21 Kasım 2013 Perşembe

10-SİZİN İÇİN YAZDILAR - 2013/11/21 12:54


Hasan Demir : Altınlar kimin cebinden?

Hep Barzani'nin taktığı altınları konuştuk.
Ya Erdoğan'ın taktığı altınlar?

Sizce Erdoğan, Diyarbakır'daki o düğünde evlenen çiftlere bilezik taktı mı?
Taktı ise kendi cebinden mi taktı yoksa
'Örtülü Ödenek'ten yahut devletin herhangi bir harcama kaleminden mi çıktı bu bileziklerin parası?

Böyle bir takı işi olmadı ise sözümüz yok.

Eğer oldu ise kendi çocuklarının düğününde takılan ziynet eşyalarını torbaya doldurup evine götürüyorsan ki elbette götüreceksin, bu o çiftlerin hakkıdır, o zaman gittiğin düğünlerde de takıyı devletin kesesinden değil kendi kesenden takacaksın arkadaş...

Dememiz bu.

Eğer kendi kesenin gücü yetmiyorsa, partinin trilyonları var, bunu oradan karşılayacaksın.
Yok, Partiler Kanunu'na göre böyle bir harcama usulsüz amma devletin imkânlarından karşılamak hukuk çerçevesinde ise, bu hukuk, "Hak-Hukuk" değil, "İşime öyle geldi, yaptım" hukukudur ve ne vicdanlarda ne ilahi mizanda buna onay verilmez.
Hz.Ömer(r.a.)'in özel işini görüşürken devlet mumunu söndürüp kendi mumunu yakma sebeplerinden biri de gelecekte kendi adını kullanarak devlet imkânlarını çarçur edenlerin önünü kesmek içindir herhalde.

Tam bu noktada rahmetli Akif'in Avrupa'yı anlatırken, "Dinleri işimiz, işleri dinimiz gibi" demiş olmasını hatırladık.
Hatırladık çünkü 2010-2012 yılları arasında Almanya Cumhurbaşkanı olan Christian Wulff'ın başına gelenler gazetelerde yazılıp çiziliyor.

Wulff, 2008 yılında, yani daha Almanya Cumhurbaşkanı olmadan, Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı olduğu dönemde Münih'te bir Sonbahar Festivali'ne katılır.
Festival'de bir otelde konaklar ve otel masrafı olan 750 Euro'yu festivali organize eden film yapımcılarından David Gronewold öder.
Daha doğrusu, iddia böyledir.

Sonra anlaşılır ki, aslında 750 Euro'nun 500 Euro'sunu yani oda masrafını Aşağı Saksonya Başbakanı kendi özel hesabından ödemiş, para çıkış ve girişteki ekstralarla ispatlanmıştır.

Bütün gürültü işte bu 250 Euro içindir.

Alman savcıları 250 Euro'nun hesabını sormak için tam 30 bin sayfa iddianame düzenlerler.
Başbakan da bu 250 Euro'nun nereden kaynaklandığını merak eder.
Başbakan otel odasına çıkmadan önce film yapımcısı Christian ile otelin lokantasında bir yemek yemiştir.
250 Euro bu yemeğin parasıdır.

Film yapımcısı, "O benim arkadaşım, bir yemek ısmarladım" demektedir.
Başbakan ise, yemek masraflarının otel masrafına ilave olunacağı zannındadır amma o da, "Biz aile dostuyuz, bir aile dostu bize bir yemek ısmarlamış, çok mu?" demektedir.

Orası Almanya.

Dinleri batıl, yani bizim işlerimiz gibi olsa da, işleri dinimiz gibi, "istikamet üzere".

Türkiye'de Cumhurbaşkanları, Başbakanlar günlerce arkadaşlarının otellerinde, gemilerinde ağırlanır.
Kimse hesap sormaz, soramaz.
Hatta çoğu zaman Başbakanlar, Bakanlar tatil yaptıkları eş-dost otelinden çıkıp devletin valisini, belediye başkanını ziyaret ederek, bu geziye bir "görev" süsü verir, tatil masraflarını bütçeden, yani milletin sırtından çıkarır, sofrasından dilim eksilterek karşılarlar.

0000

Türker Ertürk : Düşmanığın Denklemi

Geçtiğimiz cumartesi Diyarbakır'da tanık olduğumuz kepazelikler ülkemizi yönetenlerin ihanet içinde olduklarını şüphe götürmez bir biçimde gösteren sayısız örneklerden biridir.
Hâlâ aymadıysanız sizi temin ediyorum daha büyük rezilliklere, ihanetlere, kan kin ve gözyaşına da şahit olacaksınız.
Söylemedi demeyin!

Geçen hafta başladığım Atatürk konusuna bu yazımda da devam edeceğim.
Şunu kabul ediyorum; Herkes benim gibi Atatürk'e büyük bir sevgi ve hayranlıkla bağlı olmak zorunda değil.
Hatta sevmek zorunda bile değil.
Ama Atatürk'e düşmanlık ediyorsa bilin ki, onun arkasında başka nedenler var.

Yobaz değilseniz düşmanlık edemezsiniz

Bu topraklarda Atatürk eşittir çağdaşlaşmadır, aydınlanmadır, bilim egemen kafalı ve eleştirel akla sahip insanın yaratılması projesidir.
Atatürk aynı zamanda eşittir antiemperyalist mücadeledir, üretebilmektir, ilahi mesajın doğru algılanmasıdır, tam bağımsız olma yolunda ilerlemedir, laikliktir, milli birliğimizdir, bölünmez bütünlüğümüzdür, kurucu ideolojimizdir ve kusursuz demokrasiye giden yoldur.

Eğer su katılmamış yobaz değilseniz, bugün medeni dünyanın gözünün içine baka baka bunlardan bazılarına düşman olsanız bile açık açık düşmanlık edemezsiniz.
O zaman yapılması gereken eşitliğin sol tarafına yani Atatürk'e düşmanlık ederek eşitliğin sağ tarafına dolaylı olarak düşmanlık etmektir.

Türkiye Cumhuriyeti'ne tecavüz edilmiştir

Eğer birisi Türkiye'de Atatürk'e düşmanlık ediyorsa hemen yukarıda özetlemeye çalıştığım denklemin sağ tarafına bakın, mutlaka yerini bulacaktır.
Hiçbir şey nedensiz olmadığı gibi Atatürk düşmanlığının da mutlaka sebebi vardır.

Diyarbakır'da Türkiye Cumhuriyeti'ne tecavüz edilmiştir.
Bu tecavüz uzunca bir süredir devam eden Atatürk düşmanlığı ile Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonel davalarla kazanılan zeminin üzerine bina edilmiştir.
Bu zemin olmasaydı Irak'ın toprak bütünlüğü yok sayılarak elinde Türk şehidinin kanı olan Barzani Diyarbakır'a gelemezdi.

İlkel bir millet tanımına ihtiyaç var

Dünyanın en modern, en çağdaş, en hoş görülü millet tanımı Atatürk'e ait olup Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ideolojisinde yerini almıştır"Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir" diyor kurucu ideolojimiz.
Bunun anlamı bizim Türklüğümüzün arkasında Araplık, Kürtlük, Çerkezlik, Arnavutluk, Boşnaklık, Lazlık, Türkmenlik, Tatarlık hatta Ermenilik, Rumluk ve Süryanilik de vardır.

Fakat emperyalist projenin dünyanın merkezi konumunda bulunan ve jeopolitik olarak çok değerli olan bu topraklarda daha ilkel bir millet tanımına ihtiyacı vardır.
Her türlü evrenselliğine ve çağdaşlığına karşın Atatürk'e düşmanlığın dış destek bulmasında en büyük neden budur.

Ortadoğu taşeronu

İşte bu nedenle Erdoğan liderliğinde AKP, Atatürk düşmanlığında emperyalizmle işbirliği yapmaktadır.
Farklı hedefleri de olsa ortak çıkarlar birlikte hareket etmeyi gerektirmektedir.
Batı'da bile Erdoğan için "ABD'nin Ortadoğu taşeronu olduğu" değerlendirmesi yapılmaktadır.

Türk kimliğine düşmanlığın, andımızı kaldırmanın, milli bayramlarımızı kutlamanın yasaklanmasının, Atatürklü Türk bayraklarına karşı düşmanlığın, askere saldırmanın, TC'yi yok etmenin ve terörist seviciliğinin arkasında olan emperyalist projenin realizasyonu çalışması vardır.

Bugün geldiğimiz aşamada yıpranan ve kontrolden çıkan taşeronun yenisi ile değiştirilmesi söz konusundur.
Projeyi kaldığı yerden aynen devam ettirecek birisi ve birileri aranmaktadır.

Saygılar sunarım.

0000

Arslan Bulut : Tayyip Erdoğan ile kim gurur duyuyor?

Tayyip Erdoğan parti grubunda konuşurken, dinleyici bölümünde bir grup slogan atıyor:

"Tekirdağ, seninle gurur duyuyor!"

Erdoğan, teşekkür ediyor.
Ardından aynı grup bu sefer başka bir ilin adıyla yine Tayyip Erdoğan ile gurur duyulduğunu söylüyor!
Tamamını izlemedim ama 81 ili sayacaklarmış gibi bir görüntü vardı...

Peki ama TBMM çatısı altında, herkesin AKP'li olduğu bir salonda, dinleyici sıralarına yerleştirilmiş bir grubun Tayyip Erdoğan'a destek sloganları atmasına neden ihtiyaç duyuluyor?

Tayyip Erdoğan'ın parti içinde ciddi bir rakibi mi var?
Yoksa herkes rakip oldu da Tayyip Erdoğan, dışarıdan getirdiği kalabalıkla kendi milletvekillerine karşı gösteri mi yapıyor?

Öyle ya hitap ettiğin insanlar kendi partinin milletvekilleri...
Dakikada bir yığma bir kalabalığa "Filanca il seninle gurur duyuyor" diye slogan attırmanın mantığı nedir?

***

Aslında bu sorunun cevabı, Tayyip Erdoğan'ın konuşmasının içinde var!
Mevcut Anayasa ve Ceza Kanunları'na göre büyük suçlar işlediğini biliyor.
Bu sebeple, "Mustafa Kemal de
'Anasır-ı İslam' demişti, Mustafa Kemal de mi bölücüydü?
Kürdistan kelimesini kullanan zamanın mebusları da mı bölücüydü?
Kürt damadımız var diyen Alpaslan Türkeş de mi bölücüydü?"
diyerek son suçunu örtbas etmeye çalışıyor.

Evet bir taraftan cesur davranıyor ama diğer taraftan da fena halde korkuyor.
Gerçi, "Korkuyla büyük devlet olunmaz.
Kelimelerden, kavramlardan korkanlar, kendi icat ettiği tabulardan, kendi imal ettiği kâbuslardan korkanlar, büyük devlet inşa edemezler.
Küçük düşünerek büyük işler yapılmaz.
Büyük düşünecek, büyük adımlar atacak, büyük hedeflere böyle ulaşacağız"
diyor ama yaptığı işin Türkiye birliğini dağıtmak olduğunu biliyor...

Orduyu etkisizleştirip, polisi, istihbaratı ve yargıyı da ele geçirdikten sonra kendisine hesap soracak bir güç kalmasa bile kendi partisinde bir çatlak çıkacak diye korkuyor.
Onun için dakikada bir slogan attırarak, kendi partisinin milletvekillerini hipnotize etmeye, kendi akılları ile düşünmelerini engellemeye çalışıyor.

Zaten AKP Kütahya milletvekili İdris Bal, "Korku ile büyük devlet olunamayacağı gibi, hesapsız, plansız, günübirlik küçük hesaplarla büyük devlet olunamaz, ancak büyük hatalar yapılır" diye cevap verdi bile.

***

Tayyip Erdoğan'ın korkusu, son tahlilde bölücülük yapmaya fıtrat olarak müsait olmayan AKP'li milletvekillerinin isyan etmesi ve kendisine aleni suçlamalar yöneltmesi...

Bu suçlamalar şimdilik sadece MHP'den geliyor ama, bu partinin ana söylemi olan Türk Milliyetçiliği, Türkiye'nin kuruluş felsefesidir ve MHP'nin aldığı oy ne kadar olursa olsun, bu fikir milletin tarihi misyonunu temsil eder.

Bakın Devlet Bahçeli, "Türk vatanı bir avuç soyu sopu karışık, kökeni ve aidiyeti sorunlu, gelmişi ve geçmişi zift gibi siyah, vicdanı ve insanlığı çürümüş yüzlerin meydan okumasına sahne olmuştur" diyor.

"Her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım" sözlerinin sahibi olan Tayyip Erdoğan ise "Türk Milleti" olarak tecelli eden Türkiye Birliği'ni karşı, Barzani'nin Kürt birliğini ve Kürdistan'ı öne çıkardıktan sonra "Bizim milliyetçiliğimiz" diye başlayan cümlelerle ne kadar milliyetçi olduğunu Marmaray gibi eserlerle anlatmaya çalışıyor!

11 yıl iktidarda olursanız elbette birkaç tane kalıcı eser yapmak durumundasınız.
İktidarın görevi icraattır, muhalefetin görevi ise takınacağı tavırla iktidarı denetlemektir.

***

Her neyse, Tayyip Erdoğan'ı dinlerken aklıma gelen soru, "Kim gurur duyuyor?" şeklindeydi.
Burada kimin gurur duyduğunu benim sıralamam gerekmez...
AKP'ye oy veren vatandaşlara sormak gerekir: Şimdi Tayyip Erdoğan ile kim gurur duyuyor?

0000

Erdoğan Gökçe : TÜRKİYE'Yİ BÖLDÜRTMEYECEĞİZ

2004 yılından beri Türkiye'yi parçalayacağını ve Diyarbakır'ı Ortadoğu'nun yıldızı yapacağını söyleyen Tayyip Erdoğan, bu amacına ulaşmak için yeni bir hamle daha yaptı!
Diyarbakır'a davet ettiği Amerikan kuklası Barzani'nin ayağına gitti.

Sıradan bir aşiret liderini, "devlet başkanı" gibi karşıladı.
Barzani'yi mi kendi seviyesine çıkardı yoksa kendisini mi o seviyeye düşürdüğü ayrı bir tartışma konusu.
Ama şurası gerçek ki: ABD talimatlarıyla hareket eden Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin parçalanması konusunda önemli bir hamle yaptı.
İlk kez Irak'ın kuzeyinden "Kürdistan" olarak bahsetti"Diyarbakır'ı bölgenin kutup yıldızı- yani Irak, İran, Suriye ve Türkiye "Kürdistan"ı'nın başkenti yapacağını söyledi.
PKK'ya genel af çıkaracağını, dağdaki teröristlerin inmeleri için her türlü kolaylıkları sağlayacağını söyledi…

"Bu daha başlangıç" diyen Tayyip Erdoğan, "Diyarbakır değişirse Irak ve Suriye'de değişir" dedi.
Yani, Türkiye'de bir Kürt Federasyon kurulursa Irak ve Suriye'de kurulması kolaylaşır demeye getirdi.

Tayyip Erdoğan'ın son zamanlarda diline doladığı "Yeni Türkiye" söyleminin anlamı bu!
ABD'nin yayınladığı BOP haritasına baktığınızda, BOP eşbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın söyleminin ve eyleminin ne olduğu daha iyi anlaşılır.

Evet, ABD'nin sıkıştırdığı Tayyip Erdoğan bunları yaparken, Meclisteki ana ve yavru muhalefet ne yapıyor?
Biri, milletin gazını almaya, diğeri de desteğini sürdürmeye devam ediyor.

Peki bu durum karşısında ayağa kalması ve milleti de ayağa kaldırması gereken gerçek Atatürkçülerle gerçek milliyetçiler ne yapıyor?

Gerçek Atatürkçülerin çoğu ayakta da gerçek milliyetçilerden öyle belirgin ve örgütlü bir tepki görülmüyor henüz.

Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar Müslüman olanlar hani nerdeler?

"Ya sev ya terk et" diyerek, kendini en büyük milliyetçi ve vatanın gerçek sahibi sananlar!
Nerdeler?

Ama Türk milleti ayakta!

Vatanı böldürmeyeceğiz!

Büyük ülkelerin büyük liderleri Ankara'ya Atatürk'ün ayağına gelirdi.
Tayyip Erdoğan ise Diyarbakır'a, Amerikan kuklası bir aşiret liderlerinin ayağına gidiyor.
Daha düne kadar Türk pasaportuyla gezen ve subaylarımıza
'komutanım' diyen, postal yalayıcısı birinden medet umuyor.

Tayyip Erdoğan'ın içine düştüğü durum işte bu!

AKP, PKK, Barzani ittifakı şarkılı, türkülü törenlerle Türkiye'yi parçalamak için yeni hamleler yapsalar da, sonuçta yenilmeye ve kaybetmeye mahkumlar.

Çünkü o çok güvendikleri ve kucağına sığındıkları ABD çöküyor.

Çünkü AKP iktidarı çöküyor, Kürt halkı PKK'ya itibar etmiyor, Barzani kendi bölgesinde zor durumda.

Bakın, Diyarbakır gibi bir ilde, İbrahim Tatlıses ile Şıvan Perver bir konser vermeye kalksa, inanın 100-150 bin insan toplanır o mitin yapılan meydana.
Oysa AKP-PKK Barzani ittifakının yanına bir de Tatlıses ve Perver eklendiği halde, meydandaki kalabalık 40 bini geçmez.

Kaldı ki "VATANI BÖLDÜRMEYİZ" Türküyle Kürdüyle TÜRK MİLLETİ ayakta!

Haziran eylemleri devam ediyor.

Sadece bir günde ve Ankara halkından Atatürk'ün huzuruna çıkan insan sayısı 1 milyon!
Bir de 10 Kasım günü saat 9'u 5 geçe Ata'ya saygı duruşunda bulunan insan sayısını bir düşünün.

Denizde boğulurken kurtulmak için birbirlerine sarılanlar gibi karada kaybedenler de birbirlerine tutunarak kurtulmaya çalışıyorlar.
Diyarbakır'daki ittifakın diğer anlamı budur.

Irak, İran, Suriye ve Türkiye kazanmaya, AKP-PKK ve Barzani kaybetmeye başladı.

AKP yıkıldığında ve Milli Hükümet kurulduğunda, bölgemize yeninden huzur ve barış gelecektir.

Devlet Bahçeli ve Özellikle de Kemal Kılıçdaroğlu!
AKP'ye yandaşlık yapmaktan, bölücülerle ve cemaatlerle ittifak yapmaktan vazgeçmeli, bir an evvel ayağa kalkan Türk halkının önüne düşmeliler.

Aksi taktirde kaybedenlerin kaderine ortak olurlar.

0000

Emin Çölaşan : Konuşsanıza...

Sevgili okuyucularım, dünkü yazımda sizlere ilginç bir olayı anlatmıştım.
BDP'li -Kürtçü- Şırnak Belediyesi'ne ait bir araç, her zaman olduğu gibi dağdaki teröristlere sıcak yemek götürüyor.

Dağda her gün yer değiştiren teröristlerin o sırada nerede olduğu bilinmediğinden, her seferinde araca iki PKK'lı kılavuz alınıyor.
Belediye aracını onlar yönlendiriyor.

Araç teröristlerin barındığı yere doğru -içinde karavana kaplarıyla- yol alırken bir kaza oluyor ve 200 metre derinlikteki bir uçuruma yuvarlanıyor.

İçindeki dört kişi ölüyor.

Dağda yemek bekleyen ve tabldot gecikince karınları iyice acıkan teröristler, araç gelmeyince belediyeyi arayıp kazayı öğreniyor.

Olay 45 gün boyunca kamuoyundan ve medyadan gizleniyor.

Rezalet dün itibariyle açığa çıkmış durumda.
Dün yazdım, internet sitelerine görüntüleri ile düştü.

* * *

Şimdi karşımızdaki şu tabloya bakınız!..
Bir belediye, dağdaki teröristlere her gün sıcak yemek çıkarıyor ve kendi aracıyla gönderiyor.

Bu, çok büyük bir suçtur.
Sadece BDP'li belediyenin değil, Şırnak'taki tüm ilgili kamu görevlilerini de töhmet altında bırakır, başını ağrıtır.

Bu durumda bir kez daha soruyorum:

Şırnak Valisi, Emniyet Müdürü, Şırnak savcıları, MİT ve asker görevliler nerede?

Onları da bırakın bir yana, İçişleri Bakanlığı nerede?
Şırnak'a bu konuda müfettiş gönderildi mi, soruşturma açıldı mı?

İşlerine geldiği zaman birkaç dakika içerisinde açıklama yapıp herhangi bir haberi yalanlama yarışına girenler bu konuda niçin suskun kalıyor?
Yoksa rezaleti örtbas mı edecekler?

Oysa olay çok basit!..

Hükümet bu gibi olayları görmezden geliyor.

Kürtçülük açılımı-saçılımı zarar görmesin diye dağdaki teröristlerin BDP'li belediyeler eliyle beslenmesine bile sessiz kalıyor.

Çok özür dileyerek ve üzülerek söylüyorum, tutarlı bir açıklama gelene kadar bu işin peşini bırakmayacağım, sormaya devam edeceğim!..

Çünkü bu iktidarın -işine gelmeyen konularla ilgili- taktiğini çok iyi biliyorum.

"Bırak yazsınlar, iki gün sonra unuturlar!"

Devlet işte böyle yönetiliyor.

Ses verdikleri takdirde burada sizlere iletirim.

PKK kentlerin göbeğinde

Sevgili okuyucularım, adına Barzani denilen katilin gölgesine sığınan Tayyip her gün nutuk atıyor ve Türk Milleti'ni kandırmaya yelteniyor:

"Terörü bitirdik.
Bundan sonra dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak!"

Dün ise aynen şöyle dedi:

"Ben hayallerimi söyledim.
Gündemimizde genel af yok!"

Öyle bir ülke olduk ki, malum şahıs bizi hayalleri ile avutuyor!

Oysa terör artık kentlerde kendini gösteriyor.

Güneydoğu'nun çeşitli il ve ilçelerinde kurulan PKK asayiş birimleri araç ve kimlik denetimi yapıyor, işyerlerinden haraç toplamayı sürdürüyor.

Bu olaylar askerin ve polisin gözleri önünde oluyor.
Karışan yok!

Şimdi size dünden iki ayrı haberi aktarıyorum:

- PKK, Van-Şırnak karayolunu yapan şirketin şantiyesini bastı.
Çalışanları tehdit eden silahlı 15 PKK'lı 7 kamyon, 1 dozer, 1 ekskavatör ve 1 yakıt tankerini yakıp uçurumdan aşağıya attı.

İkinci haber:

- Adana merkezde PKK yandaşları bir belediye otobüsünü taşladı.

Teröristlerden dayak yiyen ve atılan taşlardan yaralanan şoför otobüsün kontrolünü kaybedip yolda annesiyle yürüyen altı yaşında bir çocuğa çarptı.
Çocuk öldü.
Adana'da daha önce de iki belediye otobüsü şoförü teröristlerden dayak yemiş ve kolları kırılmıştı.

Ortam gerçekten çok güzel!

Sen şimdi hayallerinin rehavetine girip dağdaki teröristleri indireceksin, cezaevlerini boşaltıp hepsini salı vereceksin, her şey daha da güzel olacak!

İşsizin dramı

"Sayın Emin Bey, bundan bir buçuk yıl önce Manisa'daki Celal Bayar Üniversitesi diplomamı cebime koydum.
Üniversitemiz, rektöründen bilmem neyine kadar tam bir AKP kuruluşu.
İş aramaya başladım.
Evliyim, ellerinizden öper bir yaşında bir tosunum var.
Eşim yavrumuza bakıyor, çalışması mümkün değil.
Ben iş arıyorum, bulmam mümkün değil.
Birkaç yere başvurdum, AKP' den referans getirmemi istediler.
Yani benim hiçbir partiden bir tanışım yok ki bulayım.
Olsaydı, inanın onlara da giderdim.
Bir kere AKP il binasına gittim, kapıda ismimi alıp savdılar.
İçeriye girmem mümkün olmadı.
Devlette çeşitli sınavlara girdim, yazılıyı geçip mülakatlarda elendim.
Kendi adamları olmayınca gelen soruları bir göreydiniz!
Din ve ahlak, peygamber, ayetler, sureler.
Şimdi özel bir şirkette kat görevlisi olarak asgari ücretle çalışıyorum.
Aldığım paranın yarısı yola gidiyor.
Sigortamın olup olmadığını söylemiyorlar.
Elimde kovayla paspas yapıyorum ve de ayrıca çay yapıyorum.
Sizin anlayacağınız, bir tek çay parası vermiyorum.
Bana ne olur yol gösterin, çare bulun, ben ne yapayım…
İsmim sizde kalsın…"

* * *

Şimdi ben bu okuyucuma ne diyeyim?.

"Git derdini Tayyip'e anlat, cami avlusunda elini öp, o sana çözüm bulur kardeşim" desem saygısızlık olur…
Çünkü Tayyip o ve onun gibilerin propaganda mekanizmasında gariban işsizlere yer yoktur.

Sevgili okuyucularım, işsizlik sorunu Türkiye'nin kanayan yarası.

Devletin kurumu olan TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), son işsizlik rakamını birkaç gün önce resmen açıkladı.

Ülkemizde kaç kişinin işsiz olduğunu biliyor musunuz?

TÜİK rakamlarına göre tam 2 milyon 806 bin kişi.

Bu rakamın aslında daha yüksek olduğunu, TÜİK'in az gösterdiğini tahmin ediyorum.

* * *

Şu manzaraya bakınız!

Bir yanda halka "İki yetmez, en az üç isterim…
Üç de olmaz, dört olsun, haydi yavrum iyi bastır"
diye sürekli çağrıda bulunan ilkel kafalar…
Yedi Kocalı Hürmüz'de olduğu gibi "Üç de yetmez beş olsun, ver Allahım ver!."

Öbür yanda inim inim inleyen, iş arayan tam 2 milyon 806 bin işsiz.

Bir başka yanda ise 700 küsur liraya bir ay boyunca çalıştırılan, iliğine kadar sömürülen birkaç milyon vatandaşımız.

İnanıyorum, o işsizlerin ve asgari ücretlilerin çoğu da "Ama abicim bu iktidar Müslüman" tongasına düşmüş, AKP'ye oy veren insanlar.

Siz muhalefet partilerinin hiç bu 2 milyon 806 bin rakamını gündeme getirdiğini, Tayyip hükümetini bu yolla sıkıştırıp hesap sorduğunu duydunuz mu?

Elbette duymadınız.
Bunun hesabı sorulmazsa neyinki sorulur!

Tayyip bu konuya değinemez çünkü işine gelmez.

İşsizlik, bir ülkenin en önemli gündem maddelerinden biridir.

Türkiye hariç!

Bizi kaptırdılar bir akıntıya, Kürdistan'ın, Kürtlüğün, Barzani'nin vesairenin peşine kuyruk yaptılar!

0000

Afet Ilgaz : "Bu daha başlangıç"

Başbakan Diyarbakır'da bu daha başlangıç, dedi durdu.
Biliyorsunuz
'Bu daha başlangıç, mücadeleye devam' Gezi'nin sloganıydı.
Herhalde çok belli olur diye devamını söylemedi.
Gezi'nin sloganlarını kapıp duruyorlar.
Bir tek
'Biber gazı sık bakalım'ı söylemiyorlar.
Kolay değil tabii.
Biber gazını yemek yani, kolay değil.
Hatırlamak istemiyorlar.

Başbakanınkiyle gençlerinki temenniler bakımından apayrıydılar.
Başbakan bir bölünme sürecini kastediyordu, gençler ise bütünleşme, milli hareketlerde ve davalarda hatta evrensel doğa, insan değerleri için dileklerini dile getiriyorlardı.

İnsan öldüren ve öldürenleri barındırıp besleyen bir grupla, kesilen ağaçların yerine çiçek diken, ağaçlara sarılan, ölen arkadaşlarını unutamayan ve onlar için bir defa daha ölen vefalı insanlarla bunların ne alakası olabilir.

***

Eskiler Allah'ın esmalarından birinin hakim olduğu felaketler dönemi için "Gün kötünün" derlerdi.
(Pazartesi yazmıştım.) Sanırım bizimki de kimine göre uzun, kimine göre kısa bir fetret dönemi.
Ama dünyada da Türkiye'de de dikkate değer birleşmeler, ayrışmalar oluyor.
Gün, iyiye evriliyor.

Türkiye yönetiminin etkin olan iki grubu, savaş halinde.
Biri ötekine cehennemlik diyor, tımarhane lafı ediyor, öteki berikine ekonomik zararlar vermeye çalışıyor.

Kürt terörü birbirine düştü.
Barzani bile kendini devlet adamı yerine koyup, Esad yanlısı Salih Müslim'e kapılarını kapatıyor.
Biz hiçbir zaman böyle şeyler yapamadık.

Suriye'ye saldıran teröristler parça parça.

Bizimkiler müdahale müdahale diye çırpınırken, bütün dünya çeşitli ve bir çok sebeplerle Suriye savaşını unuttu.

Türkiye'de halk, müthiş bir sağduyu ve bilinçlilikle her yerde ve her zaman, olağanüstü bir direniş göstererek bölünmeye karşı duruyor.

Vatan eylemleri başlıyor.

Yani bu daha başlangıç, mücadeleye devam diyor.

Yönetimdeki partide Kürdistan ilanından sonra rahatsızlık ayyuka çıktı.

Peki sizin, başladığını ilan ettiğiniz mücadelenin sonu nedir?
Bunu da bir açıklar mısınız?

Bülent Bey'in Kürdistan tarifi

Bülent Arınç'a Kürdistan meselesi soruluyor.
Oranın ismi Kürdistan da ondan öyle söyledik, gibilerden bir cevap.
Bunu beş dakika kadar hikayelendiriyor.
Mantığa bağlamak istiyor.
Pazartesi söyledim onlara, biz artık imparatorluk değiliz, eyaletlerimiz yok.
Komşularımız eyalet ve Osmanlı lafından nefret ediyorlar.
Onları kurtaracağız diye az Mehmetçik kanı dökmedik.
Biz, ulus devletiz ve sadece ülkemizin bütünlüğünü düşünmek zorundayız.
Bütün ulus devletler gibi.

Yani Karadeniz'in kuzeyine Osmanlı zamanında Lazistan, Pontus dendi diye bugün de öyle mi yapacağız.

Çöplüğe ne gidecek?

Ne kadar hazımlı olduk.
Eskiler bu hale "mezhebi geniş" derlerdi.
Adamın biri çıkmış; Cumhuriyet, Kemalizm, laiklik çöpe gitti diyor.
Hiçbir kurumun umurunda değil.
Oysa bu, devletimizin haysiyetini ilgilendiren bir hakaret.

Hiçbir şeyimiz çöpe gitmedi.
Çöpe gidecek, keneler gibi sırtımıza yapışmış olan, koltuk ve iktidar istekleriyle dolu Amerika'nın emrindeki zararlılardır.

0000

Sedat Atay, Eğitimci : DERSHANELER SORUNU

Türkiye'de Köy Enstitülerinin kapanması ile başlayan süreç bugün kördüğüm olmuş bir eğitim karmaşasına dönüştü.
Köy enstitüleri güncellenerek bugünlere taşınabilseydi, ülkemiz olmayı hayal ettiğimiz yerlere varmış olurdu.

Fakat emperyal ülkelerle yapılan antlaşmalar, ülkemizi bugünlere taşıdı.
Eğitimin ana ilkesi yaparak yaşayarak öğrenmedir.
Bu bin yıllar önce 'BİR KERE BALIK VERİRSEN, BİR KERE KARNI DOYAR.
BALIK TUTMAYI ÖĞRETİRSEN ÖLENE DEĞİN KARNI DOYAR' denerek Çinli bir eğitim bilimci tarafından özetlenmiştir.
Doksan yıldır bir yabancı dili konuşacak kadar öğretmeyi beceremedik.

Dershaneler, çarpık ezberci işlevsiz eğitim sisteminin sonucudur.
Yıllarca eğitim sisteminin değişmesini isteyen eğitimciler, bilirler ki; eğitim sistemi değişmeden dershanelerin kapatılması daha büyük sakıncaları gündeme getirecektir.
Ülkemizde en sık değişen bakanlar Milli Eğitim Bakanlarıdır.
Çünkü Ülkemizi yönetenler, düşünen gerçek bireyler istememektedirler.

Dershaneler gerçeği çarpık sistemin bir sonucudur.
Varsayalım dershaneler kapandı.
Önceden de var olan korsan dershaneler devreye girecektir.
Bu dershaneleri kimler nasıl denetleyecektir?
Gelsin polisiye bir dolu sorun, çık çıkabilirsen içinden.
Örneğin; 50.000 öğretmen ve personel, yaklaşık 5Milyar lira ciro, bu insanların işsiz kalması, doğacak vergi kayıp-kaçakları, velilerin maddi ve manevi kayıpları v.b bir dolu ahlaki sorun.

Bunların yerine, önce eğitim sistemimizi düzenlesek, meslek liselerini geçmişte olduğu gibi ara insan gücünü karşılayacak üreten kurumlar haline getirsek, dini eğitim yerine çağdaş eğitimi öne alsak, öğretmen yetiştiren kurumları yeniden düzenlesek, sınav sistemimizi yenilesek.
İş olsun diye her yere liseye bile benzemeyen üniversiteler açmak yerine üniversitelerimizin kalitesini yükseltsek zaten giderek dershaneler kendiliğinden azalır.
Bu durum yeterli yurtları yapmadan gençlerin özel yaşamına müdahil olmaya benziyor.

AKP hükümeti her kararında olduğu gibi bu kararında da duygusal davranıyor.
Dershaneler konusu, 1980 askeri darbesinden sonra da çok popülistçe gündeme gelmişti.
Sonuçta ANAP 1983 seçimlerini kazanınca konu rafa kalkmıştı.
Şimdi AKP içinde birçok cemaate yakın milletvekili var bunlar bu kararı onaylamayacaklardır.
Yani bu konu AKP ve Başbakan'ı çok yıpratır.
18.11.2013 tarihli bakanlar kurulu toplantısından sonra hükümet sözcüsü Bülent Arınç, konunun tekrar görüşeceğini söyledi.
Baştada söylediğimiz gibi dershanelere gerek olmayacak bir eğitim sistemi oluşturmadan dershaneleri kapatmak hiçte akılcı değildir.

Bu tartışma dilerim, yeniden eğitim sistemimizi çağdaş hale getirmenin başlangıcı olur.

Tüm çocuklarımızın okul öncesi eğitimden çağdaş pedagojik verilerle yararlanarak ilkokullara başlamaları çok önemlidir.
İlkokulda çocuklarımıza özellikle 1-2 ve 3.Sınıflarda bilgi yüklemek yerine, Okunaklı, işlek bir yazı yazmaları, anlaşılır şekilde okumaları, okuduklarını anlatmaları ve yazabilmeleri verilirse diğer bilgiler yeri geldikçe öğretilebilir.
Ama 1.Sınıftaki çocuğa test çözdürürseniz, çocuğu ezberciliğe yönlendirirsiniz.

Yıllardır AKP iktidarı cemaatle ittifak halinde çalışırken, ittifak bozulunca cemaatin en önemli kollarından olan dershaneleri kapatmaya kalkması anlaşılır gibi değil.
Bu kavgadan en çok zarar görecek olanlar veliler ve öğrenciler olacaktır.
Ve de büyük olasılıkla dershaneler kapanmayacaktır.
Fakat Dört bir taraf programında Nazlı Ilıcak'ın sorduğu soruyu burada yinelemek istiyorum.
-Doğu ve Güney-Doğu'da yoksul öğrenciler için cemaatin açtığı okuma evleri, PKK'yı rahatsız ediyordu.
Acaba bu dershaneleri kapatma girişiminin arkasında başka şeyler mi var?

Öncelikle çağdaş modern bir eğitimin tüm çocuklarımıza ücretsiz olarak verilmesi devletin asli görevidir.
Halkını dershane, cemaat kapılarına gönderen hükümetler görevlerini yapmamışlar demektir.
Bu konularda, Eğitim fakültelerinin, öğretmen sendikalarının ve velilerin seslerini yükseltmeleri gerekmektedir.
Fakat susturulmuş üniversiteler, içi boşaltılmış sendikaların üyeleri var olan durumlarını düşünmeleri gerekir.
Diye düşünüyorum.

msedatatay@gmail.com

0000

Habip Hamza Erdem : İÇ SAVAŞ HALİ

Yalçın Küçük, 15 Kasım 2013 tarihli Odatv'de "Burası hapishane değil." başlıklı yazısında "Buradan çıkan ilk sonuç, Silivri'de tutuklu yoktur ve sadece tutsaklar vardır.
Bu ise, bir iç savaş hali ve arızi sonucudur.
İç savaş hali yayılmaktadır"
diye yazmakta.

"Şimdi Odtü-Yüzüncü Yıl, Tuzluçayır, Eskişehir, Antakya, ve Hatay sözcüğü yanlış, iç savaş alanlarıdırlar"

Kuramsal olarak, iç savaşlar, "iki otoriteden birisinin mutlak gücünü yerleştirememesidir.
Hal budur.

Demek ki, halimiz 'ne' imiş?

Bir 'iç savaş hali' imiş.

Yalçın Küçük'ün sıraladağı yerlere Anadolu'nun dört bir bucağında, 'HES'lere karşı verilen 'savaşım'lar, taşeron işçilerinin verdikleri 'savaşım'lar da eklenebilir.

Bunlar 'cephe'nin bir yanı olsun.

Cephenin 'öteki yanı'na, Meclis'e 'türban'ın girmesi, HSYK ve Yargıtay'a toplu atamaların yapılması, seksenbir ile 'badem vali'lerin atanması, yargı kararlarının uygulanmaması, Sayıştay'ın 'kamu harcamalarını' denetlemekten alıkonulması, başbakanın 'vicdan ve insaf'ına bırakılan örtülü ödenek harcamalarında 'kantarın topuzu'nun kayması ve ilah..
da eklenebilir.

Ancak, çok daha önemlisi, Barzani'nin 'Diyarbakır çıkarması'dır.

Komşu bir ülkenin 'aşiret reis'lerinden biri Türkiye'de 'devlet başkanı' gibi karşılanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde hiçbir 'kamu görevlisi'nin, yürürlükteki anayasa hükümleri ve 'devlet geleneğimiz' uyarınca, bu tür bir 'resmî kabul' yapmasının olanağı yoktur.

Ancak yapılmıştır.

Bu da 'öteki cephe'nin kazandığı bir başka 'muharebe'dir.

Dahası, 'milletvekili' sıfatı taşıyan biri, bu 'muharebe'nin ardından, "artık laik kemalist devlet çöpe atılmıştır" diyebilmiştir.

Bu 'milletvekili', uzun süreden beri 'laik değil, şeriatçıyım' diye avazı çıktığı kadar bağırabilmektedir.

Daha seçilmeden "Kemalist Devlet"i yıkmak karar ve azminde olduğunu kamuoyu önünde açıkça ve yüzlerce kez dillendirmesine karşın, Yüksek Seçim Kurulu, ki kararları bozulamayan bir yüksek mahkemedir, tarafından 'milletvekili adaylığı onanmıştır.

Bu 'herif'in seçilmesi bile, bir başına, 'bir muharebe' kazanmak değil de nedir?

Doksan yıllık 'Cumhuriyet', yüzdoksan yıllık 'çağdaşlık' savaşımında geldiğimiz noktaya bakın.

Pekiyi, bu 'savaş ortamı'nda, 'Cumhuriyet'in partisi ne yapmaktadır acaba?

Kemal Sarıgüloğulları'na 'Gandi'-mandi yakıştırması yapılıyor ya; o da kimsenin anlayamadığı bir 'olgunluk'la olanları yorumlamakla yetinmektedir.

'Meclis'te 'çatışma' istememeyi bir başarı gibi gösterebilmekte, kaybedilen her 'mevzi'yi sineye çekebilmektedir.

'Sandık'ı bekliyor hazret..

Sandığa gömülmeyi de denilebilir.

Bu Y-CHP, sadece Cumhuriyet Halk Partisi'ni batırsa iyi.

Cumhuriyet'in tüm kazanımlarını 'karşı cephe'ye kaptırmakla görevli sanki.

Ne mutlu ki, 'savaşımı sürdürenler'in Y-CHP'den büyük beklentileri yok.

'Devleti işgal edenler'i zorlayanlar Y-CHP yönetimi dışında kalanlardır.

Bugün Türkiye'de gerçek bir 'halk savaşı' verilmektedir.

Topa karşı kalem, tanka karşı defterle..

Toma'ya karşı limonla yürüyor kitleler.

Ve kazanacaklardır.

Kazma, kürek ve tırpana gerek kalmadan kazanmalarını umut edelim...

Habip Hamza Erdem

00000

Şahin Erkenez : FETTULLAHIN IŞIK(SIZ) EVLERİNDE YAŞANAN GERÇEK HAYAT HİKAYELERİ

Magazin gazeteci Kenan Erçetin göz üniversite yıllarında fakirlikten dolayı F.Gülenin ışık evlerinde kaldığını ama bir süre sonra o evden kovulduğunu anlatıyor.

- Neden kovuldun? sorusuna

- Çünkü bir kaç arkadaş evde radyo dinlerken yakalanmıştık...diyor

- Nasıl yani? sorusuna

- Çünkü o evlerde radyo dinlemek yasaktı...
diye yanıt veriyordu.

Gazetecinin bu anısı beni yıllar öncesine götürdü.

Nevşehir'in bir köyünden fakir bir arkadaşım vardı.
Şimdi profesör.

Hacettepe Tıp Fakültesini kazanmış, okumaya çalışırken Fettullahçılar bizim arkadaşa da el atıp onun da ışık evlerinde kalmasını sağlamışlar.

Zaten ışık evlerinde kalabilmesi için o gencin iyi bir fakültenin çok zeki çalışkan bir öğrencisi olması ve de ailesinin mutlaka yoksul olması kriteri uygulanıyordu.

(Fettullah yapılanmasına yani hangi meslek dalına ihtiyaç varsa o meslek eğitimini gören iyi öğrencilere el atılma konusu uzun, oraya girmiyorum.)

- Ev'den okul'a okul'dan ev'e gidip geliyoruz.
Evdeki görevli abiler devamlı dini konuları anlatıyor, namaz kılıyor zikir yapıyorduk.
Gazete ve kitap okumak, televizyon izlemek, radyo dinlemek yasaktı.
Okul dışında bir yerlere mesela sinemaya tiyatroya filan da gitmek yasaktı.

Hatta türbana sokularak bu evlerde barındırılan kız öğrencileri, sabahları görevli çember sakallı erkekler okullarına götürüyorlar, okul çıkışı da alıp ev'e getiriyorlardı...
diye anlatıyor arkadaşım.

Bir gün okul çıkışı karnım çok acıkmıştı bakkala gidip helva ekmek alıp park'ta yerken bakkalın helvayı sardığı bir kaç ay öncesinin gazete parçasını okumaya başladım.
Türkiye'de deprem olmuş benim haberim yoktu!
Beynimde şimşek çaktı.
Hızla ev'e giderek yakın bir arkadaşıma:

- Biz ne yapıyoruz lan?dedim.
Arkadaşım

- Ne oldu ki?diye sorunca

- Oğlum memlekette deprem olmuş bizim haberimiz yok!
Ben çıkıyorum bu evden diyerek ilişkimi kestim.

Evden ayrıldıktan sonra adeta yeniden nefes aldığımı fark etmiştim.

Şahin Erkenez

 


a45UyF587661-201307301451-10

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
Onceliklerini iyi tayin et; kimse olum doseginde isyerimde daha fazla zaman gecirseydim demez!

Anonim Nasihat
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder