15 Ağustos 2012 Çarşamba

Re: [Egemen Türkiye] Kaçıncı kez ortaya kondu - Balyoz delilleri sahte...

Sayın Akkartal,

Ülkeyi kim, nasıl kurtaracak?

Önce olan nedir?
Ne neyin sebebidir ona bakmalayız?

Her şeyden önce TSK'yı ve onun iskeletini oluşturan subayları tanrısal güçlerle donanmış bir kurum ve kadro saymak hatadır, onu belirtelim.
TSK ve subaylar arkalarında toplumsal bir mutabakat, en azında azımsanmayacak bir toplumsal destek, görmedikleri takdirde düşmanlara karşı mücadele geliştirme yeteneğine sahip değildir.

Sorun sadece Türkiye'nin değil, bütün ulus devletlerin ortak bir sorunudur.

Bir dağda iki efe olmaz.

Teorik olarak, bir ülkede devlet güçlerinden daha güçlü askeri güç olamaz olmamalıdır.
Benzer şekilde, bir ülkede devletten daha zengin oligarklarda olamaz, olmamalıdır.
Herhangi bir yönden devletten güçlü olan unsurların devlete hükmetmesi kaçınılmazdır.
Batılı demokrasilerinde içinde bulundukları en büyük sıkıntı budur.
Para, kapital siyaseti satın alabilmektedir.
Bir ülkede devlet borçlanma ihtiyacını gidermek için, yerel ya da küresel zenginlerden borçlanırsa, bu zenginlerin kaçınılmaz şekilde hakimiyeti altına girer.
Oysa devletler ellerinde bulunan parasal araçları kullanarak, kişilere değil, yaygın şekilde vatandaşlarına borçlanmalıdır.

Tarihten ibret çıkarmak gerekirse, Fransız kralı Güzel Filip kendisine borç verecek kadar zengin olan Tapınak Şövalyelerini yasadışı ilan ederek, mallarına el koymuş, ve borçlanma gereksinimini karşılamış, iktisaden devletten güçlü olan bir finansal güç odağını da tasfiye etmiştir.

Benzer şekilde 17. yüzyıl imparatorlukları da kendi yönetimlerine vesayet getirecek derecede zengin olan oligarkaların müklerine el koymalıydı.
Bunu tıpkı başkaldıran isyancıların tepelenmesi gibi düşünmek gerekirdi.
Oysa bu yola girilmemiştir.

Sonuçta, imparatorluk devletlerine borç verenler, bu devletlerin tamamını yıkıma götürmüştür.
Misal II. ve III Reich hükümetlerini finanse eden Bayer, Warburg, Openheimer vb. hanedanlar, hem  Alman İmparatorluğunu, hem sonraki Alman milli devletini yıkıma sürüklemiştir.
Ancak bu hanedanlar yok olmamıştır, bunlar bu gün itibariyle göç ettikleri ABD'de yaşamlarına devam etmektedir.
Vassal oligarklar merkez bankalarına, hazine yönetimine el koyarak bu devletleri yıkıma götürmüştür.
Durum şimdi de aynıdır.
Bu sefer hedefte ulus devletler vardır.
Elbette artık söz konusu olan oligarklar küresel ölçekte zenginliği olan hanedanlardır.

Artık, bu hanedanların oluşturduğu ittifaklar ülkeleri parasal, askeri operasyonalarla yıkıma götürebilecek kadar güçlüdür.
Sadece gelişmekte olan, ya da geri kalmış ülkeler değil, gelişmiş ülkelerde bu hanedanların tehdidi altındadır.
Bunlar hem bulundukları ülkelerde, hem de hedef aldıkları ülkelerde siyaseti, basını, ticareti rahatça satın alabilmektedir.
Bunlar artık uzun vadeli planlar, dünya hegomanyası planları yapmaktadır.
Çin, Rusya, ABD ve kıta Avrupası ulus devletleri dahi bunların elinde oyuncak olmuş durumdadır.
Türkiye, Türk siyaseti, ekonomisi, kamuoyu ise bu hanedanlar için çok kolay lokmadır.
Ülkeye sokulan birkaç yüz milyar dolar herşeyi değiştirmektedir.
Neredeyse bütün ulusal basın satın alınmıştır.
Neredeyse devlet tekelinde olan karlılığı yüksek bütün tekeller bunlara devredilmiştir.
Bunlar Türkiye'de işbirlikçi kadrolar bulmuş ve yetiştirmiştir.

Hemen bütün mürteciler, cemaatler bunların doğal iş ortağıdır.
Hemen bütün milliyetçiler ise bunların doğal düşmanlarıdır.

Arabın milliyetçisi olan BAAS partisi, Türk milliyetçiliğinin doğal kutbu Kemalizm bunların ağır saldırısı altındadır.
Çünkü milliyetçiler millileştirmekte, mürteciler ise iktidar karşılığında bunlara pay vermeyi kabul etmektedir.
Bunun tek istisnası İran olmuştur, İran'da mürteciler milliyetçi bir tavır almıştır.

Şimdi bizim ülkemizde de vatandaş, tıpkı İran'lılar gibi, dış müdahalelere karşı tepki geliştirmek zorundadır.
Ülkede devletten güçlü hiçbir güç odağının palazlanmaması için her türlü mücadele yapılmalıdır.
Devletten daha zengin olan bütün zenginlerin malvarlığına el koymak zorunludur.
Yerelden, küresele mücadele derinleştirilmelidir.
Bunun için millileştirmeler de düşünülmelidir.
Gerekirse ülkenin, diğer milli ulus devletlerle beraber olacak şekilde küresel ekonomiden soyutlanmasını dahi göze almak gerekir.
Bütün dünyada söz konusu küresel oligark hanedanlarla en katı şekilde mücadele etmek gerekir.
Bu hanedanların mallarına el koymak, üyelerini yasadışı saymak, sığındıkları her ülkede takip ve tedip etmek, ve sonunda dünyayı bu hanedanlardan arındırmak gerekir.

Mevcut para sistemleri sadece ulus devletlerin hükümran olabileceği şekilde dönüştürülmelidir.
Paranın herhangi bir şekilde siyaseti ve toplumu satın alabilmesini önü her türlü yasal tedbirle kesilmelidir.
Bunun için siyasetin finansmanı tamamen saydam, açık, belgelendirilebilir bir hale sokulmalıdır.
Tekel karşıtı yasalar çıkarılmalıdır.
Bütün ulus devletler bu konuda işbirliği yapmalıdır.

Küresel hanedanlar imparatorlukları tasfiye etmiştir, şimdi de ulus devletleri tasfiye etmek üzeredir.
Bu gidişat devam ederse, dünya etnik, dini ya da mezhepsel esaslara dayalı birçok küçük devletçiğe bölünecektir.
Küresel oligarkarın dünya hegomonya hedefleri gerçektir, bunun önünde bu şekilde durmak mümkün değildir.

Bunun dışındaki her türlü düşünüş, önlem geçici, makyaj anlamı taşıyan toplumsal cilve cümbüş olmanın ötesinde anlam taşımaz.
Ülkenin bağımsızlığı, vatandaşın hak ve menfaatlerinin korunması ancak bu bakışla mümkün olur.
Aksi halde, TSK eline geçirenin lüzumlu, lüzumsuz, herkesi tehdit ettiği, ortada kalmış bir silah gibi olur.
Kah askerlerimiz küresel oligarkların emrinde Suriye'de dökülür saçılır, kah Afganistan vb. uzak ülkelerde başkalarının menfaatleri için can vermeye devam eder.

Güç ne askerin, ne politikacını, ne de bürokratındır, güç halkındır.
Halk hakkına gücüne sahip çıkmalıdır.
Ya da yamyam toplumlarda olduğu gibi düşenin yem olduğu yeni dünya düzeninin bir parçası olmayı kabul etmelidir.

Saygılar



.

On 14.08.2012 22:24, Akkartal wrote:

 

 

"Zanlılar mahkemede aklanırlar.
Bırakın adalet yolunu bulsun."

Diyenler için sesleniyorum.
Bu mahkemelerden bir fayda gelmez. Kimse de aklanmaz.
Göz göre göre adil yargılama ilkesi çiğnenmektedir.
Bunu yapan da doğrudan mahkemenin kendisidir. Sahte delliler, yalan bilirkişi raporları, tutarsız ifadeler bir sürü kez ispatlandığı halde bunları sorgulamayan, bu suçları işleyen kişi ve kurumları da ayrı ayrı yargılamayan adalet sisteminin hiçbir davasına, mahkemesine, kararına güvenilmez.

Sayin Poyraz,

Bu durumu sahsen, demin paylastigim bir iletide, reel mantiksal bakimdan kendime izah etmis ve bu isi yapanin ordunun bizzat kendisi oldugunu, izah yolu olarak, somut, makul gerekcesi ile birlikte ortaya koymustum. Siz ise, ordusu yok edilen bir devlette-ulkede, mahkemenin sapa saglam ayakta kalip, boylesi bir karari, hem de orduya karsi verebilecigi gibi, reel olmadigi icin, abzurd olan bir seilde izah etmek istiyorsunuz. Bu nasil is, bu ne mumkun?

Benim savima  gore, bir veya her devletin ozu, onu kuran Ordudur. Ordusuz devlet kurulamaz, kurulsa bile bu ordulu devlet gibi muteber olamaz; muz cumhuriyeti gibi bir sey olur. Dolayisi ile, devleti kuran, onu koruyup, bekasini temin eden  orduya karsi hic bir kurum (kendisi haric) yikici anlamda bir sey yapamaz. Bir sey oldu, yapildi ise eger, bunu illa ki ordunun kendisi yapmistir; baska turlu olamaz. Bir seyi kendi yapmak ile yapilmasini indirekt olarak tesvik veya desteklemek ayni seydir, diye, telakki ediyorum.

Turkiyede  olan da bundan baskasi olmayip, bunun birincil kaniti da emekli genel kurmay baskaninin mahkeme huzurunda vermis oldugu mahut ifadelerdir. Yanlis mi?

Degilse, ki bence degil, o halde bu durumda sorulmasi gereken soru; peki de ordu bunu neden yapar ki?

Turkiye'de bu sorunun kesin cevabini  ordunun elanki idaresi (orn. GKB ve YAS) verebilir, ben veya baska degil. Biz sadece olan bitenden ve temel durumlardan, sabit kurallardan yola cikarak, mantiksal cozumleme ile tahminde bulunabiliriz.

Bunun en makul cevabi; kendini yenilemek veya islah etmek icin,  olsa gerek.

Diyelim ki, siz, hayir, bu olamaz, diyorsunuz.

Peki de, siz bunun niye olamayacagini nasil, neye dayanarak, ispat ile izah ediyor veya edeceksiniz?

Polis gucu, ordu gucunden daha buyuk ve etkili olamayacagina gore?

 
Siz hiç, sahte delil uyduruna polisler hakkında yapılmış bir işlem duydunuz mu?

Hayir, duymadik, cunki buna karar veren makam, bunun olmayacagini da karara baglamis, demektir.  Ordu mensuplarina karsi bunlar (sahte isnatlar-ithamlar) yapilabiliyor ama, Polis mensuplarina yapilamiyor, demis olmuyor musunuz?

Oyle olsa bile, peki bu durumda, H.Avcinin (emniyet muduru idi) basina gelen olayi es gecmeyecekseniz, nasil izah edeceksiniz?

 

 


Siz hiç yalan ifade verdiği tesbit edilmiş tanık, itirafçı hakkında bir işlem yapıldığını duydunuz mu?

Duymadik, zira genel gecer gerekce ayni; bu davalarin arkasindaki, kesin kararini vermis, ulkedeki en buyuk, en etken reel guc  odagi. Kim? Tabii ki Ordu. Degil mi?


Ya da bütün bu saçmalıklara göz yuman bir hakim, savcı, emniyet müdürü hakkında yapılmış yasal işlem duydunuz mu?

Emniyet muduru H.Avciyi demin zikretmistik bu meyanda.

Bir de savcı vardi; Sarikaya…Demek ki, onlar aleyhine de bir seyler yapilabiliyormus.
Bütün bu suçlar ve suçlular himaye edilecek, ondan sonra adalet bekleyeceğiz.
Çok beklersiniz.

Bana oyle geliyor ki, bu davanin sonucunda da her sey olabilir, hatta bir an gelip, alayi serbest de kalabilir, beraat da edebilirler. Cunki onemli olan o surecin gecmesi ve yapilacaklarin yapilmasidir; kimse mani olmadan. Daha onemlisi tabii, ne olacagi ve bunun genelde ordu ve millete faydali olmasi, zararli degil.

Zararli olursa (size gore tabi, coktan zararli olmustur bile) o zaman bunun hesap ve muhakemesi de ona gore, ayrica olur; olmalidir cunki.


14 Ağustos 2012 09:54 tarihinde Oraj POYRAZ <cimcime@neomailbox.net> yazdı:

"Zanlılar mahkemede aklanırlar.
Bırakın adalet yolunu bulsun."

Diyenler için sesleniyorum.
Bu mahkemelerden bir fayda gelmez.
Kimse de aklanmaz.
Göz göre göre adil yargılama ilkesi çiğnenmektedir.
Bunu yapan da doğrudan mahkemenin kendisidir.
Sahte delliler, yalan bilirkişi raporları, tutarsız ifadeler bir sürü kez ispatlandığı halde bunları sorgulamayan, bu suçları işleyen kişi ve kurumları da ayrı ayrı yargılamayan adalet sisteminin hiçbir davasına, mahkemesine, kararına güvenilmez.
Siz hiç sahte delil uyduruna polisler hakkında yapılmış bir işlem duydunuz mu?
Siz hiç yalan ifade verdiği tesbit edilmiş tanık, itirafçı hakkında bir işlem yapıldığını duydunuz mu?
Ya da bütün bu saçmalıklara göz yuman bir hakim, savcı, emniyet müdürü hakkında yapılmış yasal işlem duydunuz mu?
Bütün bu suçlar ve suçlular himaye edilecek, ondan sonra adalet bekleyeceğiz.
Çok beklersiniz.

Balyoz delilleri sahte...

Kamuoyunda bilinen adıyla Balyoz Davası kapsamında halen 250 emekli ve muvazzaf subay tutuklu olarak yargılandığı davada, deliller ili ilgili şaibeler konuşulmaya devam ediyor.

Tutuklamaya gerekçe olarak gösterilen dellilerin tamamı ise dijital kayıtlardan ibaret.

Ancak bu dijital kayıtların manipülatif bir niteliğe sahip bulunduğu Türkiye ve ABD'den alınmış olan raporlarla ispatlanmış durumda.

Şimdi bu ispatlara bir yenisi daha eklendi.

Almanya'da Berlin Mahkemelerine Adli Bilişim alanında bilirkişilik hizmeti veren Gramberg & Vogel Bilişim Bürosu tarafından yapılan incelemeleri raporlaştıran Bilgisayar Yüksek Mühendisi Bernhard Gramberg şu tespiti yaptı:

"Özet:

Calibri yazı tipine dair

Calibri yazı tipi 2004 yılında hazırlanmış ve 2005 yılında kamuya açıklanmıştır.

Ancak Vista programıyla birlikte (2006 sonu) işbu yazı tipi yaygınlaşmıştır.

Word/ Office 2007'de Calibri Word dosyalarında kullanılmaktadır.

Calibri yazı tipi olan Word dosyaları

Aktarılmış olan CD'lerde/ Samsung sabit diskinde en azından 67 dosyada Calibri yazı tipi yer almaktadır, hâlbuki dosyalar 2003 (veya daha erken) bir döneme aittir.

Değerlendirme

Calibri yazı tipi 2003 yılından çok daha sonra (yaklaşık 2006/2007 yılından itibaren) kullanılmaya başladığı için, Calibri yazı tipini içermekte olan Word dosyaları da 2003 tarihinden çok daha sonra işlenmiş olmaktadır.

2003 yılında Calibri yazı tipi içeren Word dosyalarının bulunmuş olması mümkün değildir."

Raporun Tam metni için EKİ İNDİRİNİZ.

Bir başka ifadeyle Gramberg & Vogel Bilişim Bürosu tarafından yapılan inceleme neticesinde elde edilen bulgularda, 11,16 ve 17 Nolu CD'ler ile Gölcük Donanma Komutanlığı'nda el konulan 5 Nolu Hard Disk içinde kayıtlı dijitallerin 2003 yılına ait olamayacağı söyleniyor.

Tüm bu bilimsel gerçekler ortada dururken davaya bakmakta olan İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesi sahte dijitallerle tutukluluk halinin devamına karar vermekte.

Muvazzaf subayların durumları ise Yüksek Askeri Şura toplantısı öncesinde başka bir öneme sahip.

Adil Yargılanma Hakkı'nın hiçbir kuralına uyulmaksızın devam eden yargılama sürecinde, bu kişilerin sahte dijital dokümanlarla tutuklu tutulması, masumiyetleri bilimsel verilerle ispatlanmış olan bu kişilerin belki de yıllarca emek verdikleri Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilerinin kesilmesine kadar gidebilecek bir sürecin de tetikleyicisi olabilecek.

Şuana kadar Bogaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Arsenal Consulting Inc Adli Bilişim Şiketinin yapmış olduğu incelemeler neticesinde, TÜBİTAK tarafından "2003 yılında oluşturulduğu ve sonrasında hiçbir değişiklik yapılmadığı" belirtilen dijital dokümanların 2007 yılına ait bir teknolojiyi içinde barındırdırdığı tespiti yapılmıştı.

Avukat Hüseyin Ersöz konu ile ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Tüm bu bilimsel gerçeklere karşın 250 kişinin halen tutuklu tutulması, adil bir yargılama yapıldığına olan inancı ortadan kaldırmaktadır.

Devam eden yargı süreci tüm evrensel hukuk değerlerinin gözardı edildiği bir kara hukuk uygulamasıdır.

Kendisini çağdaş, demokratik ve hukuk devleti olarak tanımlayan bir ülkede benzer bir durumla karşılaşılması mümkün değildir.

Başbakan'ın dahi "Devlet içinde devlet oldular" diyerek eleştirdiği eski adıyla Özel Yetkili yeni adıyla Geçici Yetkili Mahkemeler temel hak ve özgürlükleri ortada kaldırarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Bu şekilde devam eden ve Savunma Hakkı'nı tamamiyle ortadan kaldıran İstanbul 10.Ağır Ceza Mahkemesi'nin adil bir karar vereceğine ilişkin tüm inancımızı kaybetmiş bulunmaktayız."

Av.Hüseyin ERSÖZ

Çetin DOĞAN, Süha TANYERİ, Dursun ÇİÇEK, Kadir SAĞDIÇ, Nedim ULUSAN, Hakan BÜYÜK, Ahmet Bertan NOGAYLAROĞLU, Mehmet Fatih ILGAR ve Ahmet Zeki ÜÇOK Müdafii

Odatv.com


--
[Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "Egemen Türkiye" grubu.
http://groups.google.com.tr/group/Egemen-Turkiye?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin]
 
[GRUP ÜYELERİNİN DİKKATİNE:
5680 sayılı Basın Yayın Yasası Kapsamında tartışma gurubumuza gönderilen mesajların liste üyelerini ve yöneticilerini zor duruma düşürülmemesi, yasalara karşı saygılı olunması gerekmektedir.
Guruba gönderilen konular ve buna dair mesajlardaki görüşler,
yöneticileri bağlayıcı değildir.
Her üye gönderdiği ileti ve içeriğinden, tartışma esnasında verilen cevapalardan kendileri sorumludur.
Saygılarımla... ]
GURUP YÖNETİMİ



--
En iddiasız İDDİACI: Husrev Özel


--
Cahil dosttan ziyade akilli dusmanina guven.

Hz.Ali

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder