Bir kayıp duyurusudur. Bunu görünce aklıma unutmak istediğim bir hatıram geldi. Belki size de ibret olur. Bana yakın yaşlarda kuzenim var. Ticaret yapıyor. Çok fazla borca girmiş. Bizim duyduğumuz eski parayla trilyon mertebesinde. Depresyonda olduğundan şüpheleniyoruz. Burada ilk ibret var. Birileri ölümden bahsediyorsa dikkat edin. İntihar edecek olanlar çoğu zaman bunu söyler. Aslında nasıl yapacağını dahi söylüyor. Bizim kuzen de aynı, aslında derdini ağzıyla söylüyor. Çok da daralırsam sıkarım kafama diyor. Ben bu hayatta yaşanacak her ızdırabı yaşadım, artık yaşamanın anlamı yok diyor. Geleceğe ilişkin tek planı, tek hayali yok. Geçmiş boynuna asılmış bir zincir gibi, bir türlü kurtulamıyor. Yeni bir hayat kurmak için dahi enerjisi kalmamış. Ama biz ciddiye almıyoruz. Her zamanki hali diyoruz. Neyse, bir gün, bir kötü Pazar günü bizim kuzen ortadan kayboldu. Telefonu cevap veriyor, ama açmıyor. Biz işkillendik tabii. Hemen evini aradık, sonra da gittik baktık, yok. Derken kuzenin bir başka arkadaşı aradı. En son onunla konuşmuş. Sıkıntılarını, öfkelerini, daralmasını anlatmış. Ağır konuşmuş, sert laflar etmiş. O zaman ciddi şüphelendik. Komşularına sorduk, yakındaki taksi durağına sorduk. Anladık ki, bir taksi tutmuş. Köpeği var. Taksici köpeği var diye almamış, bir duraktan olmayan bir taksiye binmiş. Ondan sonrası yok. İzi yok, adam kayıp. Telefonu çalıyor ama açan yok. Hemen semt karakoluna koştuk. O zamanlar semt karakolları vardı. Daha yeni kaldırdılar. Dedik bizim kuzen kayıp, bir gündür yok. Dediler ki, kayıp duyurusu yapmanız lazım, ancak üç gün geçmeden olmaz. Aslında yalan söylemek de mümkün, üç gündür kayıp dersin olur biter. Ama biz vergisini ödeyen düzgün vatandaşlarız tabii, yapmadık böyle birşey. İstanbul kazan biz kepçe, başka taksi duraklarına soruyoruz, kapıcısına soruyoruz, her gün sokak sokak geziyoruz falan. Polis mi, o kılın dahi kımıldatmıyor. Yetkimiz yok, biz ne yapalım falan. Bu arada eşe dosta arıyoruz, aman kuzene telefon etmeyin, telefon çalarken şarjı biter. Telefondan yararlanarak yerini bulduracağız. Gittik Cumhuriyet Savcısına, badem bıyıklı bir abi oturuyor. Biz kendimizi tanıttık, iyi insanlarız ya ondan falan bahsettik, belki bir yardım olur diye. Derdimizi anlattık, telefondan yerini bulalım diye. Girmeden bacanakla konuştuk, ona dedim ki artık yalan söyleyelim, diyelim ki, biz kuzenin kaçırılmış olduğundan şüpheleniyoruz diyelim dedim. Fakat kuzen saf, temiz bir Anadolu insanı. Laf arasında savcıya intihar etmiş olabilceğinden şüpheleniyoruz diye ağzından kaçırdı. O zaman savcı bize demez mi? Belki de kuzeniniz sizden kaçıyordu. Sonra insanlar intihar edebilirler, öyle bir özgürlükleri de varmış. Avrupa Topluluğu müktesebatından bahsetti. Artık insanlar öyle alel usül aranamıyormuş, yeri tesbit edilemiyormuş falan. Dediğine göre, yarın ya bizim kuzen savcılığı dava ederseymiş. Ben kaçıyordum, siz benim yerimi hasımlarıma bildirdiniz derseymiş. Bir sürü gargara. Siz emin olun yargı teşkilatı bunun gibi aklı kıt savcılarla dolu. Eğer polis bunlara hazır bir iddianeme vermezse iki satır yazamazlar. Neyse, çaresiz kös kös çıktık savcının yanından. Ben bacanağa kızıyorum. Neden ağzından kaçırdın diye. Kaçırıldı diyecektik, neden intihar dedin diye. Neyse, biz çaresiz eve döndük, hanımlar, çocuklar her gün yattık, kuzen nerde diye aklımızda, her sabah kalktık kuzen nerde aklımızda. Yeri konusunda hiçbir fikrimiz yok. Elbette ben hekimim, çok gördüm, aklıma geliyor. Hanımlar yokken, bacanağa diyorum ki, -Yahu, bacanak bizim kuzen şimdi bir yerlerde yatıyor kesin. -Üstünde sinekler uçuşuyordur kesin diyorum. İçim parçalanıyor, ne yapsak bilemiyorum. Yüce Türk adaleti ve polisi bizi ortada bırakmış durumda. Herşey bizim üstümüzde ve biz hiç birşey bilmiyoruz. Üç gün böyle geçti. Sonunda Jandarmadan bir haber geldi. Ormanlık alanda bir ceset ve yanında bir de köpek ölüsü bulunmuş. Teşhis için çağırıyorlar. Koştur koştur gittik, falanca devlet hastanesi morgu. Bacanak dedi, benim içim kaldırmaz, sen bak. Savcı gelecek, morg görevlisi gelecek, bekliyoruz. Karanlık bodrumlar, korku filmi gibi. Sonunda o lanet an geldi. Baktım, daha ilk görüşte tanıdım. Adam bizim adam. Daktilo portakal sandığı üzerinde. Savcı yazdırıyor. Görüldü, edildi, teşhis edildi. Teşhis edenin kimliği, teşhis edilenin kimliği. Ananın adı ne, babanın adı ne falan. Görülen arazlar. Yıllarca yaptığım şey. Adli kimlik tesbiti işte. Bu sefer bizim kuzene nasip oldu. O gün alamadık bizim kuzeni. Bir de otopsi yapılacakmış, ertesi gün. Cerrahpaşa morgundan ertesi gün alacakmışız . Konu dağılacak ama, beklerken aklıma takılanları, başka hatıralarımı da anlatayım. Bir tür fikir sıçraması olacak. Adli tıp stajlarımı Cerrahpaşa'da tam da o morgda yapmıştım. Şimdi taşınmış, daha modern bir yere. Her zamanki gibi bodrumda, karanlık ve tahnitte kullanılan kimyasalların kokuları. İç burkucu, kabus gibidir. Çalışanlar için bile sıkıntılıdır. Bir zamanlar Uğur Dündar program yapmıştı. Göya cenazeler kötü şartlarda, yerlerde falan saklanıyormuş diye. Sanırım birilerini bitirmek için birilerinden para almıştı. Hep olduğu gibi. | Çünkü bilirim, orası hep öyledir. Başka türlü olması imkansızdır. Çünkü ben orda staj yaptım, bir ay boyunca her gün oraya bir çalışan olarak ben de gittim. Siz deyin yirmi, ben diyeyim otuz mermer masa vardır. Oluklu, yıkamak kolay olsun diye. Akşam heryer tertemiz olur. Gece boyunca sürekli olarak kapalı cenaze arabaları gelir. Son yıllarda AKP dönemine nasip oldu. Artık cenazeleri taşımak için ambulanslar kullanılmıyor. Özel kapalı arabalar var. Lazım birşey. Çünkü bazen öyle kötü cesetler geliyor ki, eğer bir ambulansa konsa kırk yıl kullanılmaz hale gelir. Efendim, Karaköyde bir çöp tenekesinde birkaç bacak, kol mu bulundu, o gelir. Nişantaşında evinde ölü bulunan çift mi, onlar da gelir. Tarlabaşında ahşap bir evde yanarak ölen aile fertleri mi, onlar da gelir. Ya da varoşlardan, mesela Gültepede sokakta bıçaklanmış bulunan mı, o da gelir. Gece boyunca cenaze arabaları mekik yapar. Sabaha kadar ben diyeyim, elli siz diyin yetmiş ceset gelir. Yer kalmaz artık. Bazı masalara ikişer ikişer, bazen de yerlere falan bırakırlar. Bu arada size haber vereyim. Eğer hala değişmediyse İstanbulda en az üç seri katil sokakta serbest dolaşıyor. Çünkü, tıpkı filmlerdeki gibi, her gece birkaç bacak, kol taksit, taksit bir yerlerde çıkıyor. İstanbul bu, boru değil. Sen onu yeneyim derken, o seni bir lokmada ham yapar. Neyse konuyu dağıtmayayım. O konu da ayrı bir konu. Yazsam ayrı bir konu olur. İşte beş altı müstahdem, birkaç imam, sekiz on asistan el birliğiyle bu ceset tarlasına dalarlar. Bir ses kayıt cihazı. Sonradan sekreterler daha rahat şartlarda raporları yazabilsin diye. Sıra sıra üç boşluğu birden keserler. Her türlü dokudan kavanozlara örnekler alırlar. Beyin, karaciğer, mide muhtevası falan. Ortalıkta kesif bir koku. Sanki Kurban Bayramında kesimhane gibi. Bakın bunu kasdi yaptım. Niyetim, ölü insanla ölü hayvan arasında hiçbir fark olmadığını vurgulamak. Biraz da kurban ritiüelinin ilkelliğini vurgulamak. Akşama kadar kan, ter içinde bu ekip uğraşır, bütün masaları bir bir temizler. Herkes evine çeker gider. Gece boyunca yine belediyenin cenaze araçları, ambulanslar, her türlü araç oraya cenaze taşır durur. Ertesi sabah döngü yine baştan başlar. Neyse konuya döneyim. Ben işte bu düşünceler içinde kapıda bekledim. Benim stajımdan sonra işler ilerlemiş. Artık tabut ve kefeni de veriyorlar. Tabii ki, parasını verirseniz. Kaç liraydı tam hatırlamıyorum. Allahtan o kadar yanımda vardı. Yüz elli ikiyüz falan. Biz işte kuzeni böyle aldık. Şimdi geleyim ikininci ibrete. Umarım hayatta hiç olmaz. Ama, eğer bir gün bir yakınınız kaybolursa. Misal kendi evladınız, eşiniz, bir akrabanız. Senaryolar muhtelif. Misal yaşlı babanız alzhiemerlidir, kaybolur. Ya da çok küçük bir çocuk, kapının önünde oynarken birden kaybolur. İşte o an tek başınızasınız. Başka kimse yok. Çevreniz ne kadar genişse. Dostlarınız ne kadar çoksa o kadar kişi yanınıza katılır. Sonradan bu türden kaybolma olaylarını hep izlemişimdir. Mesela Sivas ya da Kırşehir Jandarma bölge komutanıydı sanırım. Bir yakını kaybolmuştu. Dere yataklarında, mağaralarda haftalarca bizzat kendisi aramıştı. Öyledir. Kim olursanız olun. Tek başınıza, en çok dostlarınızla birlikte. O yüzden bana olmaz demeyin. Sakın haa. Olur, artık o tanrının adı neyse. Allah korusun. Yüce Dei korusun. Şiva korusun. Kim korursa korusun. Korusun da yeter ki? Şu kayıp yakınlar için il il gezen otobüs var ya. Epeydir ortalarda yok. İşte o bu amaca hizmet ediyor. Haberi olmayanlar, bana olmaz diyenler için. Bir de umut dünyası bu dünya. Belki birileri ben gördüm der diye. Artık bir gün bir yerde. Bir kör kuyu olur. Bir ısısız mağara. Ya da sahile vurmuş, ya da tesadüfen ormanlık alanda bulunan bir ceset, hatta kemik kalıntısı. Kayıpları olanlar bunu bekliyor, işte. Emin olun çoğu bir cenazeye, bir cesede bile razı. Yeter ki, bilsinler, yerini, akibetini. Saygılar Oraj POYRAZ -------------- |
---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: özlem Arslan
zaryop:jaro
Yalanci devleri yok etmek icin, dev aynalarini kirmak yeterlidir
A.Nihay Asya
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Yalanci devleri yok etmek icin, dev aynalarini kirmak yeterlidir
A.Nihay Asya
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder