17 Ekim 2014 Cuma

Tarihte bu gün Türkiye NATO'ya katılmak üzere protokol imzalamıştır.

Yeni dünya düzeninde giderek düşman olan ve her fırsatta düşmanca tavır sergileyen müttefiklerimizle ilişkimizin askeri boyut kazanması işte böyle başladı.

Bazı sazanlar için şimdiden belirteyim.
Müttefiklerimizin zaman içinde hasım olması işkembesel bir atmasyon değildir.
Somut bulgu ve gözlemlere dayalı bir tespittir.

Ekte: Türkiye Cumhuriyeti Saldırılara Dayanıyor.
Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ, Prof. Dr. Nadim MACİT, E. Tümg. Allattin PARMAKSIZ, Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU, Dr. Gürsel ÖZKAN

Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA


Türkiye'nin NATO Üyeliği

Sovyetler Birliği ile Lenin zamanında imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşması, Moskova Antlaşması ve Kars Antlaşması'na rağmen, 2. Dünya Savaşı sırasında Stalin'in önce 1939'da Molotov kanalıyla Ribbentrop ve Hitler'den, daha sonra da 1945'te Truman ve Churchill'den Türkiye sınırları ile ilgili talepleri dolayısıyla Türkiye, Batı ittifakı ve NATO ile yakınlaşmıştır.
1950'de Adnan Menderes hükümeti döneminde TBMM kararıyla Kore Savaşı'na Birleşmiş Milletler komutası altında ABD ve Güney Kore'nin yanında çarpışmak üzere asker gönderilmiş ve böylece NATO üyeliği konusundaki niyetini uluslararası arenaya göstermiştir.

Başlangıçta 12 devletin iştirakiyle akdedilmiş olan Kuzey Atlantik Antlaşmasına Londra'da 17 Ekim 1951 tarihinde düzenlenen bir Protokol ile Türkiye ve Yunanistan'ın da katılımları onaylanmış, Türkiye 18 Şubat 1952'de yine Fuat Köprülü'nün dışişleri bakanlığını yaptığı Adnan Menderes hükümeti döneminde NATO'ya resmen üye olmuştur.
Norveç, Danimarka gibi üyeler Türkiye'nin üye olmasına, çok yakın zamana kadar diktatörlükle yönetildiği ve yeterli demokrasi tecrübesi olmadığı gerekçesiyle uzun müddet karşı çıkmışlardır.
..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..

NATO Kuvvetleri Sözleşmesi, her biri oldukça detaylı kaleme alınmış yirmi maddeden oluşur.
Kısaca bu anlaşmayla ABD?nin Türkiye topraklarında askeri tesisler ve üstler kurması ve askeri personel bulundurulması kabul edilmiştir.
..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..
1966'da, NATO'ya ait haber alma tesislerinin sayısı 112'ydi.
Türkiye'de 35 kilometrekarelik alan NATO'nun denetiminde olup buraya, bakanlar dahil Türk yetkililerin NATO komutasından izinsiz girmesi yasaktı.
..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  

ABD ile Türkiye arasında 1976 yılında imzalanan "ABD-Türkiye Savunma ve İşbirliği Anlaşması", İncirlik, Kargaburun ve haber alma tesislerinin NATO adına ABD tarafından kullanılmasını sağladı.
1980 yılında 12 Eylül Darbesi sonrasında imzalanan "Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması" ise 12 askeri üssün NATO adına ABD tarafından 5 yıllık kullanılmasına karar verildi.
Bu anlaşma, ABD'nin talebi doğrultusunda halen yürürlüktedir...
..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  ..  .. 



Özgür Erdem : Türk Ordusu'nda Amerikan Karşıtlığı

SSCB'nin Yıkılışı: Türk Ordusu Soğuk Savaş Gözlüğünden Kurtuluyor

Türk Ordusu emperyalizme karşı savaşmış ve bağımsız bir ülke yaratmış bir ordu.
Üstelik Atatürk'ün ordusu.
Ancak, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin Batı Kutbunda yer almaya karar vermesiyle birlikte Ordu'nun da kimliği yavaş yavaş değişti.
1951'de başlayan NATO üyeliği ve 50'li yıllarda başlayan Soğuk Savaş döneminde Türk Ordusu'ndaki Amerikancı eğilim gittikçe güçlendi.

1990'lı yıllara gelindiğinde bu eğilimin değiştiğini ve ABD'yle ilişkilerde gerginliğin başladığını görüyoruz.

Neydi peki 90'lı yıllarda değişen şey?

70'li, 80'li yıllar ABD ile Sovyet Rusya arasındaki dünya egemenliği mücadelesinin iyice kızıştığı bir dönemdi.
Batı kutbunda yer alan Türkiye de en büyük tehdidi kuzeyden Sovyetler'den gelecek bir komünist işgal olarak benimsiyordu.
Daha doğrusu Türkiye'deki Amerikancı iktidarlar ve onların ideolojisi haline gelmiş NATO Konsepti böyle buyuruyordu.
Gerek Türkiye'nin ulusal güvenlik stratejisi gerekse bütün savunma konsepti bu "düşman"a göre şekillendi.

O dönemde Sovyet tehdididin gerçekten var olup olmadığı bu yazının konusu değil.
Ancak şunu ifade etmeden geçemeyeceğiz: Bu sözde tehditle hem Türkiye hem de Türk Ordusu 40 yıl boyunca Amerikancılık yağında kavruldu durdu.
Ancak Sovyetler'in yıkılması, Türk Ordusu'nda Amerikancılığın sorgulanmasının önünü açtı.
Sözde bir tehdide karşı ABD'nin yardımına muhtaç olunduğu paradigması terk edilebilirdi.
Böylece Türkiye'ye yönelik başka tehditler de göz önüne alınmaya başlanabilirdi.

Soğuk Savaş gözlüğünden kurtulan Türk Ordusu yavaş yavaş Ortadoğu'daki Kürt Devleti tehlikesinin farkına varmaya başladı.
Aslında bu tehdit her zaman gündemindeydi ancak Amerikancılığın etkisiyle, "ABD bizim müttefikliğimize muhtaç, izin vermez" rahatlığı hakimdi.

ABD'nin Kürt Devleti Planı TSK ile İlişkilerini Geriyor

Ordu'da Amerikan karşıtı eğilimlerin güçlenmesini yalnızca Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle açıklamak doğru olmaz.
Asıl etken ABD ile Türkiye'nin Kürt meselesinde karşı karşıya gelmesidir.

90'lı yıllar artık ABD için Yeni Dünya Düzeni doktrininin uygulanmaya başladığı dönemdi.
Bu doktrinde ABD, tek kutuplu bir dünya yaratmayı, Soğuk Savaş döneminde hakim olamadığı bölgeleri ve Sovyetler'in eski etki alanlarını da hegemonyası altına almayı hedefliyordu.

Bu dönemde ABD'nin ilk hedeflerden biri Irak ve başındaki Saddam Hüseyin oldu.
Irak'ın Temmuz 1990'da Kuveyt'i işgali üzerine ABD bölgeye operasyon yapma kararı aldı.
Bu savaşta ABD'nin temel müttefiki Kürtler olacaktı.

Amerikan stratejistler, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti kurulmasının Amerikan çıkarları için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaya başladı.
Bu, Türkiye'de pek çok çevre tarafından "ABD Saddam'ı devirmek için Kürtleri kullanıyor" şeklinde anlaşıldı.
Halbuki ABD'nin daha uzun vadeli hedefleri vardı.
Kürt Devleti Saddam'ı devirmek için kurulmuyor, aksine, Saddam bizzat Kürt Devleti'ni kurmak için devriliyordu.

Bu durumun ilk farkına varanlardan biri Genelkurmay Karargahı oldu.

80'li yılların ikinci yarısını PKK'yla mücadele ederek geçiren Türk Ordusu, ABD'nin Kuzey Irak'taki Kürt Devleti kurma emellerinden rahatsızdı.
Her ne kadar ABD bu devletin sadece Irak sınırları içinde kalacağını iddia etse de, ileride Türkiye'deki Kürtlerin de bu devlete katılmak isteyebilirdi.
Bu önemli bir riskti.
Ayrıca Kuzey Irak'taki bir Kürt Devleti Türkiye'de bölücü örgütü de güçlendirecek ve benzerini Türkiye'de kurmak için cesaret verecekti.

ABD ile Türk Ordusu arasındaki gerilim işte bu konjonktürde başladı.

TSK-ABD geriliminin ilk kıvılcımı 80'lerin ikinci yarısında Necdet Üruğ'un Genel Kurmay Başkanlığı döneminde atıldı.
ABD, 1986 yılında Kuzey Irak'ta Türkiye himayesinde bir Kürt Devleti kurulma önerisini dönemin Cumhurbaşkanı Evren ve Başbakanı Özal'a kabul ettirmişti.
Ancak Üruğ bu öneriyi Türkiye'deki Kürt bölücülüğünü de güçlendireceğini ortaya koyarak net bir şekilde reddetti.

ABD bu red yanıtını unutmadı.
Üruğ'un görev süresi 1987'de bitiyordu.
ABD yeni Genel Kurmaş Başkanının belirlenmesi sürecine müdahale etti.
Özal ve Evren'in gayretleriyle Genel Kurmay Başkanlığına Üruğ'un sağ kolu denilen Necdet Öztorun'un gelmesi engellendi.
Böylece TSK'daki Üruğ ekibi olarak bilinen orgenerallerin yeksülmesi engellenmiş oluyordu.

Amerikalılar Üruğ gibi Kürt Devleti karşıtı olarak bilinen Öztorun'u engelleyerek stratejik bir müdahalede bulunduklarını sanıyordu.
Yanıldıklarını kısa sürede anladılar.
Çünkü ilk büyük tokadı Öztorun'un yerine Genel Kurmay Başkanlığına gelen Necip Torumtay'dan yiyeceklerdi.

Torumtay Irak İşgalinde Amerikan Müttefikliğini Kabul Etmiyor

1990'a gelindiğinde, ABD'nin Irak'a müdahale etmeye karar vermesiyle birlikte Özal, ABD'yle birlikte Kuzey Irak'a girme tezlerini dillendirmeye başladı.
Türk kamuoyunu ikna etmek için de Misakı Milli sınırlarının tekrar diriltileceği ve Musul Kerkük'ün Türkiye'ye bağlanacağı vaatlerini veriyordu.
Torumtay komutanlığındaki Genelkurmay ise önlerine daha önce birkaç kez gelen "Türkiye hamiliğinde Kürdistan planı"nın yine uygulamaya konduğunun bilinceydi.

Torumtay Genelkurmay'ın şu görüşünü Özal'a iletti: Türkiye'nin hamiliğinde olsun veya olmasın, Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt Devleti ulusal çıkarlarımıza aykırıdır.

Ancak Özal, ABD Başkanı Bush'la anlaşmıştı.
Ordu'nun karşı çıkmasını çok önemsemedi.
Genelkurmay'ın bilgisi dışında Cumhurbaşkanlığı'nda ayrı bir karargah kurdu.
Başına da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Emekli Org.Kemal Yamak'ı getirdi.

Kemal Yamak Ordu'da görev yaptığı dönemde "sağlam Amerikancılığıyla" bilinen bir generaldi.
O kadar ki, 12 Mart döneminde Özel Harp Dairesi'nin (ÖHD) yani Amerikancı Kontrgerilla'nın başında bulunuyordu.
12 Eylül döneminde de Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı yapmıştı.
Tam bir Amerikancı, Kontrgerillacı 12 Eylül Paşasıydı.

Ayrıca Kemal Yamak, Necip Torumtay'ın Genel Kurmay Başkanlığı döneminde Kara Kuvvetleri Komutanıydı.
Eylül 1989'da emekli olmuş, Kasım 1989'da Cumhurbaşkanı olan Özal tarafından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine getirilmişti.

Kemal Yamak'ın komutasında ayrı bir savaş karargahı oluşturmak Özal açısından Ordu'ya karşı tam bir meydan okumaydı.
Böylelikle Kemal Yamak fiilen Genel Kurmay Başkanı yapılmış oluyordu.

Özal bununla da yetinmedi, Torumtay'ın Kuzey Irak'a girmemek için direndiğini görünce Kuvvet Komutanlarını ikna etmeye çalıştı.
Ancak dönemin Kuvvet Komutanları da Torumtay gibi Irak'taki bir savaşta ABD'nin yanında yer alınmasını doğru bulmuyordu.

Yine de Özal pes etmiyordu.
Daha doğrusu, ABD Özal'ı Kuzey Irak'ta ayrı bir cephe açılması için sıkıştırıp duruyordu.
Genelkurmay'ın bilgisi dışında, ABD'li subayların da katıldığı toplantılarda Kemal Yamak komutasında harekât planları hazırlandı.
Özal, Meclisten savaşa girme kararı çıkartacak sonra da Kemal Yamak'la birlikte hazırladığı bu harekât planlarını Ordu'ya dayatacaktı.

ABD ile Türk Ordusu arasındaki ilk büyük gerilim işte o günlerde ortaya çıktı.
ABD resmen Torumtay'a karşı ayrı bir komuta kademesi oluşturmuş ve bu "sahte" karargahla kendi istediği harekât planlarını hazırlamaktaydı.
Torumtay komutasındaki TSK ise bu planları kesinlikle kabul etmeye yanaşmıyordu.

ABD, Türk Ordusu'nun eski Amerikancı kimliğinden yavaş yavaş sıyrıldığını görmeşe başladı.
Kolay mı?
1950'lerde dünya öbür ucundaki Kore'ye ABD çıkarları için giden Ordu, 1990'a gelindiğinde, burnunun dibindeki Irak'ta ABD'yi yalnız bırakıyordu!

Ordu'nun bütün direnişine karşın Özal, Amerikan işgaline katılmakta ısrar edince, Torumtay, son çare olarak 3 Aralık 1990'da istifa etti.

İstifasının iki temel gerekçesi vardı:

1.Türk Ordusu'nun ABD'nin yanında Kuzey Irak'a işgalci olarak girmesine karşı çıkıyordu.

2.İncirlik Üssü'nün mevcut anlaşmaların ötesinde bir Amerikan karargahı olarak kullanılmasını istemiyordu.

Özal istifanın ardından kuyruğu dik tutmaya çalışsa da Türk Ordusu'nun Amerikan planlarının taşeronu olmayı reddettiği ortadaydı.
Üstelik Torumtay'ın ardından Özal'ın kendi harekât planlarını kabullenecek yeni bir komutan bulma çabaları da sonuç vermedi ve teamüllere uygun olarak dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Doğan Güreş, Genel Kurmay Başkanı olmuştu.

Amerikan Çıkarlarını Değil Türkiye'nin Çıkarlarını Koruyan Ordu

Torumtay'ın istifası TSK-ABD ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır.
Etkisi yaklaşık 10 yıl sürmüş ve TSK-ABD arasında soğuk bir dönem başlamıştır.

Ancak bu istifa yalnızca Irak'ta savaşa girmeyi isteyip istememekle ilgili değildir.
Türk Ordusu'nun NATO Konseptine bağlılığının dağıldığını göstermiştir.

Bu durum, Torumtay'ın istifasının ardından yaptığı açıklamalarda net olarak görülebilir.
Örneğin istifasından 3 yıl sonra Torumtay Milliyet gazetesine şu açıklamayı yapıyordu:

"Bir ülkenin, savunma dışında bir savaşa girmesi, bağımsız ve egemen milletlerde, o ülkenin kendi milli iradesiyle olur.
İttifak içerisinde dahi, o ittifakın gerektirdiği yükümlülükler milli menfaat ve hedeflerle bağdaştırılarak milli siyaset doğrultusunda, yine milletin kendi iradesiyle ve yetkili organları ile savaşa girme kararı verilir.
Aksi takdirde, başka ülkelerin milli menfaatleri doğrultusunda bir savaşa sürüklenilmiş olunur.
Örnek devlet adamı ve askeri strateji dehası olan Atatürk'ün veciz ifadesinde yer aldığı gibi savaş, millet için hayati derecede zorunlu olmadıkça bir cinayettir"

Görüldüğü gibi NATO Konsepti terk edilmiştir.
NATO Konseptine göre Sovyetler'in Avrupa'ya saldırması durumunda Türk Ordusu'nun görevi gerekirse Toroslar'a kadar çekilerek saldırının hızını yavaşlatmak ve Orta Avrupa'da oluşacak diğer cepheyi rahatlatmaktı.
Bir ülke için savaşı kendi topraklarında kabul etmek kadar büyük bir intihar olamaz.
Ancak 50'lerde Menderes'le başlayıp 80'lere kadar süren Soğuk Savaş zihniyeti ve NATO kafası, yani Amerikancılık, bunu ABD'yle ittifakın bir gereği olarak görüyordu.

Torumtay'ın açıklamasında işte bu Konseptin terk edildiğini görüyoruz.
Torumtay ittifakın gerektirdiği yükümlülüklerle milli menfaatlerin çelişmesi durumunda milli menfaatlerden yana tavır alınması gerektiğini söylemektedir.

ABD'yle ilişkilerde meselemiz de budur zaten.
ABD'nin çıkarlarıyla Türkiye'nin çıkarları uyuşmamaktadır.
Bu bir uyuşmazlıktan da öte uyuşamazlıktır.
Bu durum, ABD'nin Kürt Devleti projesini uygulamaya koyduğu 90'larda defalarca kez yaşanacak ve TSK'nın ABD'yle müttefikliği sorgulamasına neden olacaktır.

Zaten istifasından iki yıl sonra, yani Birinci Körfez Savaşı'nın da hemen ardından gazetelere yaptığı açıklamada Torumtay şu değerlendirmeyi yapmıştır:

"Güneydoğu memleketin bütünlüğünü ilgilendiren bir numaralı sorundur.
Olay safhalara bölünebilir.
Bu olaylar 1984 senesinden Körfez krizine kadar bir aşama geçirdi.
Körfez Harekâtı bittikten sonra birdenbire tırmandı.
Bu da bir dönüm noktasıdır bence"

Görüldüğü üzere Torumtay Körfez Savaşı'nı bölücü örgütü büyüten bir dönüm noktası olarak tespit etmektedir.
ABD'nin Kuzey Irak'taki varlığının PKK terörünü artırdığı, Kürt Devleti dayatmasını önümüze konduğu ve Türkiye'nin bölgesel çıkarlarını zedelendiği Genelkurmaş tarafından görülmeye başlamıştır.

Bu açıklama da göstermektedir ki, Türk Ordusu'nda 90'lı yıllarda oluşan Amerikan karşıtı eğilimleri komutanların bireysel tercihleriyle açıklamak doğru değildir.
Bu durum, komutanların alt kademelerin baskısına boyun eğmesiyle de açıklanamaz.

Türk Ordusu Soğuk Savaş'ın Amerikancı gözlüğünü çıkartıp Türkiye'nin milli menfaatlerini korumayı temel hedef olarak belirledikçe, Amerikan çıkarlarının Türk çıkarlarının ne kadar aleyhinde görmeye başlamış ve bu nedenle Amerikancı eğilimleri törpülemiştir.

Zaten ABD'nin Irak işgali de Türk Ordusu'nun önüne seçeneği koymuştur: Ya ABD ya Türkiye.
Çünkü ABD'nin Ortadoğu'da attığı her adım Türkiye'nin çıkarlarını zedelemektedir.

Amerikancı Özel Harp Dairesi'nin Tasfiyesi

Torumtay'ın Aralık 1990'daki istifasının ardında Doğan Güreş'in 4 yıllık Genel Kurmay Başkanlığı dönemi başladı.
Güreş aslında ABD'ye Torumtay kadar mesafeli bir komutan değildi.
Zaten Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde de, siyasi iktidarın bütün Amerikancı uygulamalarının arkasında durmuştur.
"Çiller tak diye emrediyor, ben de şak diye yerine getiriyorum" sözüyle ünlüdür.

Buna rağmen, Türk Ordusu'nda Amerikancılık o derece sorgulanmaktadır ki, Güreş gibi son derece Amerikancı bir komutan bile belli tavırları almak zorunda kalmıştır.

Bunlardan en önemlisi Özel Harp Dairesi'nin (ÖHD) kapatılıp Özel Kuvvetler Komutanlığı'na (ÖKK) dönüştürülmesidir.
Bu sıradan bir isim değişikliği değil, Konsept değişikliğidir.
Özel Harp Dairesi 50'li yıllarda Soğuk Savaş konseptine göre oluşturulmuş ve temel hedefi komünizm karşıtı kontr-gerilla faaliyetleri örgütlemek olan Amerikancı bir birimdir.
Özel Kuvvetler Komutanlığı ise bambaşka bir konseptle kurulmuştur.
Soğuk Savaş doktrinleri terk edilmiş ve PKK'ya karşı yurt içi ve yurt dışında gayri nizami harp esaslarına göre savaşacak bir birime dönüştürülmüştür.

Süreç içinde PKK'yla mücadelede çok başarılı olduğu görülen ÖKK'nın önemi de artmış, yine Güreş döneminde tugay düzeyinden tümen düzeyine çıkarılmıştır.

Ama çok daha önemlisi Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın örgütlenmesinde ABD'nin rolü son derece sınırlı bırakılmıştır.
1995'te, yani Güreş'ten sonraki Genel Kurmay Başkanı Karadayı döneminde, Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndaki ABD'li danışman ve uzmanlar da görevlerinden uzaklaştırılmıştır.
Bunun da temel nedeni PKK'ya karşı düzenlenen sınır ötesi harekâtların ABD'den de gizli tutulması ihtiyacıdır.
Harekâtlarda ÖKK'nın önemli bir görevi vardı.
Üstelik ÖKK, yalnızca kapsamlı sınır ötesi harekâtlarda değil, sürekli olarak Kuzey Irak'ta PKK'yla mücadele yürüten özel birimlere sahipti.
Bu birimlerle ilgil bilgilerin de ABD tarafından öğrenilmesi istenmiyordu.

Tabii ÖKK'nın bu şekilde Amerikan hakimiyetinden çıkması ABD'nin hoşuna gitmedi.
İntikamını da 2003'te aldılar.
Süleymaniye'de başına çuval geçirilen askerlerimiz ÖKK'ya bağlı görev yapan bordo berelilerdir.

ABD'nin "intikam harekâtı" Ergenekon operasyonunda da ortaya çıktı.
Şu ünlü "kozmik oda" aramasının yapılrığı Seferberlik Tetkik Kurulu da ÖKK'ya bağlı bir birimdir.

Çekiç Güç

Çekiç Güç, Türk Ordusu'yla ABD arasındaki gerilimi artıran başka bir unsurdur.

Birinci Körfez Savaşı'nın ardından, Mart 1991'de, Saddam Kuveyt'ten çekildi.
Ancak iktidardan düşmemişti.
ABD de Saddam'ı devirecek bir işgal harekâtı yerine güneydeki Şiileri ve guzeydeki Kürtleri ayaklandırmayı tercih etti.
Ancak ayaklanmalar başarısızlıkla sonuçlandı.

Nisan 1991'de ayaklanma bastırılınca, yüz bini aşkın peşmerge Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladı ve Türkiye'ye sığındı.

Türkiye'ye sığınan on binlerce Kürt, ABD'nin Kürt meselesinde Türk Ordusu'nu tekrar yanına alması için bir fırsat oldu.
Türk Ordusu, Kürt mültecilerin Türkiye'de kalmasını kabul etmemekteydi.
Bu kadar yoğun bir mülteci nüfusunun PKK'yı güçlendireceğinden çekinilmekteydi.

Bunun üzerine ABD bir teklif hazırladı.
ABD, İngiltere, Fransa gibi NATO üyesi ülkelerinin müşterek oluşturacağı bir güçle 36.paralelin kuzeyi Kürtler için "güvenli bölge" olarak oluşturulacaktı.
Böylece Kürt mültecilerin hayatları garanti altına alınacak ve Kuzey Irak'a geri dönmeleri sağlanacaktı.
O zamana kadar "Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılıyız" politikasını savunan Türk Ordusu, on binlerce peşmergenin Güneydoğuya yerleşmesindense ABD'nin Kuzey Irak'a yerleşmesini tercih etti.

"Çekiç Güç" işte böyle kuruldu.
İncirlik'teki Amerikan Üssü'nde konuşlanan özel bir birlik 36.paralelin kuzeyinin güvenliğini sağlamaya başladı.
Böylece Kuzey Irak'ta ABD'nin askeri himayesi altında bir Kürt Devleti fiilen kurulmuş oluyordu.
Bu, aslında Türk Ordusu'nun istemediği bir gelişmeydi.
Ancak Kürt mültecilerin ülkemizden ayrılması için çaresiz boyun eğmişti.

PKK'ya Yardım Eden ABD Helikopterlerine Vur Emri!

Türk Ordusu ABD'ye güvenini yitirmişti bir kere.
Çekiç Güç sıkı bir takibe alındı.

Nitekim Çekiç Güç helikopterlerinin PKK'lı teröristlere erzak yardımı yaptığı ortaya çıktı.
PKK'lıların bulunduğu bölgelere yardım atan Amerikan helikopterlerine pek çok Türk subay ve astsubay gözleriyle görerek tanık olmuştu.

Anlaşılan Çekiç Güç yalnızca Kuzey Irak'taki Kürtlerin değil, Türkiye'nin Güneydoğusundaki Kürtlerin de hamiliğini üstlenmişti!

Yıllar önce Türkiye hamiliğinde olması önerilen Kürdistan'ın aslında Türkiye'nin güneydoğusunu da alarak genişleyeceğinin ilk sinyaliydi bu.

Çekiç Güç'ün PKK'lılara yalnız erzak değil, silah yardımında da bulunduğu ortaya çıktı.
O dönem yakalanan PKK'lılarda ele geçirilen silahlar Amerikan Ordusu kökenliydi.
Örneğin M-16 gibi o dönem Türk Ordusu'nda kullanılmayan Amerikan Ordusu'na ait piyade tüfekleri PKK'lı teröristlerin üzerinden çıkmaktaydı!
ABD Türk Ordusu'na vermediği modern piyade tüfeklerini PKK'lılara Çekiç Güç vasıtasıyla ulaştırmaktaydı!

Türk Ordusu bütün bu gelişmelerden doğal olarak büyük rahatsızlık duydu.
Dağdaki PKK'lı teröristlere yiyecek, erzak, silah ve askeri mühimmat atan ABD helikopterleri tespit edilip ABD'ye bildirilmeye başlandı.
ABD'liler "Biz onları peşmerge sanmıştık" diye usulen özür dilemekten başka bir şey yapmıyordu.
Yardımlar devam ediyordu.

Yardımların genellikle geceleri atıldığını gören Türk Ordusu buna önlem almaya karar verdi.
Doğan Güreş, gece uçuş yaparken görülen helikopterler için vur emri verdi.
Bu açıkçası Amerikan helikopterlerini vurun anlamına gelmekteydi.
Çünkü, gece görüşü o dönem Türk Ordusu'nda olmayan sadece ABD'de kullanılan bir teknolojiydi.

Bu emrin ardından ABD helikopterleriyle PKK'ya erzak dağıtılması son buldu.
Ama TSK-ABD ilişkilerinde yeni bir kriz de başlamış oldu.
ABD helikopterleri TSK için artık askeri bir hedef haline gelmişti!

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis de Çekiç Güç'ün PKK'ya destekleri konusunda ayrıntılı çalışmalar yaptı, bir rapor hazırladı.
Ancak raporunu Genelkurmay'a ve Başbakanlığa vermeye hazırlandığı bir dönemde 17 Ocak 1993'te helikopteri şüpheli bir şekilde düştü.

Kaza son derece şüpheliydi çünkü, bu kazadan bir yıl önce de Eşref Bitlis'in helikopteri Çekiç Güç'e ait iki uçak tarafından taciz edilmiş, bu iki uçağın yarattığı hava akımıyla helikopter düşürülmek istenmişti.

Türk Ordusu'nda Çekiç Güç'ün en büyük karşıtı olarak bilinen bir orgeneralin şüpheli ölümü layıkıyla araştırılmadı.
Soruşturma Doğan Güreş tarafından alelacele kapatıldı.
Bu bile Eşref Bitlis'in aslında suikaste uğradığının bir göstergesiydi.
Çekiç Güç'e en çok karşıt olan Türk komutan ABD tarafından ortadan kaldırılmıştı!

Karadayı Dönemi: Türk Ordusu Sınırı Aşıyor!

1994'te başlayıp 1998'e kadar süren İsmail Hakkı Karadayı'nın Genel Kurmay Başkanlığı dönemi tüm Türkiye'de 28 Şubat Süreci'yle hatırlanır.
Şüphesiz bu doğrudur ancak eksiktir.
Karadayı'nın Genel Kurmay Başkanlığı dönemi irili ufaklı pek çok sınır ötesi harekâtın gerçekleştiği dönemdir de aynı zamanda.
Harekâtlar PKK'ya askeri olarak büyük darbe vurmuş, Karadayı dönemi PKK terörünün bitmeye başladığı dönem olarak tarihe geçmiştir.
Özellikle 1995 ve 1997'deki sınır ötesi harekâtlarda on binlerce Mehmetçik Kuzey Irak'a 30-40 kilometre kadar girmiş ve PKK kamplarını yerle bir ederek yüzlerce teröristi ortadan kaldırmıştır.

Ancak bu sınır ötesi harekâtları düzenlemek sanıldığı gibi kolay olmamıştır.
ABD bütün bu harekâtlara, özellikle en kapsamlısı olan 1995'teki Çelik Harekâtına, şiddetle karşı çıkmıştır.
Çünkü ABD, Kuzey Irak'taki egemenliğinin ve fiilen oluşturduğu Kürt bölgesinin Türk Ordusu tarafından zarar görmesini istememektedir.

Özellikle Ocak-Şubat 1995'te, yani Çelik Harekâtı'nın planlandığı dönemde, pek çok ABD'li subay Türkiye'ye gelerek TSK'yı vazgeçirmeye çalışmıştır.

Bu dönemde dış basında Türk Ordusu'nun Kuzey Irak'a girmesinin ABD kontrolünden çıkmak anlamına geleceği defalarca yazılmış, pek çok yazar da üstü kapalı bir şekilde Türk Ordusu'nu tehdit etmiştir.

Ancak Karadayı komutasındaki TSK, 21 Mart 1995'te Çelik Harekâtı'nı başlatır.
Bu, tarihimizin en büyük sınır ötesi harekâtıdır.
35 bin Mehmetçik 10 bin civarında da korucunun katıldığı harekâtta 64 şehit verilmiş, 700 terörist öldürülmüştür.

ABD telaşlı: "Türk Generaller Hizadan Çıktı"

Çelik Harekâtı ABD basınında "Türk Generalleri hizadan çıktı" şeklinde yorumlanır.

Nereden nereye...

1980'de 12 Eylül gerçekleştiğinde "Bizim oğlanlar başardı" diyen Amerikalılar şimdi "Türk Generalleri hizadan çıktı" demektedir.

Örneğin ABD Genelkurmay Başkanlığı'nın yayın organı Joint Forces Quarterly dergisinin 96-97 Kış tarihli 14.sayısında Çelik Harekâtı açıkça eleştirilir.
TSK'nın bağımsız askeri eylemi olarak değerlendirilen Çelik Harekâtı'nın Çekiç Güç'ü fiilen ortadan kaldırdığını ortaya koyar.
Amerikan Hava Kuvvetleri Akademisi öğretim üyesi Yüzbaşı Steven Drago yazısında şöyle demektedir:

"Huzur Operasyonu (bizde Çekiç Güç olarak bilinen operasyon) birleşik ve çokuluslu büyük bir başarı olarak başladı, fakat daha sonra çok büyük bir başarısızlığa dönüştü.
Nisan 1991'de başlayan birleşik harekâtta yedi ülkenin kuvvetleri Irak'tan Türkiye'nin güneydoğusuna kaçan Kürt sığınmacıları korumak için bir araya getirilmişti.
Üç yıl sonra, Amerikan kuvvetleri Kürtleri Irak'a karşı koruma çabası gösterirken, Türkiye Kürt terörizmine karşı bir askeri sefer düzenledi.
Bu bağımsız askeri harekât, çokuluslu bir askeri operasyon olan Çekiç Güç'ün birliğini bozdu.
Harekât şimdilerde kimi ABD birlikleri tarafından da 'huzursuzluk operasyonu' diye anılmaya başlanan çokuluslu Çekiç Güç operasyonunun başarıyla sonuçlanmasını tehdit ediyordu"

ABD'nin hoşuna gitmeyen bu harekâtlar 1996 ve 1997'de de devam etti.
1996'daki Tokat Operasyonu özellikle önemlidir.
Çünkü bu harekâtta Saddam'la da işbirliği yapılmıştır.
O dönem, Saddam Barzani'yle anlaşmış ve Talabani'ye savaş açmıştı.
Saddam Talabani güçlerine, Türk Ordusu ise PKK'ya eş zamanlı olarak saldırdı.
Ve harekât çok başarılı oldu.
O kadar ki, o dönem CIA'nın eğittiği ve Talabani'nin ordusunda yer alan 7.500 peşmerge Irak'ı terk etmek zorunda kaldı.
ABD basını 96 yılında bu yaşananları "Vietnam'dan sonra en büyük yenilgi" olarak değerlendirdi.

Tabii operasyonun önemli bir sonucu daha vardı: Türk Ordusu, ABD'nin devirmeye çalıştığı Saddam'la işbirliğine girmişti!

Bu sınır ötesi harekâtlar Apo 1999'da Türkiye'ye telim edildikten sonra sona erdi.
ABD basınının yazdıklarına göre, ABD Türk Ordusu'nun Kuzey Irak'a sınır ötesi harekâtları sona erdirmesi ve Apo'nun idam edilmemesi karşılığında Apo'yu Türkiye'ye teslim etmişti.
Bu yazılanların doğru olduğu zaman içinde çıktı: Türk Ordusu 1999'dan sonra tek bir sınır ötesi harekât bile düzenlemedi!
Ve Apo hâlâ idam edilmedi!

Sınırı aşan Türk Ordusu ve hizadan çıkan Türk subayları anca Apo teslim edilerek durdurulabilmişti.

28 Şubat: ABD'ye Rağmen "Batı Destekli irtica"ya darbe!

28 Şubat sürecinde de TSK ile ABD arasında gerilimli bir dönem yaşanmıştır.

O dönemi bir hatırlayalım.
Refah Partisi'nin Doğru Yol Partisi ile koalisyonu Şeriatçı uygulamaları nedeniyle gerek Türk milletinden gerekse Türk Ordusu'ndan büyük tepki görmekteydi.
28 Şubat 1997'de irticaya karşı MGK kararları alınmış, kararları ısrarla uygulamayan Erbakan 18 Haziran 1997'de istifaya zorlanmıştı.

Peki bu süreçte ABD nasıl bir tavır almıştır?
Türkiye'de İslamcı bir iktidarı tercih eden ABD, bu yüzden 28 Şubat'ı engellemeye çalışmıştır.

Bunu 17 Haziran 1997 tarihli Akit gazetesinde (şimdiki Vakit) Yaşar Kaplan'ın bir yazısında görebiliyor.
Kaplan, yazısında CIA'nın bir dönem Türkiye İstasyon Şefliğine de yapmış olan Graham Fuller'e dayanarak şu bilgileri vermektedir:

"Türkiye'deki son gerilimlerle ilgili olarak Amerikan hükümetinin görüşlerini merak edenlere mesajlarını medya vasıtasıyla gönderdiler: ABD yönetimi, şu sıralar Türkiye'de bir darbe istemiyor.
Çünkü Amerikalıların burunlarına şu sıralar farklı kokular geliyor.
O nedenle de darbeye yeşil ışık yakmıyorlar.

(...) Beyaz Saray'a stratejik rapor hazırlayan uzmanlar, Türkiye ve dünyada her geçen gün güçlenen İslami Hareket olgusunu yadsımanın yarar getirmeyeceğini kabul etmek ve uzlaşmaya çalışmak gerektiğini düşünüyorlar.
Mesela, İslam ülkeleri ve Türkiye uzmanı olarak tanınan, ülkemizde de zaman zaman konferanslar vermek ya da incelemelerde bulunmak üzere gelen Graham Fuller bu uzmanların başında geliyor.

ABD ilkeli davranan bir ülke değildir: Yani ne pahasına olursa olsun, ben şöyle bir yönetim istiyorum demez.
ABD ile iyi ilişkiler ister, ama ABD ile iyi ilişkiler kuran ülkelerin yönetimleri çok farklı olabilir.
ABD için krallık da birdir, diktatörlük de birdir.
Komünist yönetimler de, İslamcı yönetimler de birdir.
Yeter ki, bu yönetimler ABD ile iyi ilişkiler kurmayı kabul etsin.

O nedenle, ABD, Türkiye'deki İslamcı gelişmeyi durdurur diye düşünenler aldanıyorlar.
ABD Türkiye'nin geleceğinde İslam görüyorsa ve Türkiye'deki İslamcılarla anlaşabileceğine, el sıkışabileceğine kanaat getiriyorsa, bu gelişmeye müdahale etmek istemez.

ABD Refah'ın şu haliyle laiklik ve demokratik düzen için bir tehlike oluşturduğunu düşünmüyor.
ABD, Refah liderliğinde Türkiye ve oluşturacağı yeni paktlar ile iyi ilişkiler kurabileceğini, AT'a karşı Türkiye'nin ve beraberindeki ülkelerin iyi bir Pazar ve müttefikler leauge'i oluşturabileceğini düşünüyor"

İlginç olan bu yazının Erbakan'ın istifasından tam bir gün önce olmasıdır.
Yani Akit gazetesi Erbakan'a cesaret vermeye çalışmaktadır.
Demektedir ki, ABD sizin arkanızda, istifa etmeyin, Asker ABD'ye karşı çıkmaya cesaret edemez.

12 Mart'ı, 12 Eylül'ü Yaptıran ABD 28 Şubat'ta Darbe Karşıtı Kesiliyor!

Gerçekten de ABD askeri müdahaleye karşı olduğunu defalarca açıklamıştır.
ABD bizzat Dışişleri Bakanı Allbright'ın ağzından 13 Haziran'da, yani Erbakan'ın istifasından 5 gün önce şu açıklamayı yapar: "Türkiye'de ne olursa olsun, neler tartışılırsa tartışılsın, insanların ne tür değişim beklentileri olursa olsun, her şey demokratik bir çerçeve içinde gerçekleştirilmelidir"

12 Mart ve 12 Eylül'ü yaptıran ABD 28 Şubat döneminde bir anda darbe karşıtı kesilivermiştir!

Erbakan'ın istifasından tam bir gün önce, 17 Haziran 1997'de ise Wall Street Journal'da Richard Burns "Türkiye'yi kayıp mı ediyoruz" başlıklı bir yazı yayınlar.
Yazıda Burns, Türk Ordusu'nun ABD'nin kontrolünden çıkmasından yakınmaktadır:

"Türkiye Truman yönetiminin teşvikiyle NATO'ya girdiği 1952 yılından bu yana Kore Savaşı'nda kahramanlık göstererek, Soğuk Savaş sırasında Rus karşıtlığı yaparak, Körfez Savaşı sırasında Amerikan önderliğindeki koalisyona kararlı katkıda bulunarak ve Ortadoğu'daki barış sürecinde Amerikan politikasından yana tavır alarak ABD'nin dış politikasına hayati destek vermiştir.

Geçen hafta, üst düzey Türk komutanlar görüşecek hiçbir şey olmadığını söyleyerek ABD Savunma Bakanlığı'ndan üst düzey yetkililerle toplantıyı iptal ettiler.(…) Türkiye'yi kaybetmek Clinton yönetimi açısından büyük bir siyasal sorunla sınırı kalmayacaktır, ABD'nin güvenliği açısından bir felaket olacaktır"

Böylece Türk Ordusu'nun bir başka önemli düşmanının yani irticanın da arkasında ABD desteği olduğu ortaya çıkar.
Bu durum da TSK ile ABD arasındaki ilişkilerde yeni bir gerilime yol açar.

O kadar ki, Karadayı sonrası Genel Kurmay Başkanı olan Hüseyin Kıvrıkoğlu irticanın ardında Batı desteğinin de olduğunu açıkça söyleyecektir.

Kıvrıkoğlu: ABD'yi Ziyaret Etmeyen İlk ve Tek Genel Kurmay Başkanı

98'den 2002'ye kadarki Kıvrıkoğlu dönemi Türkiye-ABD ilişkilerinin en çok gerildiği dönemdir denebilir.
Kıvrıkoğlu döneminde Türk Ordusu, ABD yerine Rusya, Çin, İran gibi ülkelerin askeri temsilcileriyle pek çok üst düzey toplantı yapmış ve ABD'ye "seninle olan müttefikliğimizi sorguluyorum" mesajı vermiştir.
Hatta Çin'e bile ziyaret eden Kıvrıkoğlu'nun gitmediği tek bir ülke kalmıştır: ABD!

NATO üyeliğinden sonra ABD'ye gitmeyen ilk ve tek Genel Kurmay Başkanıdır Kıvrıkoğlu.

Kıvrıkoğlu'nun ABD'ye hiç gitmemesi, bir tesadüf değil, açık tepkidir.
2001'e kadar öyle bir ziyareti hiç gündemine almamış, Kasım 2001 için planlanan ziyaretini ise ABD Temsilciler Meclisi'nde Sözde Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısının geçmesi üzerine iptal etmiştir.
Bu nedenle Amerikalı bir emekli yarbay tarafından "münzevilik"le suçlanmıştır.
Kıvrıkoğlu yıllar sonra ABD'ye neden hiç gitmediği sorulunca şu yanıtı vermiştir:

"Genel Kurmay Başkanlığı görev süremde ABD'yi ziyaret etmeyişim tenkit konusu edilmektedir.
İşin doğrusu şu şekildedir: Kasım 2001'de bu ziyaretin gerçekleşmesi için taraflar arasında mutabakat sağlanmış, hazırlıklar ona göre yapılmıştır.
Fakat ziyaretten kısa bir süre önce ABD Temsilciler Meclisi ve Senato'da Ermeni soykırım tasarısı kabul edilince, tarafımdan bu ziyaret iptal edilmiştir.
Daha sonra 2001 Kasım veya 2002 Mart için ABD yetkilileriyle temasa geçilmiş, onlar 2002 Ağustos ikinci yarısını önermişlerdir.
2002 Ağustos'ta görevim sona ereceği için tarafımdan kabul edilmemiştir.
ABD'li emekli yarbayın, hakkımdaki 'münzevi' yakıştırması, kendisini bağladığı gibi, fazla önemsenecek bir konu da değildir.
Bu tavrını duygusallığına ve kızgınlığına bağlıyorum"

Kıvrıkoğlu'nun bahsettiği Emekli Yarbay Steve Williams'tır.
Williams'ın Kıvrıkoğlu hakkında ne söylediğini ABD'nin Türkiye'deki sesi olarak görülebilecek Taraf gazetesinde çıkan haberden okuyalım.
Lale Sarıibrahimoğlu Taraf'ta 14 Ocak 2009'ta şunları yazdı:

"ABD, Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ve sonradan emeklilik yoluyla tasfiye olan kimi komutanların, Batı ittifakı olan NATO'dan uzaklaşıp Doğu'da İran ve Rusya gibi ülkelerle ittifak arayışlarını açıkça dile getirmelerinden duyduğu rahatsızlığı bir emekli Yarbay'ın kaleme aldığı makale yoluyla dile getiriyordu.

Amerikan ordusundan emekli Yarbay Steve Williams, merkezi ABD'deki Western Policy Center için 30 Ekim 2002 tarihinde kaleme aldığı makalesinde, münzevi (dünya işlerinden çekilen) olarak nitelendirdiği Kıvrıkoğlu'nun, dört yıllık görev süresi boyunca bir kez olsun ABD'yi ziyaret etmezken Çin'i ziyaret etmiş olmasından duyulan rahatsızlığı dile getiriyordu.

Aynı makalesinde emekli Yarbay Williams, 4 Kasım 2002 tarihinde, ilk yurtdışı ziyaretini ABD'ye yapmaya hazırlanan dönemin Genelkurmay Başkanı ve şimdi emekli olan Orgeneral Hilmi Özkök'ü, daha Batı'ya dönük olacakları anlaşılan yeni nesil Türk askerî liderlerinin öncüsü, etkin ve uluslararası forumlarda ehil bir muhatap olarak nitelendirerek, övüyordu.
Emekli Yarbay Williams'ın zaten makalesinin başlığı da 'Türk askerinin Yeni Yüzü' idi.

TSK ile ABD arasında, yakın tarihin ilk çözülmesi, 1991 Körfez Savaşı'nın ardından, Washington'un Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına zemin hazırladığı kuşkularıyla birlikte başlamış, ordu içinde Batı aleyhtarlığı giderek artarak, ABD'nin 2003 Mart'ında yanı başımızdaki Irak'ı işgaliyle Orgeneral Kıvrıkoğlu döneminde zirve yapmıştı"

Kıvrıkoğlu, ABD Savunma Bakanıyla Görüşmeyip Rusya'ya gidiyor

ABD'ye gitmemenin de ötesinde Kıvrıkoğlu'nun Türkiye'ye gelen ABD heyetlerine tepki gösterdiği de olmuştur.
Bunların en ünlüsü ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in Türkiye ziyareti sırasında gerçekleşmiştir.
O dönem ABD İkinci Körfez Savaşı için hazırlık yapmaktaydı ve Rumsfeld Türkiye'nin desteğini almak için Haziran 2001'de ülkemize gelmişti.
Ancak Rumsfeld'in ziyareti sırasında Kıvrıkoğlu heyetle görüşmedi.
Görüşmenin iptalinin gerekçesi de tam bir meydan okumaydı: "Kıvrıkoğlu ertesi gün Çin'e yapacağı ziyaretin hazırlıklarıyla meşguldur"

Kıvrıkoğlu bununla da yetinmedi, Rumsfeld Türkiye'de Irak işgali için destek temasları yaparken Moskova'da Rusya'nın Genel Kurmay Başkanıyla ortak bir ikili açıklama yaptı: "Irak'ın toprak bütünlüğünün arkasındayız"

Çünkü Kıvrıkoğlu komutasındaki TSK şunun bilincindeydi: ABD'nin planladığı işgal Irak'ın parçalanmasıyla sonuçlanacak ve yıkıntıların içinden bağımsız bir Kürt Devleti doğacaktı...

Bunu 25 Aralık 2001'de Irak işgalini Türkiye'nin desteklemesini sağlamak için ülkemizi ziyaret eden Katar Emiri'yle görüşmesinde de basının karşısında ifade etti Kıvrıkoğlu.
Irak'a müdahalenin bu ülkeyi böleceğini belirtti ve Irak'ın parçalanarak yeni etnik devletlerin kurulmasını Türkiye'nin yanı sıra Arap dünyası, İran ve hatta Rusya'nın bile istemeyeceğini söyledi.

Burada ABD'ye verilen mesaj gayet açıktı.

1.Türk Ordusu ABD'nin Irak'a düzenleyeceği yeni bir askeri harekâtı desteklememekteydi.

2.90'da olduğu gibi kuzeyden ikinci bir cephe açılmasını Türk Ordusu doğru bulmuyordu.

3.ABD dayatmalarına karşı Türk Ordusu gerekirse Çin, Rusya gibi ülkelerle stratejik ittifakını güçlendirerek ABD'ye adeta tehdit ediyordu.

Tabii ABD'nin buna tepkisi çok sert oldu.

ABD 2002 Temmuzunda "Millenium Challenge 2002" isimli bir tatbikata başladı.

Yani "Bin Yılın Meydan Okuması"...
Tatbikatta açıkça Türkiye'nin işgal edilmesi planlanıyordu.
Tatbikat senaryosuna göre ordu (TSK) bir deprem gibi karışıklık sonrası (18 Ağustos depremi) ülkede yönetime el koyuyor.
ABD ise buna güneydeki bir adayı (Kıbrıs!) kuşatıyor ve hedef ülkeyi 96 saat içinde işgal ediyordu.

Burada ABD'nin Türk Ordusu'na meydan okuduğu açıktır.

ABD açıkça şu mesajı veriyordu: "Bölücü terör ya da Şeriatı öne sürerek darbe yaparsanız ben de Türkiye'yi işgal ederim"

Böylece Amerikancı darbe yapan Ordu'nun yavaş yavaş Amerikan karşıtı darbe yapmasından korkulan ordu oluyordu.

İlginç bir tesadüf ise tatbikatın ismiydi.

Çünkü ABD "Bin yılın meydan okuması" tatbikatına başlamadan birkaç ay önce Kıvrıkoğlu o ünlü demecini vermişti: "28 Şubat bin yıl sürecek"

Sen misin 28 Şubat 1000 yıl sürecek diyen, ABD de böyle meydan okuyordu işte!

AB-ABD'nin Uyum Yasaları Dayatmalarına Direniş

90'ların sonu ve 2000'lerin başı AB Uyum Yasaları adı altında Kürtçülüğü serbest bırakacak yasal ve anayasal düzenlemelerin Türkiye'ye dayatığldığı dönemdi.
Her ne kadar yasalar AB üyeliği için gerekli denilse de bu dayatmanın ardında asıl ABD vardı.
Etkilerini içinde yaşadığımız şu dönemde daha iyi anladığımız pek çok değişiklik bu dönemde Ecevit başkanlığındaki DSP-MHP-ANAP koalisyonunda gerçekleşti.
98-2002 yılları arasında Genel Kurmay Başkanı olan Kıvrıkoğlu, bu süreçte elinden geldiğince direndi.
O dönem gündeme gelen, üzerinde çok tartışılan, ama Kıvrıkoğlu'nun direnişi sayesinde geçemeyen değişiklikler de oldu.
Bu değişiklikler ancak AKP iktidarında gerçekleşecektir.
O dönem Kıvrıkoğlu'nun direnişinin ne kadar önemli olduğu sanırız şu listeyi görünce daha iyi anlaşılacaktır.

1.MGK Genel Sekreterinin sivil olması ve MGK'nın etkisinin azaltılması

2.Kürtçe TV kurulması

3.Kıbrıs'tan Türk Ordusu'nun gücünün azaltılması, süreç içinde tamamen ortadan kalkması

4.Ermenistan'la ilişkilerin normalleştirilmesi

5.Kuzey Irak'taki Kürt liderlerle diplomatik ilişkilerin başlatılması

6.Parti kapatmaların zorlaştırılması

Görüldüğü AKP'nin iktidarı boyunca uyguladığı program Türkiye'nin önüne 2000'lerin başında da gelmiştir.
Bu programa Ecevit hükümeti AB üyeliği gerekçesiyle teslim olmuş, ancak Kıvrıkoğlu'nun direnişiyle bu program uygulanmamıştır.
Görüldüğü üzere, Türkiye Kıvrıkoğlu'nun o dönemki direnişi sayesinde en az bir 10 yıl kazanmıştır.

Tabii bu ABD'nin de en az bir 10 yıl kaybettiği anlamına gelmektedir.

Mart 2002: ABD'nin Irak İşgaline Yine Destek Yok

Mart 2002'de dönemin ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in ABD ziyareti TSK-ABD arasındaki gerilimin en üst düzeye vardığı dönem oldu.
Cheney'in Irak işgali için Türkiye'den destek alma çabaları bu ziyarette gerçekleşmedi.
Gerek dönemin Cumhurbaşkanı Sezer, gerekse dönemin Başbakanı Ecevit, ABD'nin Irak işgaline destek olmayacaklarını Cheney'e açıkladılar.
Sezer ve Ecevit'in Cheney karşısında bu kadar dik durmasında şüphesiz Kıvrıkoğlu'nun tavrı da belirleyici rol oynuyordu.
Zaten Cheney, Kıvrıkoğlu'yla görüşmesinde de beklediği yanıtı alamadı ve ülkesine geri döndü.

Üstelik Türk Ordusu bununla da yetinmemiş, ABD'yi kızdıran başka hareketlere de girişmişti.
ABD'nin Irak işgaline destek olmadığı gibi, işgal sırasında Kuzey Irak'ta gerçekleşecek bir Kürt isyanına ve bir Kürt devleti oldu bittisine karşı önlem almaya başlamıştı.
Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı birlikler Kuzey Irak'ın belli noktalarına yerleştirilmişti.
Bu da şüphesiz ABD'nin kabul edemeyeceği bir şeydi.
Nitekim Kıvrıkoğlu döneminde alınan bu tedbirlerin hesabı "çuval" olayıyla sorulacaktı.

Hilmi Özkök: Uzlaşma ve Teslimiyet

Kıvrıkoğlu'nun ardından gelen Hilmi Özkök dönemi Türk Ordsu'ndaki Amerikancı eğilimlerin tekrar güçlendği dönemdir.
Hilmi Özkök gerek AKP iktidarını kabullenmesi gerekse Kuzey Irak'ta ABD'yle çatışmayan bir poitika izlemesi nedeniyle, ABD'ye 10 yıllık gerilimin bittiğini haber veriyordu.

Bu Özkök'ün Genel Kurmay Başkanlığına getirildiği günlerde bile ABD çevreleri tarafından açıkça ifade edilmiştir.
Washington Post'ta 9 Nisan 2003'te çıkan bir haberde Kıvrıkoğlu ve Özkök şu şekilde karşılaştırılıyordu:

"Ordu ile yakın bağlantıları olan iki Türk köşe yazarı son yazılarında Özkök'ün Batı'ya karşı çok yumuşak tavırlı olduğunu ifade etti.
Bu yazarlardan biri ayrıca Türkiye'nin Kuzey Irak'ta daha güçlü bir tutum alması gerektiğini ileri sürdü.
Bu yazılar da Özkök'ün önündeki bir diğer zorluğa işaret ediyor.
Türkiye'de orduya karşı açık eleştiri yapılmasına nadir rastlanır ve hapis cezası ile sonuçlanabilir.
Bu nedenle bazı Türk yorumcular bu makaleleri ordu kademelerinden Özkök'e bir uyarı niteliğinde değerlendirdiler.

Özkök, önceki Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun görev süresinin dört yıl daha uzatılması girişiminin başarısız olmasının ardından ağustos ayında bu göreve getirildi.
Emekli askerler ve ordu ile yakın bağlantıda olanlar, Kıvrıkoğlu'nun emekli olmadan önce şu anda Kara Kuvvetleri Komutanı olan Aytaç Yalman gibi kendisine yakın isimlerin terfi ettirilmesinde muvaffak olduğunu söylüyorlar.

Emekli bir asker, 'Görevdeki komutanlar onun takımından değil.
Emirlere tabii ki uyacaklardır, ancak işleri zorlaştırabilirler de' dedi.
Emekli asker, Özkök'ün orduda NATO ile güçlü bağları destekleyen bir grubu temsil ettiğini, Kıvrıkoğlu ve Yalman'ın ise Rusya ve Çin gibi ülkelerle güçlü ilişkiler kurulmasını destekleyen ve Avrupa ile ABD'ye şüphe ile yaklaşan ve etkisi artan bir grubu temsil ettiğini söyledi"

10 yıllık gerilim dönemini bitiren ve ABD'yle ilişkilerini tekrar düzeltmeye çalışan Özkök, yalnız ABD'yle uzlaşmanın değil, ABD'ye teslimiyetin de komutanı oldu.
4 Temmuz 2003'te Türk tarihinin en kara günlerinden biri yaşandı ve Kuzey Irak'ta, Süleymaniye'de 11 Türk askeri ABD'liler tarafından gözaltına alındı.
Hatta askerlerimizin başına çuval geçirildi.

Daha sonra ortaya çıktığına göre, gözaltına alınmaya direnmek isteyen askerlerimiz bizzat karargahtan gelen emirle teslim olmaya zorlanmıştı.

Böylece ABD 10 yıllık gerilim döneminin intikamını da almış oluyordu.
ABD'nin isteği dışında Kuzey Irak'a giren Türk Ordusu bu şekilde Kuzey Irak'tan çıkarılmış ve Kürt Devleti'nin önündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış oluyordu.

Özkök döneminde Türk Ordusu içinde yaşanan mücadeleyi Amerikan gazetesi New York Times'da yayınlanan bir yazıda okuyalım.
Görüyeceği üzere yazı, Washington Post'ta yayınlanan yazıyla son derece paraleldir:

"General Özkök'ün Avrupa yanlısı duruşu onu, ordunun siyasal ve ekonomik gücünün azalması konusunda temkinli davranan bazı kıdemli subaylarla karşı karşıya getiriyor.
Daha net konuşmak gerekirse, gene bazı analizcilerin söylediğine göre, General Özkök'ün selefi Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman gibi bazı generaller, General Özkök'ün Amerika Birleşik Devletleri'yle bu denli işbirliği içinde olmaması gerektiğini savunuyorlar.

Dahası, bazı ordu uzmanları, söz konusu krizin, ordunun en üst kademeli kumandanları arasında uzun süredir devam eden bir tartışmayla keskinleştiğine inanıyor.
Batı tarafından kabul görme arzusu taşıyanlarla, ki bu arzu Ankara'nın Avrupa Birliği'ne katılma isteğinde de somutlaşıyor, ulusu Avrupa ve ABD'den uzaklaştırarak, Rusya ve Çin gibi yeni müttefikler aramaya itecek daha derin bir ulusalcılığı benimseyenler arasındaki tartışma bu"

Peki Türkiye'de Özkök değil de ulusalcı komutanlar başta olsaydı ne olurdu?
Bu ABD için tam bir kabus senaryosu demekti.
Obama'nın danışmanlarından Philip Gordon şöyle analiz ediyor:

"Türkiye'de askeri hükümet, Ankara'nın 10 yıl önce başlattığı Avrupa Birliği'ne katılma amacından vazgeçerek başvurusunu geri çeker; NATO üyeliğini askıya alır; Amerika'nın Türkiye topraklarındaki askeri üslerini kullanmasını yasaklar ve bundan böyle daha bağımsız bir dış siyaset izleyeceğini açıklayarak Rusya, Çin ve İran'la daha yakın diplomatik, ekonomik ve enerji bağları kuracağını ilan eder ve bunlara ek olarak, Kuzey Irak'ı karşısına alır"

Özkök döneminden sonra ne Büyükanıt döneminde ne de Başbuğ döneminde TSK-ABD ilişkilerinde bir değişiklik olmadı.
TSK, ABD ile istihbarat işbirliği adı altında bir paradigmaya boğuldu.
Bu, aslında TSK'nın PKK'yla mücadelesini tamamen ABD ile olan işbirliğine dayandırması anlamına geliyordu.
Nitekim sınır ötesi harekâtlarımıza ABD izin vermedi.
Bir tek 2009'daki Bayrak Operasyonuna izin verildi.
O harekât da son drece sınırlı bırakıldı.
Zaten başarılı olmadı.

Ergenekon tertibi: ABD'nin Türk Ordusu'ndan intikamı

90'lı yıllar boyunca Türk Ordusu, ABD'nin Ortadoğu'da yaratmak istediği Kürt devletinin önündeki en büyük engeldi.
Hem bağımsız bir Kürt devletinin kabul edilemez olduğu ve savaş nedeni sayılacağı net bir şekilde ifade ediliyor hem de yapılan sınır ötesi harekâtlarla Kuzey Irak'taki ABD hakimiyetine zarar veriliyordu.
Ayrıca Çekiç Güç'ün de PKK'ya destekleri TSK'nın yoğun çabaları sonucu engellenebilmişti.

TSK'nın direnişi ABD'ye tam 13 yıl kaybettirdi.
1990'da yapmak istediklerini anca 2003'te gerçekleştirebildiler.
Bu da Ordu'nun başına Hilmi Özkök'ün geçmesi ve Türkiye'de AKP'nin iktidar olmasıyla mümkün olabildi.

Şimdi ABD kaybettiği bu 13 yılın hesabını soruyor Ergenekon tertibiyle.
Bakın hedefte, ABD'ye tavır alan üç genel kurmay başkanı, Kıvrıkoğlu, Karadayı ve Torumtay bulunuyor.
ABD kontrolünden çıkarılan Özel Kuvvetler Komutanlığı var.
Ve ABD'nin karşı çıkmasına karşın gerçekleştirilen 28 Şubat süreci var...

2002 Ağustosunda Kıvrıkoğlu'nun görev süresi bittiğinde, Hilmi Özkök'ün Genel Kurmay Başkanı olmasına izin vermek yerine Kıvrıkoğlu'nun görev süresi uzatılsa bugün pek çok şey farklı olabilirdi.
Çünkü o takdirde Hilmi Özkök bir yıl sonra emekli olacak ve 2003'ten sonraki komuta kademesi bambaşka olacaktı.
O zaman bir fırsat kaçtı ve bugün ABD'ye yeniden teslim olmuş, 90'lardaki gibi ABD'ye direnemeyen bir Ordu'yla karşı karşıyayız.
Hatta bırakın ABD'ye direnmeyi, bugün Ordu maalesef 2-3 tane Fethullahçı savcıya teslim olmuş durumda.
Her gün yeni bir emekli orgeneral tutuklanıyor, görevdeki korgeneraller, hatta Ordu komutanları ifadeye çağırılıyor!

90'lı yıllarda Türk Ordusu'nun ABD'ye mesafeli davranışı, bugün için de önemli dersler taşıyor.
O dönem ABD'ye rest çekmek Türkiye'ye hiçbir şey kaybettirmemişti.
Aksine, PKK terörü bitmes noktasına getirilmiş, Türkiye Şeriatçı bir iktidardan kurtarılmıştı.
Peki Özkök'ten sonra başlayan ABD'yle uzlaşma ve ABD'ye teslimiyet döneminin sonucu ne oldu?

PKK güçlendi, Şeriat iktidara geldi ve iktidarını perçinledi, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti fiilen kuruldu ve ABD bir daha çıkmayacak bir şekilde Kuzey Irak'a yerleşirken Türk Ordusu o bölgeden tamamen çekildi.

ABD'yle dostluk ne kazandırdı bize?
Hiçbir şey!

Ne kaybettirdi?
Çok şey!

Öyleyse...
Biraz cesaret...


a45UyF587661-141017101010-03
^^^^^ - vvvvv

 


--


ELDORADO !..
. . . . . .
Ufkunda mavi bulutlarin ucustugu dag,
Buyulu goklerinde sesler duydugum Aden,
Avucumda dort kollu nehrin verdigi maden,
Ustumde yemisleri alnima degen Tuba.
Muthis dunyasiyle, uykuma girdigi yer..
Gulumsuyor mavi bir ay isiginda kamis.
Gollerin sekli dolu derinligine dalmis
Vuslatin havasini cevreleyen igdeler.
Sularin aydinliginda saadetten bir iz:
Dallardan suzulen kayigindan bu hos insan,
Omuzuna degen arzu dolu dudaklari kan.
Artik bir cennete bagli butun gunlerimiz.
Artik i$ikla dolu billur bir kadeh gibi,
En guzel seytanin elinde tutugu gurup;
Aksamlar agzimda harkulada bir surup
Ve basimda geceler yesil bir deniz gibi.
Ufkumda mavi bulutlarin ucustugu dag
Ve nebati bir alemde duyulan ilk hece,
Bir sesin aydinlattigi yalan dolu gece
Ve dumanli bir sabah serinligi ormanda.
Ne ondan itidal, ne benden gunahkar hali
Ruhlari bir kus gibi avare kilan uyku.
Dagilan icimde her zaman o baygin koku,
Lezzeti dudagimda bugulasan seftali.

Orhan Veli KANIK



Andolsun ki biz, (dunyaya) en yakin olan gogu kandillerle donattik.
Bunlari seytanlara atis taneleri yaptik ve onlara alevli ates azabini hazirladik.

Mulk-5

 
Peygamber e, Allah in yerleri ve gogu yaratmadan once nerede oldugu soruldu.
Peygamber; Bir bulut icerisinde idi; ustu hava, alti hava idi.
dedi.

Hanbel 4/11


Nurculukta nedense tarikat sozcugu kullanilmaz.
Nurcular kendi topluluklarina cemaat derler.
***
Islam inanclarina gore bu dini secen topluluga CEMAAT denir.
peygamberin cevresinde toplanan, Kuran a baglanan kimselerin birligi cemaattir.
Said-i Nursi de yeni bir din kurdugunu ileri surdugunden ona bagli topluluga cemaat demistir


Halifenin muttefiki olan Ingilizler Pinarbasi'na dogru geliyorlar.
Onlarla birlik olup Kuva-i Milliyecileri yenecegiz.

Delibas Mehmet -1920
Ingiliz Karadeniz Ordu Komutani General Milne'nin Londra'ya Ingiliz Genelkurmayi'na yazdigi rapor'dan


13 Mart tarihli Temsp gazetesinde Lord Curzon Avam Kamarasinda irad ettigi nutukta Ermenilere dair demistir ki: Bana oyle geliyor ki siz Ermenileri sekiz yasinda pek temiz ve masum bir kiz gibi zannediyorsunuz.
Bunda pek yaniliyorsunuz.
Zira Ermeniler bilhassa son harekati vahsiyaneleri ile ne derecelere kadar hunhar bir millet olduklarini bizzat kendileri ispat eylemislerdir.

(27 Mart 1920)
K.ATATURK


Asla kabahat ve suc ustlenmeyin.

Joseph GOEBBELS
(Hitler in Propaganda Bakani)


PEZEVENK
. . . . . .
Dunya ahvalinden haberi yoktur
Sohbeti din ile acar pezevenk
Komsusu ac iken kendisi toktur
Sanki melek olmus ucar pezevenk
. . . . . .
Karanlik islerde ziplama ister
Evine granit * kaplama ister
Dunya mektebinden diploma * ister
Insanlik dersinden kacar pezevenk
. . . . . .
Herkesin kabina cesmesi akmaz
Erkek sinekleri hareme sokmaz
Fakir komsusunun yuzune bakmaz
Selamsiz sabahsiz gecer pezevenk
. . . . . .
Sanirsin Allah'la akde oturmus
Cennete giderken macun goturmus
Huriler'i dizip isi bitirmis
Simdi gilmanlari secer pezevenk
. . . . . .
Aydinliga dusman yobazin dolu
Hu cekerken sismis agzinda dili
Erbabi, ulkede bunlardan dolu
Durmadan zehrini sacar pezevenk

Asik ERBABI


Hicbir ulkenin hicbir bicimde kesin toprak mulkiyetini kabul etmiyoruz

David Ben Gurion, Israil Basbakani
Yilmaz Dikbas-EFENDI TERORISTLER
0532 233 31 52


Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/



I've linked 1 file to this email:
Mozilla Thunderbird makes it easy to share large files over email.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder