Cumartesi günü polisin"çapulcu karanfil"e tazyikli su sıkıp gaz bombası attığı saatlerden hemen önce ben de Taksim Meydanı'ndaydım.
Gitme nedenim belli:
Taksim Dayanışması, Gezi Parkı Direnişi sırasında hayatlarını kaybeden biri polis dört vatandaşımız için meydana karanfil bırakma çağrısında bulunmuştu.
Meydana ulaştığımda saat 17.30'du…
İki ayrı noktaya ölenleri temsilen "ayakkabı" bırakılmış, etrafı karanfillerle ve mumlarla süslenmişti.
Yaklaşık iki yüz kadar eylemci de ellerindeki "döviz"lerle "duran insan" eylemi yapıyordu.
Kimisi taşeronlardan yakınıyordu, kimisi cinsel baskılardan…
Binlerce polis, meydanın dört bir yanını sarmıştı.
Çarşaflı eylemci!
Gezi Parkı ise "özel bir önlemle" korunuyordu.
Parkın merdivenlerinin üstüne konuşlanmış iki TOMA, müdahaleye hazır hâlde bekliyordu.
Meydandakilerin en az dörtte biri ise her milletten ve inançtan turistlerden oluşuyordu.
Arap ülkelerinden geldiği belli olan kara çarşaflı ve peçeli bir kadın ile sakallı kocası ise "en ateşli turist eylemci"lerin başında geliyordu.
Polise karanfil!
Buluşma saati geldiğinde, yani saat 19. 00'da meydandakilerin sayısı on binlere ulaştı. Türk bayrakları ile "Taksim Dayanışması"nın flamaları dalgalanmaya başladı.
Coşkulu kalabalık artık ezberlediğimiz sloganları atıyor, kimse birbirinin ayağına bile basmamaya özen gösteriyordu.
Havada karanfiller uçuşuyor, hatta bazı vatandaşlar çevredeki polislere karanfil veriyordu.
Oduncu gömlekliler!
Saat 20.00'ye yaklaştığında yorulduğumu hissettim ve meydandan ayrılmaya karar verdim.
AKM'nin önündeki polislerin arasından geçip Bostancı dolmuşuna yürürken, ön bölüme sıralanmış resmi üniformalı, yelekli, kasklı ve gaz maskeli polislerin hemen arkasında yine yan yana sıralanmış çok sayıda "sivil giyimli" adamın da durduğunu gördüm. Bunların bazıları "dinci" sakallıydı ve ne hikmettir ki tamamına yakını "kırmızısı bol oduncu gömlek" giymişti.
"Bu gömlek, birbirlerini kalabalık arasında ayırt etmeleri için bir işaret olmalı" diye düşündüm.
Ve ufak bir ayrıntı daha:
O sivillerin bir bölümünde sopa vardı!
Fotoğraf çekmeyi düşündüm ama ne yalan söyleyeyim cesaret edemedim. Çünkü tam ortalarındaydım ve böyle bir durumda başıma gelebilecekleri az çok kestirebiliyordum.
En önde duran ve "rütbeli"olduğunu sandığım bir başka polisin yanına yaklaştım; sakallıları ve sopalıları göstererek, "Bunlar da sizden mi yoksa partili mi?" dedim.
Genç polis şefi soruma yanıt vermektense,"Kimsin?" diye sordu.
Gazeteci olduğumu söyleyince, daha da sertleşti, "Benim demeç vermeye yetkim yok, git Emniyet Müdürü'ne ya da Vali'ye sor"dedi. Fotoğraf çekip çekemeyeceğimi sordum; aldığım yanıt, "Bas git kardeşim, başımı belaya sokma" oldu.
Eyvah, itfaiye!
Ben de denileni yaptım ve sırf o genç polis şefinin başı belaya girmesin (!) diye gidip dolmuşa bindim.
Aracın dolmasını beklerken, bir itfaiye arabasının Mete Caddesi'nden sirenlerini çalarak meydana girdiğini gördüm. Bu kötüye işaretti:
Çünkü günlerdir süren olaylar nedeniyle artık ezbere biliyordum ki; bir itfaiye arabası ne zaman TOMA'ların bulunduğu bir yere gelse, en fazla yarım saat içinde müdahale başlıyordu.
Kötü haber!
Bir an için meydana dönmeyi düşündüm ama gerçekten çok yorgundum. Islanmayı da kaçmayı da coplanmayı da gazlanmayı da göze alamadım. Zaten kısa bir süre sonra dolmuş hareket etti ve korktuğum haber daha biz Boğaziçi Köprüsü'ne gelmeden ulaştı:
Polis, havaya karanfil atan ve şiddetin "ş"sini bile aklına getirmeyen o muhteşem kalabalığı basınçlı su ve "kalkan" marifetiyle dağıtmış, ara sokaklarda ise gaz kullanmaya başlamıştı.
Eve gidip hemen Halk TV'nin başına geçtim ve sabaha kadar yaşanan olayları izledim.
Ellerinde taş bile olmayan insanlar İstiklal Caddesi'nde slogan atıyor, polis bunları gaz bombası atarak dağıtıyor, aynı insanlar korkup kaçacaklarına on beş dakika sonra daha kalabalık bir şekilde yine aynı yerde buluşuyordu.
Bu hesap verilemez!
Tüm bu olup bitenlerin özeti şu:
Polis, ortada şiddet eğilimi yokken Taksim'i ve çevresini cehenneme çevirdi…
Karanfile gaz sıktı!
Bu, suçtur!
Bu, "kanunsuz emre" itaattir!
Bu, yetkinin kötüye kullanılmasıdır.
Polisin, halka ihanetidir!
Ve herkes bilmelidir ki bugün "bağıran", "oturan", "yürüyen" ya da "duran" insanlardan korkup, onların üzerine "ezercesine" yürüyenler, gördükleri herkesi gözaltına alıp hâkim karşısına çıkaranlar; eninde sonunda o hâkimlerin karşısına çıkacak ve yaptıklarının hesabını asla veremeyecektir!
GÜNÜN SORUSU
Başbakan, Taksim Direnişi'nden sonra beş miting düzenledi ve beşinde de aynı şeyleri noktasına, virgülüne kadar tekrar etti. Sorum kendisine:
Neden aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsunuz? Sevenlerinizin sizi bir kerede anlamayacaklarını mı düşünüyorsunuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder