18 Ekim 2013 Cuma

10-Doğmayan Hürriyet'in babası: Şehit Midhat Paşa

Tarih tekerrürden ibarettir.
Yalan, iftira, ihanet.
Din, iman, kin, intikam, işbirliği.
Bu hep olur, tekrar tekrar olur

Oraj POYRAZ


Doğmayan Hürriyet'in babası: Şehit Midhat Paşa

Perşembe, 17 Ekim 2013 23:13

Midhat Paşa'nın 6 Mayıs 1884 tarihinde sürgünde bulunduğu Taif'te Edirneli Berber İsmail adındaki bir asker tarafından gırtlağı sıkılarak öldürülüşünden bu yana 130 yıla yakın zaman geçti.
O günden bugüne ne paşaya yönelik iftiraların yoğunluğunda ne de hayranlarının övgülerinin sığlığında bir değişiklik oldu.
Diğer bir deyimle, doğmayan "Hürriyet"in babası Mithat Paşa bizde gerçek kimliğiyle çok az tanınıyor; oysa ki, o bunu, her şeyden önce insan ve yaşadığı trajedinin bedeli olarak hak ediyor.

Abdülhamit'in 'Balyoz'u

İşte Paşa'nın adı yıllar sonra, 12 Temmuz 2013 tarihinde İlker Başbuğ kendi davasının öncülü olarak Midhat Paşa davasını hatırlatınca birden medyada saman alevi gibi parladı ve söndü.
Oysa ki bu benzetme bir yıl önce "derin tarihçi" Mustafa Armağan'dan gelmişti.
Tam anlamıyla bir şecaat arz etme olan yazısında "27 Haziran ile 28 Temmuz 1881 tarihleri arasında tamamlanan Yıldız Mahkemesi'nde Sultan Abdülaziz'in katli yargılanmışsa da, aslında onun perde arkasında 1876 darbesinin yargılandığını ve mahkûm edildiğini söylememiz gerekir.
Davacı, 'maktul'ün yani Abdülaziz'in 'velisi' sıfatıyla Sultan II.Abdülhamid'di.
Görünüşte bir cinayet davası yargılanıyordu ama aslında kanlı bir darbenin hesabı görülüyordu"
demekteydi.
(Zaman, 30.09.2012).

TARİHTE BUGÜN
Kosova'da Yanko gibi kazaya uğramak
17 Ekim 1448'de, 4 güne yakın sürecek olan İkinci Kosova Savaşı başladı.
Yükselme devrinde Osmanlıları en çok zorlayan komutan olan Hunyadi Yanoş'un yönettiği Macar ordusu ve müttefiki Eflak prensi II. Vladislaf, Sırp despotu Durad Brankoviç'i de ittifaka zorlamak için Sırbistan'ı yakıp yıkmaya başladı ama II. Murat'ın komuta ettiği Osmanlı ordusununun yaklaşması üzerine onun Kosova sahrasında karşıladı.
1526 Mohaç zaferinin sadece 2 saatte kazanıldığı düşünülürse bu savaşın ne kadar zorlu geçtiği de anlaşılabilir.
Birkaç saldırısı Osmanlı savunma hatlarında kırılan Hunyadi kaçarken Brankoviç'in eline düştü, verdiği zarar ve ziyanı tazmin etmek üzere içtiği andı Papa'nın yardımıyla bozdu.
Ancak bu da Sırbistan'daki Macar hâkimiyetinin sonu oldu.
Sırpçadaki "Kosovada Yanko gibi kazaya uğramak" atasözü, Macar zırhlı süvarisinin Kosova'daki ağır kayıplarından esinlenir.
Osmanlılar içinse 1683'e kadar Avrupa'ya dönük kesintisiz saldırı çağı başlamış oluyordu.
Buna rağmen aslında önemli olan şey, kendisini yok etmeye azmetmiş bir siyasi hasmın tezgâhladığı mahkemenin Midhat Paşa aleyhinde yaptığı usul hataları değil Paşa'ya yerli ve yabancı düşmanları tarafından atılan iftiralardan bugün bile medet uman, tarihçi kisvesine bürünmüş kalem erbabının marifetleridir.
Usul cambazlıkları değil örgütlenmiş siyasi iftiralar arasındaki örtüşmeler, zihniyet tarihi ve siyasi ahlak açısından bir mukayeseye açıktır; olguların sebep ve sonuçlarını açıklama ve kanıtlamaya uygundur.
O yoldan gittiğimizde de Abdülaziz'in ayakkabılarla camiye girmesi veya Namık Kemal'e yakın bir harbiye öğrencisinin dolabından Mekke şerifinin ayda bin lira maaşla padişah ilan edileceğinin belgesinin çıkmasına hiç şaşırmayız!

Bazı darbe teşebbüsleri bilim ve mantık yoluyla ne kadar kanıtlanmışsa Sultan Abdülaziz'in 1876 tarihindeki ölümünün de cinayet olduğu o kadar kanıtlanmıştır.
Abdülhamidci kesimin birbirinden intihal ederek bugüne kadar getirdiği cinayet iddiasının en ünlü musannifi İ.H.Danişmend, onun en tanınmış mukallidi -buna isteyen intihalcisi de diyebilir- Yılmaz Öztuna'dır; cenazesinde İlber Ortaylı'nın ''Bütün bir nesil bilmediklerini Yılmaz Hoca'mızdan öğrendi ama daha önemlisi, yanlış bildiklerini onun sayesinde düzeltti'' sözüne sadece bu sebepten katılmak mümkün değildir.

Cevdet Paşa ile Taner Akçam'da Aynı Nameler

Asıl adı Ahmet Şefik olan Midhat, 1822 yılında doğmuş, henüz 10 yaşında Kur'an'ı ezberlemiş ve çocuk yaşta kapılandığı devletin dertleriyle genç yaşında kocayanlar kafilesine katılmıştı.
Neticede bir kalem efendisi olan Midhat Paşa'nın Rumeli'de eşkıya kovalayarak hizaya getirdiği, deprem felaketlerinde hizmetine başvurulduğu pek bilinmez.
Batılılaşmanın giriş bileti olan Fransızcayı kendi deyimiyle "mümkin mertebe" öğrenebildiğinde otuz beş yaşını aşmıştı ki, bu aynı kulvarda yarıştığı rakipleri karşısında büyük bir handikapdı.
Onun verdiği sıkıntıyla olacak bir yıl sonra Paris, Londra ve Viyana gibi merkezleri 6 ay boyunca gezme fırsatı buldu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun uygar âlemle arasındaki sosyoekonomik uçurumu kendi gözleriyle algıladı.
Avrupa 1848'in devrimci çalkantılarını yatıştırmış, cumhuriyetçiliğin kalesi Fransa imparatorluk olmuş, henüz sadece gümrük birliğini sağlayabilmiş olan Almanya'da gericilik tam bir zafer kazanmış, Osmanlı'nın amansız hasmı Rus Çarlığı'nın Avrupa'nın jandarması rolüne soyunması bir modus vivendi haline gelmişti.
Kendi ifadesiyle bir taşra çocuğu olan Midhat Paşa'nın bu kadar kargaşalık içinde yalıtılmış adasında huzur içinde yaşayan İngiltere'ye gıptayla bakmasına şaşmak gerekir mi?
Vahşi kapitalizmin ne olduğuna kafa yormamış olabilir, ama bu, düşmanlarını da o gün olduğu gibi bugün de ilgilendirmiyor zaten!

Midhat Paşa'nın reform fikirleri, Ali Paşa'nın Girit ıslahatından beri savunduklarından pek farklı şeyler değillerdi fakat onun proto-demokratik denebilecek duruşu aradaki farkı yaratıyordu.
Ve bu duruşuyla Paşa üç kıtaya yayılmış bir imparatorlukta yapayalnız bir insandı.
Bu yalnızlığın zorladığı çelişkili ilişki ve ittifaklar da sonunda başını yemiştir.
Mithat Paşa düşmanlığında bir Cevdet Paşa ile bir Taner Akçam'ın aynı telden çalabilmesi ise karşı blokun da bir homojenlik iddiası olmadığını gösteriyor.

Devir, "vükelanın hamisi ve metbuunun padişah değil, ecnebi elçiler" olduğu devirdi; Midhat Paşa bunlar arasında ilişkilerini en düşük yoğunlukta tutmasını becerenlerdendi.

Midhat Paşa'nın Günah Galerisi

Bizde tarih yazıcılığı bazı siyasi davaların iddianamelerine benzer, hem gereksiz yere lafı uzatırlar hem de çelişkilerini ve nesnel hatalarını ayıklamaktan gerçek anlamda okumak nasip olmaz!

İsmail Hami Danişmend, Mithat Paşa'ya atılan iftiraları eksiksiz olarak tasnif ederek bunlara bir mantık cilası vuran ünlü ırkçılarımızdandır.
Türklüğe tahammülleri olmayan kesimlerin Danişmend, Rıza Nur veya Cevat Rıfat Atılhan gibi ırkçıları baştacı etmeleri ise bambaşka bir araştırmanın konusu olabilir.
Danişmend, Sivas Kongresi sırasında ABD mandası için lobicilik yapmış, başarılı olamayınca da Ankara'ya uğramadan İstanbul'a dönerek orada kaptığı Barcelona konsolosluğu göreviyle İstiklal Harbi'ni yurtdışında geçirmiştir.
Bu zatın, Mithat Paşa'nın meşrutiyeti düveli muazzamanın kefaletine bırakma gayretini feci bir vatana ihanet olayı olarak tekrar tekrar vurgulaması tam anlamıyla ironiktir.

Danişmend ve kopyacıları, Abdülaziz'in saltanatının son 5 yılının tam bir istibdat, sevgili sadrazamı Mahmud Nedim Paşa'nın ise değersiz ve haris bir tip olduğunu peşinen kabul ediyorar.
Padişahın bu veziri olmasa istibdada eğilim gösterip göstermeyeceği Ali ve Fuad Paşa'ların ruhlarından sorulamıyor ne yazık ki...
Ne var ki, genç sayılacak bir yaşta, 54 yaşında ölen Fuad Paşa'nın bir piri faniye dönüşmesi de o eğilimin bir sonucudur!
Mahmud Nedim'in "tekapuya alıştırdığı saray muhiti", en kibar dille çanak yalama eyleminin bürokrasinin zirvesine ulaştığını belirtir, padişaha "mutlakiyet lezzetini tanıtan adam" Sakızlı Esad Paşa ve şeyhülislam Hasan Fehmi "padişahın emirberleri"; bunların zararlı eylemlerine muhalif olanlarsa "Abdülaziz düşmanlığında ittifak etmiş" kişilerdir.
Bu muhalifler arasında sultana gerçek düşman olduğu söylenebilecek bir Hüseyin Avni Paşa vardır, diğerlerinin şu veya bu şekilde kırgın veya gücenik olmalarının tahttan indirme oparasyonuyla bir ilgisi yoktur.
Burada sorulacak soru şu oluyor: Müstebitliği sabit, laf dinlemediği kesin bir padişahın devletin iç ve dış çalkantılar arasında batmayla karşılaştığı bir zamanda, yine her türlü felaketin sebebi olarak ilan edilen birisini yeniden sadrazam yapma peşinde koşmasına karşı ne yapılabilirdi?
Buraya bir parantez açarak söyleyelim ki, II.Abdülhamid'in amcasının siyasetine hayran olduğu, bir şehir efsanesinden ibarettir.
Eğer öyle olsaydı imparatorluk daha XX.yüzyıla ulaşamadan batardı.
Bu batmayış, peşpeşe iki sultanın tahttan indirilerek saltanatın II.Abdülhamid'e sunulmasıyla olmuştur.
Her iki operasyonda payı olan Mithat Paşa'yı intihar veya cinayet de olsa ilgisi olmayan bir ölüme sebebiyet vermekle suçlamak, II.Abdülhamid'in siyasi ahlakının özünün ne olduğunu ortaya koyuyor!

(devamı Pazar günü)


a45UyF587661-201307301451-10

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
CANLAR
. . . . . .
Zamani say,tempo tut,
Runik bir tempo olsun,
Tintintin sesleri muzik gibi yukselsin
Canlardan,canlardan,canlardan,
Can...can...can...
Canlarin cinlayan sesini dinle...
O cesur canlar!
Titresimleri ne musis bir korku masali anlatiyor!
Ah, canlar,canlar!
Korkulari nasil bir masal anlatiyor...

Edgar Allan Poe
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder