Güleceğiz artık ağlanacak halimize.
Kendim ettim, kendim buldum dünyası bu dünya.
Kimseleri suçlamayın.
Kendiniz ettiniz.
Oraj POYRAZ
Feza Tiryaki : Hoca'nın Diliyle Başımıza Gelenler
25 Aralık 2013
Nasrettin Hoca'ya, " Yedi asırdır yedi dünyaya gülen adam" demişler.
Yedi dünyaya gülen, yedi dünyayı güldüren adam.
En önemlisi, acı acı güldürürken düşündüren, düşündürürken insanları dirilten, güçlendiren adam…
Türk'ün aklını, ince zekâsını, insancıllığını, sabrını, yaşam felsefesini dosta düşmana tanıtan adam…
Hoca'nın bu bilinen öykülerini dinlerken elinizde olmadan düşünecek, sonra da ağlanacak durumumuza içiniz elverirse güleceksiniz…
Size bunları bir masal diliyle yazmaya çalıştım.
Güzel dilimizin hiçbir dilde olmayan tadını, her okuduğumuz yazıda duyumsayalım…
Dilimizin değerini bilelim.
Dilsiz bölücülere karşı, her türlü oyuna karşı bizi diri tutan, bir tutan gücümüz Türkçemiz…
Bölücü kanlı terör örgütünün temsilcisi bir kadın vekil bugün, bu gün tarihi bir gün, Kürt kadınının tarihi günü diyordu, güzel Türkçemizi kullanarak devletimize, ulusumuza ihanet ediyor, açıktan bölücülük ediyor, bir kentimizin adına -Farsçayla, Farsça adın bizimle ne ilgisi varsa- Amed mi Mamed mi öyle uyduruk bir şey diyordu.
Bölücülük yaparken bile dilimizden yararlanıyor, dilimizi kullanıyor, zavallılığını, maşalığını göremiyordu…
Güzel ülkemizin üzerine ne oyunlar dönüyor.
Bu bölücüleri, hainleri bir yana koyalım şimdilik, hırsızlarımıza, Cumhuriyet yıkıcılarımıza bakalım…
Seçtiğim öyküler hırsızlık, yolsuzluk, yasa tanımazlık üzerine.
Sonra söyleyin, bu ölümsüz kısa öyküler günümüze uymuyor mu?
Bu öyküler, başımıza gelenleri eksiksiz anlatmıyor mu?
Size yedi öykü.
Neden yedi?
At yedi günde, it yediği günde belli olurmuş.
Kuş vardır eti yenirmiş, kuş vardır et yedirilirmiş…
Sonra demiş ki atalarımız:
Altı olur, yedi olur, hep Tanrı'nın (Allah'ın) dediği olur"
Başı Benim Eşeğin Başı
Hoca nasıl olmuşsa olmuş, paraya kıymış, eşeğine süslü, pahalı bir yular almış.
Dosta düşmana göstermek için de o hafta pazara eşeğini bu yularla getirmiş.
Pazarda bir ara eşeğini bağlı bırakıp bir yere gidip gelmiş.
Gelmiş ki ne görsün?
Bağlı olduğu yerde eşeği duruyor ama yuları çalınmış.
Yerine eski püskü bir yular takılmış.
Hoca çaresiz eşeğini eski yuların ucundan çekerek köyüne geri götürmüş.
Aradan bir vakit geçmiş.
Hoca'nın içinden çalınan yuların acısı çıkmazmış.
Her neyse, bir gün bir memlekette bir Mısır eşeğinin başında kendi eşeğinin çalınan yularını görmez mi?
Gözlerine inanamamış.
Sevinsin mi üzülsün mü bilememiş.
Eşeğe dönüp şöyle demiş:
"Başın benim eşeğin başı ama gövden nasıl oldu da değişti, başka bir eşeğin kılığına girdi vallahi bilemedim!"
(Kılıktan kılığa giren siyasetçilerin bunu nasıl becerdiklerini biz de aynı öyle bilemiyoruz.
Başlarındaki yular bizden, başları, gövdeleri ABD'den…
Yeni parti kuruyorlar.
Sözde gömlek değiştiriyorlar.
Hırsızlık üstünde yakalandıklarında bakıyorsunuz yalnızca yuları sizin çalınan yularınız, gerisi yabancı.
Üstelik yuları da başkası tutuyor.)
Tanrı Sizi Bize Ceza Diye Gönderdi
Timur, halka zulüm ederken bir yandan da halka sorarmış: "Ben adaletli bir hükümdar mıyım, yoksa zalim miyim?"
Kimse korkusundan zalimsiniz diyemezmiş.
Her sorduğu:
"Siz adaletli bir hükümdarsınız!" dermiş.
Halk canından bezmiş.
Genci yaşlısı, okumuşu cahili Timur'un zulmünden inim inim inlermiş…
Sonunda, Akşehir halkı sözünü sakınmayan, kimseden korkmayan Hoca'dan yardım istemiş.
Halkın şikâyetlerini söylemek için huzura çıkan Hoca'ya da, Timur önce bu soruyu sormuş:
"Ben adaletli bir hükümdar mıyım, yoksa zalim miyim?"
Hoca da yanıt hazır:
"Siz zalim değilsiniz, asıl zalim, adaletsiz olan biziz.
Yüce Tanrı sizi, bize zulüm ederek ceza versin, doğru yolu göstersin diye gönderdi!"
(Bu öykü kimi anlatıyor, demeye gerek var mı?)
Çalınan Kaftan
Akşehir'in sarhoş bir kadısı varmış.
Akşamları gizli gizli bir bağ evinde içermiş.
Bir akşam içkiyi fazla kaçırmış, kavuğunu, kaftanını sağa sola fırlatmış, yere yığılıp kalmış…
Tam o sırada Hoca oradan geçiyormuş.
Yere atılmış yepyeni güzel kaftanı görünce almış, giyip evine gitmiş.
Ertesi gün kadı ayınınca kaftanının derdine düşmüş.
Yardımcısını şehirde kaftanı aramaya göndermiş
"Bak bakalım kaftan kimin sırtında?
Kimdeyse tut getir!"
Hoca, aklına hiç aranacağı gelmeden yeni kaftanıyla kabararak, elleri arkasında, elinde tespih geziniyormuş.
Kadının adamı hocanın sırtındaki kaftanı tanımış.
Hoca'yı yakalayıp huzura çıkarmışlar.
Tam o sırada kadı bir davaya bakıyormuş.
İçerisi kalabalıkmış.
Hoca fırsatı kaçırmamış:
"Kadı Efendi ben de size gelecektim.
Sırtımdaki kaftanın sahibini bulun.
Ben bunu akşam bir sarhoşun yanında yere atılı buldum.
Kendisi içmiş, kusmuş, yerlerde sürünüyordu.
Kadı bakmış ki durum kötüye gidecek, sözünü kesmiş:
"Madem buldun, sahibini arama, senin olsun, iyi günlerde giy!" demiş…
(Suçüstü yakalanan aynen böyle yapar.
Suçunu ört bas eder, seni görmezden gelir…
Öyle yapmadılar mı?)
Tam Ermek Üzereydin
Bir kış Hoca sıkıntıdaymış.
Kendisi zor geçiniyormuş eşeğine nasıl baksın?
Çareyi eşeğin arpasını azaltmakta bulmuş.
Ertesi gün bakmış, eşeğinin durumu aynı.
Keyifle anırıyor, kış güneşinde karlara yatıp sırt kaşıyor…
İyi o zaman demiş, verdiği arpayı biraz daha azaltmış.
Bakmış eşeği yine keyifli.
Bir dertlenmesi, sıkıntısı, üzüntüsü yok.
Haydi biraz daha azaltmış arpayı"Madem öyle boşuna masraf etmeyeyim, bana da yazık!" dermiş bunu yaparken.
Böyle böyle her gün eşeğinin arpasını azaltmış.
Eşeğinde zayıflama dışında bir değişiklik görmediği için şaşırıyormuş da…"Bunca yıl boşu boşuna onu fazla yemlemişim; ne olmuş biraz zayıflamışsa, meğer aza da kanaat edermiş, hem keyfini de bozmazmış!" dermiş…
Gel zaman git zaman, böyle günler geçmiş, vakit tamam olmuş…
Hoca, bir sabah bakmış ki o neşesini bozmayan, keyifle anıran eşeği, açlıktan bir deri bir kemik kalmış eşeği, nalları dikmiş, yerde yatıyor…
Hoca sızlanmış:
"Tam alıştıydın açlığa, ermek üzereydin dünyanın gizemine, eşeklikten kurtulacaktın, böyle beni bırakıp nereye?" demiş.
( Her geçen gün daha da yoksullaşanlar, sosyal güvenlik hakları azaltılan, işsiz aşsız bırakılanlar, sadakaya muhtaç edilenler, dilenci yerine konanlar başlarına gelenlerin sanki ayırdında değiller.
Geleceği gördüklerinde iş işten geçmese bari…)
Ne Sen Sor Ne Ben Söyleyeyim
Hocaya bir ahbabı ağzı kapalı bir kutu getirmiş.
Bu kutuya bakıver, çalınmasın, bir şey olmasın, birkaç güne dönerim demiş.
Hocayı almış bir merak.
Acaba bu kutuda ne var?
Neden böyle taş gibi ağır?
Neden kendisine bıraktılar, çalınmasın dediler?
Hoca bir iki saat bile dayanamamış, merakına yenilmiş, kutuyu açıp içine bakmış.
Kutunun içi bal doluymuş.
Peteklerinden özenle süzmüşler, yayla çiçeği kokulu bu balı kutuya tepeleme doldurmuşlar.
Hoca, "Ne kadar güzel bal.
Mis gibi kokuyor…
Canım da ne çok bal çekti.
Bir parmak alsam ne çıkar?
Bir tadına bakayım!" deyip bala parmak çalmış.
Hım…
Ağzı dili balın tadından bir hoş olmuş…
Sultanlara layık…
Öyle güzel…
Ağzının tadı geçince bir parmak daha, ertesi gün bir parmak daha…
Hoca gelip gidip balı parmaklarmış…
Kutuyu emanet eden adamın dönmesi de gecikmiş.
Birkaç güne dönerim demişken dönmesi bir ayı bulmuş.
Adam gezisinden döner dönmez kapıya damlamış:
"Hocam, bizim emaneti veriver"
Hoca, çaresiz başı önünde boş kutuyu koşup getirmiş.
Adam:
"Bu kutu boş!
Nerede bizim bal?" diye öfkeyle çıkışmış.
Hoca iki elini iki yana açmış:
"Orasını ne sen sor, ne ben söyleyeyim…"
( Geçen günlerde aynı böyle kutular bulundu büyük bir kişinin evinde.
Kendine banka emanet edilen biri, en üst düzey görevli bir adam tomar tomar yabancı paraları kutulara koyup evinde saklamış.
Bunlar rüşvet parası, kara para diye iz süren polis adamı evinde kutularda paralarla yakalamış.
Sormuşlar: "Ne bu?" "Bağış Parası!" Ne yapaca'n?" " İmam okulu yapaca'm"
"Böyle bağış parası olur mu?
Sen bankacı değil misin?
Hem bunların kutularda ne işi var?
Sen ne diyorsun?
Bizi iyice enayi mi sandın?
Dört buçuk milyon dolar bu, boru değil!" dediklerinde bu kişi de Hoca gibi:
"Orasını ne sen sor ne ben söyleyeyim…" deseydi keşke, kendini bu kadar gülünç duruma düşürmeseydi…"
Kör Döğüşü
Hoca'nın bir gün şakacılığı tutmuş, cami kapısında bekleyen kör dilencilerin yanından geçerken cebinden para kesesini çıkarmış, içindeki paraları şıngırdatmış" Bu parayı aranızda paylaşın!" demiş.
Allah kimseyi gözden, elden ayaktan etmesin.
Zordur.
Körler, Hoca'nın kendilerine para verdiğini sanıp birbirlerine girmişler:
"Sana verdi, bana verdi, benimkini sen aldın, seninkini sakladın…" diyerek kavgaya tutuşmuşlar.
Ortalık toz duman olmuş.
Hoca dayanamamış, kavgacılara seslenmiş:
"Kör döğüşünü bırakın.
Ne ben size para verdim, ne içinizden biri parayı sakladı.
Fol yok yumurta yok, ne bu kavga, bu döğüş!"
(Devleti milleti soyan soyuyor, göstermelik yakalanan yakalanıyor.
Onlarda işe bir kılıf uyduruyor.
Olan kör döğüşü edenlere oluyor.
Toplantılarda kendilerine dilenci gibi para dağıtılanlar, evlerde oy karşılığı makarna bulgur, kömür toplayanlar, küçük çıkarlarıyla uğraşanlar birbiriyle dövüşüyor, sen aldın ben almadım, sana az verildi, bana çok diye diye birbirleriyle çekişirlerken büyük hırsız malı götürüyor…
Bazıları da partileri için böyle kör döğüşü ediyorlar.
Benim partim iyi, senin partin kötü, benim hırsızım iyi, senin hırsızın kötü diyorlar…
Daha büyük başlar, daha büyük paralar için dövüşüyor, ihaleler, ayrıcalıklar, mal, mülk için kendilerinin, ülkemizin onurunu satıyorlar.
Ülkemiz baş aşağı giderken bir kör döğüşüdür gidiyor…
Para kesesini şıngırdatan küresel çeteyi sorarsanız, çete olanlardan sevinçli, halimize kıs kıs gülüyor…)
Baştan Kaybettin
Hoca Akşehir'de kadıymış.
Bir gün huzuruna bağıra çağıra derdini anlatan, ağlamaktan perperişan bir adam girmiş: "Eşeğimi çaldılar, hırsızı yakalayın!" dermiş.
Hoca'ya, hırsızın karşı köyden olduğunu, adamı eşeğiyle gördüğünü söylemiş, gördüğü adamın, yerini yurdunu, evini ocağını tarif etmiş.
Hoca adam göndermiş.
Tarif edilen adamı şıp diye yakalamışlar, huzura getirmişler.
Gelen adam suçunu inkâr edermiş:
"Bu eşek benim eşeğim.
Ben eşek falan çalmadım!" dermiş"Bu eşeği ben falanca adamdan satın aldım!" Hoca sormuş:
"Tanığın var mı?
Bu eşeğin senin olduğunu nasıl kanıtlayacaksın?"
Meğer hırsız tedbirliymiş.
Gelirken yanında iki yalancı tanık getirmişmiş.
Kapıda bekleyen tanıklarını içeriye çağırmış: "Sorun doğruyu desinler!"
Hoca sormuş: "Eşeği bu adama sen mi sattın?
Sen de yanında mıydın?
Sattığınız şu eşeği bize bir tarif ediverin!" demiş.
Adamların ikisi de bir ağızdan eşeği tanımlamışlar: " Sol ayağı aksak, gözünün biri çapaklı, sırtında yara izi var, göğsü kınalı…" demişler.
Hoca bakmış, tarifleri tutuyor.
Yapacak bir şey yok.
Suçluyu salması gerek…
Minareyi çalan kılıfını uydurmuş…
Tam ağzını açacak, bu adam suçsuzdur, eşeği çalmadığı anlaşıldı diyecekken davacı ağlamaklı, itiraz etmiş:
" Bunlara inanmayın!
Şıracının şahidi bozacı.
Bu tanıklardan biri azılı bir hırsız, diğeri azgın bir dolandırıcıdır.
Sözlerine güvenilmez!"
Hoca ellerini iki yana açmış:
" Yahu, bu dava eşek davası.
Eşek hırsızlığı davası.
Eşek hırsızının davasına bunlardan daha uygun tanık olur mu?
Boşuna çığırma, sen davayı baştan kaybettin!
Eşeğine zamanında sahip çıkacaktın!" demiş.
(Oğlunun evinde kasalarla para bulunan, yatak odasından para sayma aygıtı çıkan en üst kamu yetkilisi oğlunu savunurken şunları demiş:
"Bu bir adli dava değil, siyasi algı davasıdır.
Oğlumun evinde bulunan para sattığı villanın parasıdır, bütün evrakları vardır.
Tüm delilleri belgeleriyle sunacağım…"
Bize de gelecekte çocuklarımız aynen böyle diyecek:
"Cumhuriyetimizi bu ellere ta baştan teslim etmeyecektiniz, başınıza gelecekleri bu derde düşmeden bilecektiniz!
Ülkemize yazık ettiniz!")
Feza Tiryaki, 24 Aralık 2013
İLK KURŞUN
a45UyF587661-201307301451-10
Hicbir seye esaret edemeyen, hicbir seye umit beslemesin.
SHILLER
Kurmus oldugum gruba uye olun Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur: Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com | Ayrilmak isterseniz de : Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com | Grup Sayfamız : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ | Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz. http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder