26 Haziran 2013 Çarşamba

15-Emin Çölaşan: Ayıptır, günahtır, zulümdür

Ayıp ar duyugusu olana, günah dini olana, zulüm vicdanı olan için söylenir.
Bunlarda zaten yok.
Olsa işler bu noktaya dahi gelmezdi.

Ve hala daha kendine Türk denilen halk izliyor, hala daha bir bölümü bu işleri onaylıyor, hala daha gruplarda partizan, militan konuşmalar.
Bir şey yapmadan, aman bir komloya alet olmayalım diye sessizci izleyenler, çözüm üretmeyen, işbirliğine yanaşmayanlar.
Umut yok, bu milletin kendisi için kendinden umudum yok.
Tıpış tıpış kendi ayaklarıyla mezbahaya giriyor, kasabın masadını yalayaraktan sırasını bekliyor.
Bütün uyarıları kulak ardı ediyor.
Bilincini yitirmiş, idrak, muhakeme tükenmiş.

Çare yok, ülke bölünecek, kalan parçası Sünni/Nurcu rejimle yönetilecek.
Halk kendini ve yönetenlerini daha iyi Müslüman sanacak.
Iktidar olanlar küresel oligarklara daha iyi uşaklık edecek.
Ülke sömürülecek, fakirleşecek.
Toplum birbirini daha iyi Müslüman etme adına birbirini yiyecek.
Ülkenin kafası çalışan kesimi ülkeyi terk edecek, mülteci olacak.
Sel gider, kum kalır misali kalan bölümü daha da karanlık, daha da çağdışı bir dünyanın içine kendini atacak.
Böylece Allahın rızası kazanılmış olacak.
Hayırlısı olsun, inşallah, hamdolsun.

Oraj POYRAZ

Emin Çölaşan: Ayıptır, günahtır, zulümdür

26 Haziran 2013

 Sevgili okuyucularım, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün eşi Muzaffer Ersöz gazeteye ziyaretime geldi, kendisiyle ilk kez tanışmış oldum.

Levent Paşa'yı yıllardır hastanelerde süründürüyorlar.
Hem Balyoz, hem Ergenekon sanığı.
Balyoz'da hastalıkları nedeniyle savunma veremediği için dosyası ayrıldı ve henüz hüküm yemedi.

Ergenekon'da ise savunması hastanede 20 dakikada, hasta yatağında alındı.

Muzaffer Hanım eşi Levent Ersöz'ün bana yazdığı bir mektubu ve hastane raporlarını getirdi.
O feci,
insan haklarına aykırı tablo gözlerimin önüne serildi.
Önce hastaneden yazdığı mektuptan söz edeyim, özetle şöyle diyor Ersöz:

"Sayın Emin Çölaşan, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavim sürüyor.

Doktorlarımız ve tüm sağlık personeli her türlü çabayı gösteriyor ama bir yere kadar çare üretmeleri mümkün oluyor.
Hastane enfeksiyonu ve diğer rahatsızlıklarımın artan boyutu ve şiddeti, onların da çaresiz kaldığı durumlar ve zaman zaman kritik anlar yaşamamıza neden oluyor.

Terör örgütü yöneticisi (!) olmam nedeniyle, Ergenekon davasında iki saatlik son savunma sürem vardı.
Sağlık durumum elvermediği halde, hastaneden bu konuda tıbbi görüş sorulmadan doğrudan gelindi ve doktorlarıma 'Tutanak tutarak sorumluluğun mahkemede olması' şekli ile cihazlara bağlı olarak, başımda iki doktor ve bir hemşire nezaretinde, hasta yatağımda sağlığım ve şuurumun elverdiği ölçüde toplam 20 dakika içerisinde ve tarihe not düşmek amacıyla bazı gerçekleri paylaştım.
Daha fazla konuşma imkanım da yoktu.
Bu süre içerisinde doktorlar iki kez araya girip ilaç vermek zorunda kaldı ve bir kez duruşmaya ara verdirdiler."

Mektubu okudum ama esas hikaye daha sonra başlıyordu.

* * *

Eşi Muzaffer Hanım ağlamaklıydı, çektikleri çileyi anlatıyordu:

"Tutuklanmasından bu yana tam 31 cerrahi müdahale geçirdi.

Hastanede kalması sağlığı açısından sakıncalı.
Bu husus bütün tıbbi raporlarda yer alıyor.
Bir sürü hastalığı var.
Akciğerlerin üçte biri kapalı.
Prostat kanseri.
Ancak yüksek şeker ve öteki hastalıklar yüzünden biyopsi yapılamıyor.
Şimdi en büyük sorun vücudunda üreyen ve tedavisi mümkün olmayan hastane bakterisi hastalığı.
Bu hastalık onu bitiriyor.
Sürekli hastanede yatıyoruz.
İstanbul'un Silivri hapishanesi dahil neredeyse bütün hastanelerinde yattık…"

Hasta bir tutuklu general nasıl bir odada, hangi koşullarda kalıyor?

"Camlar demir parmaklıklı.
Kapıda 24 saat boyunca üç jandarma ve iki rütbeli asker, iki infaz koruma memuru var.
Havalandırma ve telefon hakkı yok.
Her girenin üstü aranıyor, askerler çoğu zaman kaba davranıyor.
Altı yaşındaki torunumu bile odadan zorla çıkardılar.
Bunları askeri yetkililere ilettik ama ilgilenen olmadı.
Düşünün, benim hakkımda bile jandarma erlerine hakaretten dört ceza davası açıldı.
İstanbul'da kalacak yerim olmadığı için sürekli hastanede yatıyorum.
Her girişte üzerimiz aranıyor."

* * *

Levent Paşa bir sürü hastalıkla boğuşurken, İstanbul'un Silivri Cezaevi Hastanesi, Bakırköy Ruh ve Sinir, GATA, Mehmet Akif, Haseki, Çapa dahil neredeyse bütün hastanelerinin hükümlü odalarında yatmışlar.
Yıllardır yatıyorlar, tedaviler bitmiyor.

Bazı hastalıkları şöyle sıralanıyor:

Prostat kanseri, idrar kaçırma, tutmayan bacaklar, tedavisi mümkün olmayan tansiyon düşüklüğü, her an ölüme neden olması beklenen ağır uyku apnesi, et yiyen bakteri, yine tedavisi mümkün olmayan hastane enfeksiyonu.
Şiddetli ağrılar, sürekli kullanılan yoğun antibiyotik ve ağrı kesiciler.

Hasta tekerlekli sandalyede.
Yürümesi mümkün değil.
İdrar yapabilsin diye içine günde altı kez sonda sokuluyor.
İdrarını tutamadığı için altına bez bağlanıyor.

Çoğu antibiyotik olmak üzere günde 29 ilaç veriliyor.
Hasta bitkin, çökmüş durumda.

* * *

Silivri hastanesinde yatarken savcı yanlarına gelip "Bakın ne güzel, odanızdan hiç değilse ışığı görüyorsunuz" demiş!

Muzaffer Hanım anlatıyor:

"Elimizdeki hastane raporlarlarıyla birlikte Savcı ve Hakim beylere gittim.
Kabul edeceklerini hiç zannetmiyordum.
Kabul ettiler, hatta çay ısmarladılar.
Çok sevindim.

Paramız olmadığı için kendilerinden Baro kanalıyla avukat istemeye gitmiştim.
Sağolsun, şimdi avukatlığımızı Celal Ülgen Bey üstlendi.
Bugüne kadar hiçbir ödeme yapamadık, kendisine de çok mahcubuz.
Hakim ve savcılara raporları verdim.
Levent'in çok hasta olduğunu bildiklerini söylediler ama tahliye kararı vermiyorlar.
Talebimiz her seferinde reddediliyor.
Bu kararı vermek belki onları da aşıyor olabilir."

Peki maddi durumları nasıl?

"Eşimin emekli maaşı var ama yetmiyor.
Daha önce avukat parası için Burdur'da babamdan kalan evi satmak zorunda kaldık.
Levent'in annesi de yazlık evini sattı.
Emekli maaşıyla bu iş olmuyor.
Kredi kartı borçlarının altında ezilip duruyoruz.
İstanbul'da kalacak yerim olmadığı için aylardır hastanelerde yatıp kalkıyorum.
Zaten ben olmasam Levent'in yardımına kim koşacak."

***

Ve sağlık raporları

Sevgili okuyucularım, şimdi size emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün halen yatmakta olduğu İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Başhekimliği tarafından düzenlenen ve altında çok sayıda uzman hekimin imzaları olan sağlık raporlarından bazı bölümleri ileteceğim.
Raporlarda geçen ve doktor olmayanların anlamayacağı tıbbi deyimleri de biraz kullanmak zorundayım.

Raporların altında imzaları bulunan çeşitli anabilim dallarından profesör ve doçent doktorlar şunlar:

Dilşad Sindel, Vakur Akaya, Haluk Eraksoy, Ferihan Aral, Taner Koçak, Oğuzhan Çoban, Yılmaz Başar, Ahmet Kaya Bilge, Filiz Akyüz, Beyza Özcınar, İbrahim Yılmaz Başar, Ceyhun Başoğlu, Nalan Çapan, Atahan Çağatay, Şükrü Palanduz, Osman Erk, Mehmet Akif Karan, Fatma Nurten Eskiyurt, Şükrü Öztürk, İsmet Nane, Zehra Buğra, Cemil Taşçıoğlu…

Bunca üniversite hocası uzman doktor herhalde düzmece rapor hazırlayacak değil.

* * *

İşte Levent

Ersöz için Üniversite hastanesi tarafından hazırlanan raporlardan -çok özetle- bazı bölümler:

"Demir anemisi eksikliği, iskemik kalp hastalığı, femoral nöröpati, diabetik periferik nöropati, uyku apnesi, otonom sinir sistemi tutulumu…

Katater durdukça ve hastanede yatışı sürdükçe benzer infeksiyonların yenilenme ihtimali yüksek.
Yatak ve kendine bakım aktivitelerinde bile bağımlı.
İyimser bir yorumla, durumu stabilize olunca taburcu olabilir.
Ancak her an gelişebilecek benzeri tablolar nedeniyle yeniden hastane tedavisine ihtiyaç duyacaktır.

Rehabilitasyon ihtiyacı vardır.

Enfeksiyonlar, tedavinin yarattığı komplikasyonlar ve kan basıncı değişkenliği sorunları rehabilitasyonun başarılı olmasını önlemiştir.

Ayakta duramıyor, akülü tekerlekli sandalye kullanması gerekir.

Hastanemizde kaldığı son beş aylık seyirden ve son üç yıllık tıbbi geçmişinden anlaşılacağı gibi, en önemli sorun enfeksiyonların hastanın yaşamını tehdit etmesidir…

Hastanın üç yıldan beri çeşitli hastanelerde tedavisi devam etmektedir.
Değişik branşlardaki hekimlerin yıllar içinde hastanın giderek daha düşkün hale gelmesini engelleyemediği, hastanın bundan sonraki seyrinin bu şekilde yatağa bağımlı ve

bakıma muhtaç olarak devam edeceği, gelişebilecek diğer infeksiyonlar ve komplikasyonlar nedeniyle bazen de hayati olabilecek ciddi tehlikelerin ortaya çıkacağı…

Hastanın bir süre hastane infeksiyonlarından uzak kalması için HASTANE DIŞINDA bakımı yapıldıktan sonra rehabilitasyon çalışmalarına yeniden başlanması uygun olacaktır.
Kronik sorunları nedeniyle takip ve tedavisi ömür boyu sürecektir.

Hastada son 11 ay içinde art arda ortaya çıkan infeksiyonların, dirençli ve tedavisi güç bakterilere bağlı olmasının büyük ölçüde hastanede yatmak zorunda kalmasıyla ilgili olduğu görüşündeyiz.

Kronik sorunları nedeniyle takip ve tedavisi ömür boyu sürecektir…"

Yıllardır hasta yatan, iki kişinin yardımıyla tekerlekli sandalyeye oturtulan, idrarını günde altı kez sokulup çıkarılan sonda ile yapabilen, çare bulunamayan nice hastalıklarla yıllardır boğuşmakta olan ve gün geçtikçe eriyen tutuklu bir hastanın durumu işte böyle.

Onun Balyoz ve Ergenekon sanığı Levent Ersöz veya bir başkası olması hiç önemli değil.

Mahkeme bütün bu raporlara karşın böyle bir hastayı tahliye etmemekte direniyor.
Bir inat uğruna hastayı ölümle baş başa bırakıyor, ölüme terk ediyor.
Doktor raporları falan boşuna!

Ayıptır, günahtır, zulümdür, işkencedir.

Daha ne diyeyim!

SÖZCÜ

a45UyF587661-201306261338-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

Asla birilerinin umudunu kirma, belki de sahip olduklari tek sey odur ..

Anonim Nasihat
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder