- Arslan Bulut - Erdoğan ile Barzani neyin düetini yapıyor?
- Ahmet Takan - Arınç'a Saadet(!) yolu gözüktü...
- Hulki Cevizoğlu: Diktatör
- Cüneyt Ülsever - AKP bir yol ayrımına giriyor
- Ayşenur Arslan - Muktedirin 'tehlikeli yalnızlığı'
- Ali Eralp: UTANIN BE, UTANIN!..
Arslan Bulut - Erdoğan ile Barzani neyin düetini yapıyor?
10 Kasım'da, Atatürk'ün hayallerine ulaşmak için çalıştıklarını ayrı ayrı açıklayan Erdoğan, Gül ve Arınç'a, Atatürk'ün bütün yaptıklarını birer birer ortadan kaldırdıklarını belirterek Mevlana'nın, "ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol" sözünü hatırlatmıştım.
Erdoğan, grup konuşmasında "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.
Gençler, bizim ilkemiz budur" demesin mi?
Oysa Tayyip Erdoğan'ın bugüne kadar ortaya koyduğu birbirine yüzde yüz ters tavırlar, CHP tarafından "Receplarousse" adı altında kitap haline getirilmiştir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de Erdoğan'ın kendisini üst üste yalanlayan, boşluğa düşüren, bir dediği diğerini tutmayan sayısız açıklamasının ve konuşmasının olduğunu söyleyerek, "Erdoğan bal gibi, gün gibi, belgeli ve şahitli biçimde bir gün söylediklerini ertesi gün inkâr eden bir siyaset cambazıdır" dedi.
***
Üstelik Erdoğan, "Şu detayın altını kalın çizgilerle tekrar çiziyorum; AK Parti olarak, muhafazakar bir parti olarak, her meselede görüşümüz kesinlikle vardır, söyleyecek sözümüz vardır, hedefimiz vardır ama Hükûmet olarak, Anayasa ne derse, yasalar ne derse, yani sonunda millet ne derse, biz sadece onu yaparız" diyor.
Bu bir detay değildir.
Kendi sözleriyle de sabit oluyor ki, Tayyip Erdoğan ve AKP'nin bütün hareket tarzı, takiyeye bağlıdır.
Yani siz AKP yandaşları olarak her türlü sözü söyleyeceksiniz, mesela "Anıtkabir'i de yıkarız Elhamdülillah" diyeceksiniz, bu yolda ilerleyeceksiniz ama hükûmet olarak Anayasa'yı, yasaları değiştirebilirseniz bu konudaki gerçek renginizi açığa vurmuş olacaksınız?
Bu tutum, halkı aldatmak değil midir?
Gerçi, Erdoğan, "Artık o günler geride kaldı, siyasi parti olarak neye inanıyorsak, ne düşünüyorsak Türkiye için nasıl bir gelecek tasavvur ediyorsak hiç çekinmeden, hiç sıkılmadan, korkmadan, tereddüt etmeden çıkar ve onu söyleriz" diyor ama, hâlâ söyleyemedikleri var.
Yargıyı ele geçirmiş olsa bile yutkunuyor!
Peki ama Suriye meselesinde el-Kaide'ye yataklık yapmaktan suçlanır da dünyanın herhangi bir ülkesinde yargılanırsa ne olur?
Dünyanın yargı sistemini de ele geçirebilir mi?
Nitekim ABD ve İngiltere'nin büyük medya kuruluşları her gün bu yönde haberleri öne çıkarıyor.
Son olarak CNN International televizyonu, Nick Paton Walsh imzalı videolu haberde Hatay'dan Suriye'ye el-Kaide militanlarının gidişlerini gösterdi..
Dışişleri Bakanlığı yalanlıyor ama Walsh, el-Kaide'cileri taşıyan uçakların Hatay Havalimanı'na inişinden, Moritanya, Libya, İngiltere gibi yerlerden gelip Suriye sınırındaki tellerden geçişlerine kadar olan süreci görüntüledi...
Zaten süreci hep birlikte yaşadık.
İddiaların doğru olduğunu hepimiz bilmiyor muyuz?
el-Nusra'ya her türlü desteği kim verdi?
***
Erdoğan, Diyarbakır'da açılışlar yapacağını, törenlere Mesud Barzani'nin de katılacağını, Ergani ve Bismil'de 300 aileyi evlendireceklerini, bu törende de İbrahim Tatlıses ve Şivan Perver'in düet yapacağını söyledi.
Anlaşılıyor ki asıl düeti Tayyip Erdoğan ile Mesut Barzani yapacak?"Diyarbakır, Büyük Orta Doğu Projesi'nin yıldızı olacaktır" diyordu ya, işte o projenin düeti bu!
Diyet de diyebilirsiniz.
Zira Tayyip Erdoğan'ın, her türlü yasal engeli aşarak iktidara gelmesi ve iktidarda tutulması, "yerel yönetimlere özerklik vermek" dayatmasını kabul etmesine bağlıdır.
Son zamanlarda ABD nezdinde güvenilirliğini kaybettiği için yeniden güven tazelemek istiyor ki ABD projesi olan "Büyük Kürdistan" ın baş mimarını Diyarbakır'da ağırlıyor!
Kendisi de Suriye'nin kuzeyinde Kamışlı bölgesini PYD'ye teslim ederek bu süreci hızlandırmıştır.
========================================================
Ahmet Takan - Arınç'a Saadet(!) yolu gözüktü...
AKP içindeki özgül ağırlıklı çatlak daha da büyüdü.
Başkent Ankara siyasetinin grup toplantılarıyla rutinleşen klasik Salısı dün Bülent Arınç-Recep Erdoğan kavgası yüzünden bir hayli renkli(!) ve de hararetliydi.
Bülent Arınç'ın Belgrad üzerinden yaptığı bombardımanın ardından tüm siyaset kulisleri fal bakmaya başlamış, "Erdoğan-Bülent Arınç'ı telefonla arayacak mı aramayacak mı?", "Yanına çağırıp gönlünü alacak mı almayacak mı?" bahisleri oynanıyordu.
Erdoğan, Arınç'ı ne telefonla aradı ne de yanına çağırıp gönlünü aldı.
Bu merakla Salı sabahını ettik.
Erkenden de Meclis kulislerinin yolunu tuttuk.
Bir de baktık ki; AKP kulislerinde "Tayyip Erdoğan, Bülent Bey'in gönlünü mutlaka grup konuşmasında alacaktır.
Başbakanın grup konuşmasına dikkat edin" havası pompalanıyor.
Doğrusu, geçen hafta(Salı) kamuoyunun önünden yardımcısını ve de "kardeşini" TV ekranlarından rezil eden Recep Erdoğan'ın böyle bir gönül alma işine pek girişeceğini tahmin etmiyordum.
Meclis grup toplantılarına getirilen taraftar gruplarından en yetişmiş ve çığırtkanlarının yine Erdoğan gelmeden grup salonuna sokulduğunu ve bunların arasında sıkı eğitilmiş Manisa'dan gelen "misafirler"in bulunduğunu öğrenince tahminimde yanılmayacağımı daha işin başında anladım.
Grup toplantısında bir de baktım ki; Bülent Arınç'ın memleketi Manisa'dan getirilen taraftar topluluğu "Manisa seninle gurur duyuyor", "Dik dur eğilme." sloganları atarak adeta parçalanıyorlardı.
Üstelik, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e verilen devlet nişanı için Erdoğan'ın da bulunduğu Çankaya Köşkü'ndeki törene katılan Bülent Arınç, Meclis grup toplantısına gelmedi.
Şimdi, siz bugünkü yandaş medyanın tamamında Erdoğan'ın grup toplantısına bakarak ya "Arınç'a üstü kapalı cevap" ya da "Erdoğan, Arınç'a cevap vermedi" türünden haberler okuyacaksınız.
Recep Erdoğan'ın grup toplantısında Arınç'a nasıl ince ve büyük bir rest çektiğini anlatabilmek için sizlere Pazartesi akşamı AKP kulislerinden aldığım son kulisi aktaracağım.
Günlerdir takip ettiğim ve sizlere ulaştırdığım Gülen cemaati-Abdullah Gül-Bülent Arınç birlikteliğine gelmeden önce ne olmuştu da ipler kopmuştu?..
İktidar içindeki saltanat kavgasını yakından takip eden ve mahrem sırların birçoğuna vakıf olan kaynağım(AKP'li) aynen şunları söyledi;
"Bülent Arınç, Başbakana gitti ve 'Sen Çankaya Köşkü'ne çıkacaksan ben de Başbakan olacağım.
Artık tavrını netleştirme zamanı geldi'dedi.
Erdoğan bu talebe çok sinirlendi.
Bülent Bey, önünün açılması için de 3 dönem şartının esnetilmesini Başbakan'dan bir kez daha istedi.
Erdoğan da Arınç'ı ret ederek, '3 dönem şartında bir değişiklik yapamam.
Eğer yapmaya kalkarsak hepimiz siyaseten biteriz' dedi ve Arınç'ı gönderdi.
İplerin tamamen koptuğu nokta bu görüşme oldu"
AKP'li kaynağa "Bülent Arınç bundan sonra ne yaptı,neyi planlıyor" diye sordum.
Aldığım cevap;
"Bülent Arınç ile Abdullah Gül yakınlaşmasını siz de yakından takip ediyorsunuz zaten.
Bülent Bey etrafına 'Mücadeleye devam.
Olmazsa bizim bir evimiz (Saadet Partisi)daha var.
Çeker oraya gider Fatih Erbakan ile birlikte orayı canlandırırız' diyor"
Şimdii!..
Oldukça sağlam bir kaynaktan aldığım bilgiler ışığında Erdoğan'ın dünkü grup toplantısında söyledikleriyle Bülent Arınç'a nasıl sert bir cevap verdiğini ve tabiri caizse "tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna" dediğini daha iyi görün;
"Omurgalı olacaksın omurgalı.
Omurgasızdan bir şey olmaz"
"Rüzgar önünde yaprak gibi sallanandan bir şey olmaz"
"Kardeşlerim pusuda bekleyen zavallılara ümit vermeyecek"
"Biz meselelerimizi aramızda konuşur çözeriz"
Vee!..
Bülent Arınç'a, onun hayallerini boşa çıkaracak en önemli mesajı ise 3 dönem seçilme şartıyla ilgiliydi Recep Erdoğan'ın;
"Bu, Türkiye ve dünya siyasetinde ilk.
Arkadan gelen gençlerin önünü tıkamayacağız.."
Ne oldu şimdi yandaş medya ve yazarlarına?..
Hani, AKP'de çatlak-patlak yoktu!..
Hani, kırgınlık-küslük yoktu!..
Hani, bu çözülmeyecek bir sorun değildi!..
Recep Erdoğan'ın bu restinin ardında iktidar içinde nabız nasıl atıyor diye de merak edersiniz herhalde!..
Denilen o ki;
"Abdullah Gül, bir dönem daha Köşk'te kalmak şartıyla Tayyip Erdoğan ile anlaşır.
Erdoğan'ın Başbakanlığının devam etmesine kimse o veya şu sebepten dolayı ses çıkaramaz"
Peki, Bülent Arınç ne olacak?
"Ya torun sevecek ya da Saadet'in peşine düşecek"!..
========================================================
Hulki Cevizoğlu: Diktatör
İki gün önce, 10 Kasım'da, Atatürk'e olan özlem tıpkı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'ndaki gibi yoğundu.
Ama onu özlemek bir yana, 'Olmasaydı da olurduk' başlığıyla, gazetelere tam sayfa 'kara zeminli ilanlar' verenler de oldu.
Bence onlara teşekkür etmeli.
Çünkü, Atatürk'e ve kazandırdığı değerlere daha sıkı sarılmamıza neden oluyorlar.
***
Devletin televizyon kurumu TRT'de böyle bir günde, onu, "ağzından çıkan her söz hüküm niteliğindeydi" diyerek 'diktatör' olarak gösterdiler.
Oysa günümüzde özel hayata ve özgürlüklere, 'nefes aldırmayacak' kadar yoğun baskılar yapılıyor.
Artık Erdoğan'a açıkça 'diktatör' deniyor, Erdoğan ise yanıt veriyor:
"Seçimle gelen, hiç diktatör olur mu?"
"Madem diktatörüm, buyursunlar sandıkta indirsinler.
Hodri meydan diyorum.
30 Mart'ta sandıkta kozlarını paylaşsınlar"
***
En son olarak, Başbakan Erdoğan'ın 'kızlı-erkekli öğrenci evlerine2 karşı açıklamaları, kendi partisinde bile büyük tepkilere neden oldu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile, Başbakana 'isyan' etti ve rest çekti.
(Hoş, biz böyle kaç tepki ve sonrasında kaç tövbeye tanık olduk ya!)
Bu satırları yazdığım ana kadar, Erdoğan Arınç'ı henüz fırçalamamıştı.
***
Başbakanın kendi bakanları, yerli ve yabancı gazeteciler dâhil, önüne gelen herkesi fırçalamasının bir nedeni varmış meğerse!..
Bakınız, hükümet destekçisi Star Gazetesi'nde bu nasıl açıklanmış?
Alıntı yaptığım yazı, Gezi Olayları sırasında kaleme alınmış (İsmail Küçükkılınç, Hukukçu, Star Gazetesi, 16 Haziran 2013, Pazar, Açık Görüş eki, s.5).
"MESELE ERDOĞAN'IN İKİ BAKAN, BİRKAÇ GAZETECİ FIRÇALAMASI DEĞİLDİR!"
"Tayyip Erdoğan'ın bugün bazı kesimlerce diktatör olarak tavsif edilmesi, kesinlikle Erdoğan'ın iktidar etme biçimine ve sert üslubuna yönelik değildir"
Yani Erdoğan'a diktatör demenin nedeni, onun diktatörce yönetimi (iktidarı) değildir, diyor.
Peki ya ne?
"Erdoğan, temsil ve isnat ettiği güce paralel bir iktidar gücü sergilemektedir.
Birilerini ümitsizliğe sevk eden temel amil de, ilk defa Erdoğan gibi birinin sergilediği iktidar gücünün, bu gücün kaynağı tarafından namus meselesi addedilmesi ve sahip çıkılmasıdır"
Yani, diyor ki, "Erdoğan gücünü milletten alıyor.
Millet ise, verdiği bu gücü namus meselesi olarak görüyor.
Bu da, birilerini ümitsizliğe sevk ediyor"
E öyleyse, millet güç veriyor, Erdoğan da güçlü oluyor ve bu namus ise, Erdoğan insanları niçin fırçalıyor?..
"Mesele Erdoğan'ın iki bakan, üç bürokrat, birkaç gazeteci ya da işadamı fırçalaması değildir.
Birilerinin aslında kendi yaşamlarına müdahale edilmediğini çok iyi bilmelerine rağmen, müdahale sözünü telaffuz etmelerinin sebebi kabul etmedikleri, yakın durmadıkları bir anlam dünyasının her türlü gayretlerine rağmen görünür hale gelmesidir"
Özeti şu: "Aslında kimsenin yaşamına müdahale edilmiyor.
Aksini söyleyenler de bunu çok iyi biliyor ama Erdoğan'ın ve ona oy verenlerin anlam dünyasına çok uzak oldukları için yalan söylüyorlar"
Devam edelim:
"DP döneminde güç unsuru bizatihi milletti; şimdi ise millet sahip olduğu 'değer'le birlikte anlam ifade ediyor.
Bu değer görünür hale geldiği ve Erdoğan bu değerin en güçlü mümessili olduğu için diktatör ithamına maruz kalıyor.
Meselenin özü budur"
Yani, "aslında Erdoğan'a diktatör diyerek; ona değil, milletin değerler dünyasına saldırılıyor" demek istiyor.
Peki, diyelim ki doğru.
Bu, Başbakanın insanları sürekli azarlamasına, hakaret etmesine gerekçe olabilir mi?
"Erdoğan'a sahip çıkmak demek, aslında bir anlam dünyasına mensup olanların kendisine sahip çıkması demektir.
Bu anlam dünyası başkalarına hayat hakkı tanır da mevzi kaybederse, asıl diktatörlük o zaman zuhur eder"
İşte asıl can alıcı, dehşetengiz ifade son cümlede.
Demek isteniyor ki, "Biz başkalarına hayat hakkı tanırsak, mevzi kaybederiz ve karşımızdakiler diktatör olurlar!."
***
Nasıl, anlayabildik mi "Erdoğan'ın iki bakan, üç bürokrat, birkaç gazeteci ya da işadamı fırçalamasının nedenini?"
Benim anladığım şu:
"Erdoğan, diktatörlüğü önlemek için insanları fırçalıyor!"
***
GÜNÜN SÖZÜ:
Bazı AKP'liler Atatürk için 75 yerine, 95.ölüm yıldönümü diyor.
Bence bu gaf değil, bilinçli bir ifade.
Atatürk'ü Çanakkale'den sonra yok saydıkları için, 20 yıl daha erken öldürmüş oluyorlar!
========================================================
Cüneyt Ülsever - AKP bir yol ayrımına giriyor
Kimileri Erdoğan-Arınç çatışmasını i) yol kazası, ii) Arınç'ın sitemi / serzenişi, iii) aile içi ağız dalaşı, iv) Arınç'ın birikmiş kırgınlığı, v) siyasi hayatını tamamlayan Arınç'ın hırsı olarak değerlendirip; 'akut' (birden patlayan / süreli olmayan rahatsızlık) teşhisi ile açıklamaya çalışıyor.
Ben ise rahatsızlığın 'kronik / müzmin' (kalıcı, yerleşmiş) olduğunu düşünüyorum.
***
RTE'nin son dönemdeki çıkışlarını da 'gündem değiştirme', 'muhafazakar tabana mesaj' türü plan / program sonucu ortaya konulmuş 'siyasi mesajlar' olarak görmüyorum.
Bana göre, kendisini 11 yılın sonunda 'çaresiz' hisseden RTE, artık akıl dışı tepkiler ile yaşıyor.
Bülent Arınç'ın 48 saat bekledikten sonra RTE'ye verdiği tepki ise, belirli 'mihraklar' ile enine boyuna 'meşveret' edilmiş, içindeki duygusal tatlara rağmen, 'planlı / programlı' ve 'kronik' (kalıcı) bir 'serzeniş'!..
***
1) Arınç'ın son açıklamasında; daha önce de Başbakan ile arasında bazı kırıcı konuşmalar geçtiğini belirtmesi, aralarındaki çelişkinin 'tarihi derinliği' olduğunu gösteriyor.
2) Açıklamasında; RTE'nin 'öğrenci evleri' sözlerine karşı yaptığı ilk tevilin ardından bazı bakanlardan tebrik telefonları aldığını belirtmesi, hükümet içinde yalnız olmadığını vurguluyor.
3) Ancak, en önemlisi; Arınç'ın konuşmasında, parti içinde 'özgül ağırlığı'nın olduğunu söylemesidir.
Arınç'ın esas söylemek istediği; AKP içinde özel bir siyasi ağırlığının olduğudur.
Arınç'ın AKP içinde, RTE'den sonra, partililer üzerinde en fazla etkiye sahip ikinci kişi olduğu söylenebilir.
Nitekim, 2007 yılında RTE'yi cumhurbaşkanlığından feragat ettirip, RTE'ye Abdullah Gül'ü kabul ettiren etmenlerin başında, Arınç'ın Gül lehine 'özgül ağırlığı'nı koyması gelir.
***
Arınç bu planlı çıkışı neden yapıyor?
İçeride ve dışarıda RTE'nin giderek siyaseti 'tek adam' olarak oynaması büyük rahatsızlık yaratıyor.
RTE, her geçen gün etrafına topladığı 'çapsız', 'saygınlıktan yoksun', 'yalakalıkta önder' danışman ve benzerlerine daha çok yaklaşıyor; parti içinde ağırlığı olan, saygınlığını koruma haysiyetine sahip kişilerden uzaklaşıyor.
İslami siyaset ağırlıklı ve diktaya dayanan bir rejim kurmaya hevesleniyor.
İçeride ve dışarıda, artık açık ve seçik 'Erdoğansız AKP'den bahsediliyor.
***
RTE'den büyük rahatsızlık duyan AKP'liler de var.
Onlar da 'Erdoğansız AKP'yi tartışıyorlar.
Hele hele, Erdoğan'ın koyduğu 'en fazla 3 kere milletvekili seçilebilme' şartını tamamlayanlar iyice rahatsız.
İşte bu noktada, Bülent Arınç RTE'ye gözdağı veriyor:
"İstersem 'Erdoğansız AKP'yi tartışan AKP milletvekillerini ben mobilize edebilirim!" diyor.
***
RTE:
1) Kendisini '28 Şubat Projesi'nin bir eseri olarak, 'dünya çapında lider' yapan ABD'yi yitirdi.
2) AB nezdinde büyük itibar kaybı yaşıyor.
3) Kendisine oy vermeyenlerin 'nefret simgesi' haline geldi.
Galiba; Türkiye'nin hem en fazla 'istenen', hem de en fazla 'istenmeyen' lideri olmayı becerdi.
4) Türkiye'yi resmen ikiye böldü.
İkiye bölünmüş Türkiye'yi; ne Türkiye'nin kendisi, ne de dünya taşıyabilir.
***
Bülent Arınç; RTE'ye, AKP içinde de yukarıda çizdiğim resmi görenlerin bulunduğunu ve onlar üzerinde 'özgül ağırlığı' olduğunu 'şimdilik' hatırlattı!
========================================================
Ayşenur Arslan - Muktedirin 'tehlikeli yalnızlığı'
Geçenlerde "Erdoğan durdurulamıyor" diye yazmıştım"Kızlı erkekli evler" çıkışının ardından..
Alametler, bu tespitte yalnız olmadığımı gösteriyor.
Cumhuriyet savunucuları..
Solun tüm renklerini kucaklayan Gezi direnişçileri..
Zaten Erdoğan'ın hedefinin ve otoriter yönetim anlayışının farkındaydı.
Uyarıyorlardı.
O uyarılara kulak verilmedi.
AKP'nin seçeneksiz olduğu, Kürt açılımı ile barışı getireceği ve tabii Türkiye'nin büyüdüğü masalları anlatıla anlatıla gerçek sanılmaya başlandı.
Ama sonra rüzgar dönmeye başladı.
Liberaller..
Kendilerini "demokrat" zannedenler..
İstikrar adına bir dönem alkışlayan iş dünyası..
Başta ABD olmak üzere Batı dünyası..
Yanı sıra dünün dost ve kardeş ülkeleri..
Derken Fethullah Gülen ve cemaati..
Bir bakmışız ki Abdullah Gül ve destekçileri..
Erdoğan'ı terk etmeye ya da en azından eleştirmeye başladı.
VE ARINÇ SAHNEDE!
Hani eskiler der ya."Ecel geldi cihane baş ağrısı bahane..
Kızlı erkekli evler meselesi tam da böyle bir şey oldu.
Sanki patlamak üzere olan bir fırtına koptu. "
Bakmayın Erdoğan'ın "bir şey yok" hallerine.
Yandaşlarının "Arınç'ınki dostça bir sitem" yorumlarına.
Durum çok ciddi.
Üstelik birkaç cümleye sığdırılmış duygusal bir çıkıştan söz etmiyoruz.
Uzun, açık ya da kapalı pek çok mesajın verildiği bir konuşma yaptı Arınç.
En "çekici" yanı kişisel itirazlar faslıydı.
Katip / kum torbası benzetmeleriyle uğradığı muameleyi anlatıp İSYAN etti.
Ama asıl önemli olan, bize neredeyse bir "diktatörü" tarif etmesiydi.
Saf saf gazetecileri, uzmanları falan dinlediği yok diye yakınıyorduk ya!
Meğer Erdoğan onları da dinlemez, takmazmış.
Arınç özetle şunu anlattı: Kızılcahamam'da ben Başbakan'ın bunları söylediğini duymadım.
Eğer söylediyse, bu bizlerin olmadığı bir toplantıda olmuştur.
Akla bile getirilmemesi gereken böyle bir konunun, hele Bakanlar Kurulu dışında konuşulması düşünülemez.
ERDOĞAN KONTROL EDİLEMİYOR
Bir bakanın "Yiğit Bulut'un ekonomi danışmanı olması cari açıktan daha büyük risk" dediğini geçenlerde yazmıştım"Eksiği var fazlası yok" diye yorumlar aldım Ankara'dan.
Gerçekten de durum bu çünkü.
Erdoğan, etrafındaki bir avuç danışman ve Davutoğlu ile hayal aleminde sanki.
Ahlak / dine göre yaşam kriterleri koyacaklar.
Onları denetleyecek polis ekipleri olacak.
Bu arada yarın Şam'da namaz kılacaklar..
Haftaya da AB ile köprüleri atıp Yeni Osmanlı Cumhuriyeti'ni ilan edecekler.
Erdoğan bu hayallerin peşinde koştukça yalnızlaşıyor.
Yalnızlaştıkça kontrolunu kaybediyor.
Kontrol edilemiyor.
Bunları biliyorduk ama Arınç bir de "İÇERDEN VE YAKINDAN" anlattı.
VEDA HUTBESİ Mİ?
Bu, Ufuk Uras'ın ifadesiyle bir "veda hutbesi" mi bilmiyorum.
Ama AKP'deki çatlağın üzeri artık sıvayla tutmaz..
Belki yine sorun yokmuş gibi poz bile verebilirler.
Ancak Erdoğan için yolun sonu göründü.
Sadece AKP'deki çatlak değil, kendi elleriyle yarattığı toplumsal fay kırığı onu ve akıldanelerini yutar.
Hatta Gezi'deki tavrı yüzünden yutulmaya başladı bile.
Yani, Arınç'ın çıkışı aslında ERDOĞAN'IN VEDA HUTBESİ olabilir.
Önümüzdeki günler çok şeye gebe!
Ö
LDÜREMEYECEKSİNİZ!
Ben, çalışan..
Haklarını bilen ve dahasını isteyen..
Okuyan..
Yazan..
Sosyalizme "hâlâ" inanan..
Özgürce seyahat eden..
Aklın peşinde koşan bir insan, bir anne, bir Cumhuriyet kadınıyım.
Eğlenmeyi, gülmeyi ayıp sayan..
Karılarından "eşit olmadıkları için eşim diye söz etmeyen"..
Kadınları örtülerin ve duvarların arkasına kapatmaya çalışan..
Her kimseniz!
İstediğiniz kadar ağzınıza Atatürk adını almayın.
Nişanlarınızdan, madalyalarınızdan, tabelalarınızdan Atatürk adını çıkarın..
Atatürk'ü öldüremeyeceksiniz.
Bu toplumun zihninden ve yüreğinden silemeyeceksiniz.
Sizi sevgili karanlığınızla baş başa bırakıyorum.
Bu akşam Mustafa Kemal Atatürk için kadeh kaldırıyorum.
İyi ki doğmuş!
YA İSLAMİ DÜZEN YA DA...
İktidara en yakın gazetelerden Yeni Şafak'ta yazan Hayrettin Karaman, "gerçek Erdoğan'ın gerçek hayalini" anlatmış.
Beyefendiye göre, ya İslami referans alan bir düzen gelecek..
Ya da çoğunluğun hatırı için "diğerleri" bazı özgürlüklerden mahrum kalacak.
Yoksa..
"Bana göre birinci çare, yüzde yüze yakını Müslüman olan bu toplumda 'İslam'ı temel referans alan bir demokratik düzen'dir.
Liberal demokraside ısrar edilecekse hükümetlerin, bu rejime ters düzen devlet davranışlarına teşebbüs etmemesi ama bireylerin, muhtaç oldukları çoğunluğun hatırı için bazı özgürlüklerini 'gönüllü olarak' kullanmamalarıdır.
İnadına kullanırlarsa en azından mahalle baskısı, değerleri çiğnenen çoğunluğun hakkı olur"
Pentimento
İtalyanca "pişmanlık" demektir "pentimento".
Aynı zamanda bir sanat terimidir.
Ressamın yaptığı resmi beğenmeyip -veya pişman olup- üzerine yeni bir tablo yapmasına denir.
Bunu, örneğin şiirde, görünenin altına saklanmış olanı anlama çabası diye okuyabilirsiniz..
Hatta bir kişinin "gerçek yüzünü" görebilmek için var olan imajı kazımak diye de!
Kızlı-erkekli evler meselesinde, Erdoğan öyle mi dedi böyle mi?
Gerçek Erdoğan hangisi?
Türkiye'yi neredeyse Suudi Arabistan'a benzetmek isteyen, radikal dinci / otoriter bir yönetim hayal eden bir politikacı mı?
Yoksa arada bir Kasımpaşalılığı tutup da öylesine konuşuveren adam mı?
Ahmet Hakan, Erdoğan'ı dünü – bugünü ile ve yakından tanıyan bir gazeteci olarak tablonun üstündeki boyayı kazımış.
Ve altındaki "gerçek yüzü" resmetmiş:
GERÇEK ERDOĞAN
"-Kendi ahlak anlayışının herkes tarafından benimsenmesi gerektiğine inanan...
-Başka ahlak anlayışlarını, kendi ahlak anlayışı çerçevesinde yadırgayan ve yargılayan...
-Başkalarının hayatlarına karışma hakkını kendinde gören ve bunu insanların mutluluğu için yaptığını düşünen...
-Kendisinin günahların işlenmesini engellemekle mükellef olduğuna inanan...
-Bu mükellefiyetini ne pahasına olursa olsun yerine getirmek isteyen...
-Vatandaşlarının 18 yaşını geçseler bile yetişkin olduklarına ikna olmayan...
-Vatandaşlarının hayatını 'meşru hayatlar' ve 'gayrimeşru hayatlar' diye ikiye ayıran...
-'Gayrimeşru' dediği hayatların üzerine polis marifetiyle gidilebileceğini açıkça ifade etmekten sakınmayan...
-Her evin önüne polis koyarak meseleleri halledebileceğine ikna olan...
-Artık çok eskilerde kalan 'Mahallenin namusu benden sorulur' anlayışını süper genişleterek, 'Türkiye'nin namusu benden sorulur' anlayışı haline getiren...
-'Suç' ile 'günah' arasındaki ayrımın farkında bile olmayan...
-Günahtan yola çıkarak yasaklar, suçlar ve cezalar oluşturmayı planlayabilen...
-Günahı engellemek için meskene bile girilebileceğine aklı yatan...
-Günahı engellemek için yapılacak müdahaleleri özel hayata müdahale olarak görmeyen...
-Bireysel haklar ve özgürlükler meselesini kişisel gündeminden tamamen çıkaran...
Bir Başbakan.."
========================================================
Ali Eralp: UTANIN BE, UTANIN!..
İnsanlık tarihi, akıl ile inancın, karanlıkla aydınlığın mücadelesinin tarihidir.
Rönesans ve reformlarla gelen aydınlanma hareketi ile Hıristiyan şeriatçılığı, Ortaçağ'da son buldu.
Yerini bilim, akıl aldı.
İnsanlar, inançlarında özgür oldular.
Kimse kimsenin dini ile imanı ile uğraşmadı.
İnançlar vicdanlara yerleşti.
Kimse din sömürücülüğü yapmadı.
Dinden çıkar sağlamadı…
Değiştirilemez, eleştirilemez denilen din yasaları kaldırıldı ve din toplumundan "laik, demokratik düzen"e geçildi.
Böylece toplumların özgürlük, insan hakları sınırları da genişledi.
Kadınlar yeni haklar elde ettiler.
Ortaçağ karanlığını besleyen "feodal düzen bataklığı", 1789 Fransız ihtilali ile kurutulmuştu.
Türkiye'de ise aydınlanma dönemi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'le başladı.
1923 Devrimi ile çağ dışı eğitim ve toplum ilişkileri tasfiye edildi.
Hilafet, saltanat kaldırıldı.
Medeni Kanun, aile içerisinde kadına önemli haklar getirdi.
Miras hukukunda önemli değişiklikler oldu.
Kadın – erkek eşitliği sağlandı.
Hepsinden önemlisi Tevhid-i Tedrisat, yani bugünkü adı ile Öğretim Birliği yasası ile eğitime çağdaşlık kazandırıldı.
Eğitim – öğretim iki başlı olmaktan kurtuldu.
Medreseler, tekkeler, zaviyeler, mahalle mektepleri kapatıldı.
Daha sonra da dinle devlet işleri birbirinden ayrılarak laik düzene geçildi.
(Günümüzde ise bu ilkel kurumlar AKP tarafından yeniden açılmaya çalışılıyor.
Bakalım muhalefet türbana verdiği desteği tekkelerin, zaviyelerin açılması için de verecek mi?)
Devam edelim:
Ne var ki Kemalist yönetim tüm olumlu çalışmalarına ve uygarlaşma çabalarına karşın, toprak reformunu gerçekleştirerek ağalığın, tarikatçılığın temelini oluşturan feodal kalıntıları tasfiye edemedi.
Atatürk'ün ölümünden sonra bu Cumhuriyet, demokrasi, uygarlık düşmanı güçler Kemalist düzene başkaldırdılar.
İnönü'nün reformcu, ılımlı kişiliğinden de yararlanarak 1923 Devriminin getirdiği tüm ilerici atılımlara, değişimlere savaş açtılar.
Köy çocuklarının bilinçlenmesini önlemek için işe Köy Enstitülerini kapatmakla başladılar.
Hasan Âli Yücel'lerin, Hakkı Tonguç'ların görevlerine son verdiler.
Ve ilkokullara program dışı din dersleri koydular.
Demokrat Parti (DP) 1950 yılında iktidara geçince, program dışı din derslerini program içine aldı.
Arkasından da Milli Eğitim Bakanlığının 13 Ekim 1951 tarihli ve 601 sayılı kararı ile yedi adet imam hatip okulu açtı.
Bu sayı 1960 yılında 35, 1971'de 39, 1973'te 71, 1980'de 249'a yükseldi.
Gidiş o gidiş…
2002 yılında AKP'nin iktidara gelmesiyle karşı devrim, arkasına ABD emperyalizmini de alarak Türkiye Cumhuriyetine savaş açtı.
Planlı programlı çalışma, tertip ve ayak oyunları ile 1923 Devriminin temellerini oymaya başladı.
Toplumun sabrını, direncini, tepkisini sınaya sınaya, deneye deneye, yoklaya yoklaya yol aldı.
Önce Cumhuriyete, Atatürk'e, devrim yasalarına kıyısından, kenarından dokunarak, teğet geçerek sataştı.
Eleştirilerini, yapmak istediği değişiklikleri usul usul, yumuşak bir sertlik içerisinde ortaya koydu.
Bir adım attı, tepki alınca iki adım geriye kaçtı.
Karşısında Kemalist, cumhuriyetçi, laik ve demokratik düzenden yana olan zinde güçler duruyordu henüz.
Hepsinden önemlisi şeriata geçit vermeyen bir Türk ordusu vardı.
ABD desteğinde zaman zaman faşist darbeler yapsa da komutanların çoğunluğu Atatürk'ün "İstiklal-i Tam", tam bağımsızlıkçı görüşünü benimsemişti ve dinci kalkışmaların önünde bir set gibi yükseliyordu…
Egemen güçler ve ABD bunun bilincindeydi.
Onun için ordunun Atatürkçü yapısı parçalanmalı, ordu güçsüz düşürülmeliydi…
Tertiplerle, 25 kuruşluk CD'lerle, darbe masalları ile işe koyuldular.
Komutanlar tutuklandı.
Ordunun "Kozmik Odası"na, namahremine girdiler.
Ama komutanlar sessizdi.
Tam 10 yıl, Cumhuriyet gazetesinde, başka yayın organlarında yurtsever yazarlarla sesimiz çıktığı kadar "Siyasal İslam'ın Ayak sesleri bu…
Kuzuların sessizliği devam ediyor…
Uyanın" diye bağırdık.
Hitler döneminde yapılan tutuklamalar karşısındaki aydın vurdumduymazlığından söz ettik"Susma, sustukça sıra sana gelecek" dedik.
"Isıtılan Kurbağa" öykülerini anlattık.
Ne bir ses ne bir nefes…
Ölü Deniz gibiydik.
Dalgasız…
Durgun…
Sonunda sarı öküzü kaptırdık…
İhanet çetesi gemi azıya almış, pervasızca yol alıyordu…
Nasrettin Hocanın dediği gibi, ama "Tek suçlu hırsız mıydı?
Kapısını, penceresini kapamayan, gerekli önlemleri almayan, uydurma anahtarlar takan ev sahibinin hiç mi suçu yoktu?"
Yani, gencecik teğmenlerin telefonuna "Sehven numaralar" yüklenirken, subayını koruyamayan, "Adalet gereğini yapar" diye sessizce bekleyen komutanların hiç mi suçu yoktu?
"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye olayları seyreden sendikaların, derneklerin, yalaka medyanın, aydınların hiç mi suçu yoktu?
Seçimlerde "AKP'nin mağdur rolü oynamasına fırsat vermeyelim" diye diye, Türkiye'yi mağdur eden muhalefetin hiç mi suçu yoktu?
Açık yüreklilikle soralım şimdi: 11 yıl boyunca ne yaptılar?
Hangi cumhuriyet değerine, hangi Atatürk devrimine sahip çıktılar?
40 bin kişinin katili APO'nun şu ülkede en saygın kişi olmasını önleyebildiler mi?
Milyonların oyu ile seçilen
Milletvekillerini hapislerden kurtarabildiler mi?
Çocuk gelinlerin çoğalmasını; tacizleri, tecavüzleri, okulların imam hatiplere dönüşmesini engelleyebildiler mi?
Yoksa 4+4+4 eğitim sistemini okullara mı sokmadılar?
Demokrasiyi, hukuku, hukuk devletini, laik sistemi, kadın haklarını, özel yaşantıyı, gözlerinin önünde paspas gibi çiğnediler.
Kız – erkek otobüslerini, yemekhanelerini ayırdılar, Türkiye'yi "HAREMLİK-SELAMLIK" yaptılar…
Gıkları çıkmadı.
Şimdi de kalkmış, "Türban kozunu ellerinden aldık" diye, büyük bir iş yapmış gibi şişiniyorlar…
90 yıllık TBMM'ne türbanı sokmakla, kadınları örtülere sarmakla, laiklik yasasını delmekle övünüyorlar"Seçimlerde "AKP'nin mağdur rolü oynamasına fırsat vermedik" diye kendilerini yerlere, göklere sığdıramıyorlar…
Söyler misiniz?
Çarşaflara, türbanlara sarılan kadınların uygarlıkla, özgürlükle, Atatürk'le ne ilgisi var?
Bu ödünleri vereceğinize adam gibi mücadele yolunu seçip, Türkiye Cumhuriyetini korusaydınız ya…
KEMALİST TÜRKİYE'Yİ BİR BEBEK KATİLİ İLE BİR İMAMA, BİR HOCAYA TESLİM ETTİNİZ…
Ne Atatürk kaldı, ne cumhuriyet, ne laiklik, ne bayrak, ne ANT…
Eserinizle övünebilirsiniz.
Ama şunu da iyi bilin, Atatürk gençliği halkla birlikte Haziran direnişinden yola çıktı…
Geliyor…
Adım adım yaklaşıyor…
Farkında değil misiniz?
a45UyF587661-201307301451-10
Inatcilik, savas ve dusmanliga yol acar.
Hz.Ali
| Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder