28 Ocak 2016 Perşembe

Suudi’nin marifetleri! - Emin ÇÖLAŞAN (SÖZCÜ)

Seçilmiş olsun, atanmış olsun bir devlet memurunun işleyebileceği özel suçlar vardır.
Rüşvet, irtikap, zimmet.

Siyasiler seçilmiş memurlardır.
Evet, siyasiler de memurdur.

Seçilmişlerin dokunulmazlıkları onlara her türlü suç isnadından korunma sağlamaz.
Ve özellikle de onların akçalı işleri çok önemlidir.

Çünkü küresel ya da yerel oligarşi siyaseti para gücüyle kuşatır, siyısetçiler satın alarak ele geçirir.
Demokrasilerin en zayıf yeri burasıdır.
Bu nedenle gelişmiş demokrasilerde siyasetin finansmanının saydamlaştırılması, sağlam şekilde muhasebeleştirilmesi, denetlenmesi çok önemlidir.
Siyasetçinin, siyasi kurumların mali denetimi, finansmanının denetimini yapan özel anayasal kurumlar vardır.

Bizde olduğu gibi öyle Sayıştay'a bürokratik oligarşi, Yargıtay'a cüppeliler sultası demek mümkün değildir.

Devlet memuru ile birileri arasında para trafiği varsa iki şey olabilir.

Ya rüşvettir, ya irtikaptır.
Yolsuzluk, nüfus suistimali lafları içi boş yasada tanımlanmamış laflardır.

Bağış kavramı bu akçalı ilişkileri açıklayamaz, aklayamaz.
Çünkü para bağışlarının vergi ve muhasebe açısından ilkeleri vardır.

Yasal bağış ise siyaseten açıklaması yapılması gereken, ahlaki gerekçeleri topluma anlatılması gereken ciddi bir iştir.
Gelişmiş demokrasilerde işte bu kandırmacanın da  önüne geçmek için yasal bağışlar için ayrıca denetlenen sınırlar, kotalar vardır.

Dolayısıyla Suudilerden çıkan ve şu ya da bu şekilde siyasilerin kişisel hesaplarına ya da kontrol ettikleri tüzel kişiliklerin hesaplarına giren paraların rüşvet, irtikap suçları açısından incenmesi gerekir.
Ayrıca bağışların vergi ve muhasebeleştirilmesi açısından da denetlenmesi gerekir.
Ve bağışların gerekçeleri ve ahlaki temellerinin de topluma açıklanması gereklidir.

Alan razı, veren razı demek mümkün değildir.
Esasen her zaman rüşvette alan ve veren razıdır.

Görüyor musunuz, ne kadar saçma şeyler konuşuyoruz.
Devlet adamlarının, başbakanlarının, Cumhur-başkanı(!?)nın, siyasilerin çalma hakkı var mı yok mu?
Onu anlatmaya çalışıyoruz.

Oraj POYRAZ(cimcime@neomailbox.net / oraj.poyraz@openmail.cc / oraj_poyraz@alpinaasia.com )
           L2fSIJNoA0xfSNxA     


Suudi'nin marifetleri! - Emin ÇÖLAŞAN (SÖZCÜ)

Sevgili okuyucularım, dün ajanslara çok ilginç bir haber düştü. Dünyanın en büyük hırsızları tarafından yönetilen Suudi Arabistan, İslamcı Malezya'ya 681 milyon dolar para göndermiş.

İşin özeti şöyle:

Bu para Malezya Başbakanı Necip Rezak'ın banka hesabına gönderilmiş. Muhalefet partileri bu olayı belgeleyince ortalık birbirine girmiş, Başbakan suçlanmaya başlanmış.

İş o boyuta varmış ki, iktidarın emrinde olan Malezya Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma açmak zorunda kalmış.

Açılan göstermelik soruşturmada şu sonuçlara varılmış:

Suudi Arabistan tarafından gönderilen para doğrudur. Ancak bu para Malezya Başbakanı'nın hesabına kişisel bağış olarak gönderilmiş ve karşılıksız olarak verilmiştir.

Paranın 61 milyon doları kullanılmış ama geri kalan 620 milyon doları Suudi Kraliyet Ailesi'ne iade edilmiştir.

(Söz konusu 61 milyon doların nerede ve hangi amaçla kullanıldığı belli değil. Bu paranın Başbakan'ın kişisel ve siyasal harcamaları için kullanıldığı konusunda çok ciddi kuşkular var.)

Malezya Başsavcısı Muhammet Ali yaptığı açıklamada "Bu konu Başbakan Necip'le Suudi Arabistan Kraliyet Ailesi arasında bir meseledir. Paranın rüşvet olduğu konusunda veya yapılan bir şeyin karşılığı olarak verildiğini gösteren bir kanıt yok" demiş!

Yok artık, bir de rüşvetin belgesi olacaktı!

Bu olay geçen yıl ortaya çıktığında Malezya'da büyük sokak gösterileri yapılmış, Başbakan Necip iddiaları soruşturan önceki başsavcıyı kovmuş, medya üzerinde baskı oluşturan yöntemleri devreye sokmuştu.

Şimdi bir Ortadoğu ülkesi düşünün, binlerce kilometre ötedeki bir Uzakdoğu ülkesine durup dururken 681 milyon dolar para göndermektedir…

Hem de başbakanın kişisel banka hesabına!

Suudi Arabistan ve Katar bunu hep yapıyor.

Ellerinde büyük petrol paraları var. İstedikleri ülkelerin yöneticilerine ve onların yakınlarına acayip miktarlarda para gönderiyorlar.

Sakın yanlış anlamayın, rüşvet değil!

Suudi Arabistan Kralı bundan bir süre önce Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın yönettiği TÜRGEV isimli vakfa da para göndermişti.

Kaç para?

Bir kalemde tam 100 milyon dolar!

Daha doğrusu, her nedense 99 milyon 999 bin 999 dolar.

Suudi Arabistan Kralı bu parayı durup dururken niçin gönderdi?

Babasının hayrına mı, insanlık (!) adına mı, yoksa başka beklentileri olduğu için mi?

Bunu bilemiyoruz yani!

Bu "Bağış (!)" Türkiye'de ortaya çıktı, belgelendi ama nedeni açıklanmadı.

Şimdi öğreniyoruz ki aynı tezgah geçen yıl İslamcı Malezya'da kurulmuş, başbakanın hesabına 681 milyon dolar gönderilmiş.

Demek ki Suudi Arabistan birilerini besliyor.

Biliyorsunuz, Tayyipgiller iktidarının şu anda en büyük iki dostu var.

Suudi Arabistan ve Katar.

Tayyipgiller iktidarının aynı zamanda Osmanlıcı olduğunu, Osmanlı hülyalarıyla yaşadığını da biliyorsunuz.

Çelişki işte burada yatıyor.

Çok basitçe anlatayım.

Birinci Dünya Savaşı'nda bugünkü Suudi Arabistan toprakları Osmanlı'nındı. Padişahlar her yıl hac mevsiminde Mekke'ye ve peygamberimizin Medine'deki kabrine en değerli hazinelerden oluşan sürre alayları ve her türlü rüşveti gönderirdi.

Başka bir deyişle, bölge halkını Osmanlı beslerdi.

O bölgede yaşayan, İslam düşmanı Vahabi mezhebinin kurucusu olan Suud sülalesi günün birinde Osmanlı'ya isyan etti.

Lawrence gibi İngiliz ajanlarla yaptığı anlaşmalar sonrasında çil çil altınları cebe koyup Müslüman Mehmetçiği arkadan vurdu, kesti biçti…

Mekke-Medine dahil bütün kutsal toprakları Osmanlı'nın elinden almayı başardı…

Ve İngiltere'nin yardımıyla Suudi Arabistan Krallığı kuruldu.

O sırada petrol gelirleri yoktu. Çöllerde açlığa mahkum ve ilkel bir biçimde yaşıyorlardı.

Sonra petrol para edince zenginleştiler, bu kez ABD ile İsrail'in kucağına oturdular.

Parayı bol bulunca iyice şımardılar.

Şimdi örneğin Malezya'ya 681, Türkiye'de TÜRGEV vakfına 100 milyon dolar parayı karşılıksız gönderiyorlar.

Aslında bunlar sadece iki basit örnek.

Bütün dünyadaki İslamcı rejimleri ve İslamcı teröristleri paraya boğdular.

Benim burada değinmek istediğim konu başka… Bizdeki AKP hükümetlerinin yaman çelişkisi!..

Siz Osmanlıcı olduğunuzu iddia etmiyor musunuz kardeşim?..

Osmanlı hayranı değil misiniz?

Evet, görüntüde öylesiniz!

Peki bizim atamız Osmanlı'yı, bizim Mehmetçiğimizi Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle işbirliği yapıp arkadan vuran kimdi?

Bu Suudiler değil miydi?

O halde nasıl oluyor da siz şimdi bu hırsızlarla her konuda işbirliği yapıp para alıyorsunuz?

Nasıl oluyor da bu hırsızlar günümüzde sizin en büyük müttefikiniz?

Bu sorulara yanıt veremezsiniz, çünkü siz bu çelişkiler içerisinde yaşıyorsunuz ve yaşayacaksınız.


a45UyF587661-160128104701 Oraj Poyraz At Neomailbox cimcime@neomailbox.net
2016/01/28  11:30 2  65  undefined undefined egemen-turkiye@googlegroups.com

 

Belkide..
Evet belkide sen, hic haketmemistin beni.
Oysa ben; her halinle kabullenmistm seni.

Cemal SUREYYA

Yemin olsun ki, resullerin hikayelerinde, aklini ve gonlunu calistiranlar icin bir ibret vardir.
Bu Kur an, uydurulacak bir hadis/bir soz degildir; aksine o, onundekini tasdikleyici, her seyi ayrintili kilicidir. Inanan bir topluluk icin de bir kilavuz ve bir rahmettir.

Yusuf Suresi 111

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -6-

Hepimizin icinde yasadigi dunyada, bir yonu ile gerceklik gozlerimizin onundedir. Onu goruruz, hissederiz, dokunuruz, tadariz ve cesitli algi organlarimizla bazen keyfini cikarir, bazen verdigi acilara katlanmak zorunda kaliriz. Peki, organlarimizla hissettigimiz dunya gercek midir? Neden sadece kendimizi one cikarir ve gercekligi kendi algimiza gore tarif etmeye calisiriz? Bir yarasa, bir balina veya bir bakterinin gerceklik algisi bizimkinden daha dogru olamaz mi? Duyu organlarimizin otesine gecerek, gerceklik hakkinda farkli yontemlerle yorumlar getiremez miyiz?

Yuvarlak bir fanus icinde yasayan bir japon baliginin gerceklik goruntusu bizimkinden farklidir. Peki, biz gercekligin dogru ve bozulmamis resmine bakip bakmadigimiz nasil bilecegiz? Biz de gorusumuzu bozan dev bir akvaryumun icinde olabilir miyiz? Japon baliginin gerceklik algisi bizimkinden farklidir ama bizimkinin daha gercek oldugundan emin miyiz?

Japon baligi kendince gozlemlere yaparak akvaryumun disindaki nesnelerin devinimlerini yoneten bilimsel yasalari formule edebilir. Ornegin, bizim duz bir cizgide ozgurce devindigini gordugumuz nesne, bozunum nedeniyle balik tarafindan egik bir cizgide hareket ediyormus gibi gozlemlenebilir. Buna ragmen Japon baliginin bozulmus referans cercevesinde formule ettigi yasalar dogru olacaktir ve akvaryumun disindaki nesnelerin gelecekteki hareketlerini ongormesini olanakli kilacaktir. Onun yasalari, bizim cercevemiz icindeki yasalardan daha karma$ik olabilir, ama basitlik bir tercih meselesidir. Eger Japon baligi boyle bir kuram formule ederse, onun bakis acisini gercekligin resmi olarak kabul etmemiz gerekir.

Algilarimizin bize cok guvenilir gibi gorunmesine ragmen onlarin yetersizligi ve goreceligi acikca meydanda. Bu durum felsefede Platon un meshur magara benzetmesi ile ifade edilmistir:

Bazi insanlar karanlik bir magarada, dogduklari gunden beri magaranin kapisina arkalari donuk olarak oturmaya mahkumdurlar. Baslarini da arkaya ceviremeyen bu insanlar, magaranin kapisindan iceri giren isigin aydinlattigi karsi duvarda, kapinin onunden gecen baska insanlarin ve tasidiklari seylerin golgelerini izlemektedirler. Iclerinden biri kurtulur ve disari cikip golgelerin asil kaynagini gorur ve tekrar iceri girip gorduklerini anlatmaya baslar ama icerdekileri, duvarda gorduklerinin zahiri olduguna ve gercegin magaranin disinda cereyan etmekte olduguna inandirmasi imkansizdir.

Hadi magaradan cikalim ... ama nasil? Bir magaradan kurtulmak nisbeten kolay olabilir, ama surekli devinen, degisen bir evrendeki gerceklik maceramiz icin neye guvenebiliriz? Insanlar cesitli yontemlerle evrensel gercekligin resimlerini cekmeye calistilar. Batlamyus a gore evren kocaman bir kure gibiydi ve Dunya onu merkezinde duruyordu. Gerci, merkeze Gunes i koyan modeller de vardi ama Avrupa dusuncesinde, dinsel inanclarin da etkisiyle yuzyillarca Batlamyus ve Aristotales in gorusleri hakim oldu. Kopernik merkeze yeniden Gunes i getirdi ve onun fikirlerini Galileo gelistirdi. Dunya mi Gunes mi derken, ikisinin de merkezde olmadiginin anlasildigi gunumuze kadar geldik.

Bilimkurgu filmi Matrix de farkli bir gerceklik secenegi sunulur. Insan irki akilli bilgisayarlar tarafindan yaratilmis sanal bir gercekligin icinde oldugunu bilmeden yasarken, bilgisayarlar onlarin biyoelektrik enerjilerini (bu her ne demek ise?) emerler. Belki de bu cok zorlama bir senaryo degildir. Bir tur bilgisayar tarafindan yaratilmis bir pembe dizinin karakterlerinden biri olmadigimizi nasil bilecegiz? Eger bazi uzaylilar bizi bu tur bir sanal gerceklik icinde yasatsalar ve kendi icinde tutarli yasalar uygulasalardi, bizim sanal olanin otesinde bir baska gerceklik oldugunu anlamamizin hicbir yolu olamazdi. Uzaylilar distan bakarak neyin gercek, neyin sanal oldugunu bilebilirdi. Ancak sanal dunyanin icinde yasayan varliklar, tipki bizler gibi, kendi dunyalarini disardan goremiyorlarsa, gerceklik resimlerinden kuskulanmalari icin bir sebep yoktur. Bu, her birimizin bir baskasinin ruyasina ait birer hayal oldugunu soyleyen dusuncenin cagdas uyarlamasidir.

Belki de bu yuzden Buddha, her insanin gercekligi kendisinin deneyimlemesi gerektigini tavsiye etmistir. Toltek yerlileri gibi kulturlerde dunyasal varolusun bir ruya oldugu savunulur. Hatta bazilari bilgiye karsi cikar ve bilgi nin her tur supheden arinmis hakikat algilamasini bozdugunu iddia ederler. Bu durum sanki Matrix filminde, arkadaslarina ihanet eden adamin durumu gibidir. Adam, kendisinin bir sanal dunyada yasatildigini anlamistir. Ama sanal dunya gercek dunyadan daha guzel oldugundan, orda yasamayi tercih eder ve konusur: Bunca yildan sonra sunu anlamis bulunuyorum: cehalet mutluluktur!

Gercek ve sanal dunya tartismalari beni farkli bir sonuca goturuyor: Gorunenden veya kuramdan bagimsiz bir gerceklik kavrami yoktur.

Cok iddiali bir cumle gibi gorunmekte ama sanirim Dr Hawking sunu anlatmak istiyor. Ister gercek diyelim, ister sanal olarak kabul edelim; gordugumuz, algiladigimiz ve kuramlarini gelistirdigimiz seyler kendi gercekligimizin bir parcasidir. Devam edelim.
realizm

Gercek bir resim gibi gorunuyor, degil mi? Oysa bu hiper gerceklik denen sanat akimina uygun olarak, kursun kalem ile cizilen bir resim.

Biz, modele dayali gerceklik dedigimiz bir gorusu kabul edecegiz. Buna gore, bir fizik kurami -genellikle matematiksel dogasi olan- bir modeldir ve ayni zamanda modelin unsurlarini gozlemle bagdastiran bir kurallar dizisidir. Bu gorus bize cagdas bilimi yorumlayabilecegimiz bir cerceve saglar. Felsefeciler, Platon dan bu yana yillar boyunca gercekligin dogasi uzerine tartistilar. Kla$ik bilim, ozellikleri belirli gercek bir dis dunyanin varoldugu ve bu ozelliklerin gozlemleyenin algisindan bagimsiz oldugu inancina dayanir. Kla$ik bilime gore, belirli nesneler vardir; bunlar hiz ve kutle gibi, degerleri iyi tanimlanmis fiziksel ozelliklere sahiptir. Bu bakis acisina gore, kuramlarimiz bu nesneleri ve ozelliklerini aciklama girisimidir; olcumlerimiz ve algilarimiz da onlara karsilik gelir. Hem gozlemci hem de gozlenen, nesnel bir varligi olan bir dunyanin parcasidir ve onlarin arasindaki ayrim ozel bir onem tasimaz. Bir baska deyisle, park alanindaki bir yer icin kavga eden insanlar gordugunuzde, orda gercekten park yeri icin kavga eden insanlar var demektir. Bunu izleyen butun gozlemciler ayni niteliklerin olcumlerini yapacaktir ve kendilerini gozlemleyen olsun ya da olmasin, kavga eden insanlar bu niteliklere sahip olacaktir. Felsefede bu inanca gercekcilik denir.

Basit fakat onemli dusunceler bunlar. Oncelikle, dis dunyanin yorumlanmasina gorelilik kuramlarini ve kuantum fizigini katmadan, kla$ik fizigin olculeri icinde baktigimda, dis dunya nesnel bir gercekliktir. Birileri sinemanin onunde kavga ediyorsa, kavga ediyorlardir ve ben o anda olay gozlem ufkundayimdir. Uzerime dogru gelen bir kamyon goruyorsam kacmam gerekir. Bu kadar basit.

Daha genele uyarladigimda, insanlar Pluton cuce gezegeninin varligini kesfetmeden once de Pluton ordaydi ve en buyuk uydusu Charon ve digerleri ile birlikte devinimini surduruyordu. Insan turu ortaya cikmadan on milyonlarca yil once dinozorlar dunyamizda yasadilar ve izlerini biraktilar. Varolmak, av pesinde kosmak icin bizim onlari gozlemlememize muhtac degillerdi. Sanirim buraya kadar bir sorun yok. Fakat kuantum fizigine girince her sey degismeye basliyor.

Gercekcilik cekici bir bakis acisi olarak gorunse de, cagdas fizik hakkinda bildiklerimiz bu gorusu savunmamizi oldukca guclestiriyor.

Ornegin, doganin farkli bir tanimlamasini veren kuantum fiziginin ilkelerine gore, bir parcacigin nicelikleri bir gozlemci tarafindan olculunceye kadar ne belirli bir konumu vardir ne de belirli bir hizi. Bu nedenle yapilan olcumlerin kesin bir sonuc verecegini soylemek dogru degildir, cunku olculmus olan nicelik, sadece olcum anindaki degeri gosterir. Aslinda bazi durumlarda nesnelerin kendi baslarina bir varliklari dahi yoktur, yalnizca bir toplulugun parcasi olarak vardirlar. Ve eger holografik ilke dedigimiz kuram dogruysa, biz ve bizim dort boyutlu dunyamiz cok daha buyuk, bes boyutlu uzay-zamanin sinirinda bir golge olabilir. Bu durumda bizim evrendeki konumumuz fanus icindeki Japon baliginin konumu ile benzerdir.

Kati gercekcilere gore, gercekligi temsil eden bilimsel kuramlarin kaniti onlarin basarilarinda gizlidir.

Evet, bu saptamayi fizikci Richard Feynman da yapmistir. Bilimin en buyuk kaniti onun basarisidir. Gerceklik uzerine binlerce tartismaya girisebiliriz ama bilimsel kuramlarin dogru oldugu sirasinda atom bombasi ile, sirasinda rontgen cihazi ile ve sirasinda Mars yuzeyine gozlem araci indirilerek reel bir sekilde kanitlanmistir. Su an, miniklerin dunyasi ile, bizim uzay-zamanimizin ve makro kozmosun kuramlari kuramlari arasinda ciddi yorum farkliliklari olsa da, bu durum zamanla asilabilir ve gercekligin daha farkli bir tanimi yapilabilir.

Ancak farkli kuramlar ayni fenomeni bambaska kavramsal cerceveler kullanarak basariyla tanimlayabilir. Aslinda, basarili oldugu kanitlanmis pek cok kuram, yerlerini gercekligin tumuyle yeni kavramlarini temel alan ayni olcude basarili baska kuramlara birakmistir.

Yaygin olarak, gercekciligi kabul etmeyenlere gercekcilik karsiti denilmistir. Gercekcilik karsitlari deneysel bilgi ile kuramsal bilgi arasinda ayrim oldugunu varsayarlar. Tipik olarak gozlem ve deneyim anlamli oldugunu, ancak kuramlarin yararli araclardan baska bir sey olmadigini ve gozlemlenen fenomene dair derin bir hakikati temsil etmedigini savunurlar. Hatta gercekcilik karsitlari bilimin gozlemlenebilir seylerle sinirlanmasini istemislerdir.

Bunun bir adim otesi ise, tum seylerin aslinda sadece zihnimizde varoldugunu one surmekle sonuclanir ki, dogrusu, kendi adima ben asla boyle bir seyi kabul etmem. Yorumlari her ne kadar farkli olsa dahi dis dunyanin nesnel gercekligine inanirim ve onu kismen benimle iliskili, ama buyuk oranda bana hic muhtac olmayan bir iliskiler butunu olarak kabul ederim. Herhangi bir kaya parcasi benim zihnimin eseri olamaz. Ben onu bilsem de bilmesem de toplam gercekligin bir parcasidir ve benden bagimsiz olarak vardir. Kendimi bu ekole daha yakin buldugumu soyleyebilirim. Peki, bu gercek tartismalarinda farkli bir yaklasim sergilenemez mi? Seyler var midir yok mudur diye tartismak yerine, daha elastik bir goruse ulasamaz miyiz? Dr Hawking bir cozum yolu oneriyor.

Modele dayali gercekcilik dusuncenin gercekci ve gerceklik karsiti ekolleri arasindaki butun bu tartismalari devre disi birakabilir. Modele dayali gercekcilige gore, modelin gercek olup olmadigini sorgulamak anlamsizdir. Sadece gozlemle uyusup uyusmadigi onem tasir. Gozlemle uyusan iki modelimiz varsa; Japon baliginin gordugu goruntu ve bizim gordugumuz goruntu gibi, birinin digerinden daha gercek oldugu soylenemez. Incelenmekte olan duruma daha uygun olan hangisi ise o kullanilir. Ornegin, akvaryumun icindeki biri icin Japon baliginin gordugu resim kullanisli olabilir. Ama akvaryumun disindakiler icin yeryuzundeki bir akvaryumun cercevesi ile uzaktaki bir galakside olanlari tanimlamak cok $ikintili olurdu; ozellikle de Dunya Gunes in ve kendi ekseninin etrafinda donerken akvaryum da onunla devinecegi icin.

Bilim icin modeller yaptigimiz gibi, gundelik hayatlarimizda da modeller yapariz. Modele dayali gercekcilik sadece bilimsel modellere degil, hepimizin gundelik hayati anlayabilmek ve yorumlayabilmek icin yarattigi zihinsel bilinc ve bilincalti modellere de uygulanir. Gozlemciyi -bizi- duyusal sureclerimiz ile dusunme ve idrak bicimlerimiz tarafindan yaratilan dunya algimizdan ayri tutmanin hicbir yolu yoktur. Algimiz -ve dolayisiyla kuramlarimizin dayanagi olan gozlemlerimiz- dogrudan degildir. Daha ziyade, bir tur mercek tarafindan, insan beyninin yorumlayici yapisi tarafindan sekillendirilir.

Iste bunlar, kesinlikle katildigim dusunceler. Herhangi bir seye baktigimizda asla onun gercekligini goremeyiz, sadece duyu organlarimiz araciligi ile beynimizde olusan bir modeli goruruz. Hatta daha ileri giderek sunu savunacagim; belki -bizler de dahil olmak uzere- hicbir seyin algidan bagimsiz saf bir gercekligi yoktur. (Platon bunu duysa beni dovebilirdi.) Bu anlamda, dogada tum algilardan bagimsiz bir gerceklik aramak bosuna olabilir. Sadece algi organlarimiz ile olusturdugumuz model gercektir, demiyorum. Gercekligin tek ve degismez bir dogasi olmadigini, farkli yasam formlarinin algi seviyelerine gore algilanan goruntuleri oldugunu savunuyorum. Dr Hawkin, gorme uzerine sunlari yazmis:

Modele dayali gerceklik, bizim nesneleri algilayis bicimimizle uyumludur. Gorme surecinde beynimiz optik sinirlerden bir dizi sinyal alir. Bu sinyaller televizyonda gorduklerimize benzer goruntulerden olusmazlar. Optik sinirin retinaya baglandigi yerde kor bir nokta vardir ve gormenin gerceklestigi yer, retinanin merkezinde 1 derecelik bir gorus acisina ve kolunuzu uzatip baktiginizda basparmaginizin eni kadar bir genislige sahip, daracik bir alandir. Yani beyne gonderilen ham veriler , ortasinda bir delik bulunan bulanik bir resme benzer. Neyse ki beynimiz her iki gozden gelen girdileri birlestirir, cevrenin gorsel ozelliklerini ekleyerek olusturdugu varsayimla bosluklari doldurur. Dahasi, retinadan gelen iki boyutlu veriler dizisini okur ve bundan uc boyutlu bir uzay izlenimi yaratir. Bir baska deyisle beyin zihinsel bir resim veya model yaratir. Birisi bir sandalye goruyorum dediginde bu sadece, o kisinin sandalyenin yaydigi isigi zihinsel bir goruntu veya model olusturmak icin kullandigi anlamina gelir.

Yeterince acik. Asla gercek bir sandalye goruntusune sahip olamayiz ama bu bizim bir sandalye uretmemize engel olmaz. Cunku, sandalye yapimi icin kullanacagimiz civi, tahta, keser, cekic vs nesneler de ayni modelleme yolu ile olusturulduklarindan birbirlerine uyum saglarlar ve boylece yuzlerce sandalye uretebiliriz. Onlari uretebilmek icin dogalarinin tam olarak ne oldugunu bilmemize gerek yok. Eger buna gereksinimimiz olsaydi ne bir TV ne de bir araba uretebilirdik. Bir anlamda, bizler de baska seylerin modelleriyiz. Biz nasil bir leoparin zihnimizde modelini olustuyorsak, o da ayni sekilde kendi zihninde bizim bir modelimizi olusturur. Sansimiz varsa bize dokunmaz ve yoluna devam eder. Peki, seyler var olmak icin bizim algilamamiza muhtac midirlar? (Soruyu Newton fizigi baglaminda soruyorum.)

Modele dayali gercekciligin cozdugu veya en azindan savusturdugu bir baska sorun, varolusun anlamidir. Odadaki masanin ben disari ciktigimda ve onu goremedigimde hala orada olup olmadigini nasil bilebilirim? Odayi terk ettigimizde masanin kayboldugu ve geri dondugumuzde ayni konumda yeniden belirdigi bir model olusturulabilir. Ancak bu tuhaf bir model olacaktir. Biz odada yokken bir sey olsa, ornegin tavan cokse ne olur? Odadan ciktigimda masanin kayboldugunu soyleyen modeli temel alirsam, odaya geri dondugumde tavanin yikintisi altinda tekrar beliren masayi nasil aciklayabilirim? Masanin biz odadan ciktigimizda da yerinde kaldigi model daha yalindir ve gozlemlerimizle uyusur. Istenilebilecek olan da budur.

Soyle bir sorgulama yapmak da mumkun. Eger masa benim gozlemime gore varlik bulan bir seyse ve ben odadan ciktigimda, odaya bir baskasi girerse, masa bana gore yok olmak, ama giren kisiye gore var olmak zorundadir. Boylesine zorlamali yorumlara sapmaktansa, masanin ben orda yokken de sessizce bekledigine inanmak sanirim dogaya daha uygundur.

-devam edecek-

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder