30 Eylül 2013 Pazartesi

Basından.....



Zahide Uçar: Adnan Menderes, Erdoğan, Cunta…

 Erdoğan'ın da bir Ayhan Adan'ı var mı acaba(!)?..

Bu gün kanallar üzerinde gezinirken, ATV'de oynayan "Ben Onu Çok Sevdim" dizisine rastladım.
Dizi işlediği konu itibarı ile ilgimi çekti.
Dizide Adnan Menderes anlatılırken günümüze mesaj veriliyor gibiydi.
↑↑↑ - ↓↓↓

Celal Bayar ile Adnan Menderes arasındaki güvensizlik ve karşılıklı hamleler şeklinde süren dizi; Celal Bayar-Adnan Menderes ilişkisini anlatırken , Gül-Erdoğan ilişkisine atıf yapıyor gibiydi.

Celal Bayar 15 General, 150 Albayı görevden alıyor.
Sevgilisi ile Kurtuluş Savaşı döneminde komutanı olduğu bir askerin köy evinde misafir olan Menderes'e bu haberi Fatin Rüştü Zorlu verir.

Adeta 27 Mayıs İhtilaline giden yolun taşları döşenmektedir.

Menderes Zorlu'ya;

"Bu işin arkasında kim var" diye sorunca Zorlu;

"İngiltere(!)" diye cevap veriyor.

Menderes;

"Amerika neresinde"diye sorduğunda ise;

"Amerika yok(!)"diye cevap alıyor.

Müslüman coğrafyaya ajan yetiştiren Exeter Üniversitesi mezunu Gül'ün İngiliz Kraliçesi'nin himayesinde olduğu herkesçe malum…

İngiliz Kraliçesi Elizabeth Çanakkale savaşında batırdığımız İngiliz savaş gemisiyle aynı adı taşıyan "Queen Elizabeth" gemiyi batırdığımız yere demirledi.
Gül Türk Bayrağı asılmayan gemiye Ali Kemal'in torunuyla birlikte gitti.
Kraliçe Elizabeth C.Gül'ü 14 Mayıs 2008'de "
Birleşik Krallık Büyük Haç Şövalyelik" ödülüyle onurlandırdı(!)."

Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Chatham House adlı düşünce kuruluşunun düzenlediği bir törenle "2010 Devlet Adamı" ödülü İngiltere Kraliçesi 2.Elizabeth tarafından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e takdim edilmişti.

"CHATHAM HOUSE" ödüllerinin kimlere verildiğini bir hatırlayalım(!)..

"Chatham House Ödülü" 2005 yılından bu yana verilmektedir.
Ödül verildiği yıldan bir önceki sene uluslararası ilişkilerin gelişimine en önemli katkıyı yapan devlet adamına takdim edilmektedir.
Ödül, 2005 yılında eski Ukrayna Devlet Başkanı Victor Yuşçenko'ya, 2006 yılında eski Mozambik Devlet Başkanı Joaquim Chissano'ya, 2007 yılında Katar Emiri'nin eşi Sheikha Mozah Bin Nasser Al Missned'e, 2008 yılında Gana Devlet Başkanı John Kufuor'a ve 2009 yılında Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva'ya verilmişti"

Ben Onu Çok Sevdim dizisi üzerinden adeta bir mesaj veriliyor.

Ergenekon, Balyoz, Fuhuş ve türevi olan sözde davalara bir bakalım.↑↑↑ - ↓↓↓
 F tipi çetesine mensup polislerin tezgahında oluşturulan uçuk-kaçık deliller ve bu iddialar üzerinden davaları yürüten F tipi yargı mensupları…
İddianameye savcı yerine imza atan F tipi polisler ve o polisler ile harman olmuş özelleştirilmiş yargı…

Gül dava başlamadan; "delillendirin" demişti.
Delillendirdiler(!)..
Uysa da delil yarattılar, uymasa da…
Nasıl olsa amaç belliydi.
Amaç kuzuyu yemek olunca, suyu bulandırıp bulandırmadıklarının bir önemi yoktu.

İş Genel Kurmay Başkanını tutuklayıp müebbet hapis vermeye kadar gitti.

İddianameyi okuduğumda Gül ile ilgili bütün iddiaların ayıklandığını, Erdoğan ile ilgili en ağır iddialar, hatta küfürlerin bile iddianamede yer aldığını görünce;

"Erdoğan'a tasfiye yaptırıp, yeni bir sayfa açıyoruz diyerek Gül'ü getirmeyi planlıyorlar" diye yazmıştım.

Anlaşılan o ki;

Erdoğan;

"Menderes'e Celal Bayar üzerinden oynanan oyun bana da Gül üzerinden oynanıyor"

Mesajı veriyor.

Psikolojik savaş…

Celal Bayar o günün şartlarında 15 general ile 150 albayı görevden almış.↑↑↑ - ↓↓↓
 F tipi çete CİA ile beraber Türk Ordusu'nu hapsetti.
Hem de en ahlaksız iftiralar üzerinden.

Erdoğan Savcısı olduğu bu davadan Gül üzerinden aklanabilir mi?

Şartlar 1960 şartları değildir.
Türk halkı 1960 yılındaki halk değildir.
Türkiye yandaştan ibaret değildir.

Kimse bu rezil davadan aklanamayacak!!.

Dizi İngiltere üzerinden Gül'ü sorumlu tutuyor.

Gül Amerika'da F tipi çetenin Fitnecibaşı ile özel görüşmeler yapıyor.
Heyhat, bir Cumhurbaşkanı başkomutanı olduğu Ordu mensuplarına NATO(CİA) ile birlikte tuzak kuran şebekenin başı ile görüşüyor.
Bu rezil durum normalleştirilip haber yapılıyor.
Devrik Cumhuriyet'in mesleğini satan KADI KILIKLI savcıları seyrediyor…

"Günü geldiğinde görevini yapmadıkları için yargılanmak üzere" aval aval trene bakar gibi bakıyorlar.

Trilyonluk serveti ile halk adamına oynayan Erdoğan, Menderes üzerinden mağduriyete yatarken, İngiliz istihbaratı üzerinden Gül'ü hedef gösteriyor.

Zorlu'nun; "Amerika bu işin içinde yok" cümlesi ile Amerika'yı aklıyor.
Öbür taraftan Erdoğan "
beni bırakmayın, sizi suçlamıyorum, sizinleyim" mesajı gönderiyor.

Adnan Menderes onca kargaşa ve Cunta arasında sevgilisi Ayhan Adan ile buluşmayı ihmal etmiyor.

Erdoğan'ın yandaş kanalı, Adnan Menderes'in Ayhan Adan'la olan aşkını öylesine masumlaştırıyor ki…

Doğrusu insan;

Diye sormadan edemiyor.

Öyle ya;

Adnan Menderes ve Ayhan Adan bunların savunduğu şeri kurallara göre taşlanarak öldürülme suçu işliyor. ↑↑↑ - ↓↓↓

İki evli insanın ilişkisi toplum vicdanında kabul görsün diye bu kadar reklam edilince, insanın aklına başka şeyler geliyor.

Bir ilişki var da; ortaya çıkma ihtimaline karşılık birileri peşin peşin Menderes üzerinden aklanmaya mı çalışıyor?

Kimbilir?
0000

========================================

Nihat Genç - Tuncel Ağbi sen de mi

Şimdi düştü Tuncel Kurtiz'in vefat haberi, hayat arkadaşı Menend'nin Kaz Dağları'nın Türk sinemasının Türkiye'nin Türk Tiyatrosunun Türk Televizyonlarının başı sağolsun.

Bir çırpıda şimdi Tuncel ağbi'nin nesini anlatsak, eşsiz bir sanatçı, çok kalite bir insandı.
Babası, arkadaşları, yurtdışına kaçışı, dünyaca büyük sinemacılarla çalışmaları, her biri ayrı geceler boyu okusan bitmeyecek kitaplar konusu.

Tuncel ağbi hayatında iki şeyi bitiremedi, biri, 'hatıraları', durmaksızın baştan aşağı hatıraydı, Cahit Irgatlar Yılmaz Güneyler Erol Günaydınlarla geçmiş onlarca yıl, ne kadar anlatsa o kadar susuyor ne kadar anlatsa o kadar özlüyor ne kadar anlatsa ertesi gün kaldığı yerden Cahit Irgat'ına hüzünlü bir şiirle yine devam ediyordu.

Tuncel Ağbi'nin hatıralarında baş köşesinde Cahit Irgat vardı, sonra Erol Günaydın, Sonra Yılmaz Güney, sonra babası, işte bu hatıraların dayanılmaz sarhoş eden halesi etrafında gün boyu kelebekler gibi dönerdi.
Nefes aldığı yaşadığı her gün, bu dört ismin, onda bıraktığı soylu kelimelerden şiirlerden kurtulamazdı.

Tuncel Ağbi hiçbir zaman soğutamadığı bu binbir acı hüzün dolu hatıratlarını anlatmakla anmakla okumakla söylemekle haykırmakla sarsılmakla  bitiremedi.

Tuncel Ağbi'nin bitiremediği ikinci şey, 'ezberiydi', muhteşem bir ezberi vardı, bulunmaz bir büyük tiyataro arşivi gibi, ansızın birden bir şiir çıkar gelir, ansızın çok alakasız bir yerde tiyatro günlerinden bir replik patlayarak gelir, ansızın babasının bir anısı haykırır gibi döküle saçıla, o muhteşem Tuncel Kurtiz sesiyle çıkıp gelir.

Acıları açlığı yokluğu çaresizliği kaçışı gurbeti ve parlak 'sanat'ıyla dolu dolu yaşadı Tuncel Ağbi.

Tuncel Kurtiz'in Türkiye'de örneği yoktur, sanat'tan 'zaferlerden dönen komutan' gibi konuşurdu.
Şiirsiz tiyatrosuz tek bir saniyesi yoktur, korkusuzdu, açıktı, dürüsttü ve en önemlisi, bir tek ülkeye, bir arkadaş çevresine, bir aileye sığmayacak kadar çok yüksek bir enerjiye sahip, tam anlamıyla 'DEV' bir adamdı.

Çoğu kez 'transa' girer gibi hiç beklenmedik anda 'şiir'e girer,  bir 'hipnoz' seansı gibi, bulunduğu çevrenin saatini zamanını meşguliyetini işini hiç umursamaz insanlık ruhunu yücelten ferahlatan soylu şiirlerini peşpeşe dizer, saatlerce dinlersin.

Tuncel ağbi içini yakan ateşi acıyı saklamayı asla başaramazdı.
Birden gözlerini kapar, parmakları radyo elektrik dalgalarına kapılmış gibi, seneler seneler öncesinin çok dip dalgaların içine girer, saf temiz pırıl pırıl kelimelerle yüzerdi.
Tuncel Ağbi hep büyüleyici şiirlerle yüzerdi.
↑↑↑ - ↓↓↓

Tuncel ağbi'yi bu hayatta hiçbir şey 'kabına' sığdıramadı, her şeyi içgüdüleri ve duygularıyla yaptı, ne ararsan vardı Tuncel Ağbi'de bilinmedik bir halk türküsünden bir İtalyan Operasına kadar.

Dayanılmaz yalnızlıklar, acılar, o konuştukça yeniden filizlenir, bazen gözden kaybolur, Kazdağı'nda bir orman içinde kendi kendine bir ağaç dalına şiirler okur, derelere Zeus hikayeleri anlatır.

Yetmiş beş yaşında dahi her günü tiyatro ve şiirdi ve sanki yeni keşfetmiş bir heyecanla, ama hep bir 'arızi' bir tarafıyla, ve hiç gösteriş yapmadan, ve her defasında herkesi hayranlıkla baştan çıkartarak.

Ben de tanığıyım, Tuncel Kurtiz'in ayakları dünya denen bu kürede hiçbir zaman yerde değildi.

Nefes aldığı her saniye göklerde özgürce kanat çırpar bir hali vardı.

Tuncel Ağbi HEP UÇARDI…

Bir insan her Allah'ın günü uçabilir mi, yaşadık gördük işte, böyle bir adam vardı, hep tiyatro replikleri şiirlerle kanat takmış uçma hali.

Üstelik her günü sosyalist her günü vatansever.

Beyler bayanlar, hayatı boyunca kuruluktan yavanlıktan sakinlikten vasattan sessizlikten ölesiye NEFRET etmiş muhteşem bir insanın hikayesi var.

Türkiye Tuncel Kurtiz'i çok konuşacak, çoook.

Beyler Bayanlar, (kendi deyimiyle) Eski Yunan'da şehirden şehre dolaşıp şiirler okuyan 'Rapsod' öldü, nur içinde, yumuşacık bulutlar içinde yat Tuncel ağbi.

0000

Cüneyt Arcayürek: Değerbilir (mi?)

Kimi konuşmalarında insanları Müslüman, Katolik, Yahudi, şu ya da bu mezhepten, inanıştan, hatta dinsiz diye ayırt etmediğinin altını çizer.

Ne olursa olsunlar insanları eş değerde gördüğünü söyler.

Üstelik inandırıcı da olur pek çok çevrede.

Ama gel gör ki uygulamalarında bu sözlerini yalanlayan ayrımcı davranışlar sergiliyor.

Ünlü sahne ve sinema aktörü Tuncel Kurtiz'in ölümü; RTE'nin insanlar arasında ayrım gözetmediğini içeren bu söylemlerini ve içeriğindeki tezadı izlediğimiz örnek olaylar yalanlıyor.

Ne ki Tuncel Kurtiz'in ölümünden sonra izlenenler, RTE'nin bu söylemlerinin aslında sözde kaldığını gösteriyor.

***

Bu gerçeği dünkü gazetelerde Kurtiz ile ilgili haberler açığa çıkarıyor.

Yakın tanıdıklarının açıklamalarına göre Kurtiz, solcuydu.

Yaşamı boyunca sol görüşlere inandı, savundu.

Örneğin bir özel araba alabilirdi ama o, günlük yaşamında halk otobüsü kullanıyor; kendini otobüste görüntüleyen muhabirlere, "Ben her gün otobüse binerim.
Otobüs benim Maseratim, halkımla kullanıyoruz"diyordu. ↑↑↑ - ↓↓↓

Ölümü toplumun hemen her kesiminde; sağcısı, solcusu, muhafazakârı, herkeste derin üzüntüyle karşılandı.

Hangi dinden, hangi toplumsal inanıştan olursa olsun insanlar arasında fark gözetmediğini, toplumda yaşamsal inanış ve çalışmalarıyla ünlenenler arasında da ayrım yapmadığı güvencesi veren RTE, Kurtiz'in ölümünden habersizmiş gibi, sustu.

Kendilerinden olan, solcu değil ama dinci, muhafazakâr kim olursa hastaneye koşan AKP'lilerden tek biri Kurtiz'in evine gitmedi.

İnsanlar arasında sözüm ona ayrım gözetmeyen RTE, (hatta biliyorsunuz Gezi eylemlerinden polisin orantısız müdahaleleriyle biber gazı ya da gaz kapsülü nedeniyle ölen genç insanlar arkasından olduğu gibi) solcu olduğu için ….
Kurtiz'den üç satırlık başsağlığını esirgedi..

Ama ailesine, yakınlarına, sanat dünyasına ne gam!..

***

RTE'de Müslümanlığın değerli kurallarından kadirşinaslık (değerbilirlik) nerede…

Öldükten sonra insanlar arasında siyasal inançlarına göre bizden olanlar olmayanlar diye ayrım yapıyor.

Yaşadık, gördük, biliyoruz.

Laik Cumhuriyeti, Atatürk'ü ve devrimlerini inanarak görüş ve düşüncelerinden sapmadan, ödün vermeden savunan yazar; (Cumhuriyet deyince ilk önce o akla geldiği için adını yazmaya gerek yok) gerici AKP'yi sürekli eleştirdiği için…

.ölümünden sonra RTE, gazetesine, ailesine ne bir başsağlığı mesajı yayınladı ne de bakanları ölen solcu yazarın cenaze törenine katıldı.

***

Ne çare, sürekli yinelediği sözüm ona kadirşinaslığın (değerbilirliğin) gerçekte RTE için tek taraflı değeri olduğunu kanıtlamak için yazmak zorunda kalıyoruz.

Örneğin Mehmet Ali Birand, Kanal D'de hükümeti rahatsız etmeyecek yayın politikası izledi.

Ameliyat olmadan önce RTE'den sağlığı için dua etmesini istedi ve yalanlanmayan bir habere göre, RTE de o sabah erken saatte eşini de alarak Birand'ın sağlığa kavuşması için dua etmek amacıyla camiye gitti.

Değerli bir yazarın, bir gazetecinin ölüm haberi üzerine başta AKP'li Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanları, AKP'nin ünlüleri (solcu bir yazar, düşünür, muhalif bir aydından esirgedikleri) başsağlığı mesajları yayınladılar.

Birand, o güne değin hiçbir muhalif düşünüre, hele solcu yazara görülmedik görkemli bir cenaze töreniyle son yolculuğuna uğurlandı.

Başbakan ve AKP, Birand'a, Hakk'a yürüyen Müslüman önderlere gösterdikleri kadirşinaslığı, acaba diğer ünlü ama bu iktidarı eleştiren solcu yazarlar ya da Kurtiz gibi topluma mal olan ama solcu bir sanatçıdan neden esirgiyor?

Soru abes.

Bugüne dek izlediğimiz örnek olaylar soruyu zaten yanıtlıyor.

***

Ezel dizisinde rol gereği ölürken Tuncel Kurtiz şöyle demiş: ↑↑↑ - ↓↓↓

"Kimileri toprağa kimileri kalplere gömülür"

Basın tarihine damgasını vuran solcu arkadaşım, altmış yıllık dostum, dostlarım; anılarıyla, inandığı, inandıkları davalar uğruna yazdıklarıyla kalbimde gömülü ve bu nedenle….


RTE'de kadirşinaslığın eseri varmış yokmuş…
Vız geliyor!

=========================================

Mustafa Balbay: Ermeni Aileye Gelin Gidince…

Sabah mektup yazmaya oturmuş…
Ortasına doğru mektubun gidişini beğenmemiş, yırtıp atmış.

İkinci kez yazmaya koyulmuş.
O da aynı sonla karşılaşmış.

Üçüncü kez beyaz bir kâğıt alıp "Merhaba" diye başlamış.
O da hoşuna gitmemiş.

Bana ulaşan dördüncü mektubunda, çöpe giden ilk üçünü şöyle tarif ediyor:

"Sizin de iyi bildiğiniz memleket sorunları karşısında biraz fazla çemkirmişim…"

Altı sayfalık mektubun tümünü sizinle paylaşsam, ilk yorumunuz şu olur:

"Fazla çemkirmediğini düşünerek gönderdiği mektup buysa, ilk üçü kim bilir nasıldı?."

Altı sayfalık mektup ona göre kısa bile sayılırmış.
Yıllar önce kardeşi askerdeyken yazdığı mektup 35 sayfa olunca komutanından uyarı gelmiş, kontrol için okumanın uzun sürdüğünü söylemiş.
O da bir sonraki mektubu 23 sayfaya indirmiş.

***

İstanbul damgalı mektubun bir bölümü son aylarda ayrıca ilgilenmekte olduğum bir konuyla ilgiliydi.

O satırları paylaşmak isterim:

"Dört kardeşiz.
Ben tekne kazıntısıyım.
Annem beni yalnız büyüttüğü için arkadaşlarıma göndermezdi.
Onlar buraya gelsin, derdi.
Gözü hep üzerimde olabilsin diye.
Kalabalık olurdu evimiz, çok kalabalık.
Bütün mahalle arkadaştık…
↑↑↑ - ↓↓↓

19 yaşına gelince anneme, 'Biz Garo ile evleneceğiz' dedim.
Eşim Ermeni.
Annem ilk şaşkınlığını atlattıktan sonra,
'Ama kızım o Hıristiyan, sünnet olması lazım' dedi.
Ben de
'Şart mı' dedim…

Evlenip Ermeni aileye gelin gittiğimde yine soykırım yaygarası artmıştı televizyonlarda.
Yayam (eşimin anneannesi) anlatmıştı gözleri dolu dolu;
'Yozgat'ta küçücük kızdım.
Eşkıyaların köye geleceği haberi gelince bütün komşu Müslüman evler bizlere kapılarını açtı.
Kimileri evlat edindi, kimileri nikâhına aldı, kimileri odunlukta sakladı bizleri.
Hayatlarımızı kurtardılar.
Ermenilik Müslümanlık mı kaldı kızım?
Biz daha o günlerde bir olduk.
Can kan olduk karıştık birbirimize.
Aynı korku için yürekleri beraber titreyenlerin milleti farklı olur mu hiç?'

Kayınpederim Hagop Bey dünya iyisidir.
Koyu sohbete daldığımızda etrafımızdakiler kavga ettiğimizi sanırlar.
İkimiz de yüksek tonda konuşuruz…"

Mektup dikdörtgen boşluklarla uzayıp gidiyor.
O boşluklarda aile üyelerinin fotoğrafları var.

↑↑↑ - ↓↓↓ En büyük fotoğraf biricik oğluna ait.

***

Son aylarda ayrıca ilgilendiğim konu elbet ülke gündeminin çok dışında değildi; Türkiye'de farklı kökenlerden insanlar yuva kurup iç içe yaşadığına göre neden dostluk kurup yan yana yaşayamasın?

Aile kuracağız ama dostluk kuramayacağız!

İç içe olacağız ama yan yana olamayacağız!

Öyle mi?

İstanbul'dan aldığım mektuptaki yaşam öyküsüne benzer pek çok aile tanıyorum.
Ama ilgilendiğim bir konuyla ilgili sıcak bir mektup alınca iyi geldi.
Yazı aramızda Türkiye'de kabaca 1.5 milyonu aşan farklı kökenlerden evliliklerle ilgili ilginç öyküler içeren mektuplar almak isterim.

Yaşadığımız topraklar hem tarihsel bir derinliğe hem de yüzyıllardır Balkanlar'dan Kafkaslar'a göç merkezi olma zenginliğine sahip.

13.yüzyıldan bu yana Batı'nın da "Türk dilli alan" ya da "Türkiye" diye tanımladığı bu topraklar, üzerinde yaşayan herkesin kendisini rahatlıkla ifade edebileceği birlikte yaşama kültürüne sahip.

Her çağ değişikliği bu kültürü erozyona uğratırken çekirdek hep korunmuş.
O çekirdek yine yeşermiş, birlikte yaşamak egemen olmuş.

Küreselleşme çağında, kürenin selleşmesine inat, bu kültürü güçlendirmenin yollarını aramalıyız.

=========================================

Oktay Akbal: Bir Dostla Konuşurcasına…

Yarım yüzyılı geride bırakmış bir daktilo makinesinde yazıyorum.
Harfler çarpılmış, düzen bozuk, yine de konuşuyor.

Elli yıldan çok daha fazla oldu bu daktiloya kavuşalı.
↑↑↑ - ↓↓↓ Size seslenirken hep önce o konuşuyor.
Yetmez mi artık, ben çok yoruldum der gibi…
Başka daktilolarım da var.
Yenisi de var eskisi de var.
Ama ben kendimle yaşdaş bulduğum bu Olimpia'yı seçiyorum.

Zamana mekâna meydan okuyan bir araç.
İlk tanışıklığım babamın avukat yazıhanesinde oldu.
Bir ara geçtim masa başına, daktiloyla babama bir mektup yazmıştım.
O günlerde o uzaklardaydı.
Bilmem hangi davanın peşinde koşturuyordu.
Derken olan oldu, bir akşamüstü kalp durdu, oyun da bitti.
Daktilo babamın eski yazıhanesinde kapalı kaldı.
Kapatılmıştı babamla ilgili yerler, ama daktilo kalmıştı yalnızlığımda.

Ben aldım eve götürdüm.
Bir anı olarak sakladım, babamın bir eski dostu gibiydi.

Yazması zordu.
O günkü makineler biraz tuhaftı.
Yazıyorsun ama yazdığını görmüyorsun.
İlle de makineyi kaldırıp arkasına bakmak istiyorsun.
Yıllarca öyle yaptık.
Yazdıklarımı göremedim, kapağı kaldırınca gördüm.
Garip bir işti…

Benim emrimde mi?
Ben ne istiyorsam onu mu yazar?

Hiç de öyle olmuyor bazen.
Direniyor, yazmıyor.
Uğraş, çabala, sonuç yok.
Kapalı kalmış, direnmekte.
Böyle yazı olmaz diyor sanki.
Bu yüzden birçok yazım yarıda kaldı.
İstemedi o türlü konularda bir şeyler karalamamı.

↑↑↑ - ↓↓↓ İstediği güzel, yararlı, sevinçli şeylerdi.

Oysa yaşam değişmişti.
İyi, güzel, yararlı diye bildiğimiz durumlar yok olmaya başlamıştı.
İktidarlarla yazarlar karşıt cephedeydiler.
Kimi yazarlar diyecektim, hepsi değil, yazarların bir bölümü.
Hesabını, çıkarını bilenler ile bizim gibi saf saf doğruları yaşatmak isteyenler karşı karşıyaydı.

Bu makineyi bir gün uzaklara ittim.
En yenisini aldım masama, İtalyan makinesiydi.
Bir türlü yazmadı istediğim gibi.
Takılı kaldı, gitmedi öteye.
Uğraştım, nerdeyse tamirciye götürdüm.
Olmadı olmadı, o güzel, yepyeni araç benim getirdiğim konulardan sıkıldı.
Baktım olmayacak, şiirden, şairden, şarkılardan, sevgilerden, aşktan söz ettiğimde şakır şakır çalıştı.
Demek makinelerin de bir yüreği, bir ruhu var.

Şu günlerde hep böyle garip duyarlıklar içindeyim.
Hayatımda görmediğim, bilmediğim bir garip çelişkiler.
Yazmaya direniyor eski makine.
Kendisi gibi eskimiş şeyler yazmamı istemiyor.
İlle yenisi, ille çağdaşı, ille doğrusu, ille de yararlısı…

Sus dedim, geçen gün makineye?
Sustu, kapandı.
Sonra aç da kullan kolaysa.
Vazgeç diyor, ben de vazgeçtim…

=========================================

Orhan Bursalı: Laiklikte Büyük Kırılma

 Hayır öyle az buz değil, bayağı bir kırılma söz konusu.
11 yıldır tartışma nasıl başladı, hangi aşamalardan geçti anımsayan var mı?
Sizi kastetmiyorum, tabii ki unutmadınız!
Yani laiklik üzerine tartışmaları…
Yeni rejimin, yeni liderin hayranı, ayran, para pul, unvan, ekran köşe budalası yarım okumuş takım, laikliği önemseyenlere koro halinde "
laikçiler" diye saldırıyordu…

Tabii burada kilit nokta, kim saldırttı ve ne adına hangi amaçla…
↑↑↑ - ↓↓↓ Bunu da biliyorsunuz…

Neymiş, önemli olan liberalizm, liberal demokrasi, birey hakları imiş.
Laikliği toplum, ülke yönetiminin, rejimin merkezine oturtursanız, demokrasi, liberalizm, birey ve hakları ortadan kalkar ve önemsenmezmiş.
Katı laik tutum yani laikçilik diktatörlükmüş.
Laikçilik esas Kemalist diktatörlüğün de temeliymiş.
Laikçilik de Kemalist ideoloji de yıkılıp giderse demokrasi gelirmiş.

Şüphesiz bu "rejim tartışması" türban üzerinden başarıyla yapıldı ve bugün geldiğimiz nokta, yelkenlerini durmadan bir din devleti, ülkesi ve rejimi için dolduran bir iktidar yapılanmasıdır.
Siyasal İslami yönetim, artık böyle bir ülke için, ilköğretimden itibaren insan yetiştiriyor.
Laikliği fiili uygulamada devlet ve yönetim dışı bırakıyor.

***

Cumhuriyet'in dünkü manşeti, Diyanet'ten 5 bine yakın din görevlisinin devlete, öğretmenliğe yatay geçişini anlatıyordu.
Son öğretmen atamalarında da temel bilimsel alanlarda o kadar öğretmen açığı varken ve hepsi atama beklerken 3 bin kadar kadronun neredeyse tamamı din öğretmenliği için kullanıldı.
Dozu ve şiddeti neredeyse her gün artırıyor.

Başbakan durmadan tekrarlıyor: İslami bir gençlik yetiştireceğiz.
Eğitimde yapılan neredeyse tüm değişikliklerin amacı bu.
Yurttaşların çocuklarını nasıl yetiştireceği meselesini hakkını, hukukunu, iradesini devralan ve buna karar veren bir devlet, ne laik bir devlet ve hükümet olabilir ne de seküler bir toplum istemektedir.

Yaklaşık tanımı veya özü, dinin devlet ve siyaset işlerinden ayrılması demek olan laiklik, bu iktidarın parça parça yok ettiği bir ilke olmuştur.
Başbakanlık makamında oturan bir yetkilinin, hem okul yönetimini hem aileleri seçmeli derslerde din derslerini seçmeleri konusunda uyarmaya zerre kadar hakkı yoktur ve bu tutumuyla anayasayı çiğnemektedir.
Öyle ki din derslerini aktif olarak öğrencilere tavsiye etmedikleri gerekçesiyle öğretmenler hakkında soruşturma bile açılabilmekte.
Bu kadar ayan beyan ve bu kadar utanmazca bir uygulama!

Laiklikte devlet okullarında sadece bilimsel bilgilere dayalı bir eğitim verebilir.
Ama iktidar 4+4+4 eğitim yasasıyla, dini ölçek ve boyutuyla İslamileşmeyi yurttaşlara dayatıyor.

İktidar, dahası yerel yönetimler marifetiyle de toplumda seküler hayatın mezarını kazıyor, örneğin ramazanda Anadolu'da yemek yiyemeyen ve sürekli toplumsal dini bir baskı altında yaşadığını hisseden bir yurttaş, nasıl bir toplumda yaşıyor?
Bir arada yaşama hoşgörüsünün temelleri dinamitleniyor.
Özellikle Alevilere yapılan budur ve tam anlamıyla bir Sünni diktası hüküm sürüyor, ülke hem dinsel hem de mezhepsel parçalanıyor…
İktidar Diyanet'i de fiilen toplumu İslamileştirmenin aracı olarak kullanıyor.
↑↑↑ - ↓↓↓

Bu iktidar, eğitim ve yönetim konusunda attığı her adımda "dini, İslami bir ölçü, ölçek, ilke, temel" ve kendine parasal bir fayda gözetiyor.

Toplumun çok farklı parçalarını bir arada tutan ve tutacak olan seküler toplum ve laik yönetim, büyük ölçüde sakatlanmıştır ve Türkiye'yi bir arada tutan bağlar baltalarla kesilmektedir.

***

Laikçilik diye bir şey yok.
Laiklik ya vardır ya yoktur; laiklik kılık kıyafet tartışması değildir; ne yazık ki koskoca bir düşünce sistemi, demokrasi, kılık kıyafete indirgenmiş ve sonuçta bir tek adamın İslami diktatörlük sistemi inşa edilmiştir.

Laikçi diye sisteme saldıranların hepsi, İslamı bir güç ve yönetim aracı olarak bol bol kullanan bir diktatörlüğün temellerini inşa için kullanılan basit birer tuğlalardır.

Gizli Tanıdık

Sevgili İlhan Taşcı tam da yukarıda anlattığım sistemin hukuk ve yargı aracıyla nasıl kurulduğunu ve işlediğini anlatan kitabı yazdı: Gizli Tanıdık!
İlhan, kim bu gizli tanıklar, ne anlatıyorlar, diye soruyor ve yanıtını veriyor.
İlhan'ın sergiledikleri bir hukuk ve yargı faciasıdır.
Ancak keyfi bir yönetimde, bir diktatörlükte görülebilecek nitelikte olaylardır.
Savcıların ve polisin kullandığı ve normal koşullarda hiçbirinin mahkeme olarak kabul edilemeyeceği "mahkeme"lerin de mahkûmiyet kararlarını dayandırdıkları "gizli tanıklar" yargının nasıl katledildiğinin yaşayan delilleridir!

İlhan'ın anlattıkları, bir diktatörlüğün, hukuku, yargıyı, insanları mahkûm etmek için sadece bir bahane olarak kullandığının resmi geçididir.

O kadar yani..

İktidar, İslami ve tek adam diktatörlüğünü, önemli ölçüde de yasalarla meşru temelde yargı eliyle yürütüyor.
Yargı, iktidarın bir numaralı dönüştürme aracıdır.
Silivri'de Ergenekon ve Balyoz davalarından mahkûm olan bütün masumlar da bu aracın kurbanları..

"Gizli Tanıdık" için İlhan'a koskoca bir teşekkür.
Kitap sizleri bekliyor.

=========================================

Öztin Akgüç: Oylarımızla Koruyacağız

Türkiye'de sorunlar süreğenleştiğinden, daha kötüsü, vahamet kazandığından, tehlikeli hal aldığından, benzer başlıklar altında benzer konulu yazılar yazma gereği duyuluyor.
1989 yerel seçimlerinden önce, o dönemde Milliyet'te yazarken, yine iktidarın, özellikle de Turgut Özal'ın tutumu, hürriyetler, ülke geleceği, doğa, yeşil açısından tehlikeli görüldüğünden, halkımıza oyları ile demokrasiyi, yeşili korumak için çağrılar yapılmıştı.
↑↑↑ - ↓↓↓

Günümüzde hürriyetlerimiz, en doğal haklarımız, yaşadığımız toplumsal ortam, ülkemizin geleceği tehlike altındadır.
Bu tehlike dışardan değil, ne yazık ki içimizden; iktidarda kalmak, iktidarın nimetlerinden yararlanmak tutkusuna kapılmış, zaman zaman dış destekli kişi ve gruplardan kaynaklanmaktadır.

Böyle bir ortamda, bu tür tehlikeler karşısında, yerel yöneticilerin seçimi ikinci planda kalmaktadır.
Tehlikenin savuşturulması için ilk etap, AKP'nin geçmişe göre oy kaybına uğraması, oy düşüşünün ivme kazanmasıdır.
Bu nedenle muhalefet partilerinin tutumu, gösterecekleri adaylar ikinci planda kalmaktadır.
Muhalefet partileri yetersiz görülebilir, adayları soru işaretleri de yaratabilir.
Stratejileri, taktikleri hatalı, eksik, hatta amaca ters, kendini yenilgiye uğratacak nitelikte de görülebilir.
Bunları not etmekle beraber, bu aşamada ön plana çıkararak, bir yerde esas tehlikeyi gizlememek, ikinci aşamada ele alınması gereken sorunları, en kritik sorunların önüne koymamak gerekir.
Kritik bir yolda yürüyorsak, öncelikle en kritik noktayı, engeli aşmamız gerekir.

Bu kritik aşama AKP'nin, Sayın RTE'nin halkın oyları ile iktidardan uzaklaştırılmasıdır.
Sonun başlangıcını oluşturacağından yerel seçimlerde alınacak sonuç, bu kritik noktanın aşılıp, aşılamayacağını ortaya koyacaktır.

Demokratik düzen ancak geniş kitlelerin hak ve hürriyetlerine sahip çıkmaları ve koruma konusunda gösterecekleri cesaret, kararlılık ve özveriyle kurulabilir ve sürdürülebilir.
Geniş kitleler bu konuda duyarsız ise özgürlük, doğa, yeşil, ülke geleceği onları pek ilgilendirmiyorsa, böyle bir ortamda demokratik düzeni sürdürmek olanaksız hale gelir.

Oylarımız kuşkusuz ülke geleceğini demokrasiyi, doğayı, özgürlüğümüzü korumanın en önemli aracı, başlıca silahımızdır.
Ancak oy hakkı kısıtlanır, atılan, sayılan, açıklanan oylar arasında tutarlılık kaybolur, bilgisayar oyunları ile desteklenen seçim hileleri, seçim yolsuzlukları gerçekleşirse o zaman direnme hakkı gündeme gelir.
Direnme hakkı, sivil itaatsizlikle başlar, ekonomik alana da giderek yaygınlaşır.
Sivil itaatsizlik Gezi boyutunda kalmaz, tüm ülkeyi sarar.

Ülkenin bir siyasal ekonomik uçuruma yuvarlanmaması için keyfi, isteğince, ayrımcı, kolaycı, gösterişçi yönetime "dur" denilmesi gerekiyor.
Yerel seçimler bu nedenle çok amaçlı hal alıyor, yalnız yerel yöneticileri seçme sınırını aşıyor.

Halkımız 1989 yerel seçimleri ile Özal'a ANAP'a dur demiş, ülkeyi belki tek adam yönetiminden kurtarmıştı.
2014 yerel seçimleri bu başarıyı gösterebilecek mi?
Sosyal medyaya, Türkiye Cumhuriyeti'nden yana olanlara, özgürlüklerine sahip çıkanlara, büyük görevler düşüyor.
Bu aşamada birincil sorun muhalefet partileri değil, eksiklikleri varsa onları da kapatıp, oylarımızla ülkeye sahip çıkmaktır.


0000

Emin Çölaşan: Açıl susam açıl, açıl paket açıl!..

Sevgili okuyucularım, AKP'nin "Demokratikleşme" paketi yarın açıklanacakmış.
Bu paketi kimler hazırladı, nasıl hazırladı bilinmiyor.

İçeriği de sır gibi saklanıyor. ↑↑↑ - ↓↓↓

Yandaş basında bazı haberler çıkıyor, biz de oradan öğreniyoruz.

Bazı Batı dilleri ile ne olduğu pek bilinmeyen "Kürtçe" isimli dilde bizim alfabemizde olmayan üç harf var.

X, W, Q.

Şimdi bu harflerin kullanımı Kürtçü kesime yalakalık yapmak adına serbest bırakılacakmış.

Bunların X harfi, bizim H harfinin sesini veriyor.

Bundan sonra inadına isimlerini örneğin Hasan yerine Xasan, Hüseyin yerine Xüseyin yazacaklar!

Faruk olacak Faruq, Kemal olacak Qemal!

Demokratikleşme nasıl olurmuş, göreceksiniz!

* * *

Sonrasında bir sürü şahıs nüfus müdürlüklerine başvuruda bulunup isimlerindeki yeni harflerle kimlik isteyecek.
Bu istemler kabul edilecek.

28 Şubat yakınıcısı, Amerikan vatandaşı olduğu halde milletvekili seçilen, ancak

Meclis'ten kovulan Merve Kavakçı'nın ismi olacak Merwe Kawakci!

Sonracığıma Cumhuriyet'in Tunceli'si Dersim, Diyarbakır ise Amed olacak.

Kürtçü kesime yağ çekmek için Cumhuriyet'in isimleri birer birer iptal edilip yerlerine Kürtçe isimler konulacak.

Fakat burada bir tesellimiz var.

"Dünya devi" Tayyip bu demokratikleşme adımı sonrasında Batı ülkelerine başvuruda bulunacak:

"Siz de bizim ü, ö, ğ, ç, ş gibi harfleri alfabenize katın!."

Onlar da mutlaka katacak!

* * *

Tayyip'in paketi deyince hafife almayın.
Çok iyi işler var!

Kamuda sıkmabaş serbest bırakılacak.
Sanki değilmiş gibi!

Müslümanlık bir karışlık bez parçasına endekslendi ya!.. ↑↑↑ - ↓↓↓

AKP'nin bazı kadın milletvekilleri Meclis'e sıkmabaşla gelecek.

AKP'nin Konya Milletvekili Gülay Samancı varmış.
İsmini bugüne kadar duyan oldu mu?

Paket yarın açıklandığında ilk o örtünecekmiş.
AKP'de başka örtünme adayları da varmış.

Demokratikleşme dediğin böyle olur.

Bu kafaların kafasındaki demokratikleşme, doğrudan kadınların örtünmesi ve Kürtçü kesime yeni haklar verilmesiyle ilgilidir.

Başka başka!..
Heybeliada'da geçmişte Ortodoks papazları yetiştiren, bir ihanet yuvasına dönüştüğü için devlet tarafından kapatılan Ruhban okulu yeniden açılacakmış.

Müslüman vatandaşlarımıza her gün Müslümanlık satıp din ticareti yapanların papaz okulunu yeniden açması çok hoş olacakmış.

* * *

Paket bugün açıklanacak.
Madem ki adı demokratikleşmedir (!), bundan sonra polisin halkın üzerine gaz bombalarıyla saldırması, biber gazı sıkması söz konusu olmayacak demektir.

Telefonlarımız artık dinlenmeyecek, masum insanlar özel mahkemelerde yargılanıp düzmece belgelerle ceza almayacak, yargı siyasetin tecavüzünden kurtulacak demektir!

Tayyip'in paketi yarın açıklanacak.

Bakalım ne çıkacak…
Belki de civciv çıkacak kuş çıkacak.

Turgut Özakman

Sevgili okuyucularım, Türkiye dün muhteşem bir evladını, hocasını, yazarını yitirdi.

Turgut Özakman.

Cumhuriyet rejiminin, Atatürk devrimlerinin büyük savunucusu, bilge adam, ürettiklerini Türk Milleti'ne sunan Turgut Özakman.

Ağustos 2007'de Hürriyet'ten kovulmuştum.
Orada yaşadıklarımı anlatan bir kitap yazacaktım ama yazacak yerim yoktu.

Bilgi Yayınevi'nin sahibi rahmetli Ahmet Küflü "Gel burada yaz" dedi.
↑↑↑ - ↓↓↓ Giriş o giriş oldu, iki yıl içerisinde Bilgi'de son üç kitabımı yazdım.

Tam iki yıl sonra 2009 Ekim ayında Sözcü'de yazmaya başladım.
Orada Ahmet abi, Turgut abi ve öteki Bilgi çalışanlarıyla hayatımın en rahat ve mutlu dönemini yaşadım.

İşte o güzel ortamda hemen her gün Turgut abi ile sohbet etme olanağını buldum.
Gerçek bir derya idi.
Osmanlı'yı, Cumhuriyet tarihini, Atatürk ve İnönü dönemlerini ve sonrasını Türkiye'de en iyi bilenlerden biriydi.

* * *

Yayınevinde odası vardı, orada konuşurduk ama kitaplarını evinde yazardı.
Başında hep bir kasket…
Onu hiç başı açık görmemiştim, bir gün yayınevi çalışanlarına sordum:

"Turgut abinin saçları var mı, yoksa kel mi?."

Bunu sorduğumu duymuş, ertesi gün ilk kez kasketsiz geldi, saçları vardı.
Sonra öğrendim, en küçük bir rüzgarda kaldığı zaman hasta oluyormuş.
Sağlığı çok iyi değildi ama sürekli çalışır ve yazardı.

Bulduğu ve anlattığı konular muhteşemdi.

Onları herkes için okunur duruma getirirdi.

Önce arşiv oluşturur, kaynakları belirler, kendi arşivini ve yazarlık yeteneğini de katarak ortaya dört dörtlük kitaplar çıkarırdı.

Şu Çılgın Türkler, Türkiye'de en çok satan kitap oldu.
Satış rakamı bir milyonu geçti.

Çanakkale'yi anlattığı Diriliş, Osmanlı'nın son dönemini ve Cumhuriyet'in öncesini sonrasını anlattığı Cumhuriyet-Türk Mucizesi isimli kitapları, Türk Milleti'nin adeta el kitabına dönüştü.

* * *

Turgut Özakman, gerçek bir tarih adamıydı.
Önceki yıllarda yazdığı, ancak çok bilinmeyen bir kitabı daha var:

Rıza Nur Dosyası.

Dr.Rıza Nur Milli Mücadele döneminde önemli bir adam.
Bakanlık yapıyor.

Lozan'da İsmet Paşa'dan sonra gelen ikinci delegemiz.
Fakat sonraki yıllarda sapıtıyor, karısı bile kendisini başkalarıyla aldatmaya başlıyor.

Bunları da anlattığı kitabında Atatürk ve İnönü'ye açıkça sövüyor, bir sürü yalan söylüyor.

Turgut abi o kitabıyla Rıza Nur'un bütün yalanlarını belgeledi. ↑↑↑ - ↓↓↓

* * *

Turgut Özakman'ın kaybı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kaybıdır.
Onun boşluğunu dolduracak ikinci bir adamı ben şu anda göremiyorum.

Bilgi Yayınevi önümüzdeki günlerde yeni bir kitap çıkacak:

Cumhuriyet 90 Yaşında.

Her daldan uzmanlar kendi alanlarına giren konuları bu kitapta yazdı.
Turgut abi de Cumhuriyet döneminde radyo ve televizyon bölümünü kaleme aldı.

Bu son yazısıydı.

Hastalandı, 10 gün hastanede yattı ve dün aramızdan ayrıldı.

Bence bir Cumhuriyet öğretmeni, hatta başöğretmeni idi.

Yazdıklarıyla milyonlarca insanımızı etkiledi, gerçekleri gösterdi, beyinlerini ışığı ile aydınlattı.
Hele ki kitaplarını genç kuşaklara okuttu, eğitti.

Onları Atatürk'ü ve Cumhuriyet'i yok etmeye yeltenen Ortaçağ kafalı iktidar yöneticilerinin

yalanlarından korudu.

Önünde saygıyla eğiliyorum.

Allah rahmet eylesin.
0000

Uğur Dündar: Başbakan demokratikleşme(me) paketini açıyor!..

Sevgili okurlarım,

AKP döneminde Türkiye "ister inan, ister inanma" türünden haberlerin ülkesi oldu.

Antalya'da Başbakan'ın Gezi Parkı eylemlerindeki tavrını eleştiren 9 yaşındaki ilkokul öğrencisine "vatan haini" dediği öne sürülen öğretmenden sonra bir eğitim skandalı da Adana'da yaşandı.

Hürriyet'in haberine göre müfettişler, Ceyhan İlçesi'ndeki bir ortaokula bu yıl başlayan 9-10 yaşlarındaki öğrencilerden 20'sini bir sınıfta toplayıp, Gezi Parkı eylemleri konusunda sorgulamışlar!

İfadeler alınırken, Eğitim-Sen'de görevli sınıf öğretmeninin kendilerine eylemle ilgili bir şeyler anlatıp anlatmadığını, onları eyleme çağırıp çağırmadığını sormuşlar!

Karataş'ta ise müfettişler, sendika üyesi bir öğretmenin öğrencilerini zorla eyleme götürdüğünü belirten bir metni çocuklara imzalatmaya çalışmışlar!
Önceden hazırlanan belgeyi imzalamayacaklarını söyleyen öğrencileri de sıkıştırmışlar!
Öğrenciler daha sonra velileriyle birlikte Karataş İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne giderek, ifadelerinin baskı altında alındığını belirten dilekçeler vermişler!
↑↑↑ - ↓↓↓

Şu rezalete bakın sevgili okurlarım,

Minicik öğrenciler, çocuk psikolojisinden bihaber müfettişler tarafından sınıflara toplanıyor, baskı altında ifade vermeye zorlanıyor ve öğretmenleri hakkında muhbirlik yapmaları isteniyor!

Sanki bu çocuklar internette yazışmıyor, televizyon seyretmiyor, gazete okumuyor, kentlerinin meydanlarında toplanan kalabalıkları görmüyor, eylemcilerin yeri göğü inleten protesto seslerini duymuyorlar!

Adana'da değil de, uzayda yaşıyorlar!

Artık öğrencilerde o öğretmene saygı kalır mı?

Böyle bir rezalet çağdaş demokratik hukuk devletlerinin birinde yaşanmış olsaydı yer yerinden oynar, Milli Eğitim Bakanı bin bir özür dileyerek istifa ederdi.

Ama burası Türkiye…
Böyle ülkelerde (benzeri pek kalmadı ama) müfettişlere ödül verilir, İlçe Milli Eğitim Müdürleri de taltif edilir!

* * *

Bir "garip ama gerçek"haber de İstanbul'dan.

50.Ağır Ceza Mahkemesi'nin yargıcı, 23 kişinin gözaltına alındığı Gezi Parkı soruşturmasında suç delili olarak gösterilen maske, baret, deniz gözlüğü, motorcu kaskı, flama, sirke, solüsyon ve sargı bezinin yasada belirtilen silahlardan olmadığını belirterek, iddianameyi savcılığa iade etmiş!

Hukukun üstünlüğüne inanan bir yargıcın yapması gerekeni yapmış!

Başbakan da kalkmış, maske, baret, deniz gözlüğü, motorcu kaskı, flama, sirke, solüsyon ve sargı bezinin silah gibi gösterilerek özgürlüklerin kısıtlandığı ülkemizde yarın "yeni demokratikleşme paketini" açıyor!

Bu durumda "Demokratikleşme paketine ne gerek var?
İkide bir ileri demokrasi ülkesi olduğumuzu söyleyen siz değil misiniz?" sorusu anlamsız kalıyor.

Zira bu soru sorulduğunda açılacak paketin tüm havası kaçıyor!

Tuncel Kurtiz ve Turgut Özakman'ın ardından…

Devrimci sinema ve tiyatro sanatçısı Tuncel Kurtiz'den bir gün sonra, bana göre Cumhuriyet'i en iyi anlatan yazar olan değerli Atatürk'çü, büyük usta Turgut Özakman'ı da kaybettik.

Sağlığında yakından tanıma onuruna eriştiğim yurtsever aydın Özakman'la ARENA programları yapmış, hatta senaryosunu yazdığı "Dersimiz Atatürk" filminde, bana heyecan ve onur veren küçük bir rol de almıştım.

Kendisiyle senaryosuna imza attığı "Çanakkale 1915" filmi için Sözcü'ye röportaj yaparken, "Çanakkale Zaferi, Milli Mücadele'nin önsözüdür" diyerek başladığı konuşmasında, hiç unutamadığım şu değerlendirmede bulunmuştu:

1) Atatürk bu savaşla tarih sahnesine çıktı.
Yıldızı parladı.
Komutanlığı, başarıları, özellikle askerler, subaylar ve yaralılar aracılığı ile memlekete yayıldı.

↑↑↑ - ↓↓↓ Samsun'a çıktığı zaman bilinen, güvenilir bir komutandı.
Bunun büyük yararı olmuştur.
Bu savaşın Atatürk'ün ufkunu da genişlettiğini söyleyebiliriz.
Emrine 3 Kolordu verilmişti.
Bu bir ordu demektir.
Ordu Komutanı'ndan başka hiçbir Çanakkale Komutanı'nın emrinde bu kadar kuvvet bulunmamıştır.

2) Çanakkale'de, önünde 200 yıldır titrediğimiz emperyalizmi yendik.
Orduya ve millete büyük bir özgüven verdi.
Milli Mücadele'ye bu özgüvenle girilmiştir.

3) Çanakkale'de dar bir alanda, savaşın her türlüsü yaşandı.
Çanakkale yakın tarihteki en büyük çıkarmadır.
En büyük savunma zaferlerinden biridir.
Biz Çanakkale'de yurdumuzu savunduk.
Kara, deniz ve havada çarpıştırılmıştır.
Subaylar burada edindikleri deneylerden Milli Mücadele'de çok yararlandı.

4) Hiçbir düşmanın, ordunun, silahın, yurt sevgisinden daha güçlü olmadığını anladık.

* * *

Gelecek kuşaklar devrimci sanatçı Tuncel Kurtiz'i de, büyük yazar Turgut Özakman'ı da hiç unutmayacaklar.

"Şu Çılgın Türkler"insanlık yaşadıkça yaşayacak.

Anıları önünde saygıyla eğiliyor, acılı yakınlarına ve ulusumuza sabır ve başsağlığı diliyorum.

Nur içinde yatsınlar.

=========================================

Rahmi Turan: "Bu ülke çok acılar çekti!Yetti artık!"

İki gün önce kaybettiğimiz Tuncel Kurtiz 54 yıllık tiyatro ve film sanatçısıydı ama…

Türk halkının büyük bir bölümü onun yüzünü ve sesini "EZEL" adlı televizyon dizisiyle tanıdı.

Daha sonra "Muhteşem Yüzyıl" dizisindeki, rolüyle ününü ve kendisine duyulan sevgiyi pekiştirdi.

Oysa Tuncel Kurtiz sanat hayatına 1959 yılında Dormen Tiyatrosu'nda başlamıştı.

İnsanların bir anda Türkiye çapında tanınır hale gelmesi, televizyonun günümüzde ne kadar etkili bir tanıtım aracı olduğunu gösteriyor.

Yalnız Tuncel Kurtiz gibi değerli ve gerçekten büyük sanatçılar değil, bazı önemsiz kişiler ve (politika, din, magazin ve spor alanlarındaki yorumcuların bir kısmı gibi) küçük çaplı insanlar da bir anda şöhret oluveriyor!

* * *

Tuncel Kurtiz, soylu, kültürlü, sol fikirleri güçlü, aydın bir sanatçıydı. ↑↑↑ - ↓↓↓

77 yaşındaydı ama dinçti.
Her sabah spor yapardı.
Tavla oyununu severdi.
Sigara ve alkol kullanmazdı.
Dost meclislerinde nadiren içerdi.
Öyle hemen düşüp pat diye ölüverecek gibi değildi ama kader bu…
Bir anda hayata veda etti!

Hayat böyle işte.
Doğacaksın, yaşayacaksın, öleceksin!
Yazgımızın ne olduğunu hiç birimiz bilmiyoruz!

Sanatçı, son akşamını yakın arkadaşı Ressam Muzaffer Akyol'la geçirmişti.

Akyol'un naklettiğine göre, Tuncel Kurtiz'in ölmeden önceki son sözleri şöyle:

"Bunca aydının biçilmesi bize yakışmıyor.
Bu ülke çok acılar çekti.
Yetti artık!
Yeter artık!
Bu ülkede gençlerin talepleri ciddiye alınmalı.
Bunların harcanmaması, tuzağa düşürülmemesi, bir oyun içinde eritilmemesi gerekir.
Gençleri korumak zorundayız"

* * *

Tuncel Kurtiz'in, en yakın arkadaşlarından biri olan Ressam Muzaffer Akyol, onu ve son gününü şöyle anlatıyor:

"O, bu ülke için aydınlık bir yüzdü.
Onurlu sanatçılarımızdan biriydi.
Her yerde hiç çekinmeden 'Ben komünistim' diyecek kadar cesurdu.
Sadece bir aktör değil, bir bilgeydi.

Sık sık buluşurduk.
Ben Asmalımescit'te otururum.
Tuncel Kurtiz, ölümünden bir gece önce, saat dokuz otuz sıralarında evime geldi.
Saat 23.00 sıralarına kadar beraberdik.

O gece sadece bir bardak su içti, bana Tunceli'den getirilen baldan az bir miktar aldı.
Dimdik ve sağlıklı görünüyordu.

Bana 'N'olur yaşa, iyi işler yapmak zorundasın.
↑↑↑ - ↓↓↓ Sigarayı bırak, alkol alma' dedi.
Ayrılırken, 'Taksi çağıralım' dedim.
'Hayır, ben metroya bineceğim' diyerek gitti.
Evi Etiler'deydi…

Ertesi günü Kuledibi'ndeki kıraathanede tavla oynamak için anlaşmıştık.
Kısmet olmadı.
Kader böyleymiş…"

Büyük sanatçıya "Allah'ın rahmeti seninle olsun, nur içinde yat" diyoruz.

Beyoğlu'na kadın başkan yaraşır!

Aylin Kotil…
Genç, kültürlü ve aydın bir kadın…
Eğitimci ve aileden politikacı…
İstanbul'un eski Belediye Başkanlarından rahmetli Aytekin Kotil'in yeğeni…
Aytekin Bey düzgün, dürüst bir belediye başkanıydı…
Şaibeli işlerle ilgisi olmazdı.
Günümüzde onun gibilere az rastlanıyor!

Aylin Kotil ailesinin geleneğine uyarak politikaya atılmaya karar verdi.

Kısa bir süre önce, iktidarı ve yüzde 10'luk adaletsiz seçim barajını protesto etmek için İstanbul'dan Ankara'ya kadar yürümüş, yaptığı konuşmalarla halkı uyandırmaya çalışmıştı.

Aylin Kotil şimdi CHP'den Beyoğlu Belediye Başkanı olmak için aday adayı oldu.

"Eğer seçilirsem, Beyoğlu'nda halkın ve esnafın istemediği hiçbir şey olmayacak.
Ben, Beyoğlu halkının dertlerini, mutluluklarını, ağaçlarını, umutlarını ve bütün ihtiyaçlarını iyi biliyorum.
Bu göreve talibim.
Seçilirsem, masa başında değil, halkımın arasında olacağım ve Beyoğlu'nu yeniden İstanbul'un en gözde yerlerinden biri yapacağım" diyor.
Haydi hayırlısı…

Tebessüm

İlginç bir iş yemeği!

Kadın, yataktan uzanarak, çalan telefonu alıp konuştu:

"Sen misin hayatım?
Neredesin?
Öyle mi?
Peki, tamam…
Fazla geç kalma olur mu hayatım"

Kadının yanında çıplak vaziyette yatan erkek sordu: ↑↑↑ - ↓↓↓

"Kiminle konuştun canım?
Telefondaki kimdi?"

Kadın cevap verdi:

"Kocamdı…
Seninle iş yemeğindeymiş de…"

Günün Sözü

Altın ateşle, kadın altınla, Erkek kadınla imtihan edilir!

========================================

Necati Doğru: Değerli fakirlik!

Bu kadar rastlantı ancak senaryosu kötü yazılmış filmlerde olur.
Bitirmekte olduğumuz bu ayın son 15 günü içinde şu "
değerli fakirlik haberleri" yan yana geldi.

Ülkemizin fotoğrafı.

Haber 1:

Kesintisiz yoksulluk!

2012 yılı milli gelir rakamları açıklandı.
Buna göre "kesintisiz yani sürekli yoksulluk diliminde" bulunanların oranı bir önceki yıla göre değişmedi.
2011 yılında da en zengin ile en yoksul arasındaki gelir farkı aynı düzeyini korudu.
11 yıldır da aynı durum sürüyor.
İktidarın oylarını artırma aracı olarak kullandığı "bir torba makarnaya muhtaç aile sayısı" hiç azalmadı.

* * *

Haber 2:

Al sen okut!

İşsiz bir baba, Kayseri'de okula gönderemediği kızını elinden tutarak protokolde ön sırada oturan Kayserili Enerji Bakanı Taner Yıldız'a götürdü, "okutamıyorum, siz okutun" diye isyan etti.
Bakan'ın korumaları çaresiz babayı karga tulumba ettiler, ağzını kapatarak uzaklaştırmaya çalıştılar.
Fakir babaya Kayseri Belediye Başkanı sahip çıktı.

10 yıldır "sahip arayan fakir baba sayısı" azalmadı.

* * *

Haber 3:

Çocuk ırgata kalem!

Eğitim-Sen Şanlıurfa Şubesi, Eskin köyü kırsalında mevsimlik tarım işçilerini ziyaret etti.
Tarlada anne-babalarıyla ırgatlık yapan ilköğretim yaşı çocuklara defter, kalem, çanta, kitap dağıttı.
Çocuklar pamuk tarlasında çalıştığı için eğitim döneminin çok büyük bir kısmında okula gidemiyor, ucuz çocuk emeğiyle fakir ailelerine yardımcı olmaya zorlanıyor.
Türkiye genelinde de 10 yıldır ırgat çocuk sayısında hiç azalma olmadı.
↑↑↑ - ↓↓↓

* * *

Haber 4:

Gelir farkı 14 kat!

TÜİK 2012 verileri açıklandı.
Türkiye'nin en yoksul yüzde 10'u ile

en zengin yüzde 10'u arasındaki gelir farkının 14.2 kat olduğu görüldü.
En varlıklı yüzde 10, Türkiye milli gelirinin yüzde 31.1'ini alırken, en yoksul yüzde 10'unun milli gelirden aldığı pay yüzde 2.2'de kalıyor.
Bu uçurum ve eşitsizlik

10 yıldır kesitisiz devam ediyor.

* * *

Haber 5:

Büyüme fakire yaramadı!

Türkiye'deki "maddi yoksun nüfus" da azalma olmadı.
Kimler "maddi yoksun" tanımına giriyor diye yapılan ve "Ne sıklıkla et yiyebiliyorsunuz?

Ne sıklıkla taksit borcunuzu ödeme güçlüğüne düşüyorsunuz?

Ne sıklıkla tatile gidebiliyorsunuz?
…"
türü 9 soruya verilen cevaplar şu tabloyu ortaya koydu: Nüfusun yüzde 40.6'sı "oturduğu konutunda çatının sızdırdığını" söyledi.
Nüfusun yüzde 61'i "taksit ve borçlarını ödemede" zorlandığını, nüfusun yüzde 85'i "evden uzakta bir haftalık tatile" gidemediğini, nüfusun yüzde 78.8'i

"eski mobilyalarını" değiştiremediğini, çünkü gelirinin bunlara yetmediğini bildirdi.
Bu tablo; 10 yıldır değişmiyor ve ekonomide büyümenin fakire yaramadığını gösteriyor.

* * *

Haber 6:

Torbaya muhtaçlık azalmadı!

Makarna, pirinç, bulgur, torba kömür dağıtılarak oy istenen ailelerin sayısında bu yeni seçim ortamında da düşme beklenmiyor.
Son 11 yılda "bir torba pirince muhtaç ailelere" sosyal yardım adı altında 110 milyar liralık dağıtım yapıldı.
Başbakan Erdoğan, AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında yaptığı konuşmada; "Benim milletim bir paket makarnaya oyunu satmayacak kadar da onurludur, gururludur, şereflidir…
Kim devletten ne alıyorsa hakkı olduğu için alıyor"
dedi.
↑↑↑ - ↓↓↓

* * *

Ben bu 6 habere şu yorumu getirdim;

Tayyip Erdoğan "fakir-fukara hamisi olmayı o kadar çok sevdi ki, fakir sayısını azaltacak ciddi ekonomik önlemi almayı 11 yıldır " hiç aklına getirmedi.

Onun fakiri çok değerli!

Torba makarna veriyor.

Fakir hamisi oluyor.

========================================

Mehmet Türker: Esad gidecek şeriat gelecek!..

"Eğer bu Müslümanlıksa ben Müslüman değilim"

Bu söz Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'a ait!..

Haşim Kılıç'ın "Bu Müslümanlıksa" dediği Esad'ı devirmeye çalışırken birbirini gırtlaklayan, kelle kesen, esir aldığı askerin kalbini yiyen ve Kenya'da katliam yapan radikal İslamcılar!..

Bütün İslamcı fraksiyonlar, Esad'ı devirmek için iç savaşı başlatan "Özgür Suriye Ordusu"na karşı anlaşmışlar!..

Tayyip ile onun Osmanlıcı Hariciye Nazırı Ahmet'in Suriye politikasının sonucu bu!..

Şeriatçılar "İslam Cephesi"kuracaklar, Özgür Suriye Ordusu'nun da kellesini uçurup Suriye'de şeriat

devleti kuracaklar!..

Esad gidecek, radikal İslamcı dikta gelecek!..

Hariciye Nazırı Ahmet'in derinlikli stratejisi, şeriat devletinin kapısını açıyor!..

* * *

Suriye, Irak, Kenya ve Yemen'de İslamcı teröristlerin sürdürdüğü vahşet karşısında Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın "Eğer bu Müslümanlıksa ben Müslüman değilim" sözünü Tayyip Bey söyleyebilir mi?..

Söyleyemez!..

Çünkü iç politika malzemesine zarar verir!..

Söyleyemez!..

Çünkü bunlara verdiği destekle çelişkiye düşer!..

Suriye sınırında terör örgütü El Kaide'nin kan içici elemanları cirit atıyor!.. ↑↑↑ - ↓↓↓

Sınır yol geçen hanına döndü, girip çıkan belli değil!..

Silahlar ve patlayıcılar bizim sınırımızda el değiştiriyor!..

* * *

Tayyip ve karısı, Mısır'da "darbeciler" tarafından öldürüldüğü ileri sürülen Arap kızı için gözyaşı döküyorlar, Kenya'da El Kaide tarafından öldürülen Türk kızı Elif için bırakın gözyaşı dökmeyi tek kelime bile etmiyorlar!..

Neden?..

Çünkü Mısır'da öldürülen Arap kızı "darbeci Müslümanların" kurbanı, Kenya'da öldürülen Türk kızı dinci terör örgütü El Kaide'nin kurbanı!..

Bu bile Tayyip'in, "Bu Müslümanlıksa ben Müslüman değilim" diyemeyeceğinin nedenidir!..

* * *

Biz de saf saf, "Tayyip bey Mısır'da ölen kız için ağlıyor, dört parmak Rabia işareti yapıyor ama Gezi eylemlerinde hayatını kaybeden gencecik çocuklar için gözleri nemlenmiyor bile"demiştik!..

Kenya'da öldürülen Elif için ağzını açmayan bir Başbakan eylemcilere merhamet eder mi?..

Onlar zaten çapulcu!..

Arap kızına ağlayıp Türk kızının öldürülmesini yok sayan bir Başba-

kan'ın ülkesinde yaşıyoruz!..

Bu iktidarın, "Esad gidecek, şeriat gelecek" endişesi duymasına gerek mi var?..

Hem Tayyip Bey ne demişti?..

"Elhamdülillah şeriatçıyım"

İşte bu kadar!..

Kadir mirasyedi gibi!..

Nasıl olsa çaylar şirketten!..

Parayı bol buldu!..

Kadir'in "Her yerde metro, her yere metro" ilanları yandaş gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanmaya, TV kanallarında filmi de tekrar tekrar gösterilmeye, paralar havaya savrulmaya devam ediyor!..

Halkın cebinden çıkan paralarla Kadir'in milyonluk reklamı!..

Kartal-Kadıköy metrosu açıldığında da o hatla hiç ilgisi olmayan Bağdat Caddesi'ni ışıklı metro panolarıyla donatmıştı…

"Kadıköy'e metro geldi"yazısını aylarca insanların gözüne sokmuş, paralar yine çöpe gitmişti!.. ↑↑↑ - ↓↓↓

* * *

Metro yapımına Londra'da 1800'li yılların sonlarında başlandı, şimdi sene 2013 tek hatlık metroyla şişiniyor!..

Son 10 yılı Kadir'li olmak üzere İstanbul 20 yıldır AKP zihniyetinin elinde trafik rezalet!..

Bir yerden bir yere 3 saatte gidiyorsunuz, trafik çıldırtıyor!..

Yetersiz otobüsler balık istifi, insanlar perişan!..

İstanbul New York'tan sonra dünyanın en büyük metro ağına sahip olacakmış!..

Ne zaman?..

2030 yılında!..

Ölme eşeğim ölme, o vakte kadar Kadir ve Tayyip kalır mı bilemem!..

İyi ki Tayyip'in hedefi olan 2071 yılı dememiş!..

Kim öle kim kala!..

=========================================

Saygı Öztürk: 45 yıl önce istenenlerden geri adım yok

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklayacağı "demokratikleşme paketi"nde ne olursa olsun, terör örgütü ve yandaşlarını memnun edeceğini kimse beklemesin.
Çünkü, bu örgütün hedefinde asla kabul edilemeyecek istekler var"Bağımsız Kürdistan Devleti" kurmak amacıyla yola çıkan örgütün bugün bilinen istekleriyle, 45 yıl önce kurulan siyasi partinin istekleri de örtüşüyor.

Gelişen ve değişen duruma göre Kürtçülük faaliyetleri de şekil değiştiriyor.
Bugün, Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BBP) her ne kadar genel merkezi Ankara olsa bile Diyarbakır merkezli olarak çalıştığı biliniyor.
Aslında bu adım yıllar önce atılmış, Irak'ın Kuzeyi'nde Barzani'nin "Irak Kürdistan Demokrat Partisi" gibi, Diyarbakır'da da "Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi" kurulmuştu.

Bağımsızlık için

24 Ocak 1968 yılında merkezi Diyarbakır'da olmak üzere bir kısım Kürtçüler tarafından Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurulmuştu.
Bu partinin program ve tüzüğünün önsözünde kuruluş ana fikri olarak "Kürt milletinin eski ve tarihi bir millet olduğu, Kürtlerin diğer milletlerin hakimiyeti altında kaybolmadıkları, fakat bu yaşamanın serbest ve hür bir yaşama olmadığı, Kürtlerin milli ve insani hakları alınmış olarak başkalarının hakimiyeti altında yaşadıkları, isteklerinin diğer dünya devletleri gibi hür ve serbest bulunmak olduğu, bu idealin tahakkuku için kurulduğu ve Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin halklar arasında karşılıklı bir mücadeleyi istemediği, fakat insani ve milli hislerin gasp edildiği anda, ayaklanmayı ve karşı koymayı hedefledikleri" şeklindeydi.
↑↑↑ - ↓↓↓

Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1973 yılında Bakanlar Kurulu'na verilen brifinge ulaştım.
PKK'nın istekleriyle, 1968 yılında kurulan Kürtçü partinin isteklerinin ne kadar örtüştüğünün daha iyi anlaşılması için Bilgi Yayınevi tarafından çıkarılan "Örgüt Pazarı" isimli kitabımdan alıntılıyorum:

Kürtlere siyasi, iktisadÓ ve kültürel hakların tanınması,

Türk Anayasası'na;

(1) Türk Devletinin, Türk ve Kürtlerden müteşekkil olduğu ve her iki milletin her hususta eşit oldukları,

(2) Türkiye Parlamentosunda Kürtlerin nüfus oranına göre temsil edilmeleri,

(3) Kürdistan şehirlerindeki idari amirlerin, adli ve mülki memurların Kürtlerden olması,

(4) Türkiye'de Kürdistan bölgelerinin hudutlarının belli edilmesi,

(5) Türkiye Kürdistan'ında resmi dilin ve Kürdistan okullarında öğrenimin Kürtçe olması.

Değişen bir şey olmamış.
45 yıl önce parti tüzüğünde yer alanlar 2013 yılına gelindiğinde de isim değiştirmiş partinin tüzüğünde, dünyanın en azılı örgütü haline gelen PKK'nın istekleri arasında da yer alıyor.

Barzani ile ilişki…

Belirtilen bu hedeflere ulaşabilmek için, kurulan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin mensupları, faaliyetlerini önce Irak Hükümeti'ne karşı girişilen mücadelede, Barzani kuvvetlerini desteklemek, Barzani'nin zafere ulaşmasını sağlamak ve sonra da aynı mücadeleyi Türkiye'de vermek şeklinde planlamışlar.

Türkiye Kürdistan Demokrat Parti Teşkilatı, Marksist-Leninist ve Maoist fikirleri benimseyen komünist partilerin tüzüklerinde esas alınan hükümlerle tam bir benzerlik gösteriyordu.
Parti içi çalışmalarda gizliliğe son derece dikkat ediliyordu.
İlişkilerde parolalar, işaretler kullanılıyor ve bunların sık sık değiştirilmesine özellikle önem veriliyordu.

Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi iki fraksiyon halindeydi.
Bunlar aynı isimler taşıyan Irak ve Suriye Kürdistan Demokrat Partileri'nin etkisi altındaydı.
Suriye ve Irak sınırlarımız yoluyla Barzani ve onun karargahı ile irtibat kuruyorlardı.
Her türlü silah, mühimmat, sıhhi malzeme, yiyecek ve giyecek desteği sağlanıyordu.
Haberleşmeler de ayni kanallardan yürütülüyordu.
↑↑↑ - ↓↓↓

Türkiye'de, Kürdistan Demokrat Partisi'ni kurmak ve faaliyetlerini yürütmekten sanık olarak 30 kişi hakkında Sıkıyönetim Komutanlığı'nca dava açıldı, 1973'te 27 sanık 10 ay ile 7 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı.

Devlet ne verirse

Doğu ve Güneydoğu illerinden olan, Kürtçülük ideolojisine inanarak, bu yolda faaliyet gösteren Canip Yıldırım, Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay, Sait Elçi, Tahsin Ekinci ve Musa Sağnıç yürütülen çabaları yetersiz buluyor ve dağınıklığı gidermek için adım atılması için çaba gösteriyorlardı.
İşte "Devrimci Doğu Kültür Ocakları" da böyle kuruldu.

Onların istekleri de, bugün BDP'nin, PKK'nın, KCK'nın isteklerinden hiç farklı olmadı.
O dönemde gerçekleşmesi hayal bile edilemeyen bir çok konu, bugün Türkiye gündemine oturmuş durumda…

Başbakan Erdoğan'ın "demokratikleşme paketi"nde olanlar, Kürtçü örgütleri asla memnun etmeyecektir.
Çünkü, isteklerini 1968 yılında ortaya koymuşlar.
O istekler gerçekleşmeden atılacak adımı da adım saymamaya kararlılar.
Zaten Başbakan'ın da "demokratikleşme paketi" açma gibi bi bir derdi yok.
Seçimlere kadar oyalamaya devam…

 


a45UyF587661-201307301451-10

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Kuvvetli olanin mutlaka hakli olmasi gerekmez.

Aristo
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder