Vallahi de billahi de, tallahi de Müslüman değilim.
Şerefimle şanımla.
Ama eski bir Müslüman, ataları, anası, babası hala Müslüman birisi olarak cidden kanıma dokunuyor.
Bu işler bu kadar ucuz olamaz.
İnsanlar bu kadar aptal olamaz.
İslamiyet bu kadar zavallı bu kadar zırva olamaz.
Bu nedenle gerçekten salih Müslümanları en azından Müslümanların temel argumanlarıyla ikna etmeye çalışmak adına yandaki levhayı sizlere ilettim.
Daha önceleri Fitnebaz Cemaat aleyhinde yazıyordum.
Onları Hasan Sabbah suikastçilerine benzerliklerine dikkat çekiyordum.
Dinle imanla ilgilerinin olmadığını gizli istihbarat kuruluşlarıyla bağlantılarını, ticaret ve siyasetle yoğunlaşmış olmalarını anlatıyordum.
Bu gün ilk defa Menzil Tarikatına odaklandım.
Ve gördüm ki, Fitnebaz Cemaati mumla aratacak saçmalıklar devlet ricalini ele geçirmiş.
Olsa amenna.
Bunlar bolca Hinduizm sosuna bulanmış, İbrani tarikatları.
Aslında bana sorarsanız bir tür aslına dönüş.
Ben sizlere her zaman dinlerin bir tür kolaj olduğunu zaten söylemiştim.
Her neyse konuyu dağıtmayalım.
Eşşek kadar adamların, kocaman insanların kendilerini bir tür Galaksinin Gardiyanları Masalına kaptırmış olmaları komik değil, korkunçtur.
Sözde Allah dünyayı ve evreni tek başına idare etmekte acizdir.
Bu işleri halletmek için aracılara ihtiyacı vardır.
Bunlar gavslar oluyor.
Bir de gavs-ül azam var.
Bu büyük kutup yani bütün gavslar tıpkı tekerleğin etrafında dönmesi gibi bunun etrafında dönüyor.
Göya bütün bunlar batıni yani teşbih, ya da sezgisel diyelim.
Göya çünkü bunları konuşan zerzevat bütün bu konuşulanların aslında gerçek olduğuna inanıyor.
Yaşayan en büyük gavs halen Adıyaman Menzil'de yaşıyormuş.
Şeyh Seyyid Muhammed Raşid.
Çok fazla kerameti varmış.
Oturun internette araştırın.
Ben araştırdım.
Ölüleri diriltmek, hastaları iyileştirmek, mekanda ve zamanda yolculuk, öldürmek, geleceği bilmek, bilinmeyeni bilmek vb.
Ayrıca Gavs tıpkı kendinden önceki diğer Gavsler gibi doğrudan Allahla konuşabilmektedir.
Yani vahiy almaktadır.
Onun sözleri vahiy mertebesindedir.
Meleklerle oturup kalkmakta, onlarla hasbıhal etmektedir.
Son Gavs'in kerametlerini anlatan kıyamet gibi kaynak vardır internette.
Bütün bu zırvaları kendi kaynaklarında okuduktan sonra bir de Kur'an, hadisler ışığında bu tarikatı bir daha irdeleyin ve yargılayın.
Bunlar gerçekten Müslüman olabilir mi?
Ben değilim.
Bunlar ise ortalarda Müslümanım diye dolanıyor.
L2fSIJNoA0xfSNxA
TASAVVUFTA,GAVS,GAVSU'L-ÂZAM VE KUTBU'L-AKTÂB SIFATLARININ ANLAMLARI?
Tasavvufta KÂİNATIN YÖNETİMİNDEN SORUMLU OLDUĞUNA İNANILAN VELÎLER ÖRGÜTÜNÜN BAŞI. KUTUB VE KUTBU'L-AKTÂB (KUTUBLAR KUTBU) da denir. Manevî makamı esas alındığında daha çok kutup ya da kutbu'l-aktâb denildiği halde, özellikle kendisinden yardım istenilmesi durumunda "yardım eden" anlamında gavs ya da gavsu'l-âzam (en büyük gavs) olarak anılır. Ancak gavs ve kutub kelimeleri mücerret olarak kullanıldığında gavsu'l-âzam ve kutbu'l-aktâb anlaşılır. Gavslık makamına ibâdet ve riyâzetin çokluğu ile ulaşılmaz; doğrudan doğruya Allah'ın bağışı neticesinde elde edilir.
Mutasavvıflara göre gavs ya da gavsu'l-âzam (eşanlamda kutub ve kutbu'l-aktâb) hakikat-i Muhammediye (Muhammedî hakikat)'ın mazharıdır. Bütün kâinatın kalbi mesabesindedir. Değirmen taşının milin (kutb) çevresinde dönmesi gibi kâinat da gavsın çevresinde döner. Kâinat içindeki bütün varlıklar hayat ruhlarını gavstan alırlar. Cebrâil onun nefs-i nâtıkası (ruhu, konuşması); Mikâil kuvvei câzibesi (çekme gücü) ve Azrâil kuvve-i dâfiası (itme gücü) hükmündedir. Kâinatta dilediği gibi tasarruf eder. Tasarrufu ilmine; ilmi, Allah'ın ilmine tabidir. Zâhiriyle âlemin zâhirini, bâtınıyla âlemin bâtınını idare eder.
Bazı mutasavvıflar gavslık (gavsiyet, kutbiyet) makamını ikiye ayırırlar. Birinci makam: İrşâd, ikinci makam: Vücud makamını oluşturur. İrşâd makamı, nübüvvetin bâtınını; vücud makamı da son nebi Hz. Muhammed'in bâtınını temsil eder. İrşâd makamı birden çok gavs tarafından temsil edilebilir, dolayısıyla aynı anda birçok gavs bulunabilir. Fakat vücud makamı ancak tek gavs tarafından işgal edilebilir; bu nedenle her yüzyılda ancak bir vücud gavsi vardır. Bu tarifte vücud gavsı, gavsu'l-âzam demektir. Gavsu'l-âzam'a ayrıca Abdullah, Abdu'l-Câmi adları da verilir.
Gavs'ın ya da gavsu'l-âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütüne ricâlu'l-gayb (gayb adamları, gayb erenleri) denir. Bunlar, Kur'an'ın, "Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar (revâsi) yerleştirdik" (Kaf, 50/7) ayetinde andığı "dağlar" mesâbesindedir. Ricâlullah, merdân-ı huda, merdân-ı gayb, hükûmet-i sûfiye gibi adlarla da anılan ricâlu'l-gayb örgütünde gavs'ın altında İmaman (iki İmam) bulunur. Sağdaki imama, İmam-ı yemîn, soldaki imama; İmam-ı yesâr denir. İmam-ı yemîn, gavs'ın hükümlerinin, imamı yesâr gavs'ın hakîkatinin mazharıdır. Gavs öldüğü zaman yerine İmam-ı yesâr geçer. Üçler de denilen gavs ile imaman'ın altında yeryüzünün dört yönünü yöneten evtâd-ı erbaa (dört direk) bulunur. Daha aşağıda ise nüceba (necibler, sekiz ya da kırk veli) ve nükebâ (nakibler, denetçiler, on ya da üçyüz veli) yeralır.
Başka bir tasnife göre, ricâlu'l-gayb toplam dörtbin velîden oluşur. Bunlar halktan gizlidirler (mektûm). Bunlar içinde ahyâr (hayırlılar) adı verilen üçyüz velî, ilk üst grubu oluşturur. Ahyâr, işlerin yapılmasına ya da yapılmamasına karar veren ehl-i hal ve'l-akd velîler, komutan velîlerdir. Bunların üstünde kırk velîden oluşan ve abdâl, büdelâ denilen velîler; bunların üstünde de ebrâr (iyiler) denilen yedi velî yer alır. Örgütün en üst mertebelerini de dört velîden oluşan evtâd (direkler); üç velîden oluşan nükebâ (denetçiler) ve gavs (ya da gavsu'l-âzam) işgal ederler. Ricâlu'l-gayb, yardımlaşarak kâinatı idare ederler.
Bu görüşlerin bir kısmında ifrat var ise tamamen inkar etmeyen zatlar da vardır.
Allahu Alem Şu Anda Zamanın Gavsı Adıyaman ilinin, Kahta İlçesinin Menzil Köyünde Yaşamaktadır..
http://www.yenidendogus.net/forum/tasavvufi-terimler/21749-tasavvufta-gavs-gavsu-l-azam-ve-kutbu-l-aktab-syfatlarynyn-anlamlary.html.
Gavs - Kutub Efsanesi
Gavs :
Kutub derecesine eren en büyük velîye kendisinden manevî yardım istendiği (istigâse) için gavs da denilir. Gavs-ı A'zam tabiri de kutb-i ekberi karşılar.
Tasavvuftaki klasik Mitolojik hikayelerden biriyle daha karşı karşıyayız! Yüce Allah'ı rububiyyet ve uluhiyyetten soyutlanın ve felsefede "Akl-ı evvel", Hristiyanlıkta "Kelime" ve tasavvufta "Kutup" olarak adlandırılan batıl bir kuruntuya giydirilen bir uydurma!..
Gavs sıfatının lugati Farsça , Fars'ın da (İran) Şia, "Tasavvuf"un da Şia'dan beslenerek ortaya çıktığı gibi, Hallac-ı Mansur, Celaleddin-i Rumi (Mevlana), İbn Arabi vs pek çok tasavvuf ehlince büyük sanılan önderleri İran'da bulundukları, eğitim aldıkları siyerleri incelendiğinde görülecektir.
Kutub inancına ilk defa Muhammed b. Ali el-Kettânî'de (ö. 322/934) rastlanır. Kettânî, ricâlu'l-gaybdan bahsederken kutub anlamında kullanılan gavsın bir tane olduğunu söyler. (Şa'rânî, et-Tabakât, 1, 95)
Kettani'den sonra kutubdan daha açık ve geniş olarak Hucvîri bahsetmiştir.
Hucviri'ye göre kutub zahir ve bâtın, maddî ve manevî bütün varlıkların eksenidir, yani her şey onun üzerinde ve çevresinde döner, ona dayanır. Onun her şeye feyiz veren bir özelliği vardır. Allah âlemi ve âlemdeki düzeni onun aracılığı ile devam ettirir. (Keşfu'l-mahcub, s. 249, 329,346)
Bazı mutasavvıflar gavslık (gavsiyet, kutbiyet) makamını ikiye ayırırlar.
Birinci makam: İrşâd,
ikinci makam: Vucud makamını oluşturur.
İrşâd makamı, nübüvvetin bâtınını; vucud makamı da son nebi Muhammed (s.a.v.)'in bâtınını temsil eder. İrşâd makamı birden çok gavs tarafından temsil edilebilir, dolayısıyla aynı anda birçok gavs bulunabilir. Fakat vucud makamı ancak tek gavs tarafından işgal edilebilir; bu nedenle her yüzyılda ancak bir vucud gavsi vardır. Bu tarifte vucud gavsı, gavsu'l-âzam demektir. Gavsu'l-âzam'a ayrıca Abdullah, Abdu'l-Câmi adları da verilir.
el-Kaşanî şöyle diyor:
"Kutup, ya madde alemindeki yaratıklara nisbetle kutuptur ki, ölünce ona yakın bedel yerine halife olur, ya da gayb ve şehadet (madde) alemindeki bütün mahluklara nisbetle kutuptur ki, onun yerine ne bir bedel halife olur ne de bir başka yaratık yerini tutar. Bu da şehadet aleminde birbirini takip eden kutupların kutbudur. Ondan önce ne bir kutup olur ne de yerine başkası geçer. O da "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım' ifadesinde sözü edilen Mustafa (Muhammed)'in ruhudur.
(el-Kaşânî, Keşfu'l-Vucuhi'l-Ğur, 2/103, 1320 h. Divan şerhi hamisinde. Meşhur tasavvuf kitaplarının hepsinde bu konu değiişik boyutlarıyla işlenmekledir. "Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım" anlamındaki hadisi tasavvufçular kutup anlayışları ve Hakikat-ı Muhaımmediyye inançlarına dayanak yapmak için uydurmuşlardır. Bu rivayet hadis değil, uydurma bir sözdür. (Keşfu'l Hafa 2/164, Leyla mad.)
Gavs'ın ya da gavsu'l-âzam'ın başkanlık ettiği veliler örgütüne ricâlu'l-gayb (gayb adamları, gayb erenleri) denir. Bunlar, Kur'an'ın, "Yeri döşedik ve oraya sabit dağlar (revâsi) yerleştirdik" (Kaf, 7) ayetinde andığı "dağlar" mesâbesindedir.
Ricâlullah, merdân-ı huda, merdân-ı gayb, hukûmet-i sufiye gibi adlarla da anılan ricâlu'l-gayb örgütünde gavs'ın altında İmaman (iki İmam) bulunur.
Sağdaki imama, İmam-ı yemîn, soldaki imama; İmam-ı yesâr denir. İmam-ı yemîn, gavs'ın hükümlerinin, imamı yesâr gavs'ın hakîkatinin mazharıdır. Gavs öldüğü zaman yerine İmam-ı yesâr geçer.
3'ler de denilen gavs ile imaman'ın altında yeryüzünün dört yönünü yöneten evtâd-ı erbaa (dört direk) bulunur. Daha aşağıda ise nuceba (necibler, 8 ya da 40 veli) ve nükebâ (nakibler, denetçiler, on ya da üçyüz veli) yeralır.
Başka bir tasnife göre, ricâlu'l-gayb toplam 4000 veliden oluşur. Bunlar halktan gizlidirler (mektûm). Bunlar içinde ahyâr (hayırlılar) adı verilen 300 veli, ilk üst grubu oluşturur. Ahyâr, işlerin yapılmasına ya da yapılmamasına karar veren ehl-i hal ve'l-akd veliler, komutan velilerdir.
Bunların üstünde 40 velîden oluşan ve abdâl, budelâ denilen velîler; bunların üstünde de ebrâr (iyiler) denilen 7 velî yer alır. Örgütün en üst mertebelerini de 4 velîden oluşan evtâd (direkler); 3 velîden oluşan nukebâ (denetçiler) ve gavs (ya da gavsu'l-âzam) işgal ederler.
Ricâlu'l-gayb, yardımlaşarak kâinatı idare ederler.
Kutub konusu en geniş ve kapsamlı bir şekilde Muhyiddin İbnu'l-Arabî ve izleyiçileri tarafından işlenmiştir.
İbnu'l-Arabî el-Futuhatu'1-Mekkiyye'ye kutub meselesine geniş yer ayırdığı gibi ayrıca Menzilu'1-kutb, Risale fî marifeti'l-aktâb ve er-Risaletu'1-ğavsiyye adıyla eserler de yazmıştır.
Ona göre her eksen, çevresinde dönen şeylerin kutbudur. Bu anlamda kabile şefi ve aşiret reisi kabilesinin ve aşiretinin kutbudur. Çünkü yönettiği toplum ona dayanır, onun etrafında döner. Tasavvuftaki kutub da böyledir.
İbnu'l-Arabî bir işin erbabı ve ustası olan, herhangi bir nitelik veya yetenek kendisinde en mükemmel şekilde tecelli eden kişilere de kutub nazarıyla bakar. Meselâ bir çağda en mükemmel mütevekkil kim ise o çağda tevekkül ehlinin kutbu odur. Buna göre kutub bir tür prototiptir, belli bir zümrenin veya mesleğin ideal temsilcisi ve piridir.
İbnu'l-Arabî ayrıca tasavvuf! makamların sahibi olan kutublardan bahseder. Ona göre her çağda tevekkül, muhabbet, marifet gibi makam ve hallerin her biri için mutlaka bir kutub vardır. Rasûl-u Ekram'in manevî bir özelliğine en yüksek derecede vâris olan bir velîye Muhammedi kutub dendiği gibi yine Peygamber vasıtasıyla önceki peygamberlerden birinin özelliğini güçlü bir şekilde temsil eden velîye de meselâ İbrahimi kutub, Musevi kutub gibi adlar verilir.
Kutbu'l-aktâb çeşitli işlevleri itibariyle kutb-i âlem, kutb-i cihan, kutb-i ekber, kutb-i irşâd, halife, kutb-i zaman, kutb-i vakt, vâhid-i zaman, sâhib-i vakt, hicâb-ı a'lâ. mir'ât-ı Hak, kutb-i medar ve gavs adını alır. Mâna alemindeki adı Abdullah olan kutbu'l-aktâbın biri solunda, diğeri sağında olmak üzere iki imam vardır. Soldakinin mâna alemindeki adı Abdulmelik olup melekût âlemini, sağdakinin mâna alemindeki adı Abdurrab olup mülk âlemini yönetir. Kutub vefat edince yerine derecesi daha yüksek olan halifesi Abdulmelik geçer ve Abdullah adını alır.
Bütün kutublar kutbu'l-aktâbın emri altındadır. On iki kutubdan yedisine iklim kutubları, beşine velayet kutubları denir. İklim kutublannın her biri bir İklimi kontrol eder. Diğer velîler velayet kutublarından feyiz alır.
İbnu'l-Arabî ayrıca, velayet yolunda ilerleyen bir sûfînin ulaştığı çeşitli kutbiyet mertebelerinden söz eder. Ona göre kutbu'l-aktâb için de kendine has dereceler vardır.
Kutbu'l-aktâb yükselince ferdâniyyet mertebesine ulaşır. Bu mertebede bulunan kutbun irade ettiği her şeyi Hak da irade eder. Bu derecedeki kutub bir velîyi veya kutbu azletme, yerine başkasını tayin etme yetkisine sahip olur. Alâuddevle-i Simnânî'ye göre irşad kutbu güneş veliliğine sahip olup bütün âlemi aydınlatır. Abdal kutbu ise ay veliliğine sahiptir; yedi iklimde sözü geçer Ferdâniyyet mertebesindeki kutbü'l-aktâb yükselince vahdet kutbu mertebesine ulaşır. Bu mertebe maşuk olma makamıdır. Bâyezîd-i Bistâmî, Şiblî ve Abdulkâdir-i Geylânî'nin bu dereceye ulaştığına inanılır.
Ferdâniyyet mertebesinde mekân söz konusu olmaz. Kutubları halk göremez, fakat derecesi yüksek olan kutublar alt makamlardaki kutubları bilirler.
Sûfîlerin kutub inancı ve kutba yükledikleri işlevler bazı âlimlerin eleştirilerine yol açmıştır.
Kur'an'da, hadiste, selefte ve ilk sûfîlerde kutub inancının bulunmadığını söyleyen Takıyyuddin İbn Teymiyye'ye göre; her şeyden önce bazı velîlere kutub ve gavs denilmesi yanlış bir adlandırmadır. Ona göre bu inanç, Şiîler'in masum imam veya astronomi âlimlerinin kutub fikrinden kaynaklanmış olup temelinde Allah'ı hükümdara benzetme fikri yatmaktadır. Allah'a ait bazı sıfatların kutba atfedilmesi, gavstan imdat istenmesi anlayışı da İslâm'ın tevhid anlayışıyla bağdaşmaz.
(Mecmu'u fetâuâ, II, 363, 376,433,440)
İbn Haldun da kutub fikrinin İsmâiliyye inançlarıyla benzerliğine dikkat çekmiştir.
Said Nursi; Abdulkadir Geylânî'nin aşağıdaki beyiti kendisi için 8 asır önce yazdığını iddia etmektedir :
Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada"
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat, İstanbul 1991, s. 119)
Bu iddiayı Said Nursî'nin 23 şakirdi yapar.
(İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re'fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes'ud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.)
İsbat için, cifir ilmi denen hayali, yahudi tılsımlarına dayanır ve şiirde şu anlamın saklı olduğunu söylerler:
"O Gavs'ın müridi Said Kürdî, Rusya'da esirken kuzeydoğu Asya'dan bid'atçıların eliyle Asya'nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada Allah'ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim."
Yardımın nasıl gerçekleştiği, şöyle anlatılıyor:
"Evet Hazret-i Gavs'ın "müridim" dediği Said, esir olarak üç sene Asya'nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs'ın dediği gibi hep koruma altında olmuştur.
Üstadımız diyor ki: "Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak "Yâ Gavs-ı Geylanî" derdim.
Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, "Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur" derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasiyle imdadıma yetişmiştir".
(Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat s. 120)
Bu sapkın inancın İslama aykırılığı Kur'an'da da sabittir:
"Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.." (Neml 62)
Güç yetirilemeyen konularda Allah'tan başkasından yardım alınabilirse, kim Allah'a sığınır?
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"De ki, Allah'ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınız ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur." (isrâ 56- 57)
"Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir. Allah'ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.
Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler." (Nahl 19- 21)
Kutub Yaverleri
1- İmâmân (İki imam): Kutbun iki veziri mesabesindedir. Biri melekut, diğeri mülk alemi ile görevlidir.
2- Evtadı Erbaa (dört kazık): Bunların üç kişi olduğu da söylenir. Zamanın kutbu ölünce onlardan biri onun yerine geçer. Bilgileri Kutbu'1-Aktab'tan bir feyizdir. Bunlar ölecek olursa, bütün alem bozulur.
3- Ebdal (bedeller): Bedel, velisi göçmüş olan bölge ruhlarının toplandığı ruhani bir hakikattir. Sayılan kırktır. Yirmi ikisi Şam'da, onsekizi İrak'tadır. (Diğerleri herhalde kayıplara karışmış)
4- Nuceba' (Soylular): Bunlar Ebdal'dan aşağıdırlar. Yerleri Mısırdır. İşleri yaratıkların yüklerini taşımaktır. Yetmiş kişidirler.
5- Nukeba' (Başkanlar): Sayılarının üçyüz veya beşyüz olduğu söylenir. Görevleri, yerin altındaki gizlilikleri ortaya çıkarmaktır. (Ebdal ile ilgili hadis sahih değildir. Muhammed Nasıruddin el-Elbani, Silsiletu'l-Ehadisi'z-Zaifla, C.2 hadis no:936; Zaifu'l-Camii's-Sagir ve Zıyadetuhu el-Fethu'l-Kebir, s, 355, hadis nu.2269)
Tasavvufçularm hayalleri ve gülünç hurafeleriyle uydurdukları masal ülkesinin hiyerarşisi bunlardır. İnsanları arzularına ram etmek, Allah'tan korkar gibi kendilerinden korkmak ve bütün arzularına boyun eğdirmek, kulların kaderlerinde ve ruhlarında tasarruf yetkileri olduğunu telkin etmek için uydurdukları masal ülkesi budur.
Yaşayanların iman ve nzıklarını çalmak, ölenlerin de kefenlerini soymak için tasavvufçuların Allah'ın egemenliğine ve birliğine karşı ortaya attıkları hayal ülkesi budur. Bütün bu işleri tasavvuf bürokratları yaptığına, insanların ruhları, nzıkları, ecelleri, kaderleri ve hayatları üzerinde bu şekilde tasarruf ettiklerine göre, acaba Allah'a, peygamberlere ve meleklerine ne kalmış olur? Başka bir ifade ile, Allah'a, peygamberlere ve meleklere ne ihtiyaç kalır. (Cevahiru'l-Maani,1/93) Allah, zalimlerin uydurduklarından munezzehtir. Yerlerin ve göklerin mülkü ve hakimiyeti O'nundur.
Bu masalı bir de Molla Cami'den dinleyelim.
Bilindiği gibi Molla Cami, nerede bir batını varsa, hepsini veli olarak ilan etmiş ve Nefahatu'1-Uns Min Hadarati'l-Kuds kitabına almıştır.
Günümüz harfleriyle de Türkçe tercümesi olduğu için bir nevi el kitaplarından olmuştur. Tasavvufun meşhurlarından biri olarak bu masalı bir de ondan dinleyelim:
"Şeyh Muhyiddin Arabi'den şöyle nakledilmiştir:
Hakikatta Muhammed'in kutubları iki türlüdür. Biri peygamberimizin bi'setinden önce olanlardır. Bunlar sayıları üçyüz onüç tane ofan peygamberlerdir. Diğeri bi'setten sonra gelenlerdir. Bunlar kıyamet gününe kadar oniki kutubdur. Yani oniki menzil üzerine deveran ederler. Her biri bîr peygamberin izi üzerindedir. Bir bölgede veya bir tarafta, yedi bölgedeki ebdal gibi, insanlardan bir topluluğun işi bir kutba havale edilmiştir. Zira her iklimde bir bedel vardır. O da iklimin kutbudur. Bunlar dört evtad gibidirler. Onlarla Allah doğuyu, batıyı, kuzeyi, güneyi muhafaza ediyor. Halkı mu'min veya kafir her memleketin bir kutbu olduğu gibi, Allah velilerinden biri ile o memleketi muhafaza eder. Yine makam sahiplerinden her birinin bir kutbu vardır ve o onların zamanında işlerin merkezi olmuştur. Onlara Kutbu'i-Arifin, Kutbu'l-Muhibbin, Kutbu'1-Mutevekkifin, Kutbu'z-Zahidin, Kutbu'l-Abidin denir. Bunlar sadece kendine hasredilmiş değillerdir. Peygamberimizden sonra geleceğini söylediğimiz on iki kutub bu ummetin işlerini üzerine almışlardır. (Tasavvufçıılar, her tasavvufçunun azmettiği zaman kutup olabileceğini ve evrende tasarruf sahibi olacağını iddia ederler. Bu konuda daha fazla bilgi için Abdulvahhab eş-Şarani, el-Yevakil ve'l-Cevahir, 2/79-83; ibn Arabi, Futuhat-ı Mekkiyye, 2/7, 8, 52, 208. Ayrıca bu sapık inançların eleştirisi, kaynakları ve sonuçları hakkında bilgi için Muhammed Fihr Şakfe, et-Tasavvuf Beyne'l-Hakki ve'l Halk, 89-96; Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sufi fi Dav'i'l-Kitab ve's-Sunne, 229-247.)
Nitekim alemdeki cisimlerin yörüngesi on iki tanedir. İbadet için yalnız başına bir tarafa çekilenler bunların dışındadır. Bunlar bir topluluktur ki, kutb dairesinin dışındadırlar. Hızır ve iki Hatem onlardandır. Bi'setten evvel peygamberimiz de onlardandı.
(Sıfatlan sayılmakta ve Allah'a mahsus sıfatlarla donatılmaktadır. Aynı şekilde diğer kutubların da sıfatları sayılmaktadır.)
On iki kutub şunlardır:
1- Hz. Nuh'un izinde olanlar.
2- Hz. ibrahim'in izinde olanlar.
3- Hz. Musa'nın izinde olanlar.
4- Hz. İsa'nın izinde olanlar.
5-Hz. Davud'un izinde olanlar.
6- Hz. Süleyman'ın izinde olanlar.
7- Hz. Eyyub'un izinde olanlar.
8- Hz. İlyas'ın izinde olanlar.
9- Hz. Lut'un izinde olanlar.
10- Hz. Hud'un izinde olanlar.
11- Hz. Salih'in izinde olanlar.
12- Hz. Şuayb'ın izinde olanlar.
(Her birine ait olan sure ve her birinin tasarruf alanları, yetkileri anlatılmaktadır).
Futuhat-ı Mekkiyye'de ayrıca Recebiler denilen ehlullah'tan bir zumre anlatılır. Bunlar kırk kişidirler. Ne fazla ne eksik. Recep ayının ilk gününde sanki gökler onlar üzerine çökmüş gibi bir kenar çekilirler. Asla bir harekete güçleri yoktur. Ne ayak üzerinde durabilirler, ne oturabilirler... Bu taifeden Recep ayında birçok tecelliler, keşifler ve gayba muttali olmak gibi haller meydana gelir, (ibn Arabi'nin onlardan birini gördüğünü, bu Receb'in rafızileri simalarından tanıdığını kaydeder).
İmamân; iki şahıstır. Biri Gavs (Kutbu'l-Aktab)'ın sağındadır. Nazarları alemi melekutadır. Ona Abdurrab denir. Biri de solundadır. Hazarları alemi melekedir. Ona Abdulmelik denir. Mertebe bakımından bu imam Abdurrab'dan raha faziletlidir. Evtad: Alemin dört rüknünde dört kişidirler. Biri doğudadır ve adı Abdulhay'dır. Biri batıdadır ve adı Abdulalim'dir. Biri kuzeydedir ve adı Abduimürid'dir. Biri de güneydedir ve adı Abdulkadir'dir.
(Nefehatu'l-Uns min Hadarati'l-Kııds, 49-55. Bedir Yayınevi, İstanbul 1971, Sadeleştirilip özetlenmiştir)
(Ondan sonra ebdal, nuceba, nukeba, rukeba ve hususiyetleri, görevleri anlatılır).
Üçler, yediler, kırklar gibi halk arasıda yaygın olan batıl inancın bu masallara dayandığı anlaşılıyor. Nitekim Hızır'ın kişiliği etrafında Örülen masallar ve uydurulan hikayeler de bu inançlara dayanmaktadır. Çünkü gayb ricali, mukaddes ruhlar, nukeba, nuceba, rukeba, evtad, ebdal, aktab, gavs, gavsı a'zam gibi batini şii memleketin kurmayları yahut erkanı toplumun zihinlerine mukaddes inanç olarak sokulmuş ve bir inanç sistemi haline getirilmiştir. Zaten tasavvuf şii-batıniliğin aldatıcı maskesinden ibaret değil midir?
Kutup, gavs, ebdal, evtad, gibi tasavvufi çevrelerin dilinde dolaşan bu isimlerin dinden hiçbir delili yoktur. Bunlarla ilgili söylenen şeylerin tümü uydurmadır.
Bu konuda İbn Teymiyye şöyle demektedir:
"Fasıkların ve halktan birçokların dilinde dolaşan Mekke'deki gavs, dört evtad, yedi kutup, kırk ebdal, üç nuceba isimleri ne Allah'ın kitabı Kur'an'da mevcuttur, ne de sahih, hatta ebdal lafzının hamledileceği zayıf bir senedle Rasulullah'dan rivayet edilmiştir.
(ibn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava 11/433, Hz. Ali'ye nisbet edilen ve senetli sahih olmayan bir rivayete göre Şam'da kırk ebdal varmış, onlardan biri Ölünce yerine yenisi geçermiş.
Halbuki rivayet sahih değildir. Mecmuu'l Fetava -11/434. Bu sınıflarla ilgili söylenenlerin sahih olmadığını aynı şekilde Zehebi de belirtmektedir. Mizanu'l-İtidal ,1/ 187)
"Bu kişilerin Rasulullah'dan sonra olduğu iddia edilirse, iddia sahiblerine şunu sormak gerekir; Bunlar ne zaman var oldular?
Onların ilki kimdir?
Kur'an'dan veya altı hadis kitabından hangi delile dayanmaktadırlar?
İlk üç nesilde bu sınıflar iddia edilen sayılarda hangi mutevatir icma ile sabit olmuştur ki bunların varlığına inanalım?
Bilindiği gibi akaid konuları ancak kitap, sünnet ve ümmetin icmaı ile sabit olur. İddia sahiblerine "Doğru söylüyorsanız, delilinizi getirin" diyoruz. Bu seri dört çeşit delille isbat etmezlerse, şubhesiz yalancıdırlar ve yalanlarına da inanmıyoruz.
"Kim yer yüzündekilerin sıkıntılarının giderilmesi ve üzerlerine rahmetin inmesi için ihtiyaçlarını önce üçyüz'e, onlar da yetmiş'e, onlar da kırk'a. onlar da yedi'ye, onlar da dörde, onlar da ğavs'a bildirdiklerini iddia ederse, yalancıdır, dalalettedir, müşriktir.
(İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437)
"Bu mertebeleri iddia edenler bazı yönlerden Rafızileri taklit etmektedirler. Hatta bu sayılar ve bu sıralama bazı yönlerden İsmailiyye ve Nusayriyye'nin Sabık, Tali, Natık, Esas, Cesed gibi Allah'ın bildirmediği tasniflerine benzemektedir.
(İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437 - 438)
Rakipsiz En Büyük Kutuptur İbn Arabi
Aktab, evtad ve ebdal için İbn Arabi, bu nitelikleri saydıktan sonra haliyle kendini bu unvanlardan biriyle niteleyecektir. Ne var ki aşağı bir unvanı yahut küçük bir mertebeyi kendine yakıştıracağını sanmayınız.
Onun için kendisinden büyük bir kutbun bulunmadığı en büyük kutup olarak kendini ilan etmekte ve şöyle demektedir:
"Bu asırda ubudiyet makamında benim kadar tahakkuk eden birinin olduğunu bilmiyorum. Çünkü Rasulullah'a veraset hükmüyle ubudiyet makamında hedefe ulaştım. Allah bu makamı kendisinden bir bağış olarak bana verdi. Onu amel ile elde etmedim, sadece Allah'ın vergisidir.
(İbn Teymiyye, Mecmuu'l Fetava; 11/437 - 438)
Görüyorsunuz, ibn Arabi, kendini hiçbir zirvenin boy ölçüşemeyeceği bir zirveyde koşuyor ve herhangi bir kimse kendisinden bu tercihin ve seçimin delil ve belgesini sormaması için bunun kendisine Allah tarafından verildiği yalanını söylüyor.
Bu şekilde İbn Arabi, şeytanın hasta tasavvuf zihniyetine çizdiği gizli devlet üzerinde taç giymiş bir melek veya hükümdar olarak kendini ilan ediyor. Kendini kutupların kutbu, peygamberin varisi ve bilginlerin bilgim olarak empoze ediyor. Kendisinden sonra gelen ve yolunu izleyen bütün tasavvuf şeyhleri de bu yalanım onaylıyor, kendisine şeyh-i ekber ve hatemu'l-evliya diye niteliyorlar.
Felsefeyi, eski dinleri ve her döneminde cahiliyye hurafelerini ezberleyip bir sentezini yapan İbn Arabi, bu sapık inançlarım bütün dinler ve inançlar sentezi halinde insanlara sunabilmekte, ona tilkiden daha kurnaz bir ustalıkla ayet ve hadislerden bir kılıf giydirmektedir. Bu kılıfla bu batıl inanç, cahil müslümanlar arasında velayetin zirvesi ve kutupların kutbu olarak yayılabilmekte, asırlar boyunca batılın simsarları bunun ticaretini yapmaktadır.
3'ler, 7'ler, 40'lar...
Tasavvufçular, kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır.
Kimileri bunları gavs-ı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'den ve Rasulullah'ın sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'ın sünetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama tasavvufçular batın dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimleri egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almaya çalışmışlardır.
Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerim ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklara görünce, hayretler içinde kalır.
Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliği esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimleri elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanların velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir. Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazan hayatta olup okuma yazma bilmeyen koyu cahiller, bazan ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazan yol kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunakln hatta ibadet teklifini kendilerinden kalktığını iddia eden kafirler, bazan hayat boyu su ve sabunla yıkanmayıp güya fakirler için tasarruf yapan murdar ve pis kişilerdir. Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bildikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, herzeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin gelemediğini idida ederler.
(eş-Şarani, el-Yevakit ve'l-Cevahir, 2/65-66)
7119
"Kutbu'l-Aktab'lık hizmeti cefilesi, her asırda bir zatı vâlâ-kadir'in uhdesine verilir ve o zat Allah'ın lutfu ile halifetullah olup iki cihanın tasarrufu bizzat kendisine ihsan buyurulur ve dilediği gibi tasarruf eder.
Gavsu'l-A'zam tabir olunan zatı vala-kadir ise, Kutbu'l-Aktab'a mülazımdır, onun da tasarrufa kudreti varsa da el ve dil uzatmaz ve hiçbir şeye destursuz karışmaz. Kutbu'l-Ûlâ tabir olunan zatı şerif de bütün diğer kutupların evveli demektir.
Kutbu'l-Aktab, Gavsu'l-A'zam ve Kutbu'l-Ulâ tabir olunan bu üç zat, halk arasında olarak anılan ve tanınan zatlardır.
Bunlardan başka 7'ler ve 40'lar tabir edilen zatlar da her biri birer kutup olmakla beraber Allah'ın insanıyla Kutbu'l-Aktab'a hizmetçi düşmüşlerdir. Bunlardan her birisi hallerine göre birer yere memurdurlar. Yani Kutbu'l-Ula, Bağdad, Haleb, Şam gibi beldelere mutasarrıf olurlar. Diğer kutuplar da halince birer ve ikişer yere mutasarrıftırlar. Hatta aralarında küffar beldelerine mutasarrıf olanlar da vardır. Ancak bunların tasarrufları Kutbu'l-Akîab'ın emriyledir. Zira Kutbu'l-Aktab'ın iki cihanda tasarruf edemeyeceği hiçbir şey olmaz. Bütün eşyayı ve bütün ehfullahı nefsinde toplamıştır. İki cihanda iyi veya kötü, her ne ki olursa, onun bilmesi ve dilemesi ve kalbinin onaylamasıyla olur ve memuriyetinin icrasıyla vucud bulur.
Kutupların tasarrufları, memur bulundukları yerde bizzat bulunmaları demek değildir. Kendisi İstanbul'da bulunur ve memuriyeti Hindistan'da olur ama bir anda icrasına muktedirdir. Onlara göre uzak veya yakın musavidir.
Bunlardan başka 100'ler, 300'ler, 700'ler ve 1000'ler de vardır. Allah tarafından bunlar da Kutbu'l-Aktab'ın ve diğer kutupların hizmetlerine memurdurlar.
Ayrıca 3000'ler, 7000'lerLER, 10000'LER de vardır.
Bunların kamil ve mükemmeli olsa bile, tasarruf işlerine karışmazlar ve bunlarla birlikte her asırda rivayet göre 124 bin veliyullah mevcut bulunur. Kıyamet gününe kadar da bu mevcut hiç eksilmez. Ve tasavvuf ülkesinin bu meçhul ve esrarengiz hiyerarşisi böyle devam eder.
(Mehmed Nuri Şesııddin en-Nakşibendi, Tam Miftahu'l-Kulub, 47-48, Salah Bilici Kitabevi, istanbul 1976.
Tasavvuf ülkesinin bu esrarengiz kurmaylarının rütbeleri, özellikleri ve sayıları hakkında hakkında ayrıca Ahmed Ziyaııddin Gümüşhanevi, Veliler ve Tarikatlarda Usul (Camiu'l-Usul). 41-51, tercüme, Rahmi Serin, Pamuk Yayınları, İst. 1977, Hace Muhamed Parsa-, Tevhide Giriş, (Faslıı'l- Hitab li Vasli'l-Ahbab tercümesi], 409-417, 568-594. Tercüme: Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yayınları, İstanbul, No. 45. İmam Rabbani, Mektııbat, 251; 256, 260, 285, 2İS? nolu mektuplar. Ter. Hüseyin Hilmi Işık, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1968.)
Günümüzde Kutupluk (Ricalu'1-Gayb)
İslam inancında ricalu'1-gayb inancı olmadığı halde tasavvufçular Batınıyye-İsmailiyye fırkasından ve başka batıl dinlerden bu inancı almış ve İslam inancı gibi benimseyerek hayatın ve kainatın tasarruf yetkisini ricalu'l gayb dedikleri kişilerin eline vermişlerdir.
Şimdi tasavvuf hocalığı yapan bir kişiden bu masalı dinleyelim:
"Abdal, Allah'ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ederler. Abdal 40'ı Şam'da; 30'u diğer memleketlerde olmak üzere 70 kişidir.
(Şam'daki bu 40 kişi herhalde İslam şeriatına ve müslümanlara düşmanlığı, onları toplu halde öldürmesiyie meşhur oları diktatör Hafız Esad'ın emrinde çalışmakla veya ona yardım elmektedirler. Hafız Esad'ın yaptıklarını görüp müslümanların yardımına koşmuyorlarsa; bu kişiler Şamda ne halt ediyorlar!!
Şam'ın kuzeyinde bulunduğu söylenen Kasyun dağında yüzyirmi üç bin peygamberin bulunduğu, o dağın evliya ve enbiya yatağı olduğu, onun için ışık olmadığı halde geceleyin nur yalımlar halinde parladığı iftirasını da isterseniz Bel'am Muhammed Nazım Kıbrısî (Şeyh Nazım)'ın sohbetlerinden okuyunuz: Tasavvufi Sohbetler, 59)
Diğer bir rivayete göre Abdal, Gavs, İmaman ve evtad olmak üzere 7 kişiden ibarettir. İç alemleri Hakka yöneliktir. Vaaz ve nasihatlarıyla insanları ıslaha çalışırlar. Kutb, değirmen taşının miline benzer. Değirmen taşı, milinin çevresinde döndüğü gibi, alem de onun etrafında döner. Her işin, her ülkenin, her yerin bir kutbu" vardır. Asıl kutub, kutbu'l-aktab'dır. Kendisinden yardım dileyene manen yardım elini uzattığı için "Gavs" ismi ile de anılmıştır. Bu zat, Muhammedi hakikatin varisidir.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye imaman ismi verilmiştir. Bunlardan birine, sağ yanındaki imam (imamı yemin), diğerine sol yanındaki (imamı yesar) derler...
Bunlardan başka yeryüzünün dört yönünü idare eden ve "Dört direk" (Evtad-1 Erbaa) denen erler vardır. Doğuda olana Abdulhay, batıdakine Abdulalim, kuzeydekine Abdulmurid, güneydekine Abduikadir denilmiştir. Bu topluluğun içinde kadınlar da bulunabilir. Maddelerini manaya, nefislerini ruha, mevhum varlıklarını gerçek varlığa tebdil ettiklerinden abdal diye anılmışlardır. (Ayrıca Nuceba ve nukebayı anlatır).
Kutup ölünce her dereceye aşağı derecelerdeki biri yükseltilmek ve sonra, velilerden eksilenin yerine de alttan birini seçip yüceltmek suretiyle bu erenlerin sayıları tamamlanır.
(Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatilar, 48-49 Marifet Yayınları , İstanbul 1981)
Muhammed b. Ali el-Hakîm et-Tirmizî (295/888) tarafından nakledilen hadîs-i serîf :
"Bu ümmetim içinde İbrâhim tabiatı üzere kırk, Mûsâ tabiatı üzere yedi, Îsâ tabiatı üzere üç, Muhammed (a.s.) tabiatı üzere bir kişi bulunur. Bunlar derecelerine göre halkın efendisi sayılırlar."
(İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî, Kesfü'l-Hafâ ve Muzîlu'l-İlbâs Ammâ İstehera mine'l-Ehâdîsi alâ Elsineti'n-Nâs, II. baskı, Dâru İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, 1351 H., c. I, s. 24; Ayrıca krs.: Ahmed b. Hanbel, Musned, c. I, s. 112; c. V, s. 322; c. VI, s. 316)
Hatta abdal hadislerini Musned'inde nakleden Ahmed b. Hanbel, yeryüzünde muhaddislerden başka abdal tanımadığını söylemektedir.
Ehli Tasavvufa göre Ricâlu'l-gayb olduğu söylenen bâzı kimselere, onları Allâh'a ortak gösterir gibi olağanüstü güçler ve yetkiler atfetmenin İslâm inancıyla bağdaştırılamayacağını söyleyen İbn Teymiyye, bu tür bir anlayışın daha çok hristiyanların ve aşırı Şiî fırkalarının inanış biçimlerini yansıttığını belirtmektedir.
(Takıyyuddîn Ebu'l-Abbâs Ahmed İbn Teymiyye, Resâil ve Fetâvâ, Tahkîk: Muhammed Resîd Rızâ-Muhammed el-Enver Ahmed el-Baltacı, (5 cilt, 2 mucelled hâlinde) Nesreden: Mektebetu Vehbe, Kahire, 1992, c. I, ss. 88-92.
İbn Teymiyye, sûfîlerin "ricâlu'l-gayb" dedikleri kisilerin cinlerden ibâret oldugunu söylemektedir. Bk.: Takıyyuddîn Ebu'l-Abbâs Ahmed İbn Teymiyye, Mecmûatu'r-Resâili'l-Kubrâ, Beyrut, 1979, c. I, s. 72)
İbn Haldun ise, kutub ve ebdâl telakkîsinin (Tasavvufta ebdâl telakkîsi, çesitli müelliflerce az çok farklı sekillerde açıklanmış olsa da bütün tasavvuf zümreleri arasında benimsenmiş ve zamanla aynı mânâda deger kazanan ricâlU'l-gayb anlayısıyla bütünlesmistir) ilk defa Irak sûfîlerinde görüldüğünü ve bu sebeble ricâlu'l-gayb ile ilgili diğer kavramların ortaya çıkışında Şia'nın ve Râfizîliğin etkili olmuş olabileceğini ileri sürmektedir. (İbn Haldun'un bu konudaki görüsleri için bk.: İbn Haldun, Sifâu's-Sâil -Tasavvufun Mâhiyeti-, Terc.: Süleyman Uludag, II. baskı, Dergâh Yay., İstanbul, 1984, ss. 263-265 ("Mukaddime'de Tasavvuf İlmi" bölümü)
Nitekim İranlı yazarlar, abdal terimini XII. yy.dan îtibâren daha ziyâde heterodoks (Heterodoks: Bir ilâhiyat ve sosyal târih terimi olarak; kabul edilmiş resmî din anlayısına, yâni
ortodoksluga (sünnîlik) zıt ve aykırı olan bir tür din anlayısını ifâde eden bu kavramın siyâsî, sosyal ve teolojik yönleriyle ilgili bir degerlendirme için bk.: Ahmet Yasar Ocak, Babaîler İsyânı Alevîligin Tarihsel Altyapısı [Babaîler İsyânı], II. baskı, Dergâh Yay., İstanbul, 1996, ss. 77-78) dervişleri tanımlamak için kullanıyorlardı. (Ocak, Babaîler İsyânı, s. 67)
Tasavvufçular, kendilerine göre velayeti mertebelere ayırmışlardır. Kimileri bunları gavs-ı azam dedikleri velilerin en büyüğü ile başlatmış, ondan sonra evtad, aktab, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi kısımlara ayırmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'den ve Rasulullah'm sünnetinden az da olsa nasibi bulunan bir müslüman bu konuda tasavvufçuların söylediklerinin Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'ın sünetiyle uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığı, düpedüz yalan ve iftira olduğunu anlar. Ama tasavvufçular batm dünyasında gavs, aktab, evtad, ebdal, nuceba, nukeba, urefa gibi isimleri egemen olduğu bir devlet kurmak istemiş ve bu esrarengiz güçlerle insanları boyundurukları altına almaya çalışmışlardır.
Bu alanda tasavvuf düşüncesini okurken insan, tasavvufçuların bu yollarla insanları nasıl kul köle edip sömürdüklerim ve esrarengiz hurafe dinlerine onları nasıl soktuklara görünce, hayretler içinde kalır. Zira insanlara yerde, gökte ve bütün yaratıklar üzerinde egemenliği esrarengiz devletlerinin yöneticileri olan bu isimleri elinde olduğunu, onların arzularına boyun eğmeyen insanların velilerinin dünya ve ahirette bedbaht edeceğini telkin etmişlerdir. Halbuki sözünü ettikleri bu veliler bazan hayatta olup okumayazma bilmeyen koyu cahiller, bazan ölüp gitmiş ve kemikleri çürümüş zalimler, fasıklar, bazan yol kenarlarında geceleyen meczuplar ve bunakln hatta ibadet teklifini kendilerinden kalktığını iddia eden kafirler, bazan hı yat boyu su ve sabunla yıkanmayıp güya fakirler için tasarruf yapan mur dar ve pis kişilerdir. Bununla beraber bu murdar ve fasık kişilerin gaybı bji dikleri, yerde ve göklerde kendilerine gizli hiçbir şeyin bulunmadığı, herzeye güçlerinin yettiği ve iradelerine karşı kimsenin gelemediğini idida ederler. (eş-Şarani, el-Yevakit ve'l-Cevahir, 2/65-66)
"Kutbu'l-Aktab'lık hizmeti cefilesi, her asırda bir zatı vâlâ-kadir'in uhdesine verilir ve o zat Allah'ın lutfu ile halifetullah olup iki cihanın tasarrufu bizzat kendisine ihsan buyurulur ve dilediği gibi tasarruf eder.
Gavsu'l-A'zam tabir olunan zatı vala-kadir ise, Kutbu'l-Aktab'a mulazımdır, onun da tasarrufa kudreti varsa da el ve dil uzatmaz ve hiçbir şeye destursuz karışmaz. Kutbu'l-Ûtâ tabir olunan zatı şerif de bütün diğer kutupların evveli demektir.
Kutbu'l-Aktab, Gavsu'l-A'zam ve Kutbu'l-Ulâ tabir olunan bu üç zat, halk arasında olarak anılan ve tanınan zatlardır.
Bunlardan başka "7 'ler" ve "40 'lar" tabir edilen zatlar da her biri birer kutup olmakla beraber Allah'ın insanıyla Kutbu'l-Aktab'a hizmetçi düşmüşlerdir. Bunlardan her birisi hallerine göre birer yere memurdurlar. Yani Kutbu'l-Ula, Bağdad, Haleb, Şam gibi beldelere mutasarrıf olurlar. Diğer kutuplar da halince birer ve ikişer yere mutasarrıftırlar. Hatta aralarında küffar beldelerine mutasarrıf olanlar da vardır. Ancak bunların tasarrufları Kutbu'l-Akîab'ın emriyledir. Zira Kutbu'l-Aktab'ın iki cihanda tasarruf edemeyeceği hiçbir şey olmaz. Bütün eşyayı ve bütün ehfullahı nefsinde toplamıştır. İki cihanda iyi veya kötü, her ne ki olursa, onun bilmesi ve dilemesi ve kalbinin onaylamasıyla olur ve memuriyetinin icrasıyla vücud bulur.
Kutupların tasarrufları, memur bulundukları yerde bizzat bulunmaları demek değildir. Kendisi İstanbul'dabulunur ve memuriyeti Hindistan'da olur ama bir anda icrasına muktedirdir. Onlara göre uzak veya yakın müsavidir.
Bunlardan başka yüzler , 300'ler, 700'ler ve 1000'ler de vardır. Allah tarafından bunlar da Kutbu'l-Aktab'ın ve diğer kutupların hizmetlerine memurdurlar.
Ayrıca 3000'ler, 7000'ler, 10000'ler de vardır. Bunların kamil ve mükemmeli olsa bile, tasarruf işlerine karışmazlar ve bunlarla birlikte her asırda rivayet göre 124 bin veliyullah mevcut bulunur. Kıyamet gününe kadar da bu mevcut hiç eksilmez.
(Geniş bilgi için Abdurrahman Abdulhalik, el-Fikru's-Sııl'i fi Dav'il Kilab ve's-Sunne, 229, 241, 247. Kutup inanımın bizzati Rafizilerin inancı olduğuna dair bakınız. İbn Haldun, Mukaddime, 473, Muesseselu'l-A'lemi, Hevrul. İbn Haldun, muteahbtr mutasavvıfların bu inanç ve anlayışlarını tenkid elmetle beraber selellerini savunmakla, gıayb alemini ve geleceği bilme, şatahat ve makamları' gibi durumlarını onaylamakla, fakihlerin ve başka alimlerin onları tenkid etmelerine de karşı çıkmaktadır. Hatta sibirbaz ve cincilerin yaptıklarına benzer olaylar sergileyen tasavvufçuların yaptıklarının keramet olduğunu söylemekte ve savunmaktadır, lîk/. Mukaddime, 467-475. Muesseselu'l-A'lemi lîeyrul, Şüphe yok ki, iki konularda İbn (İ. Haldun'un söylediklerine katılmamak mümkün değildir)
Ve tasavvuf ülkesinin bu meçhul ve esrarengiz hiyerarşisi böyle devam eder.
224
Tasavvufun bid'atlarından olan ricalu'1-gayb ve tasavvufun divanı inancını çağdaş tasavvufçulardan dinlemeye devam edelim:
"Her hafta divanı salihin, tensib edilen bir gecede kurulur. Rasulullah teşrif ederse reis odur. Teşrif etmezlerse, varis-i rasul riyaset eder. Ve ahval-i aleme ait kararlar alınır. Hükümler verilir. Cari hadisatın ekserisi bu hükümlere bağlıdır. (Ali Erol, Hatıratım, 53)
"Divanı salihinde Rasulullah bulunursa, Arapça konuşulur. Bulunmazsa Süryanice. (Ali Erol, Hatıratım, 61)
Muhyiddin İbn Arabi kendisini hatemu'l-Evliya ilan ettiği gibi, Ali Erol da şeyhini zamanın kutbu olarak ilan etmektedir.
Şöyle diyor:
"Varisi Muhammedi ve sahibi zamanın sonuncusu sadat-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye'ye ihsan olunmuştur. İmam Rabbani, Hindistan'da; Şahı Nakşibend ve Mevlana Selahaddin Siracuddin İbn Mevlevi, Buhara'da, son sahibi zaman ise Türkiye'de zuhur etmiştir... Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan ve Buhara'dan emaneti kübra, ilahi irade icabı, Türkiye'ye intikal etmiştir. (Ali Erol, Hatıratım, 33)
Ahmet Hulusi de klasik tasavvuf kitaplarında anlatıldığı şekliyle tasavvufun divanını ve ricali gayb masalını savunmakta, bunların alemin idaresi ve alem hakkında alman kararlarda söz sahibi olduklarını söylemektedir. Onları karar organı ve icra organı olarak iki smıfa ayırır ve meydana gelen olayların onların onayından geçtiğini belirtir. Divanın işleyiş tarzını da ayrıntılı olarak anlatır.
(Ahmerl Hulusi, Din-Bilim Işığında İnsan ve Fiilleri, 359-361 Ferşat Yayınları, İkinci baskı, İstanbul, irs.)
Bu misalleri başka çağdaş yazarların kitaplarından daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak tarikat çevrelerinde ve özellikle tasavvufçular arasında görülen Gavs, Kutup, Baz (Doğan), hatemul evliya gibi isimlerle istigasede bulunma, üçler, yediler, kırklar, aktab ve ebdal gibi isimler bu inancın halk arasında bile ne kadar yaygın olduğunu göstermeye yeterlidir.
Tarikatçıların şeyhlerine bu isimlerden biriyle seslenmeleri yahut onu bu isimle anmaları çok yaygındır. Bütün bunlar yeni tasavvufçuların eskilerin yolunda olduklarını göstermektedir.
Yine Şia'nın yerli cürufu olan "Alevi - Bektaşilerde şöyle bir inanç vardır:
"Hz. Muhammed , birgün ashâb-ı suffa'nın kapısına varmış. onları ziyaret etmek için kapıyı çalmış. İçerden "kimsin" demişler, hazreti Muhammed, "peygamberim" buyurmuş. İçerden, "var, peygamberliğini ümmetine yap; bizim, peygambere ihtiyâcımız yok" denmiş.
Hazreti peygamber geri dönüp giderken, tanrı'dan tekrar kapıya varması emrini almış. Gene dönüp kapıyı çalmış. "kimsin" denince "rasûlüm" buyurmuş. Bu sefer de, "buraya rasûl sığmaz" denmiş ve gene kapı açılmamış.
Hazreti peygamber, dönüp giderken tanrı, tekrar dönmesini buyurmuş. Bu sefer "kimsin" sorusuna, "seyyidul – kavm, hâdimul – fukarâyım", yani, toplumun ulusu, yoksulların hizmetçisiyim demiş. Bunun üzerine kapıyı açmışlar.
Hazreti peygamber, içeriye girince bakmış ki otuzdokuz kişi var. Siz kimsiniz diye sormuş. "Kırklarız; hepimizin gönlü birdir, birimiz neyse hepiniz odur" demişler.
Hazreti peygamber bu sözün ısbâtı gerek buyurmuş. Hazreti Ali de içlerindeymiş; fakat hazreti peygamber tanıyamamış. Kırklar, birimizden kan akarsa, kırkımızdan da akar demişler ve hazreti Ali, kolundaki damarı, neşterle yarmış. ondan kan akmaya başlayınca, otuzsekizinin kolundan da kan akmaya başlamış.
Aynı zamanda tavandan da kan damlamaya koyulmuş. Hazreti peygamber, bunu sorunca, birimiz, dışarıda; bize yiyecek toplamaya çıktı; bu kan, onun kolundan damlıyor demişler. Hazreti Ali'nin kolunu bağlamışlar; öbürlerinden akan kan da durmuş, derken Selmân gelmiş, bir tâne üzüm getirmiş, bu bir tânecik üzümü kırklara paylaştırmasını dileyerek hazreti Muhammed'in önüne koymuş.
Hazreti Muhammed, nasıl pay edeceğini düşünürken Cebrâil, cennetten tabak getirmiş ve ezmesini söylemiş.
Muhammed (s.a.v.) üzümü ezmiş, suyla karıştırmış. Kırklar'ın hepsi birer yudum içmiş; hazreti Muhammed de içmiş. Hepsi mest olup semâ'a kalkmış. Hazreti Peygamber, semâ ederken başında sarığı çözülüp yere düşmüş. Kırklar, bu sarığı kırk parçaya bölüp bellerine bağlamışlar, tennûre, yâni libâsı edinmişler."
(Abdulbâki Gölpınarlı, Yunus Emre, Divan ve risaletü'n-nushiyye, der yayınları, istanbul, 2003)
(Allahım sen sabır ver, affeyle beni)
Kutub Tarifi:
Menzil , İsmailağa v.b. Tarikatlerdeki Sapıklıklar!
Tasavvuf'un Belgelerle İslam'ı Tahrif Edişi
Şeyh Seyyid Muhammed Raşid - göz bebeği Seyyid Fevzeddin ile.
şeyh Seyyid Muhammed Raşid' in gençliği ve Uçuş hali
İLGİLİ konular :
UÇMAYA KAÇMAYA - IŞINLANMAYA KLONLANMAYA SON
İNSAN AYNI ANDA İKİ (FARKLI) YERDE BULUNAMAZ
https://www.islam-tr.net/konu/tayy-...aya-kacmaya-isinlanmaya-klonlanmaya-son.7145/
https://www.islam-tr.net/konu/gavs-kutub-efsanesi.26808/
Gavsiyye
Belirsiz ve muğlak şeyleri keşfeden Allah'a (cc) hamdolsun.
Yaratılmışların hayırlısı Hazreti Muhammed'e (sav) selat-u selam olsun!
Allah'tan (CC) başkasına gönül bağlamayıp ürken, Allah (CC) ile gönül alışkanlığı içinde ünsiyet kuran GAVS-I A'ZAM (KSA) diyor ki:
"Cenâb-ı Hakk (CC) bana (ilham yoluyla) şöyle buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)!
- Buyur Allah'ım (CC) buyur, emrine amadeyim!
- İnsanlık alemiyle melekût âlemi arasındaki her hal ve sınır, ŞERİAT'ın kendisidir. Melekût alemiyle, Allah'a (CC) varmanın üçüncü basamağı olan CEBERUT âlemi arasındaki her hal ve sınır, TARİKAT'ın kendisidir. CEBERUT alemiyle LÂHUT (ilâhî âlem) arasındaki her hal ve sınır ise, HAKİKAT in kendisidir."
Ve sonra Allah (CC) şöyle buyurdu:
- "Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Ben, insanda zahir (belirgin) olduğum kadar hiçbir şeyde zâhir olmadım."
Bu beyandan sonra bu kez ben, Rabbime (CC) sordum:
- Sizin için, size mahsus bir yer var mıdır?
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Yerleri (mekânları) yaratıp oluşturan Benim. Bu bakımdan Benim için hiçbir mekân olamaz. buyurdu.
- Ya Rab! Sizin yemeniz ve içmeniz olur mu?
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Fakirin yemesi ve içmesi benim yemem ve içmemdir.[1]
Ve sonra şöyle sordum:
- Ya Rab (CC)! Melekleri neden ve hangi şeyden yarattın?
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Melekleri insanın nurundan yarattım; insanları da kendi nurumdan vücuda getirdim.
Buyurdu ve şöyle devam etti:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Ben ne güzel istekliyim, insan da ne güzel istenilendir! Binici olarak ne güzeldir İNSAN ve ne güzeldir ona binit olan varlıklar!
Rabbim (CC) sonra devamla buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İNSAN benim sırrımdır; Ben de onun sırrıyım. Eğer insan benim katımdaki mevkiini bilmiş olsaydı, her nefes alıp verişinde "BUGÜN MÜLK KİME AİTTİR?" (Âyet meali) derdi.
Ve sonra Rabbim buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İnsan ne yerse, ne içerse, ne kadar ayağa kalkar ve ne kadar oturursa; ne kadar konuşur ve ne kadar susarsa; ne kadar bir iş işler, ne kadar bir şeye yönelir ve ne kadar bir şeyden uzaklaşıp aynlırsa mutlaka Ben onda bulunuyor ve onu harekete geçiriyorum, (çünkü KUDRETİM her varlığı kapsayıp içine almıştır)!
Rabbim (CC) sonra buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İnsanın cismi, nef.si, kalbi, ruhu, kulağı, gözü, ayağı, dili var ya. işte onların hepsinde BEN varım (hepsi de Benim tecellimle) zahir olur; Ben onların başkası değilim.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Fakirlik ateşiyle yananı, yoksulluk kırgınlığıyla kırgın bulunanı gördüğün zaman ona derhal yaklaş; çünkü Benimle onlar arasında hiçbir perde yoktur.
Rabbim (CC) yine buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Bir şey yediğin, bir şey içtiğin ve bir uykuya yattığında her halde uyanık bir kalb ve gören bir göz ile olsun!
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Bâtında (gizli ve kapalı olan hal) Bana olan yolculuktan mahrum bulunan kimse, zahirî (açık ve seçik) yolculukla imtihan edilir de bu yolculuğunda Benden ancak uzaklaşmayı artırır.
Ve sonra devamla Rabbim buyurdu ki:
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İttihad (birleşme, bir arada olma) öyle bir haldir ki, kelime ile anlatılamaz ve ona bir tâbir de verilemez. Bu hal (gönülde yer bulup) mevcut olmadıkça ona (ittihada) inanan kimse küfre düşer. Kim de (Hakk'a) vuslat peyda ettikten (Bana gönül yoluyla kavuştuktan) sonra (vuslattan gaflet içinde) ibâdet etmek isterse, o, Allah'a (CC) eş-ortak koşmuş olur.
Rabbim (CC) yine buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Kim ezelî (öncesi olmayan) saadetle mutlu olursa, ona müjde!.. Çünkü o, ebediyen rezîl ve rüsvây olmayacaktır. Kim de ezelî şekavetle (mutsuzluk ve bedbahtlık) mutsuz olursa, ona da yazıklar olsun! O artık bir daha makbul bir insan olmayacaktır!
Ve yine Rabbim (CC) buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Fakirlik ve yoksulluğu insana binek yaptım; bu bineğe kim binecek olursa, çölleri ve vadileri aşmadan Önce yüce makama ulaşır.
Sonra yine buyurdu:
- Ey Gavs-ı A'zam (KSA)! Eğer insan ölümden sonra meydana gelen şeyleri bilmiş olsaydı, dünyada yaşamayı hiç de temenni ve arzu etmez ve Benim huzurumda her ân ve her dakika "YA RAB (CC)! CANIMI AL" diye yalvarırdı.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Halkın kıyamet günü Benim katımdaki hüccetleri, sadece "ONLAR SAĞIRDIRLAR, DİLSİZDİRLER, KÖRDÜRLER" (âyet meali) hükmü olacak ve sonra da hasret ve ağlamak...
Kabirdeki durumları da böyledir.
Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:
-Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Muhabbet (gönülden gelen sevgi) daima iki taraflıdır; sevgi sevenle sevilen arasındadır. Seven, sevgiyi aşıp fena bulunca sevgilisine kavuşur.
Rabbim (CC) yine buyurdu:
-Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Ruhları, kendilerine "BEN SİZİN RABBİNİZ DEĞİL MİYİM?" (âyet meali) hitabımdan sonra verdim. Ruhların kendi kalıplarında kıyamete kadar beklemekte olduklarını görüyorum.
GAVS-I A'ZAM (KSA) DİYOR Kİ:
- (Mânâ âleminde) Rabbimi (CC) gördüm; bana buyurdu ki: "Ey Gavs-ı A'zam (KSA)! Kim ilimden (bilgi edindikten) sonra Benden rü'yeti (Beni görmekliği) İsterse, hakikat o, rü'yet ilmîyle mahcûbdur (rü'yet ilmi ara yerde perdedir). Kim de rü'yetin ilimden başka olduğunu zannederse, hakikat o, RÜ'YETULLAH İle aldanmıştır!"
Sonra Rabbim (CC) buyurdu ki:
-Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Beni gören kimsenin artık her halükarda sormaya ihtiyacı kalmaz. Beni görmeyen kimseye ise, sormak fayda vermez. Böylesi sözü yönünden perde arkasında kalmıştır. (Yani sözü onunla rü'yetullah arasında perde olmuştur.)
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Benim katımda fakir, hiçbir şeyi olmayan kimse demek değildir. Bilâkis her hususta emir verme yeteneği olan kimsedir. O, bir şeye "ol!" deyince o da oluverir.
Sonra yine Rabbim (CC) buyurdu:
- Cennetlerde Benim zuhurumdan sonra artık ne ülfet, ne de nimetin değeri kalır. Cehennemde de Benim onlara hitabımdan sonra ne yabancılık kalır; ne de ateşte yanmak!
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Ben her cömert ve âlicenap kişiden daha cömert ve ihsan sahibiyim ve Ben her merhamet edenden daha merhamet ediciyim.
Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Benim katımda uyu, ama halkın uyuduğu gibi değil, ancak o takdirde Beni görebilirsin.
Bunun üzerine Rabbime (CC) dedim ki:
-"Ya Rabbî (CC)! Senin katında nasıl uyuyayım?"
Rabbim (CC) buyurdu ki:
- Bedeni lezzetlerden kesip dondurmakla; nefsi şehvetlerden uzaklaştırmakla; kalbi hâtıralardan paklamakla; ruhu zaman mefhumundan ilgisini kesmekle ve zâtını, Zât-i İlâhiyemde fena (yok) etmekle uyuyabilirsin.
Rabbim (CC) yine buyurdu:
- Ey Gavs-ı A'zam (KSA) ! Kendi arkadaş ve yaranlarına de ki: Sizden kim beni arzuluyorsa fakirliği seçip beğensin; sonra da fakirliğin fakirliğini... İşte bu fakirlik tamamlanınca arlık onun ötesinde ancak Ben varım.
-Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Yaratıklarıma karşı merhamet ve şefkatli olursan, o zaman müjde sana!.. Yine müjde sana yaratıklarıma karşı bağışlayıcı olursan!
Sonra Rabbim (CC) yine buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Arkadaş ve dostlarına de ki: Fakirlerin davetini ganimet bilsinler. Çünkü fakirler Benim yanımda Ben de onların yanındayım.
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Ben her şeyin varılacak tek sığmağıyım ve Ben her şeyin nazargâhıyım; dönüş bana olacaktır.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Sen cennete de, ondaki mevcut nimetlere de bakma! O zaman Benim (tecellimi) vasıtasız olarak görebilirsin. Bunun gibi cehenneme ve ondaki şeylere de bakma; o zaman benim (tecellimi) vasıtasız olarak yine görebilirsin.
Sonra Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Cennet ehli, cennet ile; cehennem ehli de cehennem ile meşguldür. Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Cennet ehlinden bir kısmı oradaki mevcut nimetlerden (bana) sığınırlar. Nitekim cehennem ehli de cehennemin şiddetinden (bana) sığınırlar.
Ve Rabbim (CC) buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Benim, Nebî ve Resullerden (AS) başka öyle kullarım var ki, onlann ahvâline dünya ve âhiret ehlinden hiçbir kimse muttali' olamaz; hattâ ne cennet, ne de cehennem ehlinden bir kimse, ne cennet bekçisi Ridvân (AS), ne de cehennem bekçisi Mâlik (AS) onların ahvalini bilebilir. Ben onları ne cennet ehli, ne de cehennem ehli kıldım. Ne sevap ehli, ne de azâb ehli eyledim; ne huri için, ne de gılman için onlara bu imkânı verdim. Tanımasalar bile onlara gönülden inanan kimselere müjdeler olsun!
Rabbim (CC) devamla buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İşte sen onlardan birisin. Onların şu dünyada alâmetleri şudur: Bedenleri az yemek ve az içmekten eriyip incelmiştir. Nefisleri şehvetlerden (geri kalıp) yanmıştır. Gönülleri hâtıralardan (paklanıp) ütülenmiştir. Ruhları zaman mefhumundan arınıp manevî düzeye kavuşmuştur. Onlar, evet onlar BAKA YÂRANI'dır (ebedîleşen Allah cc. dostlarıdır).
LİKAA NÛR'U (Allah'a cc. kavuşma nuru)yla kavrulmuşlardır.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Çok sıcak bir günde susamış bir kimse sana gelir ve sen de soğuk suya sahip bulunur, aynı zamanda suya ihtiyacın da olmazsa, eğer o susamışı sudan men'edecek olursan, şüphesiz ki o zaman sen cimrilerin cimrisisin! Ve artık Ben, kendimi merhamet edenlerin en çok merhamet edeni olarak tescil etmemle beraber öylesine susamışları kendi rahmetimden nasıl men'ederim?..
Rabbim (CC) yine buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Günah işleyenlerden hiç biri Benden uzaklaşmadı ve ibâdet ehlinden de hiçbir kimse Bana yaklaşmadı. (Çünkü yakınlık ve uzaklık nisbîdir, izafîdir. Allah'ın (CC) ilmi, kudreti ve rahmeti her şeyi içine alıp kuşatmıştır).
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Eğer bir kimse Bana yaklaşacak olsaydı, herhalde o, günahkârlardan biri olurdu. Çünkü onlar âciz, yeteneksiz ve pişmanlık duyan kimselerdir.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Aczini, yeteneksizliğini bilmek, nurların ve feyizlerin kaynağıdır. Kendini beğenmişlik ise, karanlıkların menbaıdır.
Ve Rabbim (CC) buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Günahkârlar günahları sebebiyle mahcûbdurlar. (Günah, onlarla ilâhî tecelli arasında bir perde olur).
İbâdet ehli ise, ibâdetleriyle mahcubdurlar. Bunlann ötesinde benim bir milletim daha var ki, onlann ne günah üzüntüleri, ne de taat u ibâdet kederleri olur.
Sonra Rabbim (CC) buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Günahkârları fazilet ve iyiliğimle; kendini beğenenleri de adalet ve azabımla müjdele!
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İbâdet ve taat ehli, Benim NAÎM sıfatımı zikretmekte; günah ehli de Benim RAHİM sıfatımı anmaktadır.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Ben, günahkâr kimseye yakınım; o günahtan vaz geçtiği zaman. İtaatkâr kimseye uzağım, o taat ve ibâdeti bıraktığı zaman.
Ve Rabbim (CC) buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Halk tabakasını yarattım, Benim güzelliğimin nuruna güç getiremediler. Bu sebeple kendimle onlar arasına zulmet perdesi gerdim.
Havass'ı (seçkin kişileri) yarattım; onlar da bana komşu olmaya güç getiremediler. Bu sebeple ilâhî nurlarımı kendimle onlar arasına perde yaptım.
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Arkadaş ve yaranma de ki: Onlardan kim Bana kavuşmak istiyorsa, Benden başka her şeyden sıyrılıp çıksın!
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Dünyanın iniş ve yokuşlarından, geçit ve derbentlerinden çık ki, âhirete ulaşasın! Âhiretîn de geçit ve derbentlerinden çık ki Bana kavuşasın!
Sonra yine Rabbim buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Cisimlerden ve nefslerden çıkıp uzaklaş, sonra da kalblerden ve ruhlardan sıyrılıp çık ve sonra hüküm ve emir kaydından da çık ki, Bana kavuşasın!
Ve ben, Rabbime (CC) sordum:
- Ey Rabbim (CC)! Hangi namaz Sana daha çok yakındır?
Rabbim (CC) buyurdu:
- Şu namaz ki içinde Benden başkası bulunmaz ve namaz kılan da kıldığı o namazdan gâib bulunur.
Yine sordum:
- Hangi oruç Senin yanında daha üstündür?
- Şu oruç ki, onda Benden başkası yoktur ve o oruçlu da ondan gâib bulunur...
- Hangi ağlayış Senin katında daha makbuldür?
- Gülenlerin ağlaması.
- Hangi gülmek Senin katında daha üstündür?
- Ağlayanların gülmesi.
- Hangi tevbe Senin yanında daha makbuldür?
- Günahtan korunmuşların tevbesi.
- Hangi korunma Senin katında daha iyidir?
- Tevbe edenlerin korunması.
Ve sonra Rabbim (CC) buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İlim sahibine Benim yanımda hiçbir yol yoktur; ancak ilmi inkâr ettikten (yani imândan uzak bir ilmin yalnız başına sahibini Allah'a cc. kavuşturacağını inkâr ettikten) sonra yol bulabilir. Çünkü o ilmi (îmandan uzak bir şekilde) kendine alıp o vaziyette kalacak olursa, şeytanlasır.
>>>>> • <<<<<
YÜCE RABBİMİ (CC) MANA ALEMİNDE GÖRDÜM VE KENDİSİNE SORDUM
- Ey Rabbim (CC)! Dedim, Aşk'ın mânası nedir?
Buyurdu ki:
- Aşk, âşıkla maşuk arasında bir hicaptır.
Rabbim (CC) devamla buyurdu:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Tevbe etmek istediğin zaman, günah üzüntüsünü iç âleminden; korku ve tehlikeleri gönülden çıkarman gerekir. Bu takdirde Bana ulaşırsın! Aksi halde alay edenlerden, işi alaya alanlardan olursun.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Benim HARİM-İ İSMETİME girmek istediğin zaman, artık ne mülk ve melekûte ve ne de ceberûta iltifat etme, çünkü mülk âlimin şeytanıdır. Melekût, arifin şeytanıdır. Ceberut vâkıfın şeytanıdır. Bunlardan birine razı olan kimse Benim katımda kovulmuşlardan sayılır.
Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Mücâhede, müşahededen bir denizdir. Bu denizin balıkları orada bekleyenlerdir. O halde müşahede denizine girmek isteyen kimsenin, mücâhedeyi seçip beğenmesi gerekir. Çünkü mücâhede, müşahedenin ay'ıdır.
Sonra Rabbim (CC) bana buyurdu ki:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! İstekliler için mücâhede lâzımdır, Bana olan lüzumları gibi.
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Kullarımdan Bana en sevgili olan, anası -babası ve evlâdı bulunduğu halde kalbi benimle meşgul bulunan kimsedir. O kadar ki, babası ölecek olursa onun için hiçbir üzüntü taşımaz. Evlâdı ölecek olursa, evlâd üzüntüsü diye bir hali görülmez. İşte kulum bu mertebeye yükselince artık o benim yanımda babasız ve evlâdsızdır. Öylesinin dengi de bulunmaz.
VE RARBİM (CC) BUYURDU:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Benim sevgim sebebiyle baba yokluğunun tadını hissetmiyen kimse, Vahdaniyet ve Ferdâniyet lezzetini bulamaz.
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Bir yerde Bana bakmak istediğin zaman, içinde Benden başkası bulunmayan bir gönül seç!
Dedim ki:
- Ya Rab (CC)! İlmin ilmi nedir?
- İlmin ilmi, ilimden yana bilgisizliktir, buyurdu ve sonra devam etti:
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Gönlü mücâhedeye meyleden kula müjde olsun!.. Gönlü şehvetlere meyleden kula da yazıklar olsun!
GAVS-I A'ZAM (KSA) DİYOR Kİ:
Rabbimden (CC) Mi'rac hakkında sordum. Buyurdu ki: Benden başka her şeyden sıyrılıp yükselmektir. Böyle bir mi'racın kemâli yükselme ve huzurda sağa - sola İltifat etmemektir.
Ve sonra buyurdu Rabbim (CC) :
- Ey Gavs-i A'zam (KSA)! Benim kalımda Mİ'RAC'ı olmayan kimsenin namazı namaz, sayılmaz. Namazdan mahrum olan kimse Benim yanımda mi'racdan da mahrumdur.
Ve burada Aziz ve Celîl olan Allah'ın (CC) sebepleri kolaylaştırmasiyle GAVSİYYE, ki buna Mİ'RACÎYYE de denir, tamamlandı.
Kaynak:Füyuzat-ı Rabbaniyye
[1] Hak Teâlâ ve tekaddes hazretleri yemekten, içmekten münezzehtir. O'nun (cc) şanı yücedir. Bütün kemal sıfatlarla sıfatlıdır.. Eserin bu ibaresi zahirî mânâ ile anlaşılmaz. Aşağıdaki hadîs-i şerifi okursak ne denilmek istendiğini anlarız. Resûlullah (sav) Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Kıyamet günü Allah-ü Teâlâ (cc) kuluna:
- Ey Ademoğlu, Ben acıktım, Beni yedirmedin. O şahıs:
- Seti âlemlerin Rabbisin (cc), ben Seni nasıl yedirecektim yâ Rab (cc), der. Allah-ü Teâlâ (cc):
- Aç olan din kardeşin sana geldi de sen onu yedirmedin, eğer onu yedirseydin, Beni yedirmiş gibi olurdun, buyurur." -Müslim (ra), Ebû Hureyre'den (ra) rivayet etmiştir.
a45UyF587661-170906144954 Oraj Poyraz oraj.poyraz@openmail.cc
2017/09/06 21:20 2 65 alelma@yahoogroups.com
GIDERAYAK
. . . . . .
Handan,hamamdan gectik
Gun isigindaki hissemize raziydik
Saadetinden gectik
Umidine raziydik
Hicbirini bulamadik
Kendimize huzunler icadettik
Avunamadik
Yoksa biz...
Biz bu dunyadan degil miydik?
Orhan Veli KANIK
9. De ki:
Siz gercekten yeri iki gunde yaratani inkar edip duracak misiniz?
Birde O na esler mi kosuyorsunuz?
O, butun alemlerin Rabbidir.
10. O, dort gun icinde, yeryuzunde yukselen sabit daglar yaratti, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rizik arayanlarin ihtiyaclarina uygun olarak riziklar takdir etti.
11. Sonra goge dogruldu da o bir duman iken ona ve yere:
Ikiniz de ister istemez gelin! dedi.
Ikisi de: isteye isteye geldik. dediler.
12. Boylece onlari iki gunde yedi gok olmak uzere yerine koydu ve her gokte (bulunan meleklere) islerine ait emrini vahyetti.
Dunya gokyuzunu kandillerle donattik ve koruduk, iste bu, hep o cok guclu ve herseyi bilenin takdiridir.
Fussilet suresinde
Kure Isiniyorsa Bana Ne?
23 Temmuz 2013
Kuresel isinma var! diye bagirip cagiranlar... Derdiniz nedir? Kure biraz isinsa ne olur sorarim size? Dogalgaz faturamiz yari yariya dusse kotu mu? Buzullar eriyecekmis. Bak sen! Ne faydasini gordun buzullarin? Valla su yasima geldim, ben bir faydasini gormedim. Goren varsa buyursun soylesin. Bilakis insanoglu olarak buzullarin pek cok zararini gorduk. Eskimolara hayati zindan eden, Titanic i batiran bu buzullar degil mi? Yuzlerce masum insan o geminin batmasiyla hayatini kaybetti. Bunlarin ailelerini de hesaba katsan muthis bir rakam cikiyor ortaya. Sebep kim? Buzullar. Kimse bana buzullari savunmasin.
HER SEY BBC NIN ZARARINA!
Burada kritik soru su: Buzullarin erimesi kimin zararina? Hemen soyleyeyim, buzullarin erimesi sadece her sene buzullarda bir belgesel ceken BBC ye koyar... BBC kimin? Israillilerin. Simdi bir seyler netlesiyor mu?
Kuresel isinmayla ilgili bir Kyoto Protokolu nden bahsediliyor. Internette ufak bir arastirma yaptim. Ve sonuc: Kyoto, Japonya da bir sehir. II. Dunya Savasi nda Pearl Harbour a saldiranlarin da Japonlar oldugunu hatirlatmama gerek yok sanirim.
Bir de su acidan bakalim: Kure isininca ne olacak? Dev enerji sirketleri, ozellikle dogalgaz deposu Rusya bundan olumsuz etkilenecek. Rusya kimin? Ruslarin. Hala bir seyler netlesmedi mi?
Kutup ayilarinin nesli tukenecekmis. Bir kutup ayisinin hayatimizin hangi asamasinda isimize yaradigini biri anlatabilir mi? Soylari tukenecekse bu onlarin basarisizligi olur. Bizimle alakasi yok. Soyu tukenmeyen nasil tukenmiyor?
Insanoglu mu suclu? Ya insanoglu tabiattaki en yardimsever canlidir ya. Insanlara laf atanin alnini karislarim. Kutup ayilarinin neslinin tukenmesiyle ilgilenen baska bi canli soyleyin? Pandalar mi? Su yilanlari mi? Guldurmeyin beni. Gercekten cok komiksiniz, ornekleriniz bile sacma. Onlarin kendilerine faydasi yok. Kimse kusura bakmasin ama sen bir kutup ayisi olarak neslinin tukenmemesi icin ne yaptin? Kis uykusu adi altinda alti ay afedersin bir tarafini devirip yattin. Yalansa yalan de. Tabiatta milyonlarca cins hayvan var. Ben her hayvanin neslini koruyacaksam benim neslimi kim koruyacak? Fatih in nesliyiz biz. Bizi kim koruyacak? Ote yandan bir kisim medyanin soylari tukeniyor diye bas bagirdigi kutup ayilari hic de oyle zor durumda degiller sanki. Reklamlarda gordugumuz kadariyla kola icip keyif yapiyorlar ve hallerinden gayet memnun gorunuyorlar. Kutup ayilarinin acisindan rant devsirenler kim, asil soru bu.
DINOZORLARI DA MI BIZ YOK ETTIK?
Ayrica adaptasyon denen bir sey var. Buzullar eridi diyelim. Kutupta duramayan kutup ayilari gelsinler soyle Orta Avrupa ya dogru. Basimizin ustunde yerleri var. Bir sicak bir ates basar, iki uc nesil sonra onlar da alisir. Alisan nasil alisiyor?
Her seyde insanoglunu sorumlu tutmak da moda oldu. Vurun abaliya. Yahu insanoglu daha 50 bin yildir falan var. Dunya ise 5 milyar yasinda. Biz yokken her sey daha mi iyiydi? Dunya gulluk gulistanlik bir yer miydi? Iste bundan kuskuluyum. Dinozorlari kim yok etti? Biz mi yok ettik? Neticede tabiatta bir dongu var, herkes birbirini yiyor. Biz insanlar hepinizi yiyoruz. Ve bu cok hosumuza gidiyor.
Ben inaniyorum ki kuresel isinmayi protesto edenler yarin gezegenimiz birazcik daha isindiginda, mesela subat ayinda plaj keyfi yapmanin tadina vardiginda hatasindan donecek ve kandirilmis oldugunun farkina varacak. Asil korkulmasi gereken kuresel isinma degil, icimizde ve disimizda bizi bolmek isteyen unsurlar. Umarim farkina variriz.
http://beyinsizadam.net/
lukasaluka@gmail.com
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder