23 Mayıs 2013 Perşembe

15-Basından....


Prof.M.Kerem Doksat: VATAN, MİLLET ve İNSAN SEVGİSİ

23 Mayıs 2013

Bohemya'nın Litonmyschl şehrinde 2 Mart 1824'te müstakbel bir dâhi dünyâya gelir, kemancı olan babası ona Bedřich Smetena (Friedrich Smetana) ismini takar.
Müziğe olan büyük yeteneğini görünce, ilk eğitimini de oğluna kendisi verir ve onu Prag'da bir okula yazdırır.

Ama küçük Bedřich şehirdeki konserleri takip etmeyi ve arkadaşları için küçük eserler yazmayı tercih ettiğinden dolayı okulunu ihmâl eder.
Babası bu sefer onu Pilsen'deki başka bir okula yazdırmak zorunda kalır.

Aradan zaman geçer ve 1843'de Bedřich Prag'a yerleşir, geçimini de öğretmenlikle sağlar.
Kont Leopold Thun'un evine yerleşerek bu aristokrat âileye müzik dersleri verir, bu arada Josef Proksch'dan dersler alır.

1847'deki konser piyanisti olma teşebbüsünde başarısız olunca, Franz Liszt'in özendirmesiyle Prag'da bir müzik okulu açmaya karar verir.
Tahttan indirilen İmparator Ferdinand'a düzenli olarak çalarak ve özel ders vererek geçimini sağlar ve 1849'da Pilsen günlerinden bu yana tanıdığı piyanist Katerina Kolárová ile evlenir.
Bu evlilikten olan 4 kızından üçü, 1854-1856 arasında vefat eder.

Artık yetişkin bir adam olan Smetena, 1856'da Göteborg'de piyano öğretmenliği yapma fırsatı bulunca İsveç'e gider.
Burada piyanist, öğretmen ve şef olarak başarılı bir kariyer yapar ve Liszt'den etkilenerek senfonik şiirler yazdı.
Eşinin sağlık sorunları sebebiyle 1859'da ülkesine dönmek için yola çıkar talihsizlik peşini bırakmaz ve karısı yolda, Dresden'de hayatını kaybeder.
O dönem depresyona girer ve Göteburg'da iki yaz daha geçirir.

Hayat devam etmektedir ve âile hayatını çok seven Smetena, Bettina Ferdinandová ile ikinci evliliğini yapar.

Macaristan'ın Avusturya'yı yenmesinin ardından doğmaya başlayan Çek milliyetçiliğinde aktif bir rol oynamak için ülkesine geri döner.

Başlarda Prag'da eskisi gibi başarılı olamayarak hayâl kırıklığına uğrar.
1866'da ilk operası Brandenburglar Bohemya'da sahneleninceye kadar ülkesinde fazla ilgi görmez.
Bunu, ikinci operası Satılmış Nişanlı takip eder; daha sonra Dalibor ve İki Dul operalarını yazar.

1866-1874 arasında Çek Ulusal Operası'nı yönetir ve 42 opera daha besteler.
Libuše adlı operası 1881'de Prag Ulusal Tiyatrosu'nun açışında sahnelenir.

Bu operadan sonra Vatanım başlıklı senfonik şiirler besteler; Lizst gibi, orkestra müziğine şiiri, şâirâne eserleri kazandırır.
1876'da Hayatımdan isimli, hayatını anlattığı yaylı çalgılar dörtlüsünü yazdı.

Çek müziğinin kurucusu kabûl edilen Bedřich Smetena piyanist, orkestra şefi ve hârikulâde bir besteci olarak, keza Batı Müziği tarihindeki ilk milliyetçi bestecilerden birisi olarak da tarihe geçer.

1870'ten sonra işitme duyusunu kaybetmeye başlayan Smetena, buna rağmen beste yapmaya bir süre daha devam eder.
Beethoven'in kaderini paylaşmaktadır âdeta…

Depresyon içinde nöbetler geçirmeye ve dengesizlik belirtileri göstermeye başlayınca, Prag'da bir akıl hastânesine yatırılır.

Asla unutulmayacak güzellikte eserler bırakan Smetena, 12 Mayıs 1884'de bu hastânede hayata veda eder…

Smetena, operaları ve senfonik şiirleri ile ülkesinin efsânelerini, tarihini, kahramanlarını orijinal bir müzik tarzı ile anlatmış ve ülkesinde ulusal kahraman olmuştur.
Operaları içinde Satılmış Nişanlı bir şâheser olarak kabûl edilir.
En çok bilinen ve sevilen eseri ise Bohemya'daki bir nehrin kaynağında doğuşundan denize dökülene kadarki öyküsünü anlattığı senfonik şiiri Moldau'dur (6 senfonik şiirden oluşan Vatanım'ın içinde yere alır).

Smetana, Antonín Dvořák ve Leoš Janáček gibi sonraki neslin Çek bestecileri için de ilham kaynağı olmuştur.

Hâlâ da devam etmektedir.

Çekler hiçbir müstevli hırsı olmayan çok vakur ve barışçıl insanlardır.
Slovak'larla hiç kavgasız gürültüsüz ayırmışlardır yollarını…

Prag'da neredeyse her 100 metrekareye bir konser, kültür veya edebiyat merkezi düşer.
Jazz'ın da en güzel numûnelerini orada dinleyebilirsiniz.

Hâttâ Bill Clinton'un saksafon çaldığı barda önceden yer ayırtmazsanız ayakta kalırsınız.

Moldau'nun çok güzel bir yorumunu http://www.youtube.com/watch?v=oOxIbhqZsKc linkinden temâşâ edebilirsiniz.

***

Atatürk'ün en sevdiği kahramanlık eserleri arasında İzmir'in Kavakları, Çanakkale İçinde, Bülbülüm Altın Kafeste, Gide Gide Yârelerim Dirildi, Harmandalı, Haykırdı Çıktı Meşeden, Kırmızı Gülün Al-i Var, Manastırın Ortasında Var Bir Havuz, Maya Dağdan Kalkan Kazlar, Pencere Açıldı Bilal Oğlan, Tilfidir Hastâne, Zeynep Bu Güzellik Var mı Soyunda sayılabilir…

Bunların ekserîsi Rum ve Türk kültürünün harmanlarıdır.

Ayten Alpman'la bize mâl olan "Havasına Suyuna" kendin Türk hisseden herkesin gönlünü okşar.
Aslında bir Yahudi melodisidir.

http://www.youtube.com/watch?v=RNOdMg3hypA

Havasına suyuna taşına toprağına

Bin can fedâ bir tek dostuma

Her köşesi cennetim ezilir yanar içim

Bir başkadır benim memleketim

Lay Lay…

Anadolu'm bir yanda yiğit yasar koynunda

Âşıklar destan yazar dağlarda

Kuzusuna kurduna Yûnus'una Emrah'a

Bütün âlem kurban benim yurduma

Lay Lay…

Mecnûn'a Leylâ'sına erişilmez sırrına

Sen dost ararsan koş Mevlânâ'ya

Yeniden doğdum dersin deryâ olur gidersin

Bir başkadır benim memleketim

Lay Lay…

Gözü pek yanık bağrı türkü söyler çobanı

Zengin fakir hepsi de sevdâlı

Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerim

Bir başkadır benim memleketim

Havasına suyuna taşına toprağına

Bin can fedâ bir tek dostuma

Her köşesi cennetim ezilir yanar içim

Bir başkadır benim memleketim

Lay Lay…

Anadolu'm bir yanda yiğit yaşar koynunda

Âşıklar destan yazar dağlarda

Kuzusuna kurduna Yûnus'una Emrah'a

Bütün âlem kurban benim yurduma

Lay Lay…

Mecnûn'a Leylâ'sına erişilmez sırrına

Sen dost ararsan koş Mevlânâ'ya

Yeniden doğdum dersin deryâ olur gidersin

Bir başkadır benim memleketim

Lay Lay…

Gözü pek yanık bağrı türkü söyler çobanı

Zengin fakir hepsi de sevdâlı

Ben gönlümü eylerim gerisi Allah kerîm

Bir başkadır benim memleketim

Yâni bizim kanımızda, beynimizde ırkçılık yoktur.

Ege Denizi veya Türkçe kökenli ad olarak Adalar Denizi'ne Bir Bakalım

Yunanca'da "Egeo Pélagos" diye geçiyor.
Balkan ve Anadolu Yarımadaları arasında, Akdeniz'e bağlı; Marmara Denizi ve Karadeniz'den Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile ayrılan denizin Kuzey sınırları karalarla çizilmiş, Güney sınırlarını Yunanistan'a bağlı adalar olan Rodos ve Girit adaları çiziyor.
Bütün kıyıları Türkiye ve Yunanistan ile çevrili.
Karadeniz üzerinden taşınan petrol ürünlerinin dünyâ pazarına ulaşmasında başlıca yol.
Ege denizi ile ilgili kelime kökeni konusunda ortak bir görüş yoktur.
Ama en yaygın ve eski görüş, ismin mitolojik kökeni.
Daha sistematik yapılan modern araştırmalar kelimenin kökeni konusunda başka bakışlarının da ortaya çıkmasının sağlamış.
Ege kelimesinin Türkçe'ye nasıl geçtiği konusunda ise, kelimenin bu denizin Fransızca'daki karşılığı olan "Mer" Égée'den geçtiği düşünülmekte.
1941 yılındaki 1.Coğrafya Kurultayı'nda Ege ismi, coğrafî adlandırmalarda standartlaşmayı sağlamak için resmî olarak seçilmiş ve bu sâyede yaygınlaşmış.

Mitolojik kaynaklara göre ismin kökeni Aegeus efsânesine dayandırılmakta; Atina'da düzenlenen bir bayram olan Panathenaia'da Girit Kralı Minos'un oğlu Androgues öldürülür.
Buna karşılık Girit kralı Atina'dan her yıl yarı insan yarı boğa olan Minotaur'a kurban edilmek üzere yedi kız ve yedi erkeğin gönderilmesini talep eder.
Bundan hoşlanmayan Atina kralı Aegeus, oğlu Theseus'a Minotaur'u öldürme görevi verir.
Bu görevi başarması hâlinde geri dönerken gemisine beyaz bayrak, başaramaması hâlinde ise siyah bayrak çekmesini ister.
Theseus görevini başarıyla sonlandırır ve zafer sarhoşluğuyla geri dönerken babasının söylediklerini karıştırır ve gemisine yanlışlıkla siyah bayrak çeker.
Bunu gören kral, oğlunun başarısızlığa uğradığını düşünerek kendini denize atarak intihar eder.
Bu olay sonunda kralın atladığı yer olan Atina Körfezi'ne Aegeus Pontos (Ege Denizi-Aegeus'un Denizi) denilmeye başlar ve isim yaygınlaşır.

Bâzı tarihî görüşler ise Pelagos ismi üzerine yoğunlaşır.
Tarihî açıdan Yunan soyunun öncüsü sayılan Hellenler Yunanistan bölgesinde yaşayan yerli bir halk değil, Balkan'lardan gelen bir halktır.
Batı Anadolu ve Yunanistan'da erken dönemde Pelasg adlı başka bir kavim yaşamaktadır.
Hellen'lerin denizin bu ilk sâkinleri sebebiyle Pelasg Denizi olarak adlandırdığı savunulur.
Kimi lenguistik görüşlerde deniz anlamının pontus kelimesinden değil, kesin olmamakla beraber, Yunanca dalgalar anlamına gelen "aiges" kelimesinden türemiş olabileceğini söyler.

Ege Denizi isminin etimolojik olarak Yunanca ile açıklanamayan bir isim olduğu Bilge Umar'ın Türkiye'deki Tarihsel Adlar isimli eserinde savunulmakta.
Aynı kitapta bu ismin eski Anadolu dillerinden olan Luvi dilinden gelen bir miras olduğu savunulmakta.
Yunanca "Aigaion Pelagos" kelimesinin, Luvice toprak anlamına gelen "Aia/İa" kelimesinden türediğini iddia ediliyor ve adı ana tanrıça kültü ile ilişkilendiriliyor.

Adalar Denizi veya takımada anlamından gelen Arşipel, denizin teknotik yapısı neticesinde sâhip olduğu çok sayıda adadan gelen tamamen coğrafya kökenli bir isim.
Yabancı lisanlarda Archipelago olarak geçen adlandırma, "üzerinde pek çok ada bulunan deniz; adalar grubu; takımadalar" anlamında.
Ege Denizi'yle Türkler ilk olarak 1081 yılında karşılaşmış ve bu denize Adalar Denizi ismini vermişler.
Bu dönemden sonra Aydın Oğulları ve Osmanlı kaynaklarında bu denizden "Adalar Denizi" şeklinde bahsedilmekte.
Pirî Reis'in 1519 yılında tamamladığı kitabı Kitab-ı Bahriye'de şu ifâdeyi kullanılıyor: "Şunu bilmek gerektir ki, 'adalar arası' denen yere Erso Peloga derler".
Bu şekilde denizin Türkçe ve yabancı ismini belirtiliyor.
Bir başka Osmanlı yazarı Kâtip Çelebi de benzer şekilde 1656 yılında yazdığı Tuhfetü'l-Kibar Fi Esfari'l-Bihar (Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan) adlı eserinde Ege Denizi için "Adalar Arası derler" ifâdesini kullanıyor.
Avrupa'daki örnekler içinde de Archipelago ismi oldukça yaygın.

20.Asır örneklerine bakarsak, 1913 yılında Ali Tevfik tarafından tamamlanan Memâlik-i Osmaniye'nin Coğrafyası adlı eserde Adalar Denizi adı kullanılmakta.
Aynı kaynağa göre 1931 yılında Lâtin harfleriyle basılan ve Mektep Haritaları Mürettibi Muallim Abdülkadir, Kuleli Askeri Lisesi Coğrafya Muallimi kaymakam Mehmet Rüştü ve Kandilli Lisesi Muallimlerinden Hattat Süreyya tarafından hazırlanan Mükemmel Umumî Atlas'ta Ege Denizi, Adalar Denizi adıyla belirtilmiş.
Aynı isim 1938 yılında Faik Sabri Duran'ın yazdığı lise 3.
sınıf Türkiye Coğrafyası adlı ders kitabında sayfa 70 ve 338'de sunulan haritalarda yer almış ve 26.
sayfasında da geçmiş.
Ege bölgesi için ise "Garbî Anadolu" ifâdesi kullanılmış, aynı kitabın farklı bir sayfasında Ege Denizi ifâdesi de kullanılmış.

Ege Denizi, yakın bir geçmişte "Aegeis" veya "Egeid" adı verilen bir kara parçasının, büyük bir bölümünün sular altında kalmasıyla oluşmuş; üstündeki adaların çokluğu nedeniyle "Adalar Denizi" diye de adlandırılıyor.
Ege'de gelgit önemsiz ve yol açtığı düzey genişliği ancak bâzı dar boğazlarda, rüzgârlarla meydana gelen yığılmaların da etkisiyle 30-40 cm'yi buluyor.
Adalar arasındaki bâzı dar ve dolambaçlı boğazlar şiddetli ve karmaşık yerel akıntılara neden oluyor.
Bunların en ünlüsü Eğriboğaz Körfezi'nde görülmekte.

Ege Denizi'nde, kuzeyde Saros Körfezi'nden başlayarak güneye doğru "S" biçiminde uzanan, tabanının derinliği yer yer 1000 metreyi aşan bir oluk yer almakta.
Ege Denizi'nde çok sayıda ada bulunur.
Toplam yüzölçümleri yaklaşık olarak 23.000 km² olan bu adalar, her yana serpilmiş gibi görünmelerine karşın, belli bir düzen ve gruplaşma gösterirler.

Denizi üstünde egemen olan Akdeniz iklimi, bu büyük su kütlesinin etkisiyle bâzı değişikliklere uğrar: Ege Denizi'nin etkisi, donlu günlerin sayısını azaltır.
Denizi suyu sıcaklıkları da genelde Kuzey'den Güney'e doğru artıyor.
Bu artış kışın daha çok belirli; kıyı ve adalarda kışları yağışlı bir Akdeniz iklimi görülüyor.

Yazın bütün Ege Denizi ısınıyor.
Kuzey ve Güney yüzey suları arasındaki sıcaklık farkı, 1°-2 °C'a iniyor.
Sıcaklığın en yüksek olduğu ayda Ege Denizi'nin her yanında deniz suyu sıcaklığı 23°-24 °C arasında.

Ege Denizi'nde yıllık yağış tutarı Kuzey'den Güney'e gidildikçe azalıyor.
Yağışlar genellikle kış aylarında toplanmış.
Komşu karalarda olduğu gibi, Ege Denizi alanında da yazlar çok kurak geçiyor.
Yazın Ege Denizi'nin her yanında, Kuzey'den ve Kuzeydoğu'dan "etezyen" adı verilen şiddetli bir rüzgâr esiyor.
Ege Denizi, biyoloji ve hidroloji özellikleri bakımından Karadeniz ile Akdeniz arasında bir geçiş alanı oluşturuyor.

***

Peki, Kurşun Nedir?

1.Atom numarası 82, atom ağırlığı 207.21, yoğunluğu 11.3 olan, 327.4 °C'de eriyen, yumuşak ve bükülgen, mavimtırak esmer renkte bir element (simgesi Pb).

2.Bu elementten yapılmış.

3.Tüfek, tabanca vs.hafif ateşli silâhlarda kullanılan mermi.

4.Mermi çekirdeklerinde, etrafı gömlek ile kaplanmış metal nüve kısmı, nüve.

5.Fazla tüketildiğinde zehirli etki yapan ağır bir metal.

Türkçe ve Moğolca, Altay lisan âilesine âit olup, birbirlerine çok yakınlar.
Bu iki lisanın birkaç bin yıl önce birbirinden kopmuş ve ayrı bir gelişim yaşamış oldukları düşünülmekte.
Dilbilimciler, iki lisan arasında somut bir yakınlık bulmak için çeşitli yöntemler kullanmakta.
Bir lisanın zenginliği, onun temel kelimeleri yanında dilbilgisi (lengüistik) ve sesbilim (fonetik) yapısına da bağlı.
Bu olgu, aynı kökenden gelen lisanların keşfedilmesinde de yardımcı olmakta.
Aşağıda sıralanan kelimeler, Türkçe ve Moğolca'da ortak olarak yer almakta ve bu ikisinin ne denli benzeştiğini göstermekte.
Moğolca'nın Türkçe'ye bu derece yakın oluşu bâzı Türkologların Moğol'ları da Türk olarak sınıflandırmalarına yol açmış.
Daha doğrusu, Moğol'ların ve Türk'lerin büyük ihtimâlle aynı kökeni paylaştıkları.
Moğolca ile Türkçe arasındaki benzerlik etkileşimle açıklanamayacak kadar yakın; bu da Moğollar ile Türk'lerin aynı kökten olduğu tezini güçlendirmekte.

Günümüzde İzmir olarak kullandığımız isim de, Smyrna kelimesinin dönüşmüş biçimi.
Bunun da daha erken biçimlerinin Smira, Lesmira, Zmirra, İsmira, Samorna veya Smurna olduğu da iddia edilmekte.
Smyrna kelimesinin kullanılmasında, kentin kurulduğu yerin yakınında bir kutsal alanın bulunmasının etkili olduğu sanılmakta.
Bu kutsal alanın, Halkapınar kaynağı ve bu kaynağın oluşturduğu gölcük olduğu iddia edilmektedir.
Smyrna / İzmir adının, Ana Tanrıça Kaynağı / Gölcüğü veya en azından Ana Tanrıça / Kutsal Ana anlamlarıyla ilgili olduğu düşünülmekte ve büyük ihtimâlle Hitit kökenlidir.

Ege'de veya İzmir'de İlk Kurşun derken aslında ne kadar derin bir mitolojik, lengüistik ve semantik derleme yaptığımızı görebiliyor musunuz?

BUNLARI NEDEN YAZDIM

Son zamanlarda birileri ortalığı bulandırmaya, zâten sıkıntılı günler geçirmekte olan memleketimizde "ulusçu, ulusalcı başka şeydir; millîci, milliyetçi başka şeydir; doğrusu birincisidir" gibi lâflar edip ortalığı karıştırmaya çalışmakta.

Millet (nation) kavramı zâten esasında çok eski olup, Fransız İhtilâli'nden sonra netleşen bir sosyal kurumdur.
Bizim coğrafyamızda ise önceleri ümmet anlamına gelirken, Atatürk ilke ve inkılâplarıyla berâber Batı'daki gibi bir mânâ (anlam değil) kazanmıştır.
Tıpkı İstiklâl Marşı'mızdaki "ırk" kelimesinin "race" mânâsında kullanılmadığı gibi…

O zamanlar kafalar karışıktı ve mânâlar da, anlamlar da muğlâktı ama 2013 itibâriyle, millet ve ulus kavramlarının arasında hiçbir fark yoktur.

İsteyen ikisini de kullanır ama durduk yerde, aynı yöne bakan kafaları da tokuşturmak, sâdece düşmanlarımızın işine gelir.

Uyanık ve dikkatli olalım…

İLK KURŞUN

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

İzmir'in belediye başkanları BÜYÜK GAFLET GEZİSİ'ne GİTMEYİN!

23 Mayıs 2013

Sayın Kılıçdaroğlu,

Terörist başının önerisi ile, AKP nin akil adamlarıyla başlattığı sözde barış sürecine, CHP olarak ortak olmayacağınızı ilan etmenize rağmen, partinizin en güçlü olduğu İzmir'den sizin bu kararınıza karşı önemli bir meydan okuma var…

Size rağmen !…
Hem de, CHP ye oy veren İzmirlilere rağmen !…

İzmir Dünya ile barışık bir şehirdir…

İzmir Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm şehirleriyle, kasabaları, köyleriyle de barışıktır ve Diyarbakır da bu şehirlerden biridir…

İzmir ve Diyarbakır var oldukları tarihten bu yana asla düşman olmamış, savaşmamış ama, 1915 de Çanakkale de, 1919-1922 arasında Kurtuluş Savaşında omuz omuza vererek Emperyalizmle savaşmıştır…

Yıl 2013, ne oldu da ?
İzmir ile Diyarbakır arasında bir kavga varmış havası yaratılıyor ve Sn.
Aziz Kocaoğlu, sizin en değerli Belediye başkanınız " İzmir Barış istemiyor " algısını bertaraf etmek için 190 kişilik geniş kadrosuyla Diyarbakır'a gitmeye hazırlanıyor..

Bu ziyaret, " sözde barış sürecine destek " mahiyetini taşımakla birlikte her şeye rağmen bir " meydan okumadır"…

CHP ye meydan okumadır ...

Size meydan okumadır ...
Ve bizlere …

Bizim İzmirliler olarak itirazımız var…

Bu gidişi asla tasvip etmiyoruz ve etmeyeceğiz..

Sizin de itirazınız olmalı ve söylemek durumundasınız !…

Eğer sessiz kalır ve engel olmazsanız, bu ziyaret sizin de onayınızı almış demektir !…

İşte o zaman, " Chp yi bu pazarlık sürecine ortak etmeyeceğiz " sözünüz askıda kalacaktır...

Unutmayınız ki, İzmirliler olarak, sizden bu konu üzerine bir açıklama istemek ve beklemek bizim hakkımızdır…

En derin kaygılarımla,

Ulusalcı Gönüllüler

Engin Demirkollu Sarıkartal

İZMİR BARIŞ'I İSTEMİYOR ALGISI VAR DİYE ŞİKAYET EDEN ÜLKENİN BÖLÜNMESİ TARAFTARI BDP'LİLERİN , SOROSÇULARIN TALEBİ VE BASKISI İLE YANINIZA DA ALDIĞINIZ 190 KİŞİ İLE BİRLİKTE DİYARBAKIR!A "BARIŞ SÜRECİNE DESTEK" İÇİN GİDİYORMUŞSUNUZ….

ALAATTİN YÜKSEL'İN 111 İMZALI BARIŞA DESTEK BİLDİRİSİNE İMZASI CHP'DE TARTIŞMA KONUSU İKEN,

ŞİMDİ DE ALAATTİN YÜKSEL'İN YAKIN ÇALIŞMA ARKADAŞI AZİZ KOCAOĞLU BÜYÜKŞEHİR GÜCÜNÜ DE KULLANARAK YANINA BAZI CHP'Lİ BELEDİYE BAŞKAN VE AKP – CHP MECLİS ÜYELERİNİ ALARAK "BARIŞ SÜRECİNE DESTEK İÇİN" KAMU KAYNAĞI İLE 190 KİŞİLİK BİR KADROYLA DİYARBAKIR'A GİDİYOR..

CHP GENEL BAŞKANININ "PAZARLIK SÜRECİ" OLARAK DEĞERLENDİRDİĞİ SÜRECE ORTAK OLMALARININ SÖZ KONUSU OLMADIĞINI TUTUM BELGESİYLE NET BİR ŞEKİLDE AÇIKLAMIŞKEN, CHP'Yİ BU SÜRECE ÇEKMEK İSTEYENLER AZİZ KOCAOĞLU'NUN BU HAMLESİNDEN OLDUKÇA MEMNUN..

AKP'LİLER İSE BU KONUDA ÇOK MUTLU..

AZİZ KOCAOĞLU'NUN ESKİ DANIŞMANI AKP MİLLETVEKİLİ İLKNUR DENİZLİ KOCAOĞLU İÇİN "BİZİM 64.AKİL İNSANIMIZ OLDU" DİYECEK KADAR İLERİ GÖTÜRDÜ DURUMU..

CHP'LİLERDEN TEPKİLER DURMAZKEN, CHP'YE RAĞMEN GEZİDE KARARLI OLAN AZİZ KOCAOĞLU'A EŞLİK EDENLER VE ETMEYENLER BELLİ OLDU SAYILIR..

GİDENLER VE GİTMEYENLER İZMİR'Lİ DENEYİMLİ GAZETECİ SÜLEYMAN GENCEL'İN KALEMİNDEN..

BU GEZİ SONRASI İZMİR VE ÖZELLİKLE CHP SİYASETİNDE TAŞLAR YERİNDEN OYNAYACAK..

HESAP GÜNÜ YAKLAŞIRKEN AZİZ KOCAOĞLU'NU BÜYÜKŞEHİR MAKAMINA TAŞIYAN CHP'LİLER DE TÜM BUNLARI NOT ETMEYE DEVAM EDİYOR..

http://gaze-temiz.com/suleyman-gencel-izmir-in-belediye-baskanlari/YazarDetay/87

AKP'nin açılım politikasına destek olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi, kentin farklı kesimlerini temsil eden 190 kişilik katılımcı grubuyla Perşembe sabahı Diyarbakır'a gidiyor.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin davetlisi olan İzmir heyetinde, Türkiye'nin ilk köy tiyatrosu Bademler Köy Tiyatrosu ile Ege Üniversitesi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü sanatçıları da yer alıyor.

Bu geziye katılmayan belediye başkanları şunlar…

Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak

Buca Belediye Başkanı Ercan Tatı

Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan

Aliağa Belediye Başkanı Turgut Oğuz

Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç

Kınık Belediye Başkanı Süleyman Kaya

Ödemiş Belediye Başkanı Bekir Keskin

Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu

Menderes Belediye Başkanı Ergun Özgün

Kemalpaşa Belediye Başkanı Rıdvan Karakayalı

Menemen Belediye Başkanı Tahir Şahin

Diyarbakır'a giden İzmir heyetinde kimler var.

Sadece isimleri yazıyor ve kamuoyunun yorumuna bırakıyorum.

İzmir Heyeti'nde Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu,

Balçova Belediye Başkanı M.Ali Çalkaya,

Bayındır Belediye Başkanı Mehmet Kertiş,

Bayraklı Belediye Başkanı Hasan Karabağ,

Beydağ Belediye Başkanı Süleyman Vasfi Şentürk,

Bornova Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır,

Çiğli Belediye Başkanı Metin Solak,

Dikili Belediye Başkanı Yusuf Altıparmak,

Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ,

Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim Şenol,

Güzelbahçe Belediye Başkanı Ö.Mustafa İnce,

Karabağlar Belediye Başkanı Sıtkı Kürüm,

Karaburun Belediye Başkanı Hamza Serdar Yasa,

Kiraz Belediye Başkanı İsmet Korkmaz,

Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur,

Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer,

Selçuk Belediye Başkanı H.Vefa Ülgür,

Tire Belediye Başkanı Tayfur Çiçek,

Torbalı Belediye Başkanı İsmail Uygur,

Urla Belediye Başkanı Selçuk Karaosmanoğlu,

Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç,

Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grubu'ndan Nazmi Marangoz, Tahsin Çuhadar, Şerif Sürücü, Mahmut Özçift ve Erkan Gül, AKP Grup Başkan Vekili Kenan Çakar, AKP Grubu üyelerinden Sıddık Soysal, Adnan Yaşar Görmez,

İl Genel Meclisi CHP Grup Başkan Vekili N.Doğan Albayrak,

İzmir Barosu Başkanı Sema Pekdaş,

İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürü Aytül Büyüksaraç,

Diyarbakır Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehmet Saran,

Türkiye Bosna Hersek Kültür Dernekleri Federasyonu Kurucu ve Onursal Başkanı A.Kemal Baysak,

Anadolu Birliği Başkanı Koçali Al,

Musevi Cemaati Vakfı Başkanı Jak Kaya,

TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Şükrü Ünlütürk,

Ege Tütün İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener,

Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar,

İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli,

Deniz Ticaret Odası Başkanı Geza Dologh,

Esnaf ve Sanatkarlar Odası Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Mutlu,

Ege Sanayicileri ve İş Adamları Derneği (ESİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Akgerman,

İzmir Sanayici ve İş Adamları Derneği (İZSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Baran,

Ege Genç İş Adamları Derneği (EGİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Seda Kaya,

Ege ve Batı Akdeniz Sanayici ve İşadamları Federasyonu (ESİDEF) Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Özkara,

Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) İzmir Şube Başkanı Abdurrahman Çabuk,

İzmir Genç İşadamları Derneği (İGİD) Başkanı Mehmet Timuroğlu,

Batı Anadolu Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu (BASiFED) Yönetim Kurulu Başkanı Sıtkı Şükürer,

İnci Holding A.Ş.Yönetim Kurulu Üyesi Şerife İnci Eren,

İZKA Meclis Başkanı Kemal Çolakoğlu, Petkim Holding A.Ş.
Yönetim Kurulu Üyesi Kenan Yavuz,

Tiryakiler Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Tiryaki,

Poyraz Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Selami Özpoyraz,

Enda Enerji Holding A.Ş.Yönetim Kurulu Bşk.Samim Sivri, ESİAD Üyesi Moris Bencuya,

Çimentaş Grup Genel İlişkiler Koordinatörü Mustafa Güçlü,

Türkiye Gazeteciler Federasyonu ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel,

Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Ferdan Çiftçi,

İzmir Tarım Grubu Başkanı Mahmut Eskiyörük,

Batı Anadolu Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu (BASiFED) Danışma Kurulu Başkanı Hüseyin Porsuk,

İZSİAD Danışma Kurulu Başkanı Cengiz Yavaş,

ESBAŞ CEO'su Faruk Güler,

İzmir Özel Türk Koleji Danışmanı Prof.
Dr.
Atilla Sezgin,

Müstakil Sanayici Ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Cemal Öztürk,

İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu üyeleri Necip Kalkan ve Mehmet Gülaylar,

Anadolu Birliği Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Cemiloğlu,

İzmir Kent Konseyi Başkanı Güman Kızıltan,

Kent Konseyi Genel Sekreteri Prof.Dr.Gülgün Tosun,

Kadın Meclisi Başkanı Kızbes Aydın,

Gençlik Meclisi Başkanı Uğur Doylu,

Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyesi Mahmut Açıkkar,

Geziye birçok gazete temsilcisi de katılıyor.
Bunların arasında ünlü ulusalcı Türk gazeteci Hasan Tahsin Kocabaş da bulunuyor.

İyi yolculuklar beyler

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

AKP'NİN 'DİNGONUN AHIRI SINIR TESİSLERİNE' HOŞ GELDİNİZ…

22 Mayıs 2013

AKPKK Hükümeti Reyhanlı saldırısında Esad'ı hedef göstererek her zaman ki gibi yine emperyalist güçlere çalıştığını ortaya koymuştur.
Çünkü emperyalist güçler ne diyorsa AKP onu yapmaya mecburdu.
Kaldı ki İçişleri Bakanı Muammer Güler patlamanın hemen ardından hangi istihbarata dayanıp Suriye'yi hedef gösterdi zannediyorsunuz?
Elbette emperyalistlerin emrine göre açıklama yapıyordu.
Daha olayın faillerini doğru tespit edemeyen Sayın Güler'e, sormak istiyorum yakalaması an meselesi dediğiniz katiller hangi Esad'ın adamlarıydı.
Kimi kandırmaya çalışıyordunuz.
Oldu olacak 51 masum insanımızın ölümünden sorumlu katilleri Esad'ın Hatay Nüfusuna kayıt ettirdiğini söyleyin de olsun bitsin.
Her zaman olduğu gibi AKP Hükümeti ve Sayın Başbakan kendi günahlarını örtbas etmek için Esad ve Reyhanlı Emniyet Müdürü Sayın Murat Berk günah keçisi göstererek bu olaydan sıyrılmayı yine çok iyi bilmiştir.
Eğer Reyhanlı Emniyet Müdürü Sayın Murat Berk görev zafiyeti yüzünden görevinden alınıyorsa, o zaman sınırlarımızı "dingonun ahırına" çeviren, 80 bin nüfuslu Reyhanlı'yı, 50 bin Suriyeli ile dolduran AKP Hükümeti, Sayın Başbakan ve Sayın İçişleri Bakanı da bu günaha neden ortak oluyordu?

Olmazlar/Olamazlar çünkü AKP'nin vizyonu, Sayın Başbakanın da misyonu "durmak yok yalan söylemeye devam" olduğu için gerçekleri her zaman ki gibi bugün de Şereflerini ortaya atarak bu işten sıyrılmayı bileceklerdir.
Aynen PKK ile görüşen şerefsizdir yalanının ortay çıkması gibi.
Peki, şeref kavramının ne anlam ifade ettiğini açıklasak çok mu olurduk…

Emperyalist güçlerle yatıp kalkan AKP Hükümetinin Reyhanlı saldırısı için yanlış hedef göstermesi normaldir.
Çünkü emirle hareket eden hükümetin yolgeçen hanına dönüştürdüğü sınır kapılarımızdan giren herkesi bizlere "mağdur ve melek" olarak göstermiş, Eli kanlı teröristleri sözde barış yanlısı Suriyeliler diye tanıtmışlar üstüne üstlük bu Ülkede milyonlarca aç insan varken Suriyelileri para/maaş ödeyerek ödüllendirmişlerdir.
Şu an Suriye'den kaçarak ülkemize canını kurtarmak için sığınanlarla, adına muhalif denilen sözde Özgür Suriye için savaştığına inanan insan kılıklı cellatlar sayesinde bu ülkenin sahibi, evladı olan Reyhanlı halkı sokağa çıkamaz olmuştur.
Elini kolunu sallayarak Reyhanlı Halkı'nın veya diğer sınırlarımıza yakın bölgelerimizde dolaşan bu cani ruhlu insanlar, insanları acımadan öldüren, kalplerini yerinden sökerek poz verip ve sonra da utanmadan "Allah-u Ekber" diyerek bu vahşete "Allah"ı da ortak etmişlerdir.
Oysaki birçok siyasi otorite emperyalistlerin Suriye'yi karıştırarak iç savaş ortamı hazırladığını ve bu savaşa Türkiye'nin de çekileceğini söylese de AKP Hükümeti her zaman olduğu gibi uyarılara kulağını tıkamış 51 masum insanımızın öldürülmesine adeta göz göre göre ön ayak olmuştur.

Bu yazdıklarıma bakarak kimse Suriyelilere yapılan yardımlara karşı olduğumu düşünmesin, benim kavgam Çadır Kentlerde bir yudum ekmeğe muhtaç olan Suriyelilerle asla değil.
Benim kavgam Suriye'yi emperyalist güçlerin isteği doğrultusunda yıkmaya çalışan ABD ve İsrail'in maşalığını yapan ve PKK' ya dağda destek veren, askerimizi şehit eden, Suriye'den Türkiye'yi yıkmak için gelen gerillalarladır.

Adına Özgürlükler Ülkesi denilen ABD ve İsrail'in asıl planı Ortadoğu'da yeni bir harita ve coğrafya belirlemektir.
Gayretleri bu coğrafyada ARAP BAHARI adı altında etnisite yaratarak kan akıtmaktır.
Bu coğrafyanın kan gölüne dönmesi başta İsrail olmak üzere AB+D'nin hoşuna gidecektir.
Çünkü onlar için parçalanmış bir dünya demek beslendikleri masum insanların kanı ile daha güvenli bir dünyanın kapılarını aralamak demektir.
Daha da açığı Arapların lav edilmesi İsrail'in Arap olmayan bir dünya da daha çok söz sahibi olmasını sağlayacaktı.
Fikri ve zikri bu olan İsrail ile hala işbirliği yapmak neyin nesiydi, Nasıl olur da Türkiye Ortadoğu'nun kahramanı ilan edilirdi, Sayın Başbakan bu oyunları bile bile nasıl ısrarlar İsrail ve ABD den taraf olurdu.
Buda mı?
İsrail, ABD ve Bebek Katili APO dan altın tepsi de sunulacak seçim garantisi için bir ön çalışmaydı.

Düne kadar huzurla yaşayan Suriye, bugün emperyalistlerin uğraşları sayesinde bölünmenin eşiğine gelmiştir.
Eğer 23 milyonluk Suriye'de 1 milyon halk Beşar Esad'ı istemiyor diye Suriye yıkılıyorsa, 74 milyonluk Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan'ı istemeyen 40 milyon insanın geleceğine kim garanti verecekti.

Saygılarımla

Hakan SÖNMEZ

İLK KURŞUN

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

Orhan Bursalı: RTE'nin Mengeneleri ve Özel Polis Ordusu

23 Mayıs 2013

RTE sigara içmiyor; sigara yasak…

RTE alkol ağzına koymuyor; alkol yasak…

İlki masum, doğrudan birinci derecede halk sağlığını ilgilendiren ve demokratik dünyanın da kapalı yerlerde sigara içimini tamamen yasaklamasına uygun…

İkincisinin de şüphesiz halk sağlığını ilgilendiren yönü var ama sigara ile karşılaştırılabilir değil.
Ülkemizde alkol tüketimi, kıyaslarsak çok düşük.
Büyük çoğunluk sosyal içici, denk gelecek de toplulukta bir kadeh içecek.
Ulusal içkimiz rakı masasında sohbeti koyulaştıracak..

Ama alkol "dinen yasak".
RTE belediye başkanı iken öncelikli olarak belediyenin kontrol ettiği yerlerde alkolü yasaklamıştı.
Alkolü fazla kaçıran yok mu, var.
Bedene zararı, çok içersen, alkolik olursan şüphesiz var.
Trafik kazalarının verdiği can ve mal kaybı ise katbekat fazla ama arabayı yasaklamak kimsenin aklına gelmiyor.

Tam tersine…

RTE, Yeşilay'ı vakfa dönüştürüyor, Meclis'te görüşülmekte olan yasa tasarısı, Yeşilay'ı her türlü maddi kaynakla donatacak hükümlerle dolu…

Yeşilay adeta Sağlık Bakanlığı'na bağlanıyor.
Yeşilay, RTE'nin ailecek destek verdikleri bir kuruma dönüştü.
Yönetim Kurulu'nda kızı Esra Albayrak bulunuyor.
Sarayburnu'nda bulunan güzelim Sepetçiler Kasrı gazetecilerden alındı ve Yeşilay'a verildi!

Yeşilay "İçki, uyuşturucu ve sigara" bağımlılıklarının yanı sıra kumar, fuhuş, internet ve ekran bağımlılığı ile de mücadele edecek.
Yeşilay'a Sağlık Bakanlığı bütçesinden her yıl kaynak aktarımı, vergi ve harç muafiyeti getiriliyor.
Bağışçılar bağışlarını gelir ve kurumlar vergisi matrahından indirebiliyor.
Maliye Bakanlığı'ndan vakıf olduğunda hemen 10 milyon TL aktarılacak.

Yeşilay'ı büyük rollerde göreceğiz artık.
Nisan ayında uluslararası bir toplantı düzenledi: Global Alkol Politikaları Sempozyumu!
Başbakan, alkolle ilgili can alıcı konuşmasını burada yaptı ve yasaklama getireceklerini açıkladı!
Meclis'teki torba yasada, tütün kullandıran yerlere, bir yıl içinde yasayı üç kez ihlalde bir ay kapatma cezası öngörülürken alkol izni olmadan alkol kullandıran işletmelere ise uyarı falan yapılmadan derhal ebedi kapatma cezası öngörülüyor.
Bu madde komisyonda değiştirildi mi bilmiyorum?

***

Alkol yasası tamamen dini amaçlı.
Uygulamada çıkacak sorunları görün siz.
RTE'den bir de,"alkol polisi" bekliyorum!!

Zaten Başbakan ve arkasından İçişleri Bakanı Güler, stadyum vb.
gibi yerlerin özel güvenlik korumasından çıkartılacağını ve bu amaçla 10 bin özel koruma memurlar ordusu kurulacağını açıkladı.
Yani özel polis ordusu geliyor!

Biliyorsunuz, stadyumlar RTE ve iktidarın protesto edildiği yerlere dönüşüyor bazen.
Beyefendi çok rahatsız!
Çünkü tam da halk kesiminin bulunduğu stadyumlarda protestolar kendilerini çileden çıkartıyor!
Oraları kendine bağlı özel polis ordusu ile koruyacak.
Bu ne demektir, neler olacak, anlayın artık!

Bir okurum hemen notunu gönderdi: "Özel polisler, faşizme giden yapı taşlarından biri daha mı?
Koruma memurları akla Hitler'in SS'lerini getiriyor."


Bu özel polis ordusu çok amaçlı kullanılabilir.
Bir süre sonra cuma namazına gitmeyenleri de sokaktan toplamaya yönelirler, kim bilir!
Özel polis ordusu işsiz kalacak değil ya!

***

Toplum bütünüyle ve çok yönlü olarak RTE mengeneleri arasında 11 yıldır.
Bu süre içinde eğitim, yaşam, kültür, hukuk vb.
gibi toplumun hemen hemen tümünü ilgilendiren konularda yaptığı yasaları, aldığı kararları, nasıl nitelendirirsiniz; demokratik hak ve özgürlükleri, demokrasiyi baskılayıcı, yok edici..
RTE mengeneleri, masum gerekçelerin ardından, faşist, bağnaz, dinci bir rejim yaratıyor..

Mengeneler sadece alkolle ilgili değil.
Laik eğitim kurumları, dinci eğitimin mengenesine sıkıştırıldı.
4x4x4, yakında bütün okulları imamhatipleştirecek..
Okullarda bilimsel bilgiye dayalı eğitim, yerini, örneğin evrim düşmanlığı eğitimine bırakıyor.
RTE bizzat kendisi İslamın bu ülkenin temel harcı olacağını ilan ediyor…

RTE hukuku, RTE yasaları, RTE…

Bazıları, RTE ve rejiminin niteliğini hâlâ demokratik bulmuyor mu!
Demokrasi içinde yaşıyormuşuz.
Çünkü hâlâ ortalığa sandıklar konuyormuş..
Görelim bakalım, bu sandıklar ne menem sandıklar olacak..

11 yıldır faşizmin mengenesi, toplumu adım adım, tektipleştiriyor, RTE'nin toplum mühendisliği bütün kurum ve kurallarıyla uygulanmaya çalışılıyor..

Ama bu toplum bu zincirleri kabul etmez..

Cumhuriyet

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

Oktay Akbal: Şöyle Bir Bakış

23 Mayıs 2013

İç politika, dış politika…

Yazmak istediğim konular çok.

Ama yazmayacağım, daha doğrusu yazmakla ne elde edeceğim?

Bunca yıl hemen her gün yazmakla ne kazandım?
Topluma ne kazandırdım?

Arada bir düşünürüm, boşuna mı ömür tükettim!
Elli yıl, altmış yıl.
Biraz daha yaşarsam daha da çok…

Hepsi yitip gitmiş zamanlar.
Masa başında, gazeteleri okuyarak, kitapları karıştırarak, kendi eski yazılarımı bir daha gözden geçirerek…

Bir sorunu ele almışım, üst üste yazılarla sorunu çözmeye kalkışmışım.
Dolaplar dolusu, yırtıp atamıyorum.
Bunlar benim yaşamımdan parçalar.
Şimdi yanlışlığını anlamaya çalışıyorum.
Nerden başladım, nereye vardım!

Önemli yazılar mıydı durmaksızın yinelemek istediklerim?

Demokrasi, demokrasi, demokrasi…

Bir sözcük o kadar.
Kitaplıklara koşarsanız bu konularda sayısız yapıt görürsünüz.
Okuyabildikleriniz yetmez, demokrasiyi daha iyi anlatmak, gerçek değerini okurlara sunmak, gide gide bütün topluma sevdirmek, benimsetmek, yaşatmak gereğiyle…

Yirmi yaşlara daha gelmeden başladı bu tutku, bu hırs.
Evet bir hırstır yazarak önce çevrendekileri, sonra da içinde yaşadığın toplumu birazcık aydınlatmak hevesi…

Başardım mı?
Sen de bilirsin bir şeylerin eksik kaldığını, gücünün yetmediğini…

Silivri'deki adalet oyunları.
Varsa bulmak, yaratmak, uygulamak çabaları.
Sen belirli yaşın içindesin, bir türlü toplumunun gerçek yolu bulamadığını acıyla görüyorsun.
Zaman zaman şu politika çiziktirmelerini bırak, git şiiri, güzelliği bul.
Kendini boş yere kandırma yazılarınla topluma yeni görüşler, duyuşlar veriyorum diye.
Bütün bu gündelik çabalar yerine şiiri, güzelliği ara, yarat…

Bugün mayısın 15'i.Takvim yapraklarında Cemal Süreya'nın bir şiiri karşıma çıktı.
Sevgili şair arkadaşımı özlemle anımsadım.

"Bir düelloda
Daha büyük bir şey vardır
Ve daha acıdır bu
Ölümden de ölüm korkusundan da
Bakarsın dün en güvendiğin kişi
Karşı tarafın şahidi olmuş
İşte acıdır bu da
Ölümden de korkusundan da
Daha da acısı
Kılıcın elinde
Alnında bir tutam güneş
Kalakalıyorsun ortada"

Şöyle bir bakmak yeter, ülkemizin görünüşü başımızı döndürür.
Şaşkınlık mı, ahmaklık mı, geri zekâlılık mı?
Bir karmaşa içinde politikacılarımız, yazarlarımız, yöneticilerimiz.
Birbirini tutmayan kararlarla, görüşlerle serseme çevirirler yurttaşlarını.
Sen bendensin, hayır sen ondansın, öyleyse düşmanımsın.
Tut yakasından at içeri, kalsın bilinmez bir tarihe kadar.
Nice gerçekler var göz önünde görüp seyrettiğimiz.
Hoşlarına gidiyor güçlüler takımının sizleri bizleri uyutmak…

En iyisi şiir yine, hemen herkes şairdir.
İşte halktan birimiz Dr.
Kamuran Yılmaz şöyle yazmış bir ilkyaz sabahında:

"Neşeli türkülerle doldu bahçeler bağlar"
Azur mavisi deniz, mora bürünmüş dağlar"
Müjde! Müjdeler olsun, geldi yine ilkbahar" 

Bir anlık mutluluk, hepsi budur.

Not: Yalnızlığımız artıyor.
Dört sevgili dostun beklenmedik ayrılışları; Canan Eronat, Gülçin Çaylıgil, Reha İsvan ve Ertin Akgüç…

Unutulmaz anıları hep yanımızda, sevgilerimizde…

Hep özlemlerimizde, yüreklerimizde…

Canan, Gülçin, Reha, Ertin yok olmak yakışmaz onlara.
Saygıyla, sevgiyle.

Cumhuriyet

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

Cüneyt Arcayürek: Açıkladığı Son Çare!

23 Mayıs 2013

Olasılığı bile tartışma konusu referandumda halkın oyları sanki Beyefendi'nin cebinde.

Ya da halkı da yanlış yalan ne söylerse onaylayan AKP Grubu'ndaki milletvekilleri sanıyor zahir.

Amerika dönüşü uzun uzadıya uygulanan programı anlattı ve tabii gelecek yıl üç seçimle ilgili soruları yanıtlarken halkımıza ve demokrasimize gerekli, zorunlu ve yararlı sistem diye yutturmaya çalıştığı, oysa artık cümle âlemin bildiği kişisel sorunu başkanlık rejimini nasıl yaşama geçirebileceğini açıkladı.

Yeni anayasayı hazırlamakla görevli partiler arası uzlaşma komisyonunu derdest etmiş, tozlansın diye bir dolaba kaldırmış.
Komisyonun artık sözünü bile etmiyor.

Yatıyor kalkıyor; ola ki geceleri düşlerini Çankaya'da oturmuş, ülkeye, insanlara, yargıya, hükümete ve parlamentoya tepeden bakan kudretli bir RTE süslüyor.

Varsa yoksa başkanlık rejimi getiren AKP'nin anayasa taslağı ve bu taslağın parlamentodaki kuşkulu akıbeti.

***

TBMM'ye sunacağı anayasa taslağı kabul görecek mi görmeyecek mi?

323 AKP milletvekili cepte ama…cepte olmayanlar sıralanıyor karşısında.

CHP'den zaten hayır yok.
MHP'ye de güvenmiyor.

Medyadan İmralı'ya duyurduğu vaatlerle BDP'yi başkanlık tavına getireceği ve böylece 330 olumlu oyu sağlayacağı sanıyla gündeme getirdiği girişimler de olumsuz.

Tam BDP'den umut kesilmez diye düşündüğü sırada, Amerika'dan döndüğü gün BDP, TV'lerden RTE'ye başkanlık sevdasından vazgeçmesini duyurdu ve biçarenin düşlerine bir darbe daha vurdu.

Ne ki can çıkmayınca umut tükenmiyor.

Muhalefet partileri genel başkanlarından, genel merkezlerinden umutsuz RTE, şimdi yeni bir yönteme başvuruyor.

Muhalefet milletvekillerinin gizli oylamada vicdanlarının sesine uyarak AKP yasasına olumlu oy kullanmalarını istiyor.

Şayet, diyor "Muhalefet partileri kendi milletvekillerini parti merkezlerine kilitlemez de serbest bırakırsa" başkanlık sistemi getirecek olan AKP önerisi anayasanın emrettiği yeterli oyla TBMM'de kabul edilir ve "böyle bir adımla referandum yolu açılabilir".

Başkan olmadan, on yıldır bu ülkeyi zorba uygulamalarla nasıl yönettiğini bilen ve yaşayan muhalif milletvekilleri, RTE'ye, başkan ol da parlamenter rejime bile sığmayan baskıların, çağdaş demokratik yaşama yaraşmayan dayatmaların daniskasını yürürlüğe koy diye AKP anayasa tasarısına oy verecekler ha?

Olacak şey mi?

***

Gizli oylamalarda hükümet ve partisi lehine sonuç çıkmasını sağlamak amacıyla olumsuz oy kullanacağını saptadığı AKP'li vekilleri izlettiği, Meclis'te oyların kullanılacağı sırada, oy hücresinden oy sandığına dek, her birini bir diğer vekil ile denetim altına aldığı bilinmiyormuş gibi….
çıkmış TV'lere muhalefet parti merkezlerini gruplarını kilitlememeye çağırıyor.

Siyasal yaşamımızda kendini bilmezliğin bu denlisi görülmedi bugüne dek!

İktidar partisi Meclis grubunda da parlamenter rejim yerine RTE'yi tek adam konumuna getirecek AKP anayasasına karşı olanlar bulunuyor.

Başka partilere örnek olmak istiyorsa, önce AKP'li vekilleri başkanlık önerisine oy vermekte serbest bıraktığını açıklasın da boyunu bosunu görelim.

Muhalefet, vekillerini kilitlemez de AKP Anayasası Meclis'ten geçerse referandumda sandığa giden halkın, başkanlığına evet oyu kullanarak onaylayacağını söylüyor.

Oysa kendine yakın, hatta partisi adına her hafta anketler yapan araştırma kurumlarının da açıkladığına göre halk, RTE'nin başkanlığına karşı.

***

Olabilir.

Siyasal ve kişisel ikbali söz konusu olunca halk başkanlığına karşıymış, ne umuruna...

Halkın onaylamayacağı hiçbir uygulamaya imza atmadığını, atmayacağını yıllardır yineleyen RTE…

.
her genel seçimde uyguladığı yöntemleri referandumda da uygulayarak fakir fukara gariban halkı; maddi devlet olanaklarını kullanarak tavlayacağını ve başkanlığını onaylatacağını söyleyebiliyor

Bu, demokrasi gibi amaçlarını gerçekleştirmek için halkı da bir vasıta görmek değil mi?

Cumhuriyet

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

Esfender Korkmaz: Demokrasiyi neden istemiyorlar?

22 Mayıs 2013

Bir toplumda fert başına gelirin yüksek olması tek başına insanların mutlu olması için yetmiyor.
Yediklerimizi daha rahat sindirmemiz için aynı zamanda demokratik ve özgür ortama ihtiyacımız vardır.
Demokratik olmayan toplumlarda, büyümenin toplum refahına yansıması mümkün olmuyor..
Aynı şekilde gelir dağılımındaki bozulma da toplum vicdanını rahatsız edecek kadar bozuluyor.

Demokrasinin olmadığı veya aksak çalıştığı rejimlerde insan refahı, toplumsal refah oluşmuyor.
Dün, komünizmin halka rağmen halk için sloganı, insanlığın 70 yılını götürdü..
Daha yakın dünlerde Saddam da halk için savaştığını iddia ediyordu ve fakat gerçekte bir diktatördü.
Dubai'deki gökdelenler, New York'u aratmıyor.
Ancak bir hata yaparsanız, nereye ve nasıl gideceğinizi kimse bilemez.
Bunun için el altından turistleri uyaran gönüllüler var.
Krallar, şeyhler ve diktatörler ellerindeki gücü paylaşmaz.
Dünyanın, ABD ve diğer ülkelerin, bir ülkede illa da demokrasi gelsin diye bir dertleri yok.
Herkes ekonomik ve siyasi çıkarlarına göre hareket ediyor.
Suudi'lerin ve Katar'ın Suriye ile mezhep kavgası olmasaydı, kimse Esad'a git demeyecekti.

Bugün küreselleşme sürecinde, serbest piyasa ekonomisi yalnızca spekülatif sermaye için geçerlidir.
Emek için dolaşım serbestliği yoktur.
Hiç olmayacaktır.
Bu durum, üretim faktörleri içinde, emek faktörü aleyhine olan anti demokratik bir uygulamadır.
Ancak spekülatif sermaye hiçbir zaman emeğin dolaşmasına izin vermeyecektir.

Sonuçta kürselleşmenin, yalnızca bazı ülkelerin refahını artırdığı anlaşıldı.
Bizim gibi düşük kur tuzağına düşen ülkeler için, küreselleşmenin çaktırmadan, acısı sonradan çıkacak bir yeni sömürü düzeni aracı olduğu ortaya çıktı.

Özetle; dünya kamuoyu geçirdiği acı tecrübelerden sonra, demokrasi ve özgürlük olmadan, refah olmayacağını öğrendi.
Ne var ki eksik demokrasilerde kamuoyunun elinden bir şey gelmiyor.

Demokrasi aynı zamanda bir terbiye ve kültür rejimidir..
Yasalarla ve kağıt üstünde olmaz..
Demokratik terbiye ve kültürün yerleşmesi gerekir.
Başlıca göstergesi ise halkın kararlarına saygılı olmaktır.
Halkın kararlarına saygılı olursak, düzen kurulur..
Aksi halde adı demokrasi olmaz, anarşi olur.

***

Demokrasinin işlemesi için, gelişmiş bir ekonomi, eğitilmiş ve bilinçli bir toplum gerekir.
Türkiye bu noktada laik demokratik Cumhuriyet yolunda atlama taşını geçiyorken siyasi alanda önüne taş konuldu.
Yerli ve yabancı lobiler, çıkar grupları işbirlikçiler bu yolu engellemeye çalışıyor.

Siyasi parti genel başkanları birbirini diktatörlükle suçluyor.
Ancak önlerine sandık gelince, hiç biri önseçim istemiyor.
Hiç biri genel kurullarda rakip istemiyor.
Oysa ki demokrasiye geçiş için önce halkın tercihlerinin seçim süreçlerine yansıması gerekir.

Sivil toplum örgütleri bile, demokrasiyi kendi çıkarları doğrultusunda yorumluyor.
Söz gelimi, gönüllü sivil toplum kuruluşu olan TÜSİAD, sanayici ve iş adamlarının derneğidir..
Ne var ki şimdiye kadar bir başkanın teknolojiden, verimlilikten ve yatırımlardan bahsettiğini duymadım..
En büyük işlevi ya hükümetleri desteklemek veya hükümetlere kafa tutmak..
Elindeki parasal gücü, kendi hegemonyası için kullanmaktır.
Çünkü eğer demokrasi yerleşirse piyasa ekonomisi daha iyi çalışacak..
Rekabet gelecek.
Oligopol piyasalar kırılacak..
Spekülatif kârlar ortadan kalkacaktır.

Demokrasiden ve özgürlükten en fazla korkanların başını ise medya çekiyor.
Medyanın ekonomi sayfalarına bakın..
Bu sayfalarda yalnızca finans kesimi, zenginler kulübü ve borsa spekülasyonları yer alıyor..
Gazetelerin halkla ve tüketici ile ilgisi kalmamış.
Zira, eğer demokrasi gelirse herkesin yaptığının, ayan beyan gün ışığına çıkacağından korkuluyor.

Yeniçağ

-  -  -  -  -                        ^^^^^ - vvvvv

Arslan Bulut: "Silah korkakta, yetki cahilde, para cimride olursa…"

22 Mayıs 2013

Soysal Algan'ın ısrarlı davetiyle Trabzonspor Başkan adaylarından Muharrem Usta'nın Grand Cevahir Otel'deki toplantısına katıldım.
Türkiye'nin içinde bulunduğu tehlikeli süreçte, kendi memleketimin takımı da olsa bir spor kulübündeki başkanlık yarışıyla ilgili yorum yapacak durumda değilim.
Üstelik, Trabzon şehrinin, bütün enerjisini Trabzonspor'a vererek, kök hücre araştırmaları gibi yüz akı olan bir iki alan dışında çok gerilerde kaldığını düşünenlerdenim.
Kaldı ki artık Trabzonspor da eskisi gibi başarılı değil…

Fakat Muharrem Usta'nın konuşmasını dinledikten ve Trabzonspor Denetleme Kurulu'nun borç raporunu okuduktan sonra Türkiye'nin durumunun da Trabzon ve Trabzonspor gibi olduğunu fark ettim.

***

Muharrem Usta, sportif başarıların 30 yıl geride kaldığını, Trabzonspor'un artık bunlarla avunamayacağını, yeniden tarih yazacak bir devrim başlatması gerektiğini söylüyordu.
Bu arada, bir spor kulübünün, bulunduğu şehrin ekonomik ve sosyal gücüyle birlikte var olduğunu anlatırken öyle bir tablo çizdi ki yanımdaki hemşehrim, "Muharrem Usta, önce şehri zenginleştirecek galiba" deyiverdi.
Futbol, sporcular açısından baktığınızda kendini ispatlamak gibi bir derdi olanların işi gibi görünüyor ama artık bir endüstriye dönüşmüş durumda..
Rus oligarkları ve petrol zengini Arapların, ünlü takımları satın alarak işin içine girmesinin de herhalde bir getirisi olsa gerek.
Bu alanda da artık milyar dolarlar dönüyor..

***

Trabzonspor Denetleme Kurulu Başkanı Mahmut Ören, kulübün 30 Nisan itibarıyla borcunun 175 milyon 652 bin 541 lira olduğunu, Ağustos ayına kadar olan süreçte 70 milyon TL'lik kaynağa ihtiyaç duyulduğunu açıkladı!

Trabzonspor, İstanbul sermayesine başkaldırının simgesi olduğu için Anadolu'nun her köşesinde sevildi, baştacı edildi.
Fakat şimdi öyle bir noktaya geldi ki kulübün borçlarının ödenmesi için gerçekten bir devrim gerekiyor..
Tıpkı Türkiye gibi…

Nitekim CHP Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili Umut Oran, 10 yılda dış borcun 207 milyar dolar arttığını bunun da AKP öncesindeki hükümetlerin toplam borcunun 1,5 katı olduğunu, yine bu dönemde 38 milyar dolarlık kamu malının satıldığını, tüm bu borçlanma karşısında 22 milyar dolarlık IMF borcunun ödendiğini söyledi.

MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak da "Türkiye'nin genel borcu 224 milyar dolardan 560 milyar dolara çıkmıştır.
IMF'ye borç ödenmiştir ama hükümet 38 milyar dolarlık özelleştirme yapmıştır.
Halk sosyal yardımlara, çiftçi borca muhtaç edilmiştir"
dedikten sonra Hz.
Ebubekir'in bir sözünün altını çiziyor:

"Silah korkakta, yetki cahilde, para cimride olursa işler bozulur…"

***

Kısacası Türk Milleti de artık tarihi başarılarla avunacak durumda değildir.
Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu'nun "Yeni Osmanlı" söylemleri de Büyük Orta Doğu Projesi'nin kamuflajıdır!
Türkiye Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan edilmekle karşı karşıyadır..

Dolayısıyla, Trabzonspor delegesi de Türk seçmeni de yetkiyi, kuklalara değil, yönetme kapasitesi olanlara vermelidir.
Tabii, muhalefet partilerinin yönetimleri için de aynı kural geçerlidir.
Yoksa Trabzon öğrenci yurdu Başkanı Salih Zeki Kahveci'nin söylediği gibi, "taşeron milliyetçilik" veya "taşeron ulusalcılık" la da bir yere varılamaz.

Trabzon, tereyağını markalaştırabilse, silah ve gemi inşa sanayisini geliştirebilse, dünyanın en zengin şehirlerinden biri olur.
O zaman Trabzonspor da tam bir dünya markası olur.
Türkiye ise hayal ettiğim Trabzon modeli gibi kendi ayakları üzerinde durabilen bir ekonomi inşa edebilirse, o zaman, Avrupa'daki futbol finallerini her zaman dört büyükler oynar…

Yeniçağ

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

Ahmet Takan: AKP'lilere müjde!

Erdoğan kurmaylarına talimat verdi: 3 dönem seçilme şartını gevşetin

22 Mayıs 2013

"Muhteşem"in ABD gezisi;

Öncesi..

Temasları..

Sonrası..

Kırmızı Salonu..

Heyeti..

Dediği, duyduğu..

Yediği, yemediği..

Epey tartışıldı..
Tartışılmaya da devam edilecek..

Gezinin tam anlamıyla fiyasko olduğu ortada da cilalama çalışmaları hâlâ devam ediyor.
İstanbul Belediye Başkanlığı rüyalarıyla yatıp kalkan AB Bakanı Egemen Bağış,"Tayyip Erdoğan'ı ağırlamaktan dolayı ABD'lilerin duyduğu büyük heyecanı" ballandıra ballandıra anlatmaktan hiç utanmıyor...
Bir dönem "Muhteşem"in tercümanlığını yapan ve ABD'lilerle yapılan görüşmelere kendisinin dışında kimsenin alınmadığı için yaşananlara bizzat şahit olan Bağış'ın sözleri, gerçekten çok ilginç.
Çünkü; ABD'lilerin "Muhteşem"e içeride attığı sopalara, azarlara en yakın şahit olan tek isim.

Bilinmeyenlerin oranı, bilinenlerden kat ve kat fazla.
Acı gerçeklerin ortaya dökülmemesi için, Egemen Bağış hâlâ 2002 yılının numaralarına başvuruyor.

Geçelim...

Muhteşem(!) ABD gezisinin, Suriye sonuçları ortada.
Çok az lafla geçiştirilen Fethullah Gülen-Bülent Arınç görüşmesi ile ilgili ise taraflar farklı farklı yorumlarda bulunuyor ama hepsi tahmine dayalı olarak.

"Muhteşem" Türkiye'ye döndükten sonra AKP kulislerini dolaştım.
"AKP büyükleri"nin ve mebuslarının yüzlerindeki son hali görmek istedim.
Öyle, tivi'lerde hava bastıklarına aldanmayın.
Kıyıya köşeye çekildiklerinde, kendi aralarında derin yorumlara daldıklarında yüzleri mahkeme duvarını andırıyor.
AKP'de suratlar bir karış...
Homurtular iyice arttı; "Tayyip Erdoğan ne ABD'den istediğini aldı ne de Fethullah Gülen'den" deniyor.

Sizlere kimsenin ağzına bile almaya cesaret edemediği, uzun bir zaman öncesinden beri "Muhteşem" ile Gülen cemaatinin arasının ne kadar bozuk olduğunu aktarmaya çalıştığımdan, ABD gezisinde kafamı en fazla kurcalayan bölümlerden biri de burası oldu.
Çünkü; en başından Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın okyanus ötesine götürülmesinin yegane gayesi buydu.
Arınç, 2011 genel seçimlerinden önce de ABD'ye gitmiş Fethullah Gülen ile görüşmüş hiç de iyi izlenimlerle dönmemiş ve milletvekili listelerinde büyük kavgalar yaşanmıştı.

AKP'de çok güvenilir bir kaynaktan aldığım bilgi de halihazırdaki durumda hiçbir değişikliğin olmadığı yönünde.
AKP'li kaynak, son Fethullah Gülen-Bülent Arınç görüşmesi ile ilgili çok fazla detaylı bilgisi olmadığını kaydederek "Erdoğan, ABD'ye gitmeden önce Fethullah Gülen'e 'gelsin görüşelim' haberi gönderdi.
Bu talebe ret cevabı verildi.
Bülent Arınç'ın görüşmesi ise düşük profilli oldu.
İlişkilerde değişen bir şey yok.
Sıkıntı giderilemedi"
dedi.(Bu satırların yazıldığı -Çarşamba- gün akşam 22.
00'de Bülent Arınç TRT Türk'te programa çıkacak.-aht-)

AKP'de asık suratların nedenlerini anlatmaya devam edelim..

Tüm yandaş medya el birliği edip iktidarın yarattığı yeni anayasa krizini alfabenin bütün harflerine dayandırdıkları alternatiflerle kapatmaya çalışırken tablo burada da çok farklı.
"AKP'nin büyükleri" yeni anayasa formüllerine artık "öldü" gözüyle bakıyor.
Alternatif ne olursa olsun parti içinde en iyimser tahminle firenin 25-30 civarında olacağı konuşuluyor.
İktidar kulislerinde esas üzerinde durulan konu, "Tayyip Erdoğan sonrası"..
Yapılan değerlendirmelerde; Genel Başkanlık koltuğuna oturacak isimler arasında ilk 3'te sayılan "Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ABD gezisi sonrasında artık hiç şansı kalmadı.
Numan Kurtulmuş ile Ali Babacan yarışta yalnız kaldılar"
deniyor.

Bir çok kanaldan yapılan sıkıştırmalara rağmen "Muhteşem"in Abdullah Gül'ün tekrar partinin başına geçmesi formülünü ise kesin bir dille ret ettiği iddia ediliyor.

Gelelim heybedeki turpların en büyüğüne; bu haber belki de AKP'ye büyük müjde niteliğinde...

"AKP büyükleri" dedi ki; "Tayyip Erdoğan daha önce değişmemesi yönünde çok katı tutum takındığı 3 dönem seçilme şartının gevşetilmesi için çalışma yapılması talimatı verdi…"

Bu çalışmanın sonucunu takip edeceğiz.
Bakalım "Muhteşem, içinde bulunduğu sıkışıklıklardan kurtulabilmek adına daha neler yapacak...

Siyasi kulislerden son not;

Hani şu muhalefet partilerinin imzalarını çektikleri kıyak milletvekilliği yasa teklifi vardı ya...

AKP teklifi aynen getiriyor ama bir de şart koşuyor.
Yasadan yararlanmak isteyen milletvekillerine 1 ay içinde "faydalanmak istiyorum"
diye başvurma koşulu.
Bu yüzden mebuslarımız derin derin düşünüyorlar; "şimdi ne yapacağız?"
diye.
AKP bu teklifi yasalaştıracak da imzasını çeken mebuslar çok sıkıntılı; ya başvururlar ve de AKP bunları ilan ederse..
"1 ay da çok kısa bir süre"..

Bunun adına; "AKP cinliği" dediler.
Sizce ne...
Acaba ne kadar haklılar...

Yeniçağ

-  -  -  -  -                       ^^^^^ - vvvvv

Ali Eralp: HANGİ BARIŞTAN, HANGİ KARDEŞLİKTEN SÖZ EDİYORSUNUZ SİZ?

22 Mayıs 2013

AKP ve onun akilleri barış, kardeşlik, "Analar ağlamasın" propagandasıyla "Açılım Süreci"ni halka yutturmaya çalışıyorlar.

Barış, kardeşlik…

Analar ağlamasın…

Falan filan…

Siz, kendinizi akıllı, el âlemi aptal mı sanıyorsunuz?

Hangi barıştan, hangi kardeşlikten, söz ediyorsunuz?
Çocuk mu kandırıyorsunuz siz?

Kardeşlik mi bıraktınız bu ülkede, kardeş mi bıraktınız, barış mı kaldı?

Kürt dilini öne çıkararak, Kürt diliyle eğitim yaparak, Kürt ırkçılığını körükleyerek, Türk adını, Türk bayrağını yasaklayarak, ülkeyi cemaatlere bölerek, insanları nasıl kaynaştıracaksınız, kardeşliği nasıl oluşturacaksınız?

Hangi barıştan söz ediyorsunuz siz?
Hangi kardeşlikten söz ediyorsunuz?
Toplumu kırk parçaya böldünüz.

Toplumu etnik, dinsel gruplara ayırdınız.
Ortaçağ dünyasına götürdünüz.
Sevgili yurdumuzu saçlı sakallı, şalvarlı, takkeli, eli silahlı ucubelerin dolaştığı bir terör ülkesi yaptınız.
Amerika'nın Teksas eyaletine dönüştürdünüz.

Gün geçmiyor ki bir bomba patlamasın, gün geçmiyor ki insanlarımıza bir saldırı olmasın, gün geçmiyor ki bir ocağa ateş düşmesin…

Ne kardeşliği be…

Ne barışı be…

Hangi barıştan, hangi kardeşlikten söz ediyorsunuz siz?

Kardeşi kardeşe, komşuyu komşuya, arkadaşı arkadaşa düşman ettiniz.

63 değil, 63 bin akil salsanız memleketin dört bir yanına, yakılanları yıkılanları, kırılanları, dökülenleri, kardeşlikleri, dostlukları, hepsinden önemlisi, yok edilen canları geri getirebilir misiniz?

Siz doğaya savaş açtınız.

Kurtlara kuşlara savaş açtınız, ormanlara savaş açtınız.

Akarsulara, derelere, rüzgârlara savaş açtınız…

Üç kuruşluk rant uğruna, maden, mermer, taş ocakları uğruna ormanları kelaynaklara çevirdiniz.

63 değil, 63 bin akil salsanız memleketin dört bir yanına, bozduğunuz doğanın dengesini yeniden kurabilir misiniz?

Tüm kamu mallarını, Cumhuriyet birikimlerini bir yıllık kârlarına yabancılara peşkeş çektiniz.

Siz Atatürk'e, Türk'e, Ulusal Kurtuluş Savaşına, Cumhuriyete, çağdaşlığa, laikliğe, aydınlığa, ADAM OLMAYA savaş açtınız.
Anıtkabir'den bile korktunuz.

Ne kardeşliği be…

Ne barışı be…

63 değil, 63 bin akil salsanız memleketin dört bir yanına, siz Atatürk, Cumhuriyet, aydınlanma düşmanı, mandacı yobazla Atatürkçüyü kardeş yapabilir misiniz?

40 bin kişinin katili, bölücü bir terör örgütü ile yurtseverleri barıştırabilir misiniz?

Komşularımızla "Sıfır sorunlu dış politika" diye işe başladınız, ABD'nin BOP planı uğruna çevremizde bir tek dost devlet bırakmadınız.

Siz o yüce önderin "Yurtta sulh, dünyada sulh politikasını" paspas gibi çiğnediniz…

25 kuruşluk CD'lerle, düzmece kanıtlarla suçsuz günahsız insanları, yıllardan bu yana zindanlarda tutuyorsunuz.

Özgürlüklerini ellerinden aldınız.

Onlara güneşi, gökyüzünü, denizi yasakladınız.
Hayatı zindan ettiniz.

Baharlarını çaldınız.

Ömrünü çaldınız.

Çocuklarını, torunlarını, sevgililerini, eşlerini çaldınız.

Mutluluklarını çaldınız…

Sizin mandacı, şeriatçı düzeninizde olsa olsa, PKK'ya özgürlük olur.

Peşmergeye özgürlük olur.

ÖSO'ya, Hizbullah'a, El Kaide'ye özgürlük olur.

Bebek katiline özgürlük olur.

Ama şanlı Türk komutanına özgürlük olmaz.
Gazeteciye, bilim adamına, milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının oyları ile seçilen milletin vekillerine özgürlük olmaz.

2002'den bu yana ne akan kan, ne de anaların gözyaşı durdu.
Üstelik sizin iktidarınızda şehit sayısı 4'e, 5'e katlandı.
Ana kuzularını önce göz göre göre şehit verdiniz, şimdi de barış, kardeşlik, "Analar Ağlamasın" hikâyeleri ile anaları avutuyorsunuz.

Sizin döneminizde çivisi çıktı Türkiye'nin, çivisi…

Ama çok kalmadı…

Çok kalmadı gidişinize.

ABD'nizle, PKK'nızla, ÖSO'nuzla, Hizbullah'ınızla, El Kaide'nizle, akillerinizle, sizi geldiğiniz yere, Ortaçağa postalayacağız.
Gidişiniz olacak, gelişiniz olmayacak…

Tarihin karanlık dehlizlerinde, karanlık düşüncelerinizle, karanlık adamlarınızla, karanlık planlarınızla, kara çarşaflı yüreklerinizle bir daha çıkmamak üzere, kaybolup gideceksiniz…

İLK KURŞUN

a45UyF587661-201305230948-15
^^^^^ - vvvvv

--
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Borclarin coklugu, dogru adami yalanci, serefli adami da yemininden donek yapar.

Hz.Ali
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder