13 Mart 2014 Perşembe

Wounded Knee(Yaralı Diz) Katliamı

Hikaye hep aynı.

Batılıyla karşılaşan ilkel insanın dramı.

İNSAN YERİNE KONULAMAYACAK DERECEDE AĞIR HEZİMETE UĞRAMAK.

İlkel diyorum çünkü yenilmişler.
Yenilmek ne demek, ezilmişler, hezimete uğramışlar.
O kadar zayıfken karşılaşmışlar ki, batılı bunları sanki böcek öldürür gibi, kolayca öldürebilmiş.
Katlederken, soy kırım yaparken gördüğü direnç o kadar zayıf olmuş ki, batılı bunların yaşamına, toplumuna, insanlığına zerre kadar değer vermemiş.

Dünyanın bütün coğrafyalarında hikaye aynı, Kuzey, Orta, Güney Amerika, Afrikanın tamamı, Uzakdoğu, Yakındoğu, Ortadoğu.

Kara Afrika'nın da şanlı, şerefli kralları, şefleri var.
Onların da yüzbinlerce askeri var.
Hepsi de yiğit, korkusuz.
Ellerinde uzun mızraklar, oklar, manda derisi kalkanlarıyla ne kadar da ihtişamlı.

İngilizin mitralyözlerinin karşısıda hiç korkmamışlar, hepsi de yiğitçe ölüme atılmış.
Orakla biçilen ekinler gibi yere serilmişler, ölenler kalanları korkutmamış.
Tükenene kadar savaşmaya devam etmişler.

Sonunda askerler tükenmiş, ordular kalmamış.

Ordusuz kalan krallar ve şefler zavallı, onursuz, akılsız, aciz insanlar olmuşlar.
Ordusuz, kralsız, devletsiz halklar koyun sürüleri gibi.

Muzaafer olan elde ettiği toprakları kendi tarlası, insanları ahırdaki hayvan sürüsü gibi görmüş.
Üstünde ve altında olan herşeyi, madenleri, ağaçları, bitkileri, hayvanları ve insanları öz be öz kendi malı saymış.

Yenilgiler o kadar ağır, direnç o kadar zayıf ki, batılı kendini muzaffer bile saymamış.
Sevinmeye bile gerek görmemiş.
Çünkü o artık üstün insan, onun kazanmasından daha doğal ne olabilir?
O derece büyük bir özgüven kazanmış.

Ya koca bir kıta Avusturalya'da sanki farklı mı?
Aborjinlerin soykırımı daha kırk yıl evveline kadar sürdü.
Onlar da çok uysaldı, onlar da dağların, ovaların, denizlerin, derelerin, ağaçların ve havyanların ruhalarını biliyordu.
Onlar da kendilerini çevreleyen bütün dünyada yer alan ruhlara sonsuz saygı ve özen gösteriyordu.
Şimdi işgalciler ev sahibi, Aborjinler misafir.

Kuzeyi, güneyi, ortası, bütün Amerika'da da aynı hikaye var.
Bakın adam ne diyor?
"Bu insanlar, ne kadar iyi, ne kadar uysal, ne kadar barışçı insanlar.
40-50 kişiyle koca koca halkları rahatça elde edebilirim"
Ve öylece de yapmış.

Bir halkın rakipleri karşısında bu derece aciz, kolay lokma olması bakın ne sonuçlar doğuruyor?

İslam ülkeleri sanki farklı mı?
Biraz daha kuvvetli bir direniş var o kadar.
Sonuca tesiri yok.

Biz şanlı Osmanlı efsaneleriyle avunurken, Farisiler tarihteki Sasaniler, Perslerle, Araplar İslamın Altın Çağıyla, Hindistan tarihi büyük imparatorlukların medeniyet menkıbeleriyle avunuyordu.
Aslında Amerikan yerlileri de, şanlı, mert, asil atalarının İnka, Aztek, Maya mirasını gururla taşıyordu.
Ama tıpkı Fatih Terim'in dediği gibi, RESULTANTE IMPORTANTE.

Sonuç önemli.
Sahada nasıl güzel oynamışsın, ne kadar şık hareketler yapmışsın bunların önemi yok.
Skor anahtar nokta bu.
Şanlı Osmanlının şanı 1700'lere varmadan tükenmiş.
Girdiği birkaç yüz savaştan ancak birkaçında galip gelmiş.
Büyük bölümü hezimet derecesinde ağır yenilgi.
Birkaç tane de ŞEREFLİ yenilgi var.
Neden ülkenin her yerinde bir Gazi Osman Paşa Semti var?
Çünkü diğer şerefsiz, korkakça, savaşmadan, ihanetlerle dolu yenilgiler arasında yer alan üçbeş şerefli yenilgidir de ondan.
Bakın zafer değil, sadece ŞEREFLİ YENİLGİ koca Osmanlı toplumuna ne kadar büyük ümit vermiş, ilham vermiş.
Siz anlayın artık, ümitsizliğin derecesini.

İLAHLARDAN YARDIM İSTEMEK DERECESİNDE ÇARESİZ OLMAK.

Bütün bu hezimete uğramış milletlerin ortak bir başka özelliği de,
Yok edilmeye doğru zaman akarken, hepsi de ilahlardan yardım bekliyor.

Kuşatma altındaki Bizans gibi.
Apokalipto filminde izlediğimiz İnka'lar gibi.
Bakın Kızılderili'ler de HAYALET DANSI'ndan çare bekliyor.
İlahlar yardım edecek.
İslam ülkeleri de ezildikçe Allah'a sığınıyor.
Daha çok yeniliyor, daha çok eziliyor, daha çok Allah'a sığınıyor.
Evet, çok yiğitler, düşman mevzilerine atılırken Allah, Allah diye bağırıyorlar.
Onlar da, Afrikalı yiğit savaşçılar gibi ölüme atılırken, belki ölümden sonrasının umuduyla,
belki de şanlı bir ölümün şerefi için, ya da bir millete aidiyet hissiyle duraklamadan saldırıyorlar.
Ancak, onlar da biçilmekten kurtulamayorlar.
Afrikalı ya da Amerikalı yerli kadar kolay lokma olmuyorlar elbette.
Ancak, sonuç aynı.

Şimdi 2014 yılının Türkiyesi var karşımızda.
Söylenecek şeyler diğer ezilen, yenilen, hezimete uğramış milletler için de geçerli.

Yapılacak ve sakınılacak şeyler belli.

ADAM YERİNE KONULACAK KADAR MUKTEDİR OLMAK.
ILAHLARDAN YARDIM ARAMAYACAK KADAR MUKTEDİR OLMAK.

Temel ilkeler de belli aslında.
AKIL, GAYRET VE İRADE.
Bu kadar basit.
Kalanları bu bakışla bulmak, listeleri uzatmak çok kolay.

Aslında nelerden sakınmak gerektiği de belli.
İNANMAK, TEMBELLİK, KARARSIZLIK.

Akıl-inanç, bilim-din, bilgi-tabu, akli olan-nakli olan, araştırma-ilham, merak etmek-kabul etmek, şüphe duymak-itaat etmek.
İyi ve kötü, işte böyle sıralamak mümkün.

Oraj POYRAZ


Wounded Knee Katliamı

Frederick Remington'un Yaralı Diz Katliamı için yaptığı tablo

Wounded Knee Katliamı, Lakota Siyuları ile Birleşik Devletler arasındaki son büyük çatışma.
Güney Dakota'da Pine Ridge Kızılderili Rezervasyonunda Wounded Knee Deresi (Lakotaca: Čhaŋkpé Ópi Wakpála) yakınlarında 29 Aralık 1890'daki olaylarda 62'si kadın ve çocuk en az 153 Kızılderili (çoğu Minikonju 38 kişi de Hunkpapa Lakotası) öldürülmüştür.
General Nelson A.Miles tarafından Yerli İşleri Komisyonu'na yazılan bir mektupta çatışma sonrasındaki olaylar katliam olarak nitelendirilmiştir.

Alaska'da Kodiak Adası'nın yakınındaki Sitkalidak adasında 1784 yılında Rus kürk tüccarları tarafından yerli Supiklere karşı yapılan Awa'uq Katliamı'nı arkeolog Rick Knecht Wounded Knee of Alaska[1] (Alaska'nın Wounded Knee [Katliamı]) olarak nitelendirir.

Katliam

1890'da ABD hükümeti Amerikan yerlilerinin (Kızılderililer) yaptığı "Hayalet Dansı" nın bir savaş dansı olduğundan şüpheleniyordu.

 Katliam öncesi Siu kabilesi kampı

Big Foot'un kampının "Wounded Knee Muharebesi" 'nden sonraki hali

Ancak bu dans Kızılderililer için kutsal bir tören idi ve bazı yerliler ellerinden alınan haklara bu kutsal dansı icra ederek kavuşacaklarına inanıyorlardı.

Savaş Bakanlığı yerlilerin bir isyan hareketine kalkışacakları düşüncesiyle 7.Süvari alayını Pine Ridge ve Rosebud bölgelerindeki Lakota yerlilerinin kamp yerine göndermiş, bu kutsal dansı icra edenleri tutuklamak istemişti.

29 Aralık 1890'da Birleşik Devletlerin beş yüz kişilik 7.Süvari alayı Minikonju Lakotalarının kamp yerlerini çevirmiş ve çıkan çatışmada yirmi beş süvariye karşılık, aralarında altmış iki kadın ve çocuğun yer aldığı en az 153 Siu öldürülmüştür.
Ancak çatışma sırasındaki kargaşada tam olarak kaç kişinin öldüğü bilinmemektedir.


Dee Brown 1970 yılında yazdığı Bury My Heart at Wounded Knee adlı incelemesinde (Türkçeye Kalbimi Vatanıma Gömün olarak çevrilmiştir) Kristof Kolomb'un İspanya Kraliçesine Kızılderililerle ilgili şunları yazdığını aktarır:

Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerin önünde ant içebilirim.
Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar.
Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.

Silahlı Amerikalılar ve Kızılderililerin cesetleri

1890'da Wounded Knee'deki Siu katliamı Kızılderili özgürlüğünün sembolik olarak sonu oldu.










Katliamı yaşayan Kara Geyik o gün bir başka şeyin daha öldüğünü söyler:

"O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım.
Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum.

Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum.
Evet, bir halkın düşü öldü orada.."

Bu katliamı yaşayanlardan biri, Gelincik Louise yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:

"Kaçmaya çalıştık.
Ama yaban sığırı gibi bir bir vurdular bizi.
Beyazların içinde de iyi insanlar bulunduğunu biliyorum, ama kadınları ve çocukları da vurduklarına bakılırsa askerler çok kötü insanlar olmalı.
Kızılderili askerler beyaz çocuklara asla böyle yapmazlardı"

Katliam sonrası

Amerikan Ordusu katliam sonrasında ölüleri gömmek için sivil vatandaşlar kiraladı.

Savaş meydanına gelenler soğuk havada 84'ü erkek, 44'ü kadın, 18'i çocuk Lakota cesedi ile karşı karşıya kaldı.
Katliamdan yaralı kurtulan 7 Lakotalı Wounded Knee Creek bölgesindeki Pine Ridge hastanesinde öldü.

General Nelson Miles, katliamın sorumlusu Albay Forsyth'ı görevden almış, Askerî Araştırma Mahkemesi taktik hatasından dolayı kendisini eleştirmiş ancak yine de mahkemede hakkında beraat kararı çıkmıştır.

Daha sonra The Wonderful Wizard of Oz'un yazarı olarak ünlenecek olan genç editör L.Frank Baum 3 Ocak 1891 yılında Aberdeen Saturday Pioneer'da şunları yazmıştı:

"Öncüler daha önce güvenliğimizin tek yolunun Yerlilerin tamamen yok edilmesine bağlı olduğunu ilan etmişlerdi.
Asırlardır onlara karşı hata edip durmaktansa medeniyetimizi korumak adına daha büyük bir hata yapıp bu evcilleşmeyen ve evilleştirilemeyen yaratıkları dünya üzerinden tek bir iz kalmamacasına yok etseydik daha iyi yapardık.

Biz sıradan insanlar ve beceriksiz komutanların emri altındaki askerler için gelecek güvenliğimiz bunda yatmaktadır.
Aksi takdirde gelecekte de geçmişte olduğu gibi kızılderililerle tümüyle sıkıntı yaşayacağımızı bekleyebiliriz"


Kızılderili şefi Koca Ayak'ın karlar üzerindeki cesedi

 Dee Brown'un eseri

Yirminci yüzyılın sonlarında Wounded Knee Katliamına karşı protesto sesleri daha da yükselmiş, tarihçi Dee Brown aynı adla bir kitap yazmış, Buffy Sainte-Marie ise protest bir müzik bestelemişti.









Ünlü oyuncu Marlon Brando 1973'de Baba (The Godfather) filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu dalında verilen Oskar ödülünü Yaralı Diz Katliamı sebebiyle reddetmişti.

27 Mart 1973'teki ödül törenine kendi adına konuşma yapması için Sacheen Littlefeather adlı Kızılderili genç bir kadını gönderdi.





Brando'nun kaleme aldığı, genç Kızılderilinin zaman darlığı nedeniyle tümünü okuyamadığı yazının bir bölümü şu şekildeydi:

  Marlon Brando... benden zaman darlığı ile şu anda sizinle paylaşamayacağım uzun bir konuşma yapmamı istedi ancak basınla paylaşmaktan memnuniyet duyacağım şey şu ki o... çok üzülerek bu cömert ödülü kabul edemiyor.
Ve bunun sebebi de... günümüz film endüstrisinin ...beni affedin.. ve televizyonlardaki filmlerdeki yeniden çevrimlerde Amerikan Yerlilerine yaptıkları ve Wounded Knee'deki son olaylardır.
Bu akşam aranızda bulunamadığım için beni affedin gelecekte kalplerimiz ve anlayışlarımızda sevgi ve cömerlikte biraraya geleceğiz.
Marlon Brando adına sizlere teşekkür ederim.

Sacheen Littlefeather, Marlon Brando'nun Oscar Ödülü'nü reddediş mektubunu okurken

Littlefeather, zaman darlığı sebebiyle tamamını okuyamadığı konuşmanın tam metnini basına dağıtmıştır.

Marlon Brando'nun basına dağıtılan metininden bir bölümün çevirisi:

 200 yıl boyunca toprağı, ailesi, ve özgür olma hakkı için savaşan Yerli halka şöyle dedik: "İndir silahını arkadaş gel birlikte oturalım.
İndirirsen eğer silahını arkadaş senle barıştan söz ederiz, senin hayrına anlaşırız birlikte"
Silahlarını indirdiklerinde onları katlettik biz.
Onlara yalan söyledik.
Onları topraklarından koparmak için kandırdık.
Onları açlığa mahkûm ettik ki antlaşma dediğimiz ama hiçbir zamanda andımıza sadık kalmadığımız o hileli anlaşmaları zorla imzalasınlar.
Onları, yalnızca yaşamın anımsayacağı kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük.
Ve tarihi istediği kadar çarpıtılmış dahi olsa nasıl yorumlarsanız yorumlayın: Biz doğru yapmadık.
Ne adil davrandık ne de dürüst.
Onlara karşı ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de anlaşmalarımıza sadık kalmak, çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken onların yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu ki onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.

Fakat öyle bir şey var ki bu sapkınlığın ulaşamayacağı, o da tarihin büyük hükmü.
Emin olun ki tarih bizi yargılayacaktır.
Ama umurumuzda mı?
O nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar bizim taahhütlerimizi tuttuğumuzu haykırırız da tarihin tüm sayfaları, Amerikan Yerlilerinin yaşamındaki son 100 yıl boyunca geçirdikleri tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam zıttını söyler...

 Kaynakça

http://tr.wikipedia.org/wiki/Wounded_Knee


a45UyF587661-201307301451-{{SN}}

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Bir kitap okudum hayatim degisti sozunu, hanefi avci icin bir kitap yazdim hayatim degisti

Hanefi AVCI
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder