28 Eylül 2013 Cumartesi

10-Casusu olmayan casusluk davası


Casusu olmayan casusluk davası

30.07.2013 08:14

Kamuoyunda "askeri casusluk ve şantaj" davası olarak bilinen İstanbul'daki davanın tutuklu denizci subayları yazdıkları mektupla davayı ve mağduriyetlerini anlattı.
Mektupta, iddianame ve ek klasörlerden derledikleri bilgilerle 11 maddelik Dava sürecindeki hukuksuzluğa yönelik tespitler yer alıyor.

Temyiz aşamasında bulunan "Casusluk davası" kapsamında tutuklu bulunan subaylar, Yargıtay'da görülen Balyoz davası için ise "her iki davanın da; Yargıtay 9.Ceza Dairesinde görülmesi ilginç bir tesadüftür(!)" değerlendirmesini yaptı.

İşte tutuklu askerler tarafından kaleme alınan o mektup:

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'NDE TASFİYE VE SÖZDE İSTANBUL ASKERİ CASUSLUK DAVASI

Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin tasfiyesine yönelik süreç değişik adli davalar birer araç olarak kullanılarak hızla devam etmektedir.
Bu tasfiye organizasyonunda, son safhaya Yargıtay süreçleri ile gelinmiş olup, temyiz aşamasında önce "Sözde Balyoz Davası" müteakiben "Sözde İstanbul Askeri Casusluk ve Şantaj Davası" Yargıtay 9 ncu Ceza Dairesinde kesin hükme bağlanacaktır.
Silahlı Kuvvetlerin yıpratılması maksadıyla sahte, üretilmiş delillere dayanılarak açılan her iki davanın da; Yargıtay 9 ncu Ceza Dairesinde görülmesi ilginç bir tesadüftür(!).

Ayrıca, "Sözde Poyrazköy ve Sözde İzmir Askeri Casusluk Davaları"na yerel mahkemelerde devam edilmektedir.
Tüm bu davalarda 500'e yakın subay ve astsubay yargılanmakta olup, yürürlükteki tasfiye işleminden paylarına düşeni almaları beklenmektedir.

Tüm davaların ortak özelliği; sözde yurtsever subaylar olarak kendilerini adlandıran kişiler tarafından isimsiz ihbar e-postaları ile başlatılmaları, tamamının üçüncü şahıslara ait mahallerde bulunduğu iddia edilen sahteliği defalarca kanıtlanmış dijital belgelere dayandırılmaları ve tümünün yargılama sürecinde savunma haklarının kesin bir şekilde engellenmesidir.

Ayrıca, senaryoların ve tertiplerin aynı merkezden kurgulandığına bir örnek; hükme bağlanan Sözde İstanbul Askeri Casusluk ve Şantaj Davası ile halen yargılaması devam eden Sözde İzmir Askeri Casusluk Davası arasındaki benzerliktir.
Doğan Haber Ajansı'nın (DHA) 17 Mayıs 2013 tarihli haberine göre, birbirlerinden tamamen bağımsız olan iki davanın iddianamelerindeki bazı ifadelerin benzer, hatta satır satır aynı olduğu hukukçuları şaşkınlığa uğratacak şekilde ortaya çıkmıştır.
İlk davada delil olarak kullanılan bazı dokümanlar ne hikmetse ikinci davada da delil olmuştur.

DENİZ KUVVETLERİ HEDEF ALINMIŞTIR

Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının yer aldığı tüm süreçler; uluslararası alanda kabul edilen hukuk normları ile alakası olmayan, Başbakanın deyimi ile "devlet içinde devlet olan" "ben yaptım oldu" zihniyeti ile yönetilen "Özel Yetkili Mahkemelerce" icra edilmiştir.
 Bu durum; Haziran 2012 ayı içerisinde kaldırılan Özel Yetkili Mahkemeleri ve verdikleri kararların tarafsızlığını bir kez daha tartışmaya açmıştır.
Bu çerçevede, Sözde Balyoz Davasında sanıklar tarafından yapılan başvuru "Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamaları Önleme Komitesi" tarafından incelenmiş; keyfi tutuklamalar ve adil yargılama konusunda çeşitli ihlaller tespit edilmiştir.

"Sözde İstanbul Askeri Casusluk ve Şantaj" davasında; yargılanan subayların rütbelerinin küçük olması, sanık sayısının az olması ve halen dava kapsamında tutuklu sanık bulunmaması, mağdurların sesinin kamuoyunda duyulmasına engel olmakta, esas ve usul de yapılan hukuksuzluklar göz ardı edilmektedir.

Diğer davalarda da olduğu gibi "Sözde İstanbul Askeri Casusluk ve Şantaj" davasında; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve onun onurlu personeli, sahte dijital belgelerle sanık durumuna düşürülmüş, bazı basın organları tarafından aylarca süre ile yapılan haysiyet cellâtlığı ile yargısız infaza tabi tutulmuşlardır.

TÜM SANIKLAR CASUSLUK SUÇLAMASINDAN BERAAT ETMİŞTİR

Trajikomik olan ise Mısır'da darbeciler tarafından Cumhurbaşkanı Mursi'nin "casuslukla" suçlanması Türkiye'deki bazı basın-yayın organları tarafından "komik, kabul edilemez, deli saçması ve Stalinvari girişimler olarak " haklı bir şekilde eleştirilirken, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu 100'ün üzerinde amiral, general ve subayın casuslukla yargılanması, kendi askerlerinin düzmece diital belgelere kurban edilmesi çok doğal bir olay olarak kabul edilmiştir.

İstanbul 11'nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 02 Ağustos 2012 tarihinde hükme bağlanan "Sözde İstanbul Askeri Casusluk ve Şantaj Davası"nda, savcının da mütalaası doğrultusunda bütün sanıklar "Askeri Casusluk, Fuhuş ve Şantaj" suçlarından beraat etmiştir.

Ancak, bütün basın organları beraat haberini verirken, bu komployla; Türk kamuoyu ne yazık ki kandırılmış ve aldatılmıştır.
Adil yargılama yapılıyor inancı ve tüm sanıklar beraat etti izlenimi yaratılırken, sıfırdan yaratılan, lideri bulunamayan, saçma-sapan bir amaca sahip suç örgütü ve yoktan var edilen deliller ile amiral, subay ve astsubaylara hiçbir suç unsuru ve somut delil tespit edilmemesine rağmen 45 sanığa 3 ile 15 yıl arasında hüküm verilmiş ve ordudan tasfiyeleri için gerekli hukuki süreç sessiz sedasız sürdürülmüştür.

Daha da komiği tamamen dijital belgelere dayalı bu davada; hukuki durumları sözde dijital delillere bağlı olarak mahkûmiyet alan sanıklara benzer, hatta kötü durumda olanlar beraat ettirilmiştir.
Beraat edenlerin ortak özellikleri ise;

-Beraat eden subayların çoğunun bir başka davada halen yargılanıyor olması (Ör.Balyoz ve/veya Poyrazköy),

-Beraat eden subayların bir kısmının emekliliklerini isteyerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden kendi istekleri ile ayrılmaları,

-Beraat eden sivil sanıkların ise değişik siyasi kimliğe sahip kişilerle yakın ilişki içerisinde olan kurumlarda çalışmalarıdır.
(Ör.Savunma Sanayi Müsteşarlığı, TÜBİTAK vb.)

Yerel mahkemenin çifte standardı Yargıtay'da düzeltilir diye beklenirken; 17 Haziran 2013 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından davaya ilişkin "Tebliğname" hazırlanmış ve Yargıtay 9 uncu Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmiştir.
Bu Tebliğname'de; "Sadece dijital belgelerde isminin geçmesi suçlama için yetersizdir" denerek, 13 sanık hakkında beraat talep edilmiş, ancak bu davanın sadece ve tamamen dijital delillere dayandığı göz ardı edilerek 32 sanığın cezalarının onanması talep edilmiştir.

Yine, bütün basın organları beraat talebi haberini verirken; Türk kamuoyu ne yazık ki ikinci kere kandırılmış ve aldatılmıştır.
Sanıkların hepsinin isimlerinin geçtiği dijital belgelere dayanılarak suçlandığı, haklarında onama istenen çoğu sanık hakkında isimlerinin geçtiği sözde dijital delillere ilave somut bir delil bulunmadığı ve bu hususların 11'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nin Gerekçeli Kararında açık olarak belirtildiği, gerçeği göz ardı edilmiştir.

Tebliğname'de çifte standart o derece ortaya çıkmıştır ki;

·Suç unsuru ihtiva ettiği iddia edilen dijital dosyaları oluşturdukları ve bazılarının evlerinde gizlilik dereceli doküman bulunduğu iddia edilen sanıklar için; dijital belgeler yeterli delil olarak kabul edilmemiş, ancak gerek ev ve gerekse işyerinde yapılan aramada hiçbir suç unsuru bulunmayan ve kendisi tarafından hiçbir dosya oluşturulmayan/kaydedilmeyen, sanıklar için bile mahkûmiyet talep edilmiştir.

·Ayrıca, sözde örgütün sözde hücrelerinden birinin 8 sahadan oluştuğu iddia edilmiş, bu saha sorumluları aynı dijital delilden ötürü yerel mahkeme tarafından cezalandırılmıştır.
Oysa Yargıtay Başsavcılığı gerekçe göstermeden bu 8 saha sorumlusundan 4 adedinin beraatini talep etmiştir.
4 saha sorumlusunun suçlu olduğuna nasıl karar vermiştir?
Bunun cevabı belli değildir.

Böylece amacın belli olduğu, öncelikle hedef alınan bir kısım askeri personelin tasfiyelerinin yürürlüğe konulduğu iddiaları kesin olarak kanıtlanmıştır.

Durumsal farkındalığınıza katkı sağlamak maksadıyla; dava kapsamındaki birçok hukuksuzluk arasından seçtiğimiz bazı önemli tespitler Ek'tedir.
Yapacağınız ufak bir araştırma ile bu bilgileri teyit edebilirsiniz.

Saygılarımızla

Sözde İstanbul Askeri Casusluk Davasından  Yargılanan

Dz.K.K.lığı Mensubu Subaylar

"DAVA SÜRECİNDEKİ HUKUKSUZLUĞA YÖNELİK TESPİTLER"

TESPİT-1 : (YOKTAN VAR EDİLEN SUÇ ÖRGÜTÜ)

"Askeri casusluk, fuhuş ve şantaj" suçlarından beraat eden sanıkları cezalandırmak için yoktan var edilen suç örgütünün lideri yoktur, amacı muğlâktır.
 Gerekçeli kararda iddia edilen suç örgütünün ana hedefinin " elde edilen kişisel veriler aracılığıyla örgüt bünyesindeki sivil ve askeri görevlilerin görev yaptıkları kurumlar içerisinde halen veya ileride maruz kalacakları soruşturmalardan kurtulmak ya da kurum içerisinde güçlü bir pozisyon elde etmeyi sağlayacak düzeyde terfi gerçekleştirme olduğu, ." belirtilmektedir.

Gerekçeli kararda böylesi bir suç örgütü amacının ortaya konması her şeyden önce Türk Deniz Kuvvetlerinin kurumsal yapısı ve komuta kademesine hakarettir.
Rütbeleri Tuğamiral'den Astsubay'a kadar değişen 20-25 kişilik bir grubun kurum içerisinde güçlü bir pozisyon elde etmeyi sağlayacak düzeyde terfi veya tayin gerçekleştirme amacını elde etme imkân ve kabiliyeti yoktur.
Örgütte yer aldığı iddia edilen hiçbir subay bir diğerine terfi ve tayin desteği sağlayarak, güçlü bir pozisyon elde etme konusunda yardımcı olamaz.

Bu noktada, hem Yerel Mahkeme Gerekçeli Kararında; hem de Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı Tebliğnamesi'nde; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda terfi işlemlerinin Yüksek Askeri Şura, tayin işlemlerinin ise karargah çalışması hitamında bizzat Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral'in incelemesi ve onayı ile yapıldığı göz ardı edilmiştir.
Ayrıca, ne ilginçtir ki kurumları içerisinde bu kadar etkin olarak faaliyet gösteren sanıklar hakkında, kurumlarınca hiçbir idari soruşturma açılmadığı gibi, bir çoğu en önemli görevlere atandırılmıştır.

Sanıklardan ikisinin Tuğamiral olduğu, ayrıca sanık kurmay Albayların ise sicil sıralamalarındaki yerleri, mevcut görev yerleri ve mesleki geçmişleri dikkate alınarak önümüzdeki yıllarda amirallik için kuvvetli aday oldukları gözönüne alındığında, anılan subayların "kurum içerisinde güçlü bir pozisyon elde etmeyi sağlayacak düzeyde terfi gerçekleştirme" amacı için iddia edilen YASADIŞI oluşum içerisinde yer alması mantık dışı ve yaşamın doğal akışına aykırıdır.
Biran için her türlü hukuki değerlendirmeyi bir kenara bırakın, bu durum kendi ayağına kurşun sıkmaktır, intihardır.

-TESPİT-2 :  (TESPİT EDİLEMEYEN ANCAK YARATILAN ÖRGÜT BAĞLANTISI)

Sözde suç örgütüne yönelik olarak üretilmiş olan senaryo tamamen imzasız, dijital dokümanlarla kurgulanmıştır.
Sanıklarla ilgili suç oluşturacak hiçbir teknik veya fiziki takip ile dinleme kaydı da (telefon tapeleri dahil) mevcut değildir, ortaya konamamıştır.

Bununla beraber, örneğin aynı Fırkateynde görev yapan amir-memur konumundaki mesai arkadaşı üç subayın birbirleri ile yaptıkları telefon görüşmeleri/kısa mesaj alışverişleri; içerikleri bilinmemesine, tape'leri mevcut olmamasına ve ortaya bir suç unsuru konamamasına rağmen; sadece işlem dökümleri ile örgüt irtibatı olarak kabul edilmiştir.

Subayların aynı gemide beraber görev yaptıkları, Deniz Kuvvetleri Komutanlığından resmi yazı ile teyit edilmesine rağmen, bu husus yerel mahkeme ve savcılık tarafından dikkate alınmamış ve sanki birbirini tanımayan üç kişinin örgüt amacı için bir araya geldikleri iddia edilmiştir.

Böylece aynı gemide çalışan ve seyirlerde aylarca aynı ortamı paylaşan subaylara, "siz birbirinizle 5 konuşma yaptınız, 8 mesaj çektiniz" denerek, görüşme/mesajların içerikleri bilinmeden, ortaya konamadan kanaat kullanılarak mahkûmiyet kararı verilmiş veya onama istenmiştir.

-TESPİT-3 : (YİNE SEHVEN İŞLEMLER İLE SORUŞTURMANIN BAŞLATILMASI)

Davanın 1 numaralı sanığı olduğu iddia edilen İbrahim SEZER'in telefon dinleme tutanaklarına aslında olmayan konuşmaları ekleyen iki polis hakkında halen İstanbul 4'ncü Sulh Ceza Mahkemesinde kovuşturma devam etmektedir.
Polisler tarafından sehven yapıldığı iddia edilen işlem ile; fuhuş çetesi lideri ve Rus ajanı olduğu iddia edilen "VİKA" isimli bir kadın varolmayan telefon kayıtları ile İbrahim Sezer'le ilişkilendirilerek soruşturmanın bir yalan ile başlaması sağlanmıştır.

TESPİT-4: (DAVANIN TEK DAYANAĞI DÜZMECE DİJİTAL DOSYALAR)

Delil olduğu iddia edilen dijital dosyaların tamamının, 4 bekâr evinde ve evde kimse yok iken yapılan aramalarda, çantaların içlerinde olduğu belirtilen flashdisk, hard disk, cd ve DVD'lerden çıktığı iddia edilmiştir.

Önemli miktarda dijital delillerin bulunduğu iddia edilen sanıklardan Deniz Mehmet Irak'ın evinde, ev sahibi yok iken yapılan aramalarda hukuka aykırı olarak aramanın kamera kaydı alınmamıştır.
Ne garip tesadüftür ki; suç unsuru bulunduğu iddia edilen bilgisayarların hukuka aykırı olarak kopyası (imajı) alınmamış, imajı alınan bilgisayarlarda ise suç unsuru bulunamamıştır.

Davanın 1 numaralı sanığı olduğu iddia edilen İbrahim SEZER'in arkadaşına ait bir evde yapılan aramada bir çanta içerisinde davaya esas teşkil edecek dijital deliller bulunduğu iddia edilmiş, ancak sanık İbrahim Sezer'in kendisine ait olmadığını ısrarla belirttiği çanta polis tarafından kaybedilmiştir.
Halen çanta yoktur ve parmak izi/DNA alınamamış olup, delili kaybedenler hakkında bir işlem yapılmamıştır.

TESPİT-5: (YİNE ZAMAN ÇELİŞKİSİ, YİNE İKİ YERDE AYNI ANDA OLAN SANIK)

2 nolu CD'de bulunan "yavrular.
doc"
ve "sezer oku" dijital belgelerinin 06 Mayıs 2010 tarihinde XYZ isimli kullanıcı tarafından oluşturulduğu, yine 2 nolu CD'de "tamer zorlubas2.doc" dijital belgesinin 06 mayıs 2010 tarihinde XYZ isimli kullanıcı tarafından kaydedildiği görülmektedir.
Bu belgeleri hazırladığı iddia edilen şahıs 06 Mayıs 2010 tarihinde başka bir davayla ilgili Beşiktaş adliyesinde ifade vermektedir.
Beşiktaş Adliyesinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan bir kişinin aynı gün bu dijital verileri iddia edildiği gibi XYZ isimli bilgisayarda hazırlaması hem fiziki olarak hem de mantıken mümkün değildir.

TESPİT-6: (YUMURTLAYAN HARD DİSKLER - İDDİALARIN BİR KISMININ DAYANDIĞI HARİCİ HARD DISK NEREDE?)

Bazı sanıklar hakkındaki iddiaların tamamı sanık Emrah Küçükakça'nın odasında ele geçirildiği iddia edilen WXH 208918395 seri numaralı 160 gb'lık harici hard disk'te olduğu söylenen sözde dijital kayıtlara dayandırılmıştır.
Ancak, ne hikmetse WXH 208918395 seri numaralı harici hard disk arama el koyma tutanağında yer almamıştır.
"WXH 208918395 seri numaralı harici hard disk "mühür açma tutanağında mevcut değildir.
WXH 208918395 seri numaralı harici hard disk adli emanet teslim tutanağında da yoktur.
Dolayısıyla böyle bir harici hard disk adli emanete de teslim edilmemiştir.
Bu harici hard disk nerededir?

Emniyet Müdürlüğü tarafından "WXH20891895 seri numaralı harici hard diskin aramada el konulduğu iddia edilen WXE109VF3148 seri numaralı harici hard disk içinden çıktığı" cevabı verilmiştir.

Kolluğun iç içe çıktı şeklinde cevap verdiği harici hard disklere ilişkin; Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan üretici firma Western Digital ile olan yazışmalar ile firmanın imzalı ve Türkçeye çevrilmiş resmi belgesi mahkemeye sunulmuştur.
Buna göre; firma, harici hard disklerin içleri ve dışlarının AYNI SERİ NUMARASINDA olacağını, anılan seri numaralarından birinin 2008 yılında üretilen ve Infronic İstanbul adlı firmaya satılan 160 GB.
kapasiteli harici hard diske ait olduğunu, diğer seri numarasının ise bundan 1 yıl sonra 2009 yılında üretilen ve Redington Gulf isimli firmaya satılan 320 GB.
kapasiteli başka bir harici hard diske ait olduğunu belirtmiştir.
Yani ortada birbirinin içinden çıkan değil, İKİ AYRI HARİCİ HARD DİSK mevcuttur ve bir HARD DiSK KAYIPTIR.

TESPİT-7 : (YANLIŞ EVDE ARAMA YAPMAK, AMA YİNE DE SUÇ DELİLLERİNİ BULMAK)

Sanıklardan Emrah Karaca hakkında Emniyet Müdürlüğü'ne ihbar maksatlı bir e-mail gelmiş, bunun üzerine Savcı Emrah Karaca için arama ve el koyma kararı almış, ancak polis Emrah Karaca için çıkarılan arama emri ile sehven Emrah Küçükakça'nın evine gitmiştir.
Buna rağmen, Emrah Küçükakça'nın evinde arama kararı verilen Emrah Karaca'ya yönelik deliller elde edilmiştir.
Bulunan dijital belgelerde hiç adı geçmemesine rağmen Emrah Küçükakça davada sanık durumuna düşmüştür.

TESPİT-8 : (BİLMEYENLERDEN!OLUŞAN BİLİRKİŞİLER)

Sanıkların, ev ve iş yeri aramalarından ele geçen belgelerin kişilerin görevleri ile ilgili olduğu takdirde suç unsuru bulunmayacağı sabit olduğu halde; incelemelerin fevkalade yüzeysel yapıldığı ve bu kapsamda; incelemeler esnasında belgelerin şahısların görevleri ile alakalı olup olmadığı konusunda inceleme yapılmadığı, Genelkurmay Başkanlığının Yerel Mahkeme'ye gönderdiği resmi yazı ile teyit edilmiştir.
Bu durumda olan birçok sanık belgeleri bulundurma hakkı olmalarına rağmen hüküm giymekten kurtulamamıştır.
Genelkurmay Başkanlığının uygulamasının tam aksine; Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) tarafından Yerel Mahkeme'ye gönderilen yazı ile SSM çalışanlarında bulunduğu iddia edilen gizlilik dereceli belgeleri anılan çalışanların bulundurma yetkileri olduğu belirtilerek, bu kişilerin beraat etmeleri sağlanmıştır.

Ayrıca, Sanıkların yargılandıkları belgelere yönelik Genelkurmay Başkanlığı inceleme ve bilirkişi raporları avukatlara verilmemiş, savunma hakkı kısıtlanmıştır.
Dosya içerisinde sanık avukatlarının sunduğu savunma dilekçelerinde, dijital verilerin tek başına delil olamayacağı defalarca vurgulanmıştır.
Ancak yerel mahkeme, savunmaları dikkate almak bir yana, bu konularda, bilirkişi incelemesi yapılması yönündeki talepleri bile reddetmiştir.
Olası bir bilirkişi incelemesi yapılması halinde, bu dijital verilerin, şüpheden uzak bir biçimde sanıklar tarafından üretildiği yahut kaydedildiği yönünde bir rapor gelmeyeceğini bildiği için, görevlerini kötüye de kullanarak, bilirkişi incelemesi yapılması taleplerini kabul etmemiştir.

Genelkurmay Başkanlığı tarafından Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın bilgisi sorulmadan; "güncelliği kalmamış bilgileri içeren belgeler, gemicilik bağları dokümanı, mcafee virüs programı" gibi gizlilik içermeyen belgeler de TCK 334 kapsamında gizlilik dereceli olarak değerlendirilmiştir.

Bu durum, değerlendirmeyi yapan kişi/kişilerin yoğunluktan hassas değerlendirme yapamadığı veya deniz harekâtı konularına vakıf olmadığı sonuçlarını doğurmaktadır.
İnceleme raporları avukatlara verilmediğinden itiraz hakkı elde edilmemiş, incelemeyi yapanlar hakkında yapılan suç duyurusu işleme konmamıştır.

TESPİT-9 : (ŞİKÂYETÇİSİ OLMAYAN ŞANTAJ DAVASI)

Sanıklar müştekilerin görüntülerini gizlice kayda almakla suçlanmış ancak, eldeki görüntü ve ses kayıtlarının bizzat müştekiler tarafından kendileri veya kendi iradeleri ile çekilen kayıtlar olduğu ifadelerle ispatlanmış, ancak yine de sanıklar gizli kayıt yapmakla suçlanmışlardır.
Davanın ilan edilen ismi casusluk ve şantaj olmasına rağmen iddianamede yer alan müştekiler; kovuşturma esnasında mahkeme huzurunda sanıklardan şikayetçi olmadıklarını ve kendilerine herhangi bir şantaj yapılmadığını beyan etmişlerdir.

TESPİT-10: (İHBARCI BİR MÜNECCİM, AYRICA ÇOK HIZLI BİR BİLGİSAYAR KULLANICISI, EVLERİN ADRESLERİNİ DE EZBERE BİLİYOR)

Gölcük'te yapılan aramalar imzasız bir ihbar e-postası ile başlamış olup, e-postayı gönderen şahıs 3 Ağustos 2010 tarihinde İstanbul'da yapılan operasyonu medyadan duyduğunu ve 4 Ağustos 2010 tarihinde saat 01:16'da ihbar e-postasını gönderdiğini belirtmiştir.

Ancak 3 Ağustos 2010 tarihinde sanık İbrahim SEZER'e ait adreslerde yapılan arama sonucunda gece saat 23:03 'te imaj alma işlemi tamamlanmış ve 4 Ağustos 2010 tarihinde saat  00:56'da sözde Askeri Casusluk Suç Örgütüne yönelik operasyon haberi bir haber kanalı tarafından internete konulmuştur.

Yani, sözde örgüte yönelik İstanbul'da yapılan operasyona ilişkin haberin medyada yer bulma zamanı saat 00:56, sözde örgütün Gölcük adresleri için gönderilen ihbar e-postasının gönderilme zamanı ise saat 01:16'dır.
Arada geçen süre 20 dakikadır.

İhbarcı şahıs televizyonda İstanbul'da yapılan operasyonu görüp, 20 dakika içerisinde 2 sayfa ihbar yazısını hazırlamış, ev adreslerini olmayan kapı numarasına kadar belirterek bu ihbar e-postasını İngiltere'den göndermiştir.

TESPİT-11:  (KURGU 2008'DEN ÖNCE YAPILMIŞ, SENARYO DAHA ÖNCE YAZILMIŞ !)

Sözde örgütün, sözde hücre liderlerinden birinin haber elemanı olduğu iddia edilen Kemal ŞEMSİOĞLU, karaciğer transplantasyonu için sıra beklerken Aralık 2008 tarihinde vefat etmiştir.
Vefatından bir yıl sonra Kemal ŞEMSİOĞLU'nu haber elemanı olarak göstermek, kurgunun 2008'den önce yapıldığını kanıtlamaktadır.

Odatv.com

 


a45UyF587661-201307301451-10

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Bir kisiyi layigindan fazla ovmek riyadir, dalkavukluktur; layigindan az ovmek ise ya dilsizlikten ileri gelir, ya hasedden.

Hz.Ali
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder