1 Mart 2014 Cumartesi

HZ MUHAMMED SON PEYGAMBER DEĞİL

Yazılanlar tevatür, boşlaf değildir.
Hepsinin de kaynakları yanında yazılmıştır.
Güvenmeyen oraları da araştırsın.

Ben yazılanları yürekten inanıyor ve kabul ediyorum.

Oraj POYRAZ


HZ MUHAMMED SON PEYGAMBER DEĞİL

Said Nursi'ye göre Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasındaki ilişkilerde kimin yönetip, kimin yönetildiğinin önemi yoktur.
Beraber yaşama şekillerinin belirlenmesi gerekir. (Said Nursi, Şualar, 14.Şua.212-213; Münazarat 1945)

Prof.Yumni Sezen'in Dinlerarası Diyalog İhaneti kitabından dört küçük alıntı daha:

Said Nursi diyor ki: "Müslümanlık-Hıristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre, Nurcular, Hıristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır" (Emirdağ Lahikası, I, s.1712; Tarihçe-i Hayat, s.434)

Said Nursi diyorki: "Birinci Dünya Savaşı'nda, bizimle savaşmış da olsa, bir Hıristiyan ölmüşse şehit sayılır, ahirette mükâfatı vardır" (Kastamonu Lahikası, 45)

M.Fetullah Gülen diyor ki: "En aciz bir şekilde, hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli diyalog hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik" (Papaya Mektup, Zaman gazetesi, 10.04.1998)

M.Fetullah Gülen diyor ki: "ABD'nin egemenliğinin zayıflamasından kaygı duyulmalıdır" (Nevval Sevindi ve İsmail Ünal'ın Amerika'da yaptıkları mülakattan)

"İsrail-Filistin arasındaki ihtilaflara Risale-i Nur'un getirdiği fikirler çerçevesinde çözüm sağlanabilir…
Risaleleri diğer kitaplardan ayıran kendine has üç özellik, barış, tolerans ve Kudüs ve çevresinin Yahudilerin peygamberleri tarafından da kutsandığına yönelik ibarelerin Risaleler'de yer alması"
. (Prof.Dr.Norton Merzinsky, ABD Central Connecticut Üniversitesi'nde öğretim üyesi, Yahudi Amerikalı, Ekim 2004'te İstanbul'da düzenlenen "Çok Kültürlü Bir Dünyada İmanlı, Anlamlı ve Barış İçinde yaşama Pratiği; Risale-i Nur Yaklaşımı" sempozyumu katılımcılarından, Aksiyon dergisi, 11 Ekim 2004)

ABD Tunxis Koleji Dekanı Colleen Keyes'in, "Batı'nın Risale-i Nur'dan Öğrenecekleri" konulu sunumunda "Hem İslam dünyasındaki, hem de Batı'daki Müslümanlar için uygulanabilir bir model olma potansiyeline sahip olan İslami hareketlerden biri, Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur hareketidir.
Nursi hareketi, Müslüman olmayanlar adına da güçlü bir cevaptır"
deniliyor. (Aksiyon dergisi, 11 Ekim 2004)

"Modern medeniyet ile mücadele: Said Nursi'nin Çözümü" başlıklı bir tebliğ sunan İtalyan Dinlerarası Diyalog Merkezi üyelerinden Prof.Dr.Thomas Michel, "Bana göre Said Nursi'nin hayatındaki en büyük başarısı, Risale-i Nur vasıtasıyla çağdaş Müslümanlara günümüz medeniyetini anlama ve analiz edebilme zihinsel donanımını sağlamasıdır" dedi. (Aksiyon dergisi, 11 Ekim 2004)

Bir başka ilginç Risale-i Nur bilgisi.

Ankara'da Kemalettin Ceviz bir kısım risaleleri İngilizceye tercüme eder ve İzmir'e, Mustafa Birlik'e gönderir: "İzmir'de NATO var.
NATO'daki subaylar vasıtası ile tercümeleri bir tetkik ettiriverin"
diyorlar.
İşte Necdet Doğanata, onun ağabeyi üsteğmen ve bir de Esat Kâşif vardı, astsubay.
Onlar NATO'daki subaylara götürdüler bunları.
Subaylar diyor ki, "Bu PAPAZ LİSANI. BİZ BUNU ANLAMAYIZ"
Onun üzerine Alsancak'ta bir papaz vardı.

Ona gittiler.
Adam önce tashih etmek istemedi.
Sonra yaptı neyse.
O atmosferde bunları nasıl göndereceğiz Amerika'ya?"…"Ferrin Agan diye Eskişehirli bir astsubay vardı.
Bizim dükkânın yanındaki lokantaya gelir, yemek yerdi.
O gitti ABD'ye" Birlik, binbir güçlükle bir yolunu bulup kitapları Amerika'ya ulaştırır.
Ferrin Agan'da baskılarını yaptırır"Ferrin bana da on tane göndermiş.
Ben bunlardan bir tanesinin Amerika Başkanı Kennedy'ye gönderdim.
Ve Kennedy'den de teşekkür mektubu geldi…"
(Portre, Mustafa Birlik,Aksiyon dergisi, 13 Şubat 2006)

Haber Objektif dergisinin Aralık 2004, 24.sayısında Ümit Oğuztan tarafından yazılan on sayfalık;
"Said Nursi, Said-i Kürdi, 1873-1960) adlı makalede,
Said Nursi, Fetullah Gülen ve Harun Yahya ile ilgili çok ciddi iddialar vardır.
Benim takip edebildiğim kadarı ile bu makale ile ilgili bir açıklama veya tekzip derginin daha sonraki sayılarında yer almamıştır"
.
1873 yılında Bitlis''in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelen Said-i Kürdi'ye "Nursi" sözcüğü doğduğu yere izafeten verilmiştir.
Aslında İran'dan göçen Soft Mirza isimli bir şahsın oğludur…

Van'da 1899-1901 yılları arasında İran ihtilaline kadar Babilerle ve İngiliz subaylarla ortak çalışmalar yapan Said, bu dönemde Şeyh Celaleddin Afgani'nin İran'dan kaçıp İstanbul'a gitmesine ve Abdülhamit'in himayesine girmesine kuryelik yapmıştır…

18 Mart 1960'da Emirdağ'da ağırlaşan Said-i Nursi öleceğini anlayınca "Beni Urfa'ya götürün, Hz.İbrahim'in makamına gömün" der.
21 Mart günü Urfa İpek Palas oteline yerleştirilirler…
Otelin çevresini binlerce Nurcu ve Bahaî sarmıştır…
Bahaî Said-i Nursi 24 Mart 1960'da vefat etmiş…
Bahailik inancına göre cenaze bir saatlik yoldan uzağa gömülemeyeceğinden Said'i Nursi orada ölmek için direnmiştir.

Said-i Nursi'nin cesedi ipekten bir kefene sarılmış, parmağında Muhammed Bab'ın ve Bahaullah'ın adlarının yazdığı bir yüzük takılı olarak lahitin içine konmuştur.
Bediüzzaman Said-i Nursi, Urfa Halil Ümran Camii'ne defnedilmiştir…
27 Mayıs askeri ihtilalinin ardından kabri açılmış, naşı alınıp uçakla bilinmeyen bir yere götürülmüştür.

Günümüzde Said-i Nursi'nin nereye gömüldüğü veya bırakıldığı bilinmemektedir" (Ümit Oğuztan, Haber Objektif dergisi, Aralık 2004, sayı 24)

"Şimdi Said Nursi'nin Kürtçülük yönüne bakalım".

Said-i Kürdi Hazretleri'nin Sultan II: Abdülhamit'e kızgınlığının sebeplerinden biri de onun talimatıyla akıl hastanesine kapatılmış olmasıdır….
Kürt Said Efendi karargâhından saygıda kusur edilmeden saraya getirildi…
Abdülhamit Han o dönemde genç bir adam olan Said-i Kürdi hazretlerine dönerek:

"Evladım bir isteğin mi var?" diye sordu.
"Evet, Doğu'da Kürtçe tedrisat yapan okullar istiyorum"
"Duyamadım bir daha sesli şekilde söyler misin?"

Sultan'ın huyunu bilenler onun kızdığını ve bir nevi susması için böyle konuştuğunu bilirler.
Ancak Said-i Kürdi (sonradan Nursi) Hazretleri susmaz ve küstah bir edayla yüksek sesle bağırır:

"Doğu'da Kürtçe tedrisat yapan okullar istiyorum!.."

Sultan Abdülhamit görevlilere döner "Bu genci Toptaşı akıl hastalıkları tımarhanesine (hastanesine) götürün biraz dinlensin" der.
Böylece Said'i Nursi (Kürdi) Hazretleri akıl hastanesine kapatılır.
Hem de padişahın emriyle" (Türkeli dergisi, Ocak 2005 s.106)

Said Nursi'nin akıl hastanesinde kalış süresi üç aydır.

Said Nursi, 31 Mart kanlı vakasının tertipçisi Derviş (!) Vahdeti'nin Volkan mecmuasında "Kürt eşrafından Said-i Kürdi adıyla yazılar yazdı.

Derviş (!) Vahdeti, İttihad-ı Muhammed'i Cemiyeti'ni kurarak "derneğin başkanlığına Peygamber Efendimiz'i getirdiğini" ilan etti.

Said-i Kürdi, "İki Mektebi Musibetin Şehadetnamesi ve Divan-ı Harb-i Örfi" isimli risalesinde: (Belgenin asli resmi Türkeli dergisi'nin Ocak 2005 sayısında yayımlanmıştır.)

"Ey Asurîler ve Kiyanilerin cihangirlik zamanında pişdar, kahraman askerleri olan aslan KÜRTLER!
Beş yüz senedir, yattınız; yeter artık uyanınız sabahtır…"
şeklinde "ebnayı cinsine" çağrıda bulunuyordu.
(Bediüzzaman Said-i Kürdi, "İki Mektebi Musibetin Şehadetnamesi veya Divanı Harb-i Örfi" Tabi, Kürdizade; Ahmet Ramiz, İkbal Millet Matbaası, Vezirhanı (1327-1911/1912, İstanbul)

Ayrıca Said Nursi hakkında ABD Chicago Üniversitesi öğretim üyesi Dr.Hakan Özoğlu'nun "Osmanlı Devleti ve Kürt Milliyetçiliği" kitabına (Kitap Yayınevi) bakabilirsiniz.

"…Fetullah Gülen'i anlayabilmek için öncelikle "Bahailik" tarikatının incelenmesi gereği vardır.

Bahaullah Mirza Hüseyin Ali tarafından kurulan, bazılarınca bir din olarak da kabul edilen mezhep, Şiraz'lı Mirza Ali Muhammed'in kurduğu Bahailik"in devamıdır.

Bahailik, tüm dinlerden ayrı ve tümünün evrensel yanlarını birleştiren yeni bir din olduğunu öne sürmektedir.

Bahaîler, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'ten alınan prensiplerle kendilerini ayrı bir dine mensup görmek istemektedirler…
Fetullah Gülen, Bahaî prensiplerini uygulayan ve doğrudan CIA ve İngiliz İstihbarat Örgütü'nün Türkiye üzerinde ortaklaşa yürüttükleri "ılımlı İslam" operasyonlarında kullanılan bir kişidir.

Bahailik'teki tanımlama ile "Adalet Evi" Türkiye'de "Işık Evi" olarak adlandırılmıştır…
Bahaîler İran'daki Batıni inancına da kendini kabul ettirmiş olan ve aslı Yahudilerin kitabı olan "Kabala" da olan "ebcet" hesabı ile gelecekten haber vermeye çalışarak rüyaları Batıni inancına göre yorumlarlar. (Ümit Oğuztan, Haber Objektif Dergisi, Aralık 2004, sayı:24)

Bu arada 2004 yılı içinde, İstanbul Üniversitesi profesörlerinden birinin hocaefendinin yanına, Amerika'ya rica ile götürüldüğü, benlerini estetik cerrahi yöntemiyle aldırdığı söylenmektedir "Hocaefendi" ile ilgili bir başka bilgi:

"1981 yılında Cerrahpaşa Hastanesi'nden şizofren raporu verilen, Kürtçülükten 1965 yılında soruşturma geçiren, yedi sene boyunca Allah'ın sıfatlarını önündeki kitaba bakarak dahi okuyamadığı ve yazamadığı için Diyanet İşleri Başkanlığı'nca vaizlik sınavını dahi geçemeyen, Türk çocuklarına "Kabalistik, Gnostik, Maniehist ve Hıristiyanlık" karışımı ilkel bir anlayışı sanki "gerçek İslam anlayışımız bu olmalıymış!"gibi anlatarak onları uluslararası şirketlerin istediği mankurtlaşmış insanlar haline getirmeye çalışan, marifetlerini burada sayfalar dolusu yazarak bitiremeyeceğimiz fakir (!) HOCAEFENDİ ile CIA-PENTAGON işbirliği yine sahnede!.." (Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği Genel Başkanı Taner Ünal- Yeniçağ gazetesi, Şubat 2006 faaliyet duyuruları)

Said Nursi, Mehmet Güleç'in (Mehmet Fırıncı) yaptığı açıklamaya göre 1951 yılında Patrikhane'yi, Rum Patrik Athenogras'ı ziyaret etti.(Aydınlık dergisi, 24 Eylül 2000)

Karısının İngiliz asıllı bir bayan olduğu söylenen Mehmet Fırıncı'ya göre, 1962 yılından sonra Müslüman-Hıristiyan diyaloğu noktasına gelindi.
Onun iddiasına göre dinlerarası diyaloğun baş mimarı da Fetullah Gülen değil, Said Nursi.

Ayrıca Said Nursi Vatikan'a, papaya kitaplarını gönderdi.
Papalık da kendisine 22 Şubat 1951'de bir teşekkür mektubu yazdı.

Peki, Bahailik tarikatının veya senkretik dinin geleceğe yönelik hedefi nedir?

a) Dinlerin birliği, tek dünya dini.(senkretik din)

b) İnsanların birliği ve ortak insanlık dili, tek dünya dili yoluyla dünya barışının gerçekleşmesi.

c) Milletleşme bitmiştir.
Ulus devlet dönemi bitmiştir.
Artık milletler birliği insanlığın evriminde yeni bir hedeftir.

d) Milletler Cemiyeti (Birleşmiş Milletler) ve buna bağlı milletlerarası güvenlik teşkilatı ile dünya barışının sağlanması.
Dünyada bir tek ordunun olması.

e) Genel mecburi eğitim.

f) Kadın-erkek eşitliği.

g) Cihat yoktur.
(Bu konuda İslam'a tenkit yöneltirler, Yahudi ve Hıristiyanların en çok şikâyet ettiği İslam ideali budur.)

h) Ayrılık ve kavgalara sebep olan inançlar din olamaz.

i) Haksızlığa sabır ve dayanırlılıkla karşı konulmalı.

j Hz.Muhammed son peygamber değildir.

Bahailik konusunda daha geniş bilgi için tarafımızdan yazılan "Hollywood ve Kabala'nın 13.Havarisi Evanjelizm Dünya İmparatorluğu ve Türkiye" (Birharf Yayınları) bakabilirsiniz.

Yukarıda sıraladığımız Bahailik hedefleri ile Yeni Dünya Düzeni'nin efendilerinin istediği "yenidünya dini" hedefleri bire bir örtüşmektedir.
Arkada ezoterik güçler vardır.

Bu dinin adı "senkretik" dindir.

Birkaç dinin birleşmesiyle oluşan inanca senkretik din denir.
Temeli Yahudi mistisizmi Kabala'ya dayanır.

Ilımlı İslam, Dinlerarası Diyalog ve İbrahimi Dinler" aynı noktaya, yani senkretik dine çıkar.

Senkretizm, Evanjelistlere göre Yecüc Mecüc savaşlarına ve arkasından Armagedon kıyamet savaşına sebep olacak olan Deccal'ın dinidir.

Yine Evanjelistlere göre Vatikan da Deccal'ın temsilcisidir.

13.10 1962 tarih ve 1252 esas, 2435 sayılı Yargıtay kararı gereğince Bahailik ayrı bir din değildir.

Bahaîliğin dünya idare merkezi olan "Genel Adalet Evi" İsrail'in Hayfa şehrindedir.
İkinci büyük merkez ise Amerika'nın Chicago şehrinin yakınlarındaki Wilmette'dedir.

Burada sorulması gereken bir soru vardır ve acıdır.
Said Nursi ve Fetullah Gülen'in "ılımlı İslam, dinlerarası diyalog ve İbrahimi dinler" ile savundukları, Ezoterik kurumlar ve Bahaîlerin geleceğe yönelik hedefleriyle birebir örtüşmektedir.
Niçin?

Türkiye Yahudileri Hahambaşı İshak Haleva diyor ki: "Yapılan dinlerarası diyalogların yanı sıra somut kararlar alınıp uygulanmalıdır.
Bütün bu etkinliklerin yararı iyi niyet göstergesi ve gayretinin ötesine gidebilmelidir"
(Euro News dergisi, Ocak 2006)

"İslam'ın Protestanlaşması…
Dinimizi dinlikten çıkarmamızı istiyor.
Şimdi, her iktidar Özal döneminden başlayarak bunun antrenmanını yaptılar.
Şimdiki AKP iktidarına da bunun antrenmanlarını yaptırıyorlar.

" Nasıl bir şey yaparız?
Diyanet'te şöyle mi yapsak, başörtüde nasıl bir değişiklik yapsak?.."
falan, filan…

Karşımızdaki güç Siyonizm'in ele geçirdiği ABD ve bizzat İsrail'dir.
Bu mekanizma, bu güç karşısında bizim mukavemet edebilmemizin temel şartı içeride birlik olmaktır" (Mahmut Çetin, Aylık, Aralık 2005) Bu konuda Prof.
Dr.Yumni Sezen'in"Dinlerarası Diyalog İhaneti" mutlaka her mütedeyyin, vatansever Müslüman Türk'ün okuması gereken bir eser.

Peygamberimiz Hz.Muhammed'e "Şeytan" diyenlerle hangi diyalog yapılacaktır…
Ayrıca kim ve kimler"Muhammed'siz" bir İslam peşindedirler?

Gelelim peygamberimizi terörist gösteren, 30 Eylül 2005 tarihinde Danimarka gazetesinde yayımlanan karikatüre.

Bir kere bu iş Danimarka'nın işi değil.
Danimarka sadece, Yeni Dünya Düzeni'ne giden yolda ezoterik merkezlerce kullanılan zavallı bir "mayın eşeği" konumunda.

Ezoterik kurumların arkasında da Evanjelistler ve Kabalistler var.

Karikatür meselesinden en çok Avrupa zarar görür.
İsrail ve ABD'yi ele geçirmiş olan Evanjelist-Kabalist çeteler kazançlı çıkar.
Karikatürü servise koyanların esas niyeti Müslüman-Katolik çatışması çıkarmaktır.

ABD'deki Evanjelist-Kabalist çetenin 2005 yılı içinde dünya medyasından yazar-çizer devşirmek için harcadığı tutar 400 milyon dolardır.

Bir kısım Müslümanların karikatüre gösterdiği vandalist tepkiye gelince, tam manasıyla Evanjelist-Kabalist çetenin ekmeğine yağ süren cinsten.

Türkiye'de RTE'nin başbakan olmasından bu tarafa "başörtüsü zulmünü" unutan, Beyazıt Camisi'nde her Cuma namazından sonra çığırtkanlık yapanlar…

Felluce'de, Kerkük'te, Telafer'de oluk oluk Müslüman kanı akıyor…
9 yaşındaki kız ve erkek çocukların ırzına geçiliyor…
Iraklı Müslüman kadınlar "gavur piçi" doğurmamak için en çok doğum kontrol hapı isterken…
Kıbrıs giderken…
Türkmenler Kürt eşkıyalarca katledilirken…

Nerede bu Müslümanlar?

Aynı şey diğer Müslüman ülkeler için de geçerli.

Gözünün önünde, karısına 40 harami tecavüz ederken ses çıkarmayan ebleh bir erkeğin, başka bir köşede bir serserinin karısına nanik yapmasına efelenmesi var ya…

İşte Müslümanların çoğunun karikatür tepkisi bu cinsten.

Küresel finans tetikçilerine yaltaklanan Müslümanlık anlayışı ancak emperyalizme uşaklık eder.
übarek dinimiz İslam"Holding Müslümanları" nın elinde yetimdir.
Türkiye'deki pek çok dini tarikatın ipleri yabancı servislerin elindedir ya da Judaize olmuştur.
En ehven kabul edilebilecekler bile Kabalist formattan geçirilmiştir.

İslam'ın o muhteşem ilk emri "OKU" emri 200 yıldır ortadan kaldırılmış, yerini tarikatlar ve cemaatler eliyle "dinle" ve"ezberle" ama "düşünme" almıştır.

Türk-İslam tarikat ehli Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli'nin "Alperen" İslam anlayışı bir kenara itilmiş yerine "Hint fakiri"

"miskin" İslam ve "ağlayan", "sızlayan" tipler ikame edilmiştir.
Diğer taraftan, Prof.Çetin Yetkin Hoca'nın "Karşı Devrim 1945-1950"de anlattığı gibi, İnönü Atatürk'ün milli devletini rayından çıkarmış, sonra gelenler de devlet mekanizmasına yerleşen despot bir laiklik anlayışını tedavi etmemiş ya da edememişlerdir.

Atilla İlhan'ın da ifade ettiği gibi "ceberut laik" kafa Türk çocuğuna cumhuriyetin okullarında adam gibi din eğitimi vermemiş, İslam merdiven altına itilmiştir.

Merdiven altına itilen İslam etnik çentikli cemaatlerin, Kürtçülerin eline geçmiş, bilahare "diyalog" maskaralığı ile Türk devletinin milli güvenliğini tehdit eder noktaya getirilmiştir.

Bütün bunlar tek merkezden ince hesaplar yapılarak adım adım gerçekleştirilmiştir.

Bunun için de önce, milli eğitimin milliliği ve "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" düsturu ortadan kaldırılmıştır.

Türk eğitim sistemi, Türkçe çökertilmiştir.
Devşirilmiş aydınların elinde dilde, dinde gitmiş ve sıra vatanımızın, Türk devletinin tasfiyesine gelmiştir.

28 Şubat postmodern darbesi ile Anadolu-Türk sermayesine, "yeşil sermaye-irtica sermayesi" yaygaraları ile büyük darbe vurulmuş, Türk devletinin ve milletinin başına musallat olan "gayrı milli burjuvazi"nin elindeki sermayenin önü açılmıştır.
Bu grup zaten başlangıçtan beri Amerika'daki Demokrat Parti çizgisindeki Yahudi sermayesinin kontrolü altındadır.

28 Şubat'ın bir diğer belirgin neticesi, ülkemizde, siyasi ümmetçi- Kürtçü siyasi iktidarın önünü açmak olmuştur.
Böyle bir iktidar ise ABD ve İsrail desteklidir.

Bu bağlamda Kemal Derviş'in misyonu daha bitmemiştir.
Türkiye'de yeni bir ekonomik kriz çıkarılacak ve Derviş daha üst makamlara kurtarıcı olarak oturtulacaktır.
Yeni "B" planı ise, Cem Uzan'dır.

Ülkemizde finas ve medyaya çöreklenmiş kalem tetikçileri, bunlar beş yıldızlı tetikçilerdir.
Manukyan bunların yanında piri pak kalır.

Unutmayalım ki, Manukyan ülkesini satmadı.
Kendi meşrebine uygun bir şekilde kanuni sınırlar dâhilinde bir işin ticaretini yaptı.
Üstelik vergi rekortmeni de olmuştu.
Hem de, birileri darülharp, birileri de fırsatlar ülkesi saydığı Türkiye'mizi söğüşlerken.

Hâsılı Atatürk'ün ölümünden sonra çoğunluğu yabancı soylu diye bilinen, siyasi ve iktisadi mekanizmayı kontrol altına alan yüzde birlik;

Laik-beynelminelci solcu

Siyasal İslamcı

Ve liberal sağ-küreselci elitler

Sağcı veya solcu yüzde doksan dokuzluk reaya çocukları Türk milletini,

Atatürk'ün Türk milliyetçiliğine ve Kur'an'daki gerçek İslam'a hasret bıraktılar.
Ülkemizde azınlık ırkçılarına ve küresel sermayeye servet transferi yapılmaktadır.

Danimarka'da Jyllands Posten gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Carsten Juste'nin ve Kültür Editörü Flemming Rose'un yayımladığı, peygamber efendimizi terörist gösteren karikatürden bin beteri mübarek dinimize, Türklüğümüze ve vatanımıza her gün ülkemizde yapılmaktadır.

Ne yazık ki, "alperen"liğin "alp"ini atan "eren"liğini de Hint miskinliğine çeviren dini cemaatler ve "ceberut laik"bilmişler para saymaktan bu gibi önemsiz (!) konularla ilgilenmemektedir.(!)

Bir karikatürden bin karikatür çıkacak.
Az kaldı göreceğiz.

Şu anda ismini tam hatırlayamadığım bir şair-yazar, Osmanlı Türkiyesi'nin son günlerinde şöyle demişti:

"Beni Mehmet Akif Müslüman yaptı.
Ama bu dini cemaatler gavur yapacak"
"Ceberut laik"
ler de Yeni Dünya Düzeni'nin hizmetindedir.

1920'lerde İstanbul'da Şeyhülislam Dürrizade el Sait emperyalist İngilizlerin yanındaydı.
Ama Türk evladı Ankara Müftüsü Rifat Börekçi işgale karşı, Kuvayı Milliyeciydi.
Emperyalizmin yeni versiyonu küreselciler İslam dünyasında mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik ve etnisiyeciliği teşvik ediyor.

Türkiye'mizde İslam bölük börçük, Müslüman Türk tarikatlara, cemaatlere dilimlenmiş…

İnanç bölünmesi mi bu?
Hayır!...

Ticaret, siyaset, tarikat, cemaat üzerine mübarek İslam'ı yozlaştıranlar…
Müslümanlığı kullanırken gözlerini kırpmıyorlar.
Vicdanları titremiyor.
Bunların dinindeki beş şart; para, para, para, para ve para.

Mübarek İslam'ı Hıristiyanlığın emrine ve onun küresel emperyalizminin hizmetine vermekten hicap duymuyorlar.

Çin bile temel eğitimin sekizinci ve dokuzuncu sınıflarında sosyoloji-toplumbilim derslerinde "Atatürk ve Türk Kurtuluş Savaşı"nı ders konusu olarak işlerken…

Türkiye'de Atatürk ve Türk İstiklal Harbi, laik ikinci cumhuriyetçiler, siyasi ümmetçiler, Kürtçüler ve diğerleri tarafından ABD-İsrail ve AB ile koordineli bir tarzda tarihten ve Türk milletinin hafızasından silinmek isteniyor.

Mustafa Kemal'i tarihe gömmenin tek yolu da Anadolu'yu Türk ülkesi olmaktan çıkarmaktır.

Bugünün küreselcileri, dünün emperyalistleri Anadolu'yu Türk yurdu saymıyor.

Churchill, Kurtuluş Savaşı'nı yapan Türkiye'yi hedef alarak:

"Çok eskiden bu yana orada olsalar bile, yemeyip de yanında yatanın malının sonsuza kadar onun sahibi olmasını kabul etmiyorum" demişti.(Arudhati Roy, The Ordinary Person's Guide to Empire)

Anadolu'muzda söylenen ayrılıkçı "düetlerin" temelinde bu felsefe yatıyor.
Siyasal İslamcılar, azınlık ırkçıları, laik ikinci cumhuriyetçiler hepsi malum merkezlerle sürekli düet yapıyorlar.
Türk yurdunda

"Türk olma"nın suç sayılması, elbette bunun bir gün hesabının sorulmayacağı manasına gelmiyor.

Prof.İbrahim Kafesoğlu Hoca'nın "Her ne olursa olsun bu vatan coğrafyası korunmalı" sözü Anadolu toprağında doğanın, bu toprakta beslenip büyüyenin soyunun bu toprakta süreceğinin farkında olmasını ve bunun tarih şuuruyla desteklenmesi gerektiğini mecbur kılıyor.

Siyasal İslamcılar Müslüman Türk'ün "Türk bilincini" kırmak istiyor.

Türk milleti yol ayrımında ve Türkiye'nin etrafındaki ateş çemberi gittikçe daralmaktadır.
Ülkemiz nükleer, kimyasal ve biyolojik bir savaşın ortasında kalabilir.


a45UyF587661-201307301451-{{SN}}

  ^^^^^ - vvvvv

 

zaryop:jaro
facta non verba
* * *
ise bak lafa bakma
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder