23 Haziran 2013 Pazar

15-Altan ARISOY - "MİLLETİN BAĞRINDAN TEMİZ BİR NESİL YETİŞİYOR"


Altan ARISOY - "MİLLETİN BAĞRINDAN TEMİZ BİR NESİL YETİŞİYOR"

Sultan Recep Bin Tayyip ferman eyledi:

Gezi parkı yıkıla...
Yerine topçu kışlası yapıla...
AVM ve rezidans ola...
Yanına bir de cami konula...
AKM yerle bir edile...

Çevre örgütlerinin, gençlerin, demokratik kitle örgütlerinin ve duyarlı yurttaşların itirazına kimse aldırış etmedi.
Çünkü; her şeye tek başına karar verebilen, her şeye tek başına sahip olduğuna inanan, kimsenin kendine itiraz etmesine katlanamayan "benim milletim, benim bakanım, benim polisim, benim ülkem" diyerek halkı kendi kulu sayan bir "baş" vardı.

O böyle istiyordu.

Yıkım ekipleri işe başladı.

Ne olduysa oldu.
Rantçı, yüklenici-tüccar zihniyetine karşı, sağlıklı bir çevrede yaşamı, doğayı, paylaşmayı ve dayanışmayı benimseyen insanlar ortaya çıktı.
Ekipleri engellediler.
Sökülen ağaçları diktiler.
Parkta çadır kurup nöbet tutmaya başladılar.

Diktatörün buyruğuna karşı gelmişlerdi.

Bunu nasıl yapabilirlerdi!
Cezaları verilmeli ve aleme ders olmalıydı.

Emir uygulandı.

En saf, en insancıl duygularla parklarına sahip çıkan insanlara, bir şafak vakti uykunun en tatlı yerinde baskın yapıldı.
Çadırlar yakıldı.
Eşyalar yağmalandı.
Canlar zor kurtuldu…

Derken; hiç umulmadık bir şey oldu.

Birdenbire yüz binlerce insan gezi parkını korumak için Taksim alanına çıktı.
Beş bin kişi kamp kurdu.
Nöbet tutmaya başladı.

Sultan iyice kızdı.
"Bana oy veren yüzde elliyi evlerinde zor tutuyorum" diye tehdit etti.
Kullarına "ben dönene kadar bu işi bitirin" emrini verdi.
Kafasını dinlemek üzere yurt dışına çıktı.
Öyle ya; bu kadar basit işlerle uğraşmak kendisine yakışmazdı.
Dönene kadar nasıl olsa halledilirdi!

Türkiye'de dünya çapında büyük bir olay yaşanıyordu.
Ünlü haber kanalları canlı yayınlar yapıp, bu başkaldırıyı gıpta ile anlattılar.
Dünyaya örnek olan yaratıcı ve barışçı eylem olarak gösterdiler.
Polis şiddetini mahkûm ettiler.
Takdir ve destek iletileri yayınladılar.

Biz de çok şaşırdık!

30 yıl boyunca- özellikle son on yıldır- ne bir ses ne bir nefes veren Türk Gençliği, en umulmadık zamanda sahneye çıkıyor, büyük bir birliktelik sergileyerek onurunu savunuyor, ortak isteklerinin peşine düşüyordu!

Sevinçli ve gururluyduk!

Eylemler bir çığ gibi tüm ülkeye yayıldı.
On sekiz gün boyunca milyonlar sokağa döküldü.

Sultan Recep yurda döndü.
Kinle, nefretle, öfke ile bağırıp çağırmaya başladı.
Yardımcılarının kendisi yurt dışındayken yaptığı bütün barışçı girişimleri yok saydı!
Direnişçilerle alay etmek için, önem vermediğini göstermek için(!) bir dizi oyuncusuyla, bir karikatüristle ve Hülya Avşar nam sinema aktristi ile Gezi parkı direnişini görüştü...
Ama, olmadı.

Polat Alemdar(!) dizideki gibi çıkmadı!
Üstelik bir de konuşmaya kalkınca, "fısss" diye havası iniverdi!

Sultanın da havası inmek üzereydi.

Sonunda Taksim Dayanışma Platformu temsilcileri ile bazı gerçek sanatçıları kerhen de olsa kabul etti.
Onları şöyle bir dinler gibi yapıp, "sizi anlıyorum" demekle avutacak, gerilimi yumuşatacaktı.

Buluşma gece saat 01.
30 da gerçekleşti.

Ama üç buçuk saat boyunca yakınma dinledi.
Kendisine yağcılık yapılmadı.
Buna da çok kızdı.
Üstelik; bir de akıl vermeye kalkışılmaz mı...
Olur şey değil...

Artık sabredemezdi.
Siz kimsiniz de bana akıl veriyorsunuz, dedi.
Hemen Gezi parkının boşaltılmasını, yoksa orayı polisin boşaltacağını söyleyerek son tehdidini yaptı.
Masayı terk etti…

Ertesi gün henüz akşam yeni olmuştu ki; binlerce polis Sultanın emrini yerine getirmek için harekete geçti.
Taksim alanında toplanan yüz binlere sis bombası, biber gazı, tazyikli su ile saldırdı.
Gezi Parkı darmadağın edildi.
İstanbul gaz bombaları altında kaldı.
Kapalı alanlara biber gazı sıkıldı.
Yaralı- sakat-doktor ayrımı gözetilmedi.
Halk alanı geri almak için, polis ise kimseyi oraya sokmamak için uğraştı.
Çatışmalar sabaha kadar sürdü.

Gezi Parkı, o gün bu gündür polis kuşatması altında.
Siyasi iktidar ve belediye ne kadar çevreci olduklarını göstermek için gece- gündüz, harıl-harıl çalışıyor.
Gezi parkı yeniden yaratılıyor…

Halk ise yeni eylem yöntemleri geliştirdi.
İktidara, haksızlıklara, baskılara, kıyımlara, soygunlara, zulümlere, ötekileştirmelere karşı hoşnutsuzluğunu; "duran insan" eylemi yaparak ortaya koyuyor…

Türkiye'nin büyük kentlerindeki parklarda ülke sorunlarına ilişkin forumlar yapıyor.
Çözüm yolları arıyor…

Örgütlenmeye çalışıyor…

Gösteriler bitmiş değil.
Bütün yurtta –daha küçük ölçeklerde de olsa- devam ediyor…

Büyük tarihsel olaylar; yaşanırken tam anlaşılamaz.
Kuşkusuz ki bu olaylar; bir halkın uyanıp ayağa kalkmasının güçlü işaretleri olarak tarihte yer alacaktır..
Türkiye'de toplumsal ve siyasal mücadeleler, önümüzdeki yıllarda çok daha canlı yaşanacaktır.
Halk alana girmiştir.
Yaratan da, üreten de halktır.
Halk en büyük güçtür.
Tarih boyunca bu gücün karşısında kimse duramamıştır.
Utku; her zaman olduğu gibi, yine halkın olacaktır…

Öte yandan; bilir-bilmez herkesin olaylar konusunda yorum yapma hastalığı da sürmektedir.
Bazı yorumcular olayları çok abarttı.
Eylemi ve eylemcileri olağanüstü insanlar olarak niteledi.
Oto sansür uygulayan medya görmezden gelmeye çalıştı.
Rezil oldu.
İktidar yandaşları ise şaşkınlıkları geçince, küçümsemeye çalıştılar, olmadı..
Sonra da bildik saptırmalara, yalakalıklara başvurdular.
Medya; kulluk ve işbirlikçiliğin gereğini yaptı.
Yani; halk düşmanlığını, bencilliğini, haksızlığa kul olduğunu, dezenformasyon (bilgi kirletme, yanıltma) yaparak yine ortaya koydu.
Güvenilir olmadığını, karartma ve yanıltmayla görevli olduğunu, Sultanın borazanını çaldığını adeta bütün dünyanın gözüne soktu.

Topu topu 50 kadar demogogtan oluşan şakşakçılar sultanın ağzının içine baktılar.
O ne derse yinelediler.
Karaladılar, kötülediler ve…

öküzün altındaki buzağıyı buldular.

Sultan; eylemcileri ve olayları önce şu şekilde yorumladı: Üç-beş çapulcuya pabuç bırakmam...

Neymiş?
Üç-beş çapulcu değilmiş.

Sonra; eylemcilerin marjinal (sıradışı) olduklarını, polise saldırdıklarını söyledi.

Polis; Taksim alanında sadece 5 kişiden oluşan bir grubu saatlerce enterne etmedi.
Onların taş ve Molotof kokteyli atmalarına izin verdi.
Büyük kitleye saldırmak için de bu bahaneyi kullandı.
Oysa; bütün dünya, taksim olaylarını barışçı ve yasal bir hak olarak teslim etmiştir.
Bu yönüyle takdir etmiştir.

Son olarak; anma etkinliği için karanfillerle alana gelen ve orada sadece duran on binlerce insana polis durup dururken saldırmıştır.
Gerekçe "halka ait olan alanı işgal etmek ..."

Buradan da anlaşılıyor ki; alanda toplananlar halk olarak, milletin bir parçası olarak görülmüyor!
Yani; sultan ve avanesi, taksim alanındaki insanları düşman olarak görüyor!.

Sultan; kin ve nefret saçtığı kesimlere "onlar" bu kesimleri küçümseyip alay ederken de "bunlar" diye hitap ediyor.
Ama söylediklerinin tümü de yalana dayanıyor:

Camide içki içtiler, polise saldırdılar, başörtülüleri taciz ettiler, PKK-Ulusalcı işbirliği yapıldı Türk bayrağı yakıldı (3 yıl önceki PKK gösterisinde yakılmıştı), faiz lobisi yaptı, dış mihraklar var (özellikle İsrail), yasa dışı gösteri, polis şiddet kullanmadı(!)…

gibi yalanların apaçık ortaya çıkmasına karşın sürekli tekrarlaması bir devlet adamına, bir sultana yakışmayacak çirkin iftiralardır…

ABD; sultanın ekibiyle işbirliği yaparak, Ergenekon diye yoktan bir örgüt var edip, Türkiye'nin en değerli insanlarını her tarafından dökülen bir komployla bertaraf etmişti.
Sultan, öyle rezil bir tezgahla karşıtlarını yok etmenin rehaveti içerisinde, her zaman aynı şeyin olacağını düşünüyor ki; bu yalanlara devam ediyor…

Kin ve düşmanlık duygularından kurtulamıyor.

ABD ve AB ni suçluyor…

Facebook'ta bir yurttaş Sultan Recep'e soruyor:

"TOMA'yı Hastaneden içeri CIA mi soktu ?
Biber Gazlarını evin içine KGB ajanları mı attı ?

Ethem Sarısülük'ü vuran silahı Şebbiya Milisi mi tutuyordu ?
Gezi Parkındaki çadırları yakan, kitap okuyan çocukların ağızlarının içine kadar biber gazını sıkan FBI ajanları mıydı ?
"Camide içki içilmedi" diyen imamı izne çıkaran ve bunun tersini iddia ederek YALAN söyleyen Beşar Esad mı ?"

"Bize tuzak kurdular", diyor.

Korkuyor.
Korktuğu için çok bağırıyor.
Suçlamadığı kesim yok gibi.

Oysa ABD planlarının bozulmasını istemediği için eleştirir gibi görünüyor.
İstiyor ki; Türkiye kontrolden çıkmasın.
İktidar, ABD çıkarlarının taşeronu olmaya devam etsin.

Sayın Bülent Esinoğlu bu gerçeği şöyle özetlemiş:

"Kim ne derse desin, hangi saptırmayı yaparlarsa yapsınlar, direnişin karakteri antiemperyalisttir.

Önce şu yalandan başlayalım.

ABD Erdoğan'dan vazgeçti.

Hayır…

ABD, antiemperyalist halk hareketini kim eziyorsa ondan yana olur.

ABD'nin demokrasi, insan hakları gibi bir konusu yoktur.
Çıkarları vardır.

Demokrasi, insan hakları gibi konuları, vesayeti altındaki yönetimlere, şantaj için kullanır.

RTE, bize tuzak kurdular diyor.
Hayır…"

Sultan; geleceğinin kendisini iktidara oturtanların elinde olduğunu iyi biliyor.
Korkuyor.
Korktukça sertleşiyor, saçmalıyor…

Yalanlara sığınıyor…

Goebels şöyle demişti: "Amacımız doğruları söylemek değil, insanları etkilemek."

Sultan Türk halkını yalanlarla etkilemeye devam edebilir mi?

Bunca deneyimden sonra bu iş biraz zor…

Son gelişmeler Atatürk'ün umut vadeden bir sözünü yeniden anımsattı.
Buraya alıyorum:

"Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor.
Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak…"

Yaşadıklarımız; Bu büyük emanete çıkıldığının işaretleridir.

Altan ARISOY

İLK KURŞUN

a45UyF587661-201306231641-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

Baskasindan, ozellikle politikacidan medet, ummayin.

Sakip SABANCI
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder