10 Eylül 2011 Cumartesi

POLITIK - ALPASLAN TÜRKEŞ KONUŞUYOR.

ALPASLAN TÜRKEŞ KONUŞUYOR. 

Yavuz Selim DEMİRAĞ-Yeniçağ

ysd592@gmail.com

Hedefte OYAK var!..

Rahmetli Alparslan Türkeş ile darbelerin perde arkasıyla ilgili aylar süren röportajlarım oldu.

27 Mayıs'ın kudretli albayı Türkeş'e ihtilalin gerekçelerini ve o günkü Türkiye'yi sordum.

Yurt dışındaki görevlilerimize bile maaş verilemez noktaya gelindiğine, ülkenin olağanüstü borçlarla karşı karşıya bulunduğuna dair ilgi çekici rakamlar vermişti.

Yıllar sonra kutsal emanet gibi sakladığım ses bantlarını yeniden dinlemeye başladım.

"Evladım; 1944'te İnönü istibdadının işkence tezgahlarından geçtim, ama İsmet Paşa herşeye rağmen ciddi devlet adamıydı.

Tutumluydu.
Bazılarına göre cimriydi.
Lakin bütçeden asla açık vermezdi.

Borçlanma yoktu.

Borcu olanın iradesini sergileyemeyeceğine inanırdı.

Borç namustur düsturuna inanırdı.

Gelir ve gider tablosuna riayet ederdi.

Evinde, Mevhibe Hanıma da uygulattığına tanık olmuşuzdur.

44'de merhum Atsız Bey ve Türk aydınları ile bizi tutuklatmış olsa da soğuk savaş koşulları yüzünden buğz etmedim.

Mareşal Fevzi Çakmak'ın görevden alınmasını hazmetmek mümkün değildi.

Fevzi Paşa milli ve manevi konularda çok duyarlıydı.

Ordunun terfi sistemini kilitledi vs.
dense de biz Fevzi Paşa'dan razıydık.

Allah da razıydı sanırım.

Bizlerin 1944'de Türkçülük-Turancılık Davasından yargılanmamızı kimse hazmedemedi.

Zaten beraat ettik.
Nitekim yıllar sonra haklılığımız tescil edildi.

Büyük Atatürk'ün çizgisinden bizim sapmadığımız anlaşıldı.

Üsteğmen iken tutuklandım.

Neymiş efendim Atsız ile mektuplaşıyormuşum.

(O yıllarda telefon dinlemeleri olmadığı için posta takipte) Bizim hareketimiz aslında bir 'Türk Aydınlanması' hareketidir.

Yargılandık, beraat ettik.

Fikirlerimizin bugün iktidar olması haklılığımızın tescilidir.

Benim akademiye alınmayacağımı iddia ettiler.

Bilenler bilir.
Fevzi Paşa benim Kuleli'de velimdi.

Kıbrıs doğumlu olduğum için alınmam yasaktı.

Dişimle, tırnağımla akademiye girdim.

İkinci Dünya Savaşı şartları yüzünden memleket zor günler yaşıyordu.

Ekmek karne ile dağıtılıyordu.
Yokluk ile beraber NATO'ya katılmakla farklı günler yaşamaya başladık.

Devletin imkanlarıyla Almanya ve Amerika'ya gittim.

NATO karargahlarında Türkiye ile ilgili planları görüp Ankara'ya bildirdiğim için kara listeye dahil edildim.

Amerika'dan Ankara'ya dönüşümde biriken maaş ve harcırahlarımla ev ve araba sahibi olma imkanım olmuştu.

Oysa Türkiye'de subay arkadaşlarım ikinci sınıf insan muamelesi görüyordu.

Ev kiralama şansları çok azdı.
Üniformasında yama olmayan subay şanslı sayılırdı.

Adımız halk arasında 'gazozcu'ya çıkmıştı.
Bir lokanta yahut çay bahçesine gittiğimizde en fazla 'gazoz' isteyebiliyorduk.

Dedem Kayseri'den Kıbrıs'a gönderilmişti.

Çoğunluğu Anadolu'nun çeşitli köşelerinden gelen subay arkadaşlarımız köylerinden gelen erzak ile hayatlarını sürdürüyordu.

Kore Harbi bizim arkadaşlarımızda yeni ufuklar açmıştı.

BM adına Kore'de savaşan ve halen orada olan arkadaşlarımız dünya barışına katkı sağlayan Türk Ordusu ile diğerlerini mukayese etmeye başladılar.

 Bir tarafta sigarası, çakmağı, çikolatası ile Amerikan askerleri, diğer tarafta evine gittiği zimmetli atın samanını kendi cebinden karşılayan Türk subayı...
Bizler bağımsızlığa inandığımız için şikayet etmiyorduk.

Ama, devletin kurucu iradesi olan Türk askerinin sefalete uğraması da hazmedilir gibi değildi.

27 Mayıs'tan sonra Başbakanlık müsteşarlığına atandım.

Ankara'da Emniyet Genel Müdürlüğünün muhaberat (haberleşme) merkezinde Amerikalıların odasını görünce kızdım.

"Ne işi var bunların kapatın" dedim.

Başbakanlık müsteşarlığımda ilk işim TÜBİTAK'ı kurdurmak oldu.

Sonra OYAK adıyla Ordu Yardımlaşma Sandığını oluşturup, Türk Ordusunun muadilleriyle aynı değere kavuşmasını sağlamaya çalıştım.

Ordusunun mensuplarına sahip çıkmayan devletlerin durumu ortada.

Kaldı ki OYAK (1994'deki söyleşimiz)'ın durumu ortada.

Son derece akıllı yatırımları var.
Sadece ordu mensuplarına değil bütün ülkeye hizmet ediyorlar.

Aman oğlum OYAK'a dikkat edin.
Onu muhafaza edin."
Türkeş sonrası OYAK iştirakleri ile banka sahibi bile oldu.

Özelleştirme adıyla bankası HSBC'ye satıldı.

Ama iştirak sahipleri yabancı bankaya maaşlarının bile yatırılmasına karşı çıktığı için derhal banka hesapları el değiştirdi.

Bu arada HSBC buna çok bozuldu tabii.

"Ne oldu!..
Bize böyle demediniz"
  diye komisyonculara çıkıştılar.

"Merak etmeyin telafi edeceğiz.
Özelleştirmede yeni imkanlar sunacağız"
  sözünü verdiler.

Üstelik OYAK iştirakleri çok olmaya başladı.
Yabancı şirketlere sözü kesilen milli kuruluşlara talip olup zarar eden Erdemir, İsdemir vs.gibi stratejik kuruluşları alıp kâra geçirdi.
Eee...çok olmaya başladılar.

Reklam filminde olduğu gibi...
Yarın hedefteki Oyak'ın durumunu ele alalım da aportta bekleyenlerin niçin ağzının sularının aktığını ortaya koyalım.


--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ KUMRULU ŞİİR  Duyduğum yoktu ne vakittir Güvercin sesi, kumru sesi, pencerede; İçime gene Yolculuk mu düştü, nedir? Nedir bu yosun kokusu, Martıların gürültüsü havalarda; Nedir? Yolculuk olmalı, yolculuk.   Orhan Veli KANIK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder