayarak Erdoğan'a bir güzel "güle güle" çektiler.
Erdoğan da öfkesini Kılıçdaroğlu'ndan çıkartmaya başladı.
Avrupa'da kendisini Esad'a benzetti diye soluğu mahkemede aldı.
Oysa Kılıçdaroğlu aynı şeyi Türkiye'de en az 50 defa yapmıştı da Erdoğan mahkemeyi aklının ucundan bile geçirmemişti.

Gezinin Türkiye için değil Erdoğan için fiyasko olmasını yandaşları bile gizleyemediler ve elle tutulur bir şeymiş gibi görünen ABD ile "Serbest Ticaret Anlaşması" için görüşmelere başlanmasını, "Türkiye istediğini aldı" diye pazarlayarak bu fiyaskoyu örtmeye çalıştılar.

Oysa ortada alınan bir şey yok.
Sadece "görüşme" ve "heyetlerin kurulması" var.
Yani işler komisyona havale edildi.
İnşallah bu sefer netice alınır diyelim.

Niçin "inşallah" niçin "bu sefer" diyoruz?
Hafızamız bizi yanıltmıyorsa aynı konuda ABD ile bundan daha ileri bir adım, 2009 yılında atılmış, bir netice alınamamıştı da onun için.

Evet, ABD, Erdoğan'ın jübilesini yapmıştır.
Erdoğan ve ekibi bu jübile için, "Biz bunu bir dostluk maçı olarak kabul ediyoruz" algısı yaymaya ve "Sizin için yapabilecek daha çok şeyimiz var" mesajları vermeye çalışıyorlar.

Yenişafak'taki bir köşe yazısından öğrendiğimize göre bunun adını, "üretken ortaklık" koymuşlar.
Nasıl pazarlanırsa pazarlansın bunun asıl adı;
"Biz, ABD için bölge ve diğer İslâm ülkelerinde hâlâ yeni projeler üretebilecek ve ürettiğimiz projelerde ABD adına önemli roller üstlenebilecek kapasitedeyiz"den başka bir şey değildir.


http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=26829

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Ahmet Kılıçaslan AYTAR - PAYLAŞIMIN DENGELENMESİ DÖNEMİNDE ESAD VE ERDOĞAN

Samsun'da 19 Mayıs büyük coşku ile kutlandı.

Türkiye'nin her yerinden gelen binlerce insan Atatürk'ün Samsun'a gelişini sembolize eden bayrağın,Kurtuluş Yolu'daki Bandırma Vapuru'nun simgesi iskeleden karaya çıkarılmasını izledi.

Anıt Park'ta Atatürk Anıtı'nda düzenlenen törenden ve -mesela,Samsun Sanat Tiyatrosu oyuncularının,Atatürk ile 18 silah arkadaşının heykellerinin bulunduğu alanda 19 Mayıs 1919 'daki karaya çıkışı canlandırmalarının ardından,

Türk Bayrağı altında yol boyunca Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlılık ve Recep Tayyip Erdoğan'a hiddet ifade eden sloganlar eşliğinde yüründü.

Recep Tayyip'in akıbeti en çok konuşulan,tartışılan ve merak edilen konuydu -ki doğrusu,halkın Başbakan ile ilgili duyguları,düşünceleri ve dilekleri pek fenaydı...

*

ABD'nin hem egemen olduğu uluslararası hukuk düzenini sürdürmek ve küresel tek pazarını oluşturmak,hem de İsrail'in güvenliğini İslamcı tehditlere karşı sağlamak ve itikadi hedefleri önündeki engelleri kaldırmak üzere sürdürdüğü her günü sayısız insanlık dramı ile süren,Büyük Orta Doğu projesi kapsamındaki savaşımı yeni bir sürece evrilmiştir.

ABD, Rusya ile Orta Doğu'da kesişen çıkarlarında ayrışmanın bölgeye barış getirmeyeceğini görmüş -bilhassa,Suriye'nin dağılması halinde radikal örgütlerin ne denli tehdit oluşturacağını anlamış ve ülkenin dağılmaması için tarafların BM arabuluculuğunda müzakere masasına oturmasına destek vermiştir.

*

Teminen ABD krizin çözümü önüne koyduğu "Esad'sız çözüm" rezervini kaldırmıştır.

Esad'sız çözüm tek kutupluluk, Esad'lı çözüm ise müzakere temelli çok kutupluluğu temsil ediyordu.

Rezervin kaldırılmasıyla ABD ve Rusya'nın liderliğinde Suriye İç Savaşında Cumhurbaşkanı Esad'ın Uluslararası Ceza Mahkemesine sevkedilmesine karşılık muhalif unsurların ve destekçileri Başbakan Erdoğan ile Türkiye'nin de bu suça iştirakte olduğu iddiasının taraflarca kabul edildiği,

Bu suretle, müzakerelerde hükme bağlanan çoğulcu parametrelerin uluslararası sistem ağlarına yansıtılacağı anlaşılıyor.

*

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin görevine başladığındaki konuşmasında "Başkan Esad'ın hesaplamasını değiştirmek zorundayız.
Şimdi Esad orada İran'dan, Hizbullah'tan, Rusya'dan gelen destekle, cephanesiyle, ordusuyla oturuyor.
Ve hava gücünü, Scud füzelerini, tanklarını kullanarak savaşmaya devam edebileceğine inanıyor.
O yüzden bu denklem bir şekilde değişmeli.
Bunu hepimiz biliyoruz" ifadesiyle işaret ettiği,

ABD 'nin krizin çözümünde ilk seçeneğin siyasi yol olduğu, üzerinde anlaşmaya varılmış bir geçiş hükümeti ve sonrasında yeni liderliği belirleyecek seçimleri öngördükleri, bunun gerçekleşmesi için muhalefete destek verileceğinden bahsetmesi üzerinden çok zaman geçmemiştir.

*

Bu sırada,ABD dünyaya düşünce ve inanç özgürlüğü vaadinin hilafına Türkiye ve İslam ülkelerinde Eşbaşkan Erdoğan vasıtasıyla dehşet bir samimiyetsizliği sürdürmekte,

Din akla- bilime ve vicdan- düşünce özgürlüğü esasına dayanmasına rağmen İslam dininin demokrasiye aykırı olmadığı savından geliştirilen -o yüzden,yalnızca yıkım,kan ve gözyaşının amili olan "Ilımlı İslam" konsepti işletilmekte - sonuçta, onca yıl sonra İslam ülkelerinde her yerde,her koşulda birer pıtrak gibi oluşan radikal kişiler ya örgütler dünyayı tehdit etmektedir...

*

Şimdi coğrafyasında İsrail'e sağlam bir güvenlik ve istikrar oluşturmak için tarafların Suriye'yi iç savaşa götüren unsurlar ve amilleri konusunda sonuç çıkarmaları, sonuçların BM'de temsil edilen uluslarararası hukuka ve uluslararası sistem ağlarına yansıtılmaları gerekiyor.

Taraflar Suriye İç Savaşının amili olarak Cumhurbaşkanı Beşir Esad ile muhalif güçlerin destekçisi Başbakan Tayyip Erdoğan'ı taraf olarak algılıyor.

Yeni Suriye oluşturulmasını teminen bu ikisinin şahsında BM'nin temsil ettiği hukukun nasıl ihlal edildiği, müeyyideleri ve bir kez daha bunlara meydan vermemek üzere içtihadlarının uluslararası sistem ağlarına yansıtılacağı müzakereler süreci başlıyor.

*

Bu sırada İsrail'in güvenliği ve istikrarını temin etmek için müzaker sürecine paralel olarak,

Erdoğan'ın -bilhassa, radikal örgütlerin beslenmesine,eğitilmesine ve tüm silahların depolanmasına izin vererek terörist yuvası haline getirdiği sınır bölgelerinde;

Nasıl kontrol edileceği,nasıl tasfiye edileceklerine dair de bir plan bulunmuyor.

*

ABD ve Rusya gerek ekonomik gerekse siyasi alanda hem bölgelerinde hem de küresel bazda artan güçleri beraberinde yeni askeri ve ekonomik birliktelikleri ortaya çıkarmaya,tek kutuplu siyasi sistemin çok kutupluluğa dönüşmeye-yazmasıyla yeni bir küresel dengenin oluşmasına yol açmıştır.

*

Türkiye radikal terör örgütlerinin kuşatmasındadır ama Suriye Cumhurbaşkanı Beşir Esad kadar Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yeni süreçte işgal edecekleri bir statü bulunmuyor, misyonlarının bittiğine karar verilmiştir -ki,bu İsrail'in bölgedeki güvenliğini belirleyen unsurlardan biri olan Kürd ve Kürdistan sorunları ötesinde "Barış"anlamına geliyor...

21.5.2013

Ahmet Kılıçaslan AYTAR

ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Esad'ın Erdoğan'dan 10 farkı

CHP Genel Baskani Kemal Kilicdaroglu'nun Basbakan Erdogan'i Suriye Cumhurbaskani Besar Esad'a benzetmesi, Avrupa Parlamentosu (AP) Sosyalist Grubu'nda kriz cikardi.
AP Sosyalist Grup Baskani Hannes Swoboda toplantiyi terk etti ve Kilicdaroglu'yla yapacagi bas basa gorusmeyi iptal etti.

Swoboda twitter uzerinden "CHP liderinin, benim davetlim olarak, Turkiye Basbakani Erdogan'i Esad'la kiyaslamasini kabul edemem.
Bu kabul edilemez" mesaji yayimladi.(Hurriyet, 16 Mayis 2013).

Esad ABD'nin hedefi, Erdogan ise askeri

Iki gundur herkes Kemal Kilidaroglu'na yukleniyor.
Agzina mikrofon uzatilan, "Kilicdaroglu nasil olur da Basbakanimizi bir diktatorle ayni kefeye koyar" diye kopuruyor.

Biz de Kilicdaroglu'nun benzetmesini yanlis buluyor ve Erdogan ile Esad'in ayni kefeye konulamayacagini dusunuyoruz.
Iste nedenlerimizde bazilari:

1.Esad vatanini savunuyor.
Erdogan ise baskasinin vataninin (ABD) cikari icin komsusunun vatanina goz dikiyor!

2.Esad halkini terorden ve emperyalist baskilardan koruyor.
Erdogan ise Suriye'de teror estiren gruplara acik destek veriyor.

3.Esad ABD'nin hedefi, Erdogan ise ABD'nin askeri.

4.Esad, ulkesini NATO saldirisindan korumaya cabaliyor.
Erdogan ise NATO'yu Suriye'ye mudahaleye cagiriyor.

5.Esad bolgenin cikarlarini, Erdogan ise ABD'nin bolge cikarlarini savunuyor.

6.Esad bolgede baris istiyor, Erdogan ise savas.

7.Esad bolge ulkeleriyle ayni cephede, Erdogan ise Atlantik cephesinde ve bolge ulkelerine karsi siperde.

8.Esad mazlumlar dunyasinda, Erdogan ise zalimler dunyasinda konumlaniyor.

9.Esad Israil'e karsi, Erdogan ise dost.
Esad, Israil'e karsi topraklarini savunuyor, Erdogan ise Kurecik Radari ile Israil'e kalkan oluyor.
Israil Esad'a bomba atiyor, Erdogan'a "cesaret madalyasi" takiyor.

10.Esad, ABD'nin komsusu Irak'a saldirmasina karsi cikti, Erdogan destekledi.
Esad Bati'nin Iran'i hedef almasina karsi duruyor, Erdogan Bati'nin Iran dusmanligina ortak oluyor.

Ulkesini sIkayette, lider Erdogan'dir!

Ulkesinin basbakanini yabancilara sIkayet ettigi icin Kilicdaroglu'na kizan Sabah'in basyazari Mehmet Barlas dun kosesinden soyle sesleniyor:
"Yine de sukredelim.
Ya dun Beyaz Saray'da Obama ile Basbakan Erdogan yerine ana muhalefet lideri olarak Kilicdaroglu gorusseydi.
Mesela Turkiye'deki rejimin Suriye'deki Esad rejiminden daha baskici oldugunu soyleyip, Obama'ya 'Artik bir seyler yapmalisiniz' deseydi."

Erdogan'in iktidar oldugu 10 yil boyunca ulkesinin yetkililerini, ozellikle Turk subaylarini ABD'ye kac kez sIkayet ettigini anlatmaya, kuskusuz bu kose yetmez.

Ama ozellikle birini vurgulayalim:
Ergenekon Operasyonu'nun dalga dalga buyutulmesi ve Turk subaylarinin esir edilmesi karari, Erdogan'in 5 Kasim 2007 tarihinde Bush'u ziyaretinde alindi.
Bunu Erdogan ve Gul'un kader arkadasi Fehmi Koru'dan ogreniyoruz.(Kanal 7, 28 Ocak 2008 ve Yeni Safak, 1 Subat 2008).

Emperyal sol: Sosyal demokrasi

Bu meselenin umariz bir yarari olur ve CHP, Bati Sol'unun yani sosyal demokrasinin ne oldugunu gormus olur.
Ataturk'un 6 Ok'u yerine Bati'nin sosyal demokrasisine sarilan CHP, umariz o tur bir Sol'un ezen-ezilen celismesinde nerede yer aldigini bu olaydan hareketle kavramis olur.

Yuz yil once buyuk paylasim savasina (1.Dunya Savasi) imza atan sosyal demokrat hukumetlerin yonettigi Avrupa ulkeleri, gelenegini surduruyor.
Yugoslavya'nin parcalanmasinda, Irak'in isgalinde sosyal demokrasinin emperyalizme acik destegi vardi.

Bugun de Avrupa sosyal demokratlari, Libya'yi, Suriye'yi ve Iran'i hedef almayi surduruyor!

Mehmet Ali Güller

Aydınlık

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Süha Umar - Kardeşim Davutoğlu...

Yaşça da meslekte de ağabeyiniz sayılırım.
Biliyorum dış ilişkilere meraklısınız.
Kitap da yazmışsınız.
Uzun cümleleriniz nedeniyle kolay olmadı ama okudum.
Ama korkarım siz dış politikaya hâlâ çok uzaksınız.
Ancak size hayranlık duymamak da elde değil.
Konuya bu kadar uzak olup bu kadar bildiğini zannetmek, bu kadar "bilmeden uygulamaya kalkmak" az cesaret değil.
Görüyorsunuz, bildikleriniz doğru, hele uygulanabilir hiç değil!

Hemen kızmayın!
Kaybettikçe sinirlenmek normal olsa da "oyun kuran", "dünyaya akıl veren" devlet adamı sinirlenmez.
Bu diplomasinin de ilk kuralıdır.
Korkarım siz bunu da diplomasi dilini de bilmiyorsunuz.

Bosna Hersek için oy istediğiniz NATO ülkelerinin bakanlarını "katliam" ve "soykırım"la suçlamak olmaz!
Size oy verse, döndüğünde işinden olur.

AB, Türkiye'nin Suriye konusundaki tutumunu "anlayışla karşıladığını" söylerken, "Susun, Türkiye başını derde soksun" diyor!

Hepimiz dine saygılıyız.
Farkımız, biz dini devlet işine karıştırmayız.
"Batılı" bizim için "gâvur" veya "kâfir" değil, sadece örneğin, "Amerikalı, Fransız, Alman vs"dir.
Din gözlüğüyle bakınca bu devletlerin dış politikasını anlayamıyorsunuz.
Hepsi "Hıristiyan"dır ama esas olan "ulusal çıkar"dır.
"Tartışmaya açılmalıdır" dediğiniz "ulusalcılık", Batı'nın önde gelen ilkesidir.
Gerektiğinde AB içinde bile herkes bildiğini okur.

Batılı meslektaşlarınız adam kullanmak konusunda çok beceriklidirler.
"Ahmet, şu bizim İran'da tutuklu gazetecilerimizi kurtarıver!"
derler ama sizi Ortadoğu konusundaki toplantılara davet etmezler.
Hinoğlu hinler, hem adamlarını kurtarırlar hem de sizi, "Batı'nın adamı" durumuna düşürüp, bir taşla iki kuş vururlar.

Korkarım siz Ortadoğu'yu da bilmiyorsunuz.
"Osmanlı", Ortadoğu'da en "Türk dostu!"
ülkelerin bile korkulu rüyasıdır.
Yöneticilerinin çoğu kendilerini Peygamber sülalesine bağlarlar ama sizi bu bile kurtaramaz.

Ortadoğu'ya asker göndermeye kalkışıyorsunuz!
Tarih de bilmiyorsunuz.
Osmanlı atalarımız bölgeyi, altı yüz yıl, üç beş subay ve bir avuç askerle yönetmişlerdi.
Arapların aralarındaki sorunlara karışmayarak, bölgeye yeni düzen vermeye çalışmayarak.
Siz Suriye ile İsrail'in arasını bulmaya, Müslüman Kardeşler'i iktidara getirmeye, ülkeleri kimin yöneteceğine karar vermeye, Hamas ve Meşal'i desteklemeye kalkışıyorsunuz!
Müslüman Kardeşler başa gelince Türkiye'yi lider mi seçecekler?
Böyle olmayacağını daha şimdiden aldıkları tavırdan, sözlerinden anlayamıyor musunuz?

Türkiye'nin yaşamsal çıkarına aykırı olduğunu çocukların bile bildiği, İran'ın nükleer programına zaman kazandırıyorsunuz.
Yanınıza aldığınız Brezilya, Suriye'de, Rusya ve Çin ile birlikte size ters düşüyor!

Balkanlar'ı dağ-bayır bildiğinizi söylüyorsunuz!
Dağ bayır bilmek çobanlarla avcıların işidir.
Dışişleri bakanlarının tarih, sosyoloji, kültür vs.
bilmesi gerekir.
Balkanlar'ı bilseydiniz, Saraybosna'da, "Balkanlar'da Osmanlı Mirası" konuşması yapar mıydınız?
Balkanlar'da da en korkulan düşüncenin "Osmanlıcılık" olduğunu bilmeden bölgeyi nasıl bileceksiniz?
Unutmayın, siz o konuşmayı, Prof.Dr.Davutoğlu olarak değil, Türk Dışişleri Bakanı olarak yaptınız.
Aradaki farkı göremiyor musunuz?

Balkanlar'ı bilseydiniz, bizim Diyanet İşleri Başkanı dururken, Batı tarafından "Avrupa Müslümanlarının lideri" olarak sunulan, El Ezher çıkışlı, ABD-AB destekli Bosna Müftüsü Mustafa Ceriç'i desteklemezdiniz.

Balkanlar'ı bilseydiniz, her türlü tehdide en açık, Batı'nın ilk fırsatta eritilmesinden yana tavır koyacağı Boşnakları kendi elleri ile yok olmaya götürecek olan "Bosna Hersek, Karadağ ve Sırbistan Boşnaklarının tek bir devlet kurmaları" söyleminin takipçisi, her yönden kuşkulu bir Sancak Müftüsü üzerine politika kurmazdınız.
Son iki yıldır, Batı Balkan politikasını Diyanet İşleri Başkanı'na bırakmazdınız.

Kitap yazarken masa başında ahkâm kesmişsiniz!
Dışişleri Bakanı olduktan sonra da Büyük Arnavutluk projesinin sadece Balkanlar'da değil, bütün Avrupa'da herkesin tüylerini diken diken ettiğini anlamadınız mı?
Sizce Batı, Kosova'da neden Sırp azınlığı bıraktı?

2008'e kadar sırt çevirdiğiniz Sırbistan'ın, Türkiye'nin "doğal müttefiki", Boşnakları korumanın koşulunun bu ülke ile iyi ilişkiler kurmak olduğunu hiç düşünmediniz mi?
Sırpların Bosna'da yaptıklarının insanlık açısından yüz karası olduğu, unutulmayacağı tartışmasızken, "devlet adamı"na düşenin, "bir daha tekrarlanmaması için önlem almak" olduğunu da mı bilemediniz?
Kimse size, Osmanlı'nın/Sokollu'nun, Yunan Ortodoks Kilisesi'ni, Sırp Ortodoks Kilisesi kurarak nasıl dengelediğini anlatmadı mı?
Türkiye Sırbistan ile yakınlaşınca AB'nin telaşını görmek de mi hiçbir anlam ifade etmedi?

Yunanistan ile "egemenlik" sorunlarının, "sıfır sorun" politikası ile çözülebileceğine gerçekten inandınız mı?
Denktaş'ı devirip, Kıbrıslı soydaşlarımıza kabul ettirdiğiniz Annan Planı'nın, "Alınan alınmıştır, şimdi gerisine bakalım" yaklaşımı ile anında rafa kalkmış olması da mı size bir şey anlatmadı?

Ermenistan ile protokol yapmaya bu kadar hevesli olmanın gerekçesi neydi?
Parlamentolarda Ermeni kararları daha da hızla ve artarak çıktı değil mi?
Sorunu bu kadar anlamamak kimseye nasip olmaz!

"Pro-aktif dış politika", "Siz istemeseniz de ben vereceğim!" demenin Arapçası mı?

Düşündükçe aklıma neler geliyor.
Yazsam sizin kitaptan kalın olacak!

Gelin siz diplomasi, dünyaya yön vermek, bölgelere düzen getirmekten vazgeçin!
Bakın sizi istediği gibi yönlendiren ABD bile bunu başaramadı.
Dünyayı kurtarmak sevdasından vazgeçerseniz inanın önce Türkiye, sonra dünya rahat bir nefes alacak!
Bundan büyük hizmet mi olur?

31 Ekim 2012

-  -  -  -            ^^^^^ - vvvvv

Ali SİRMEN - 'Easy Boy...Easy...'

Malum medyaya bakarsanız Başbakan'ın son Amerika seferi büyük bir başarıdır.

Görüşme sürelerinin uzunluğu, Tayyip Bey ile eşinin Blair House'ta konuk edilmesi (Kimileri bunun ilk kez olduğunu söylüyor, ama Başkanlık konukevi konumunda olan Blair House'ta hemen hemen ABD'ye giden tüm hükümet ve devlet başkanlarımız ağırlandı), ilk görüşmeyi izleyen basın toplantısının Rose Garden'da yapılması, Obama'nın gösterdiği yakınlık hep büyük başarı kanıtı olarak gösterildi.

ABD Başkanı'nın gösterdiği yakın ilgi "ölçütünün", yalnızca Türkiye için değil, tüm azgelişmişlerin yönetimleri açısından ne denli önemli olduğunu Amerikalılar da çok iyi bildiklerinden bu konuda çok dikkatli davranırlar.
Bizim ülkedeki gibi, asıl görevi olayları doğru yansıtmak olması gereken medya da, yanlış ya da abartılmış algı yaratmak işlevini yüklenince, Washington şehir efsaneleri yaratılıverir.

Biz bütün bunları bir yana bırakıp, olaya soğukkanlı bakalım.

***

"No more aid, but more trade" (daha fazla yardım değil daha fazla ticaret).

Bu deyiş, özgün sloganlar bulmaya meraklı Turgut Özal tarafından, serbest ticaret isteğini dile getirirken geliştirilmişti.
Dünyanın en büyük pazarından daha büyük bir pay isteyen bu sözlerin ilk telaffuzundan bu yana geçen 25 yıl içinde de herhangi bir somut sonuç elde edilmiş değil.

AB ile ABD arasında bir serbest ticaret anlaşmasının öncesine rastlayanErdoğan'ın ziyareti sırasında, Washington ile Türkiye arasında son çeyrek yüzyılın önemli konusu haline gelen bu sorun daha da önem kazanıyordu.

Dünyanın birinci pazarı olan ABD ile ticarette Türkiye'nin payı komik kalıyordu ve bu ülkenin AB ile imzalayacağı serbest ticaret anlaşması Türkiye'yi daha da güç duruma düşürecekti.

Son 25 yıldır her ziyarette gündeme gelen bu konu bu kez de ele alınmış, ne var ki serbest ticaret anlaşması G.Uras'ın deyimiyle "Komisyona havale edilmiştir."

Konunun bugünden yarına çözüleceğini kimse beklemiyordu, ama daha önce yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, elle tutulur bir sonuç alınmadığını söylemek de abartı olmasa gerek.
İran'dan gaz ve petrol alımı ile Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinden çıkarılan petrolün Türkiye üzerinden pazarlanması konularında da bir sonuç yok.
Bu durumda bu konularda başarılı olunduğunu söylemek imkânsız.

***

Ama gezinin, Türk kamuoyu önünde şişinme dışındaki en önemli konusu Suriye'dir.
Olaya bu açıdan bakılınca, sonuç Erdoğan açısından tam anlamıyla fiyaskodur.
Bu yargıya varmamıza yol açan nedenlere bakalım:
Obama yalnızca doğrudan müdahaleye kapı kapatmamış, aynı zamanda görünür bir gelecekte uçuşa yasak bölge gibi önlemlere de iltifat etmediğini göstermiştir.

Erdoğan'ın kimyasal silahlar konusundaki "kanıtları(!)" da ikna edici olmamıştır.

Ayrıca Cenevre'de ikinci bir konferansa karşı olduğunu söyleyen Erdoğan, görüşmeden sonra, "fikir değiştirmek" zorunda kalmıştır.

Her ne kadar medyamız, "Esad'sız Suriye konusunda anlaştılar" diyorsa da, Rusya'nın ağırlığının sürdüğü Cenevre müzakerelerini içeren bir çözüm sürecinde Esad'ın nasıl gideceği konusunda bir ipucu yok.

Kısacası, ABD'nin elini daha çok taşın altına sokması, Esad'ın gitmesi konusunda girişimlerde bulunulması için ısrar eden Tayyip Bey'e Obama sükûnet öneriyor.

Ne hazin değil mi?
Yangın bizim sınırımızda hatta bizim topraklarımız üzerinde, onun daha fazla yayılmaması için sükûnet tavsiye etmek konumunda bizim olmamız gerekirken, dünya jandarması Obama, Tayyip Bey'i sakinleştiriyor:

- Easy boy...Easy...(Sakin ol oğlum!Sakin ol!)

Washington ertesinde, Suriye konusunda Tayyip Bey, Esad'a oranla çok daha fazla "yalnız adam"dır.

Bunu başarı olarak sunma hüneri ise yalnızca bizim medyada bulunabilir.

21 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

a45UyF587661-201305210950-15
^^^^^ - vvvvv


--
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Condemnant quod non intellegunt
Anlamadiklarini mahkum ederler.

Latince Atasozleri
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder