Rıza Nur hayatının büyük bölümünde yetersiz ve düzensiz tedavi nedeniyle sık sık alevlenmeler yaşayan bariz bir şizofren.
Cımbızla seçilen ifadelerine değil, ifadelerinin tamamına bakarsanız paranoid hazeyanı göreceksiniz.
Mürtecilerin AtaTürk'ü karalamak için şahit saydıkları Rıza Nur kimmiş, akıl sağlığı nasılmış, ifadelerini ciddiye almak imkanı var mıymış?
Bir bakın, mürteciler nelere bel bağlamış.
Saygılar.
Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA
Cumhuriyet tarihi yalanlarının Kaynağı: RIZA NUR.
30 Ağustos 1879 Sinop doğumlu olan Rıza Nur, ilköğrenimini Sinop'ta gördükten sonra İstanbul'a gelerek eğitimini burada devam ettirdi. Tıp Lisesi ve Askeri Tıp Okulu'nu tabip yüzbaşı olarak bitirdi. Askeri Tıp Akademisi'nde staj yaparken Alman hocaların ilgisini çekerek orada asistanlığa başladı. Dr. Deike Paşa'nın yanında bir süre çalıştıktan sonra cerrahi bölümüne geçti ve Prof. Dr. Wietin Paşa'nın yanında çalışarak operatör oldu. 1903'te Rumeli Zibefçe gümrük kapısına bakteriyolog olarak atanan Rıza Nur, 1905'te Gülhane'ye yardımcı öğretmen, 1907'de Askeri Tıbbiye'ye cerrahi hocası oldu.
II. Meşrutiyet'in ardından yapılan seçimlerde Sinop'tan milletvekili seçilen Rıza Nur, İttihatçılara yönelik ağır eleştirileri nedeniyle Askeri Tıbbiye'deki profesörlük görevinden alındı. Daha sonra binbaşı rütbeleri de sökülmesine rağmen eleştirilerine devam etmesi nedeniyle üç ay hapis yattı. Ardından da Cemal Paşa'nın emriyle sürgüne yollandı.
Lozan'dan döndükten sonra siyâsetten bıktığı, 1908'den beri sürekli suikast riski altında yaşamasının getirdiği yorgunluk yüzünden ve gördüğü duyduğu cinâyetlerden dolayı canından daha fazla endişe etmeye başladığı, yeni rejimi bir diktatörlük olarak düşündüğüi, iktidar kadrosunu yetersiz ve ahlâken düşük gördüğü, gelecekten umûdunu kestiği, artık sâdece sevdiği işi (araştırma, sanat, bilim) yapmak istediği Ve karısının hastalığı bahanesiyle 1926 yılında yurt dışına (Fransa'ya) çıkmıştır.
Bir süre siyâsetle ilgilenmemiştir. Ardından, abone olduğu, iktidar yanlısı bir Türk gazetesinden ve biraz da Fransa'ya gelen veyâ orada görevli kimi Türklerden gündemi izlemeye başlamıştır. Zamanının çoğunu araştırmayla, dil-şiir-operet metni-târih konularında yazmakla ve operetlerde, kütüphânelerde (araştırmayla), bilimsel kongrelerde geçirmiştir.
1927 yılı Rıza Nur için dönüm noktası olmuştur. Atatürk'ün Nutuk'ta kendisini "Arnavutları isyana teşvik ettiği" diye suçlamasından sonra 1928 yılında anılarını yazmaya başlamıştır. Anıları Nutuk'a cevap niteliğindedir. 1935 yılında anılarını British Museum'a 1960 yılına kadar yayınlanmaması şartıyla teslim etmiştir.
Bu nokta üzerinde durulması gereken bir konudur. Neden 1960 yılına kadar yayınlanmamasını istemiştir. Çünkü 1960 yılına kadar yaşiadığı dönemin tüm şahitlerinin öleceğini düşünmüştür. Rıza Nur bu anıları yazdığında yurtdışındaydı istese herhangi bir yayınevinde anılarını yayınlatabilirdi. Atatürk'ten çekindiğini farzetsek bu da yanlıştır. Atatürk öldüğünde Rıza Nur hayattaydı fakat ölümünden sonra da anılarını yayınlamamıştır.
Rıza Nur, bir uçtan bir uca sürekli gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı'nda Arnavutları ayaklandırır, Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçidir, anılarını yazarken ırkçıdır. Anılarında hem sultanlık ile halifeliği kaldırmış olmakla övünür; hem de hazırladığı parti programında halifeliği yeniden kurmak ister. "Türk Tarihi" adlı kitabında Mustafa Kemal'in hakkını teslim eder, onsuz zaferin olamayacağını belirtir. Anılarındaysa Mustafa Kemal'e olmadık iftiralar atar.
Dr. Hasan Behçet Tokol, şu tanılarda bulunmuştur:
"Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim; psikopatik bir zemin üzerinde paranoit reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zeka fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını; son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir."
"Doktorun, Rıza Nur'da belirlediği hastalık adları da şöyle: İzolasyon (kendini çevreden soyutlama), depresyon (ruhsal yavaşlama, içe kapanma, çöküntü), homoseksüel eğilimli, Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop korkusu), depersonelizasyon (aşağılık duygusu), agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın), psikopat (kişilik bozukluğu), mitomani (yalan söyleme), fabulasyon (masal uydurma, hayali hikayeci), fanteziler (hayal ettiği olayları gerçek sanma), megalomani (büyüklük fikirleri), narsisizm (kendine hayran olma), paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme korkusu), egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı övünme, sahte gurur)."
Rıza Nur'un hazırladığı parti programı da onun nasıl bir ruh halinde olduğunun açık bir ifadesidir. İşte o maddeler :
* İdare sistemi laik ve sosyaldir. Fakat devletin resmi dini vardır.
* Eski yazıya dönülecek ve Latin harfi ile ikisi beraber yürüyecek.
* M. Kemal'in Nutuk'u toplattırılıp, imha edilecek .
* Partiye mistik bir şekil verilip, üyeleri Türkçülük hususunda tarikat ve dervişlik gibi ilahi bir ideal ve gayrete sahip olacaktır.
* Halveti tarikatına müsaade etmeli.
* Hilafetin yeniden tesisi hayati bir ihtiyaçtır.
* Başbakanlığa bağlı bir ırk müdürlüğü kurulacak, Türk olmayanlar memurluktan çıkarılacak.
* Kadını erkekle eşit saymak, ona memuriyet vermekten büyük hata olamaz. Kadın çocuk makinesidir.
* Dans yasaklanacak.
* Kalıtsal hastalığı olanlar kısırlaştırılacak
Buraya kadar Rıza Nur'u tanıdıktan sonra şimdi Atatürk hakkında attığı iftiralara geçeceğim. Yıllardır bir delinin uydurmaları üzerinden nasıl bir tarih yazılmış, nasıl bu millet zehirlenmiş akıl alacak iş değil. Bölüm bölüm o iftiraları yazıyorum
ATATÜRK KADIN DÜŞKÜNÜYDÜ VE EŞCİNSELDİ YALANI: KAYNAK RIZA NUR
"…Ali Fuad'la bir akşam ikimiz baş başa konuşuyoruz. Mustafa Kemal'in fuhuş hikâyelerinden bahsediyoruz. Dedi ki: 'Ayol onun erkekliği yok. Mektepde iken, Selanik'de iken beraber çapkınlığa giderdik. Kadınlarla uğraşırdı, bir şey yapamazdı.' Hayretimi mucip oldu. Bilmezdim. Çünkü fuhuşa çok düşkün. Bu sözü sonra bir binbaşının hareminden de işittim. Mustafa Kemal bir aralık buna dadanmıştı. Herkesin ağzındaydı. Kadın hasta olmuş, bana müracaat etti. Pek güzel bir hanım. Mustafa Kemal ile olan macerasını ne yapıp söylettim. Dedi ki: 'O kadına çok düşkündür. Ama bir şey yapamaz. Kalkmaz. Uğraşır sürüştürür. Sonunda dışına akıtır, işte bu kadar.' Bu söz Ali Fuad'ı teyit etti. Derken Mustafa Kemal Latife ile evlendi. Latife haremimle ahbap idi. Ona Mustafa Kemal'in kocalık yapamadığından şikayet etmiş. O da bana söyledi. Latife bu şikayeti Fethi Bey'in refikası Galibe hanıma da yapmış. Fethi'den işittim. Demek ki Ali Fuad'ın sözü tamammış. Demek bu adam i*nedir. Ve bu hali gençliğinden beridir."
(3. Cilt, 153. sayfa)
"…Anlaşıldığına göre boşanma vakasından iki-üç gün evvel Latife kardeşi İsmail ile haremi Süreyya Paşa'nın kızı Melahat Ankara'ya gitmişlerdi. Çankaya'da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa Kemal'in yanında katip sıfatıyla Halit Ziya'nın oğlu Vedad vardı. Güzel, tüysüz bir çocuk. Bir akşamüzeri karanlık çökerken İsmail, Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad Mustafa Kemal'i ağacın dibinde yapıyor. Latife'yi çağırmışlar. O da görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife Mustafa Kemal'e 'Her şeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem' demiş. Gazi savuşmuş, İsmet'in evine gitmiş. 'Bu karıyı şimdi boşayacağım' demiş. İsmet sabahleyin erkenden Hey'et-i Vekile'yi toplamış. Talaka (boşanmaya) karar vermişler. Latife'yi İsmet alıp trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş, Latife ona 'Sus, sus! İsmet Paşa! İsmet Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Hep aleti sensin.' demiş."
(Sayfa 314-315)
"…Ankara'ya geldiğimin ikinci günü Dar'ul Muallimat Müdiresi Şahende Hanım geldi. Bir vaka anlattı. Meğerse biz Rusya'da iken pek çirkin bir vaka olmuş. Diyor ki: "Bir gece yarısı bir otomobille Mustafa Kemal, yaveri Salih, mektebin kapısına geldiler. Talebeden bir kızı alıp götürdüler. Ertesi günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'e gidip şikayet ettim. Bu çocukların babası o demektir. Ama 'Ne yapalım, olur ya. Kızı sevmiş, almış.' dedi. Hayret içinde kaldım. Sizi hatırladım. 'O olsaydı kıyameti koparırdı' dedim.
Mebuslara sordum. Bu iş Meclis'te gürültüye mucip olmuş. İstizah yapmak istemişler. Mustafa Kemal korkup kızı birkaç gün istimalden (kullandıktan) sonra yaverlerinden bir zabite nikahla vermiş, o da almış. Sonra zabiti terfi ettirmiş. Bu vaka çok çirkin ve namussuzca bir iştir. Devlet ve milletin ırzına geçmiş ve onun hayat ve namusunu kurtarmak için çalıştığını iddia eden şu adam, mektepten milletin masum kızlarını cebren alıp fiili şen'i (kötü fiil) yapıyor. Kız kaçırıyor, eşkıyalık ediyor. Bu iş, grubu epeyce vahdete getirmiş."
(Sayfa 182)
"…Artık bir balo ve dans devridir açıldı. Güya medeni ve asri olmuşuz. Dava bu… Bu zevk ve sefaları Kara Kaplı'ya uyduruyorlar, meşru göstermek lazım!.. Artık Ankara'da mükellef balolar veriliyor. Bu balolarda müthiş rezaletler de oluyor. Hatta kavga, dövüş de var. Mustafa Kemal geliyor. Zil zurna oluyor, kadınlara tasallut ediyor. Bir defa dans ederken Fransız Sefiri'nin kızının memesini sıkmış; kız kaçmış, babasıyla beraber balodan gitmişler. Bir defa Mustafa Kemal kadın yerine tüysüz bir zabitle dans etmiş, çocuğu öpmüş. Kadınlardan bir kaçı Gazi(!)'ye 'biz burada iken bu olmaz' demişler, herif keyiflenmiş. Bir adam karısını, yani Mübarek Bey'ın kızını onlarla dans ettirmek istemediğinden Salih ve avanesi adamcağızı öyle dövmüşler ki, biçare sedye ile hastaneye götürülmüş. Avrupa'da balolarda böyle şey asla olamaz. Bunlar baloyu da tulumbacı koğuşu yaptılar. Zaten Meclis'leri, Hükümetleri de o… Demek seviyeleri bu kadar.
Mustafa Kemal bu rezaleti çok ilerı götürmüş. Bir baloda herkesin içinde İsmet Paşa'nın karısını da öpmüş. Yanındakiler 'yapmamalıydın' demişler. O vakit 'Niye bana haber vermediniz' demiş. Güya mazaret!.. İsmet de orada imiş. Hiç bir şey dememiş. Namuslu bir erkek olsaydı derhal Mustafa Kemal'i vururdu. Bunun diğer tafsilatını Robert Kolej'deki Hüseyin'in karısı Mihre'den dinledik. Evvelce de dedim ya, Mevhibe namuslu ve dindardır. Kocası ne kadar namussuz ise, O, o kadar namusludur. Derhal ağlıya ağlıya eve gitmiş. Mihre onlara misafir imiş. Ağlıyarak ona anlatmış. Arkasından İsmet gelmiş, karısına 'Ne ağlıyorsun? Bir şey değil ki… Hem, o senin kardeşin' demiş. Eee… Tamdır. İsmet'e layıkdır, o bunların hepsine katlanır. Tek mevkide dursun… Duruyor, demek ahlakı, milli, idari, siyasi böyle nelere katlanıyor… iştirak veya aletlik ediyor, hesab edilsin…"
(Sayfa 318-319)
"Latife'yle boşandıktan sonra Mustafa Kemal'in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhşiyat alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhâne oldu. Yirmi-otuz kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndü yapılıyordu…
Salih Bozok'la Recep Zühtü İstanbul'da Tokatlıyan'ın arkasında bir ev tuttup bunu kerhane hâline koydular. Hem kendileri eğleniyor hem de kadınları iyilerini seçip Mustafa Kemal'e yolluyorlardı. Karılar Hâriciye vekili (dışişleri bakanı) Tevfik Rüştü'nün evine gidiyor, Gazi de oraya gidip eğleniyordu. Sabahlara kadar türlü fuhuş oluyordu. Hâriciye vekili kerhâneci başı olmuştu. Zararı yok, zaten bu sayede hâriciye vekili olmuştu. Mustafa Kemal boşanınca kadınlar artık doğruca Çankaya'ya Mustafa Kemal'e gidiyor…
Salihin kerhanesi çok zaman işledi. Öyle rezaletler oldu ki, polis kapatmaya teşebbüs etti. Mustafa Kemal'in en büyük arzularının ocağı yıkılabilir mi? Demek rezaletler ne kadar ilerlemişti. Nihayet polis burasını kapatmaya muvaffak olmuştur. Ama aradan yıllar geçti.
Mustafa Kemal Konya'ya gitmiş, orada mektebi ziyaret edip bir öğretmen kadını beğenmiş, almış getirmiş. Onunla bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa'ya tahsile yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan…
İzmir'e gitmiş, orman memurunun mektebe giden küçük kızı Afet'i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş… Sonra onu da İsviçre'ye tahsile yolladı. Vaktiyle metresi Fikriye'yi de göndermişti. Onun usûlü bu…
Nerede kız görüp beğenirse eşkiya gibi omuzlayıp götürüyor.Hem de mekteplerden… Ne fecî! Evvelce bir gece Ankara Darülmuallimâtını da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız eşkiya…
Şimdi bu afet yanında, en gözdesi… Muallim, müverrir(!) olarak bulunduruyor.
İş sade böyle değil. Her taraftan kendisine kadın takdim edenler var. Bir avukat Lütfi var, karısı Bulgar'mış. Çok güzelmiş. Karısını takdim etmiş, baron işi gibi imtiyazlar almış. Şimdi böyle kadın yağmuru var, Çankaya'ya yağıyor…
Böyle pezevenklerin bini bir paraya.. Maalesef namuslu insanlardan da iştirak edenler oluyor. Birgün Çankaya'dan Meclis'e bir telefon geldi. Arayan Kütahya mebusu Nuri. Sivas mebusu Rasim'le konuştu. Sonra Rasim gelip bize anlattı, Nuri diyormuş ki: 'Doktor Ömer Şevki bey nerede? Paşaya Müfid Bey'in kızını takdim edecekti. Araba gönderdik bekliyoruz.' Filhakika Ömer Şevki bu kızı alıp Mustafa Kemal'e o gün götürmüştür. Bunu işiten mebuslar hep iğrendik, hem de bir alay mevzuu oldu haftalarca sürdü. Şükür meclis'te namuslu insanlar çokmuş. Herkes Ömer Şevki'den selamı sabahı kesti. Halbuki bu adam namusluydu…
Çankaya fuhuş merkezine böyle gelip gidenler olduğu gibi yirmi-otuz tane de seçme genç kız ve kadın var. Bunların bir kısmına evlatlığım(!) diyor. Bir tanesi pek meşhur, Almanya'da dans tahsil etmiş bir kız. Güya Çankaya'da dans hocalığı ediyormuş!? Sonra bunu da Avrupa'ya yolladı. Dönünce de gözden düştü…
Bu işler saymakla bitmez. Binbir gece masalları, Venüs mabedi hikayeleridir. Fuhşun her türlüsü icra edilir. Hepsini yazmak uzun ve çirkin…"
Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 1318-1321)
"Mustafa Kemal İstasyon binasına göçtü. Artık hanesi orası.
Ankara'da (S….) adında biri var. Romanyalı bir müslüman zabitmiş. Yanında güzelce bir karı da var. Zevcem diyor. Kadın Macar imiş. Akşamdan sabaha kadar vur patlasın çal oynasın gidiyor. Hatta haremi ile Mustafa Kemal'in yanına yerleşmiş beraber içiyorlar, oynuyorlar, bağırıyorlar.
Bari kör olasılar, pencereleri kapatın! Hayır pencereler fora. Halk geceleri evin etrafına toplanıp rezaleti seyrediyor. İşret ve şehvetin türlü çığlık ve nefeslerini dinliyorlar. Halkda, mebuslarda bir dedikodular koptu. Halk bizi dinsizler, ahlaksızlar diye kesecek.
Bazıları bana şu adama söyle de yapmasınlar dedi. Düşündüm, İsmet'in bu adama söz anlatması mümkündür. Ona söyliyeyim de nasihat etsin. Millî davaya zarar verebilecek birşey olduğunu, bu esnada bunlardan sakınılmak lüzumunu söylesin. Hiç olmazsa bu işler gizli kapalı yapılsın.
İsmet'i buldum. Dert yanıp, kemâl-ı safiyetle anlattım. Birden hiç ummadığım bir cevap aldım. İsmet kızdı. Sert bir tavır aldı. Ben de Musafa Kemal'e kızdı sandım. Meğer bana kızmış.
'Herkesin s…. kahyası mıyız? Yaparsa yapsın. Sana ne oluyor?' dedi…
Birkaç gün geçti, bir de (S….)'nin Ziraat Bakanlğı müsteşarlığına tayin edildiğini öğrenmeyeyim mi? Al sana işte! Sen misin rezaletin önünü almak isteyen? Düşündüm, demek biz burada vatan için falan çalışmıyoruz. Bir ağanın mevkiine, zevkine, fuhşuna aletiz…"
Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (Cilt 3, s. 607)
ATATÜRK ALKOLİKTİ YALANI: KAYNAK RIZA NUR
"Müthiş bir ayyaştır. Her gece sabaha kadar içer, körkütük olur. Bütün ömrü öyledir. Gençliği de böyle içki ve fuhuş ile geçmiştir. Reculiyeti yoktur, fakat şehvete pek düşkündür. Fuhuşun kadın, erkek, fail (eden-aktif), mef'ul (edilgen-pasif) her çeşidini yapar. Bu sebepten veya anası fahişe olduğundan olacak ki, bütün milletten namus ve iffeti kaldırmaya çalışır (c. 4, sf. 1517)
Mutlaka haksız şeyleri yapar.Kanun,usül,adet denilen şeyler onun için mevcut değildir.Hiç kimseyi sevmez.Hatta en sadıklarını bile.Böyle hislerden mahrumdur.Anası ölmüş,cenazesine bile gitmemiştir.Necip ve insani hislerden tamamıyla ardir.Kimseye
itimadı yoktur.Herkesi korku ve ihsan ile tutmak sistemindedir.Her kim yanına girse çıkınca yanındakilere onun aleyhinde söyler.Bir adeti de rical ve mebusları birbirine düşürmektir.Herkese "O senin aleyhinde şunu söyledi" der.Biri bir şahıs aleyhinde kendisine mektup yazarsa,o mektubu derhal o şahsa verir.Casusluğa çok ehemmiyet verir.Memleketi casuslarla doldurmuştur.Hem de casusların her dediğine inanır.Gayet evhamlıdır.Her saçma şeyden bir mühim mana çıkarır.Eğer kuvvetsiz ise,pek ürkektir,kaçamağa çalışır.Eğer kuvvetli ise gayet cesurdur,bir canavar olur,paramparça eder.Makyavellik en sevdiği şeydir.Gayet mevki ve şan harisidir.Ve bunda pek kıskançtır.En ufak bir şerefi bile başkasına veremez.Ölüleri bile şeref husunda kıskanır.Mesela N.Kemal'i bile büyük görmez.Gayet mağrur ve kibirlidir.Nazarında Dünyada kendinden başka adam yoktur.İster ki herkez kendisine tapınsın.Gayet müstebittir.Tenkide,hatta bir müteala beyanına tahammul edemez.Gayet para canlı ve hasistir.Büyük bir servet toplamıştır.Pek,tamahkardır.
Her gece sabaha kadar içer.Bütün ömrü öyledir.Gençliği de böyle içki ile geçmiştir.Reculiyeti yoktur.Böbreklerine kadar çıkmış hastalığı vardır.İltihabı,külliyeden
Nutkunu bir ay çalışır,ezberler,öyle söyler.Şundan bundan işite işite biraz da malumat sahibi oldu,fakat derecesi ağızdan kapmadan ibarettir.Bütün davası milli harekette herşeyi kendi yapmış olmasıdır.Dahidir.İnkılap delisidir.Türkiye'nin Deli Petro'su olmak hevesindedir.Bir taraftanda Napolyon olduğunu zanneder.Kibr-ü azameti uluhiyet mertebelerine vardırmıştır.Türk Tarihi böylesini görmemiştir."
(Cumhuriyet Devrinin Perde Arkası – Rıza Nur s;289,290,291)
ATATÜRK'ÜN SOYU VE AİLESİYLE İLGİLİ YALANLAR: KAYNAK RIZA NUR
"Selanik'te Riza Efendi adında gümrük kolcusu birinin üvey oğlu Mustafa Kemal Harbiye Mektebi'ne geliyor. Mustafa Kemal'in babası hakkında çok rivayet var; Kimi bir Sırp, kimi bir Bulgar'dır diyor. Güya anası bunların metresi imiş". Yeni çıkan "20. Asır Larousse" Pomak'tır diyor.
Mustafa Kemal'in anası Selanik'te kerhanede imiş. Yenisehir Tırnova'sından ve oranın ileri gelen kabadayılarından Abdoş Ağa Selanik'e gelir, bu kadını görür, alır götürür. Orada piç olarak Mustafa Kemal doğar. Mustafa beş yaşlarında iken Abdoş ölmüş, anası oğlu ile Selanik'e gelmiş.
12 yaşında iken Mustafa, Tırnova'ya gidip miras istemiş ise de piçliğini söylemişler, geri göndermişler. Mustafa, askeri okula girmiş. Anası gümrük kolcusu Ali Rıza ile evlenmiş. Çok tuhaftır; Mustafa Kemal anasından bahseder, fakat babasından bir defa bile bahsetmemiştir. Hasılı rivayetler çok. Hangisi doğru?
Bir şeydeki rivayet çoktur; o şey belli değildir. Nitekim bilimde, teknikte, tarihte hangi konu hakkında çok varsayım veya rivayet varsa o konu mâlum değildir. Demek Mustafa Kemal piç değilse bile babası mâlum değildir. Benim araştırmama göre onun Rıza adında gümrük kolcusu bir üvey babası oldugu kesindir. Mustafa Kemal babasından kendisi bahsetmediği gibi diğer birinin bahsettiğini işitirse ona düşman olur. Buna dair bir sürü olay vardır. Nihayet Fransız bakanlarından Hedyo, Paris'te Türkiye üzerine iki konferans verdi. Bunlar 'Conferencio' dergisinde yayınlandı. Hedyo da orada 'Mustafa Kemal'in babası meçhuldür!' diyor."
(Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, III. cild, s. 561-562)
ATATÜRK CUMHURİYETTEN SONRA KAHRAMAN İLAN EDİLMİŞTİR YALANI: KAYNAK RIZA NUR
"Her yerde vatan müdafaası için harıl harıl çeteler teşekkül ediyor. Mesela İzmir'de Demirci Efe, Sarı Efe, Çerkes Ethem… Bursa'da Gökbayrak, Giresun'da Topal Osman, Adapazarı ve Sakarya boylarında Yahya Kaptan çetesi, İbo…
Görülüyor ki, Milli Mücadele hareketi her tarafta millet tarafından düşünülmüş ve yapılmıştır. Bir kişinin değil, binlerce kişinin. Mustafa Kemal'in, İsmet'in bunda zerre kadar hissesi yoktur. Bu esnada Mustafa Kemal hâlâ meydanda değil. O Anadolu'ya kovuluncaya kadar başka işlerle meşgul olmuştur. Mustafa Kemal Anadolu'ya Milli Mücadele için gelmemiştir. Kovulmuştur. Bunu da kendisi Nutkunda söylüyor."
Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 7)
"Derken Mustafa Kemal başkumandanlığı kabul etmem dedi. 'Yahu etme, kabul et.' dedik.
Dedi ki: 'Ben zaten buradan da idare ediyorum. Geri durduğum yok ki.'
Ben de: 'Yok, resmen ve mesul olarak ordunun başında olmalısın, o zaman daha gayretle çalışırsın' dedim.
Mustafa Kemal tamamiyle ümitsiz. Başkumadanlığı asla istemiyor. Çünkü ona göre mağlubiyet muhakkak. Başkumandan olursa kendi mağlup olacak.
Şimdiye kadar İsmet ile Fevzi'yi iki kukla gibi perde arkasından idare etmeye alışmış. Mesuliyetli iş olursa onlara veriyor, şeref olursa kendine alıyor.
Resmen ve bilfiil kumandanlığı asla kabul etmiyor. Bütün meclis buna kızıyor. Meclis pek asabîleşti. O da kabul etmem diyor, başka birşey demiyor. Kızmışım, bir aralık:
'Ne güne duruyorsun? Hangi işe yarayacaksın' diye bağırdım. Kızılca kıyamet koptu. Mustafa Kemal taa kürsüden küfürler ve tehdit yağdırdı.
Ve dedi ki: 'Mağlubiyet muhakkak, sen beni rezil olsun, şerefi gitsin diye başkumandan yapmak istiyorsun'. Bu söz bana müthiş ağır geldi, çıldıracaktım. Yahu bu ne adam? Koca bir millet gidiyor, kendi şerefi düşünüyor.
Hiç olmazsa insan hâyâ eder de bunu söylemez. Ne âdi, ne belâ bir adama çatmışız. Şeref! Sanki Suriye'de mağlup olan kendi değil. Baktım, kudurmuş köpek gibi olmuş. Herkes de birşey söylüyor. Her söyleyen ile dayaşıyor.
Üç gündür uğraşıyoruz, kabul ettiremiyoruz. Nihayet geldi, resmen celsede şu teklifi yaptı:
'Eğer mecis bütün teşrii ve icrâi selâhiyetlerini bana verirse kabul ederim'. Ben bunu duyunca yumruğumu küt küt diye kafama vurmuştum. 'Bu adam ne istiyor? Bu nasıl iş? Bu verilebilir mi?' diye bağırmışım. Arkadaşlar söylediler.
Bu müthiş bir şey. Başkumandanlık için böyle birşeye lüzüm yok ki. Selâhiyetlere zaten mâliktir ve onlar kâfidir. Demek bu adamın amacı kötüdür. İçinde kimbilir ne domuzluklar vardır.
Büyük bir müstebit olmak, milleti inim inim inletmek istiyor. Kendi kendinde kanunlar yapacak. Şunu bunu asıp kesecek. Kendine köle gibi itaat etmeyenleri imha edecek. Yapar mı yapar.
Artık meclis'te kavga kıyamet kopuyor. Bu yetkileri vermek istemiyorlar. Müthiş çorba olduk. Nihayet düşündüm: 'Vahim bir iş ama, şu adama ne istiyorsa verelim de Yunanı def edelim.' Teklifi yaptım. Nihayet Meclis kabul etti."
Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 808-850)
"Sakarya savaşında ordu tökezleyince başkumandan Kemal kaçmayı düşünmüş.
Bu Çal Dağının düşmesi bütün ümitlerizi bitirdi. Yeniden Türk Milletinin istikbali, hürriyeti, hayatı tehlikeye düştü, gidiyor. Artık hep ölü haldeyiz. Kimsede can kalmadı. Ağzımızı bıçak açmıyor.
Bunun üzerine Mustafa Kemal orduya geri çekilme emri vermiş. Bu haber de geldi. Mustafa Kemal'in özel hizmetlerinde kullandığı arnavut yaveri Salih de cepheden geldi. Mustafa Kemal'in eşyalarını topladı. Kaçıyorlar. Mustafa Kemal ata binmiş, sarhoşmuş. Düşmüş, kaburga kemiği de kırılmış.
Meğerse Yunanlar sol cenahımızı on gündür söktüremedikleri için ümitsizliğe düşüp geri çekilmeye karar vermişler. Ağırlıklarını Sakarya'nın batı cephesine alıyorlarmış. Fevzi (Çakmak) bunu sezmiş ve Mustafa Kemal'e demiş:
'Aman geri çekilme! Düman da geri çekiliyor. Emri geri al.' Ne ise Mustafa Kemal ricatı durdurdu. İşte Fevzi bu vaziyeti kurtardı. Yoksa bütün emekler, zabitlerin çabaları, dökülen kanlar boşa gidiyordu.
Sakarya harbi bitince iki mühim şey olmuştu. Mustafa Kemal hareket etmeden evvel, Meclis'ten kendisine gazi ünvanı ve müşirlik verilmesini istedi. Herkes: 'Canım bu adam ne oluyor? Ne istiyor? Bunları ne yapacak?' diyordu. Ve yine: 'Galiba padişah olmak peşindedir. Şimdiden onun gibi tuğrasına El-Gazî yazmak için bu ünvanı istiyor.' diyorlardı.
Şu adam müthiş bir mahluktur. Ve nutkunda: 'Meclis bana Gazi ünvanını verdi' diyor.Halbuki böyle birşey kimsenin aklına gelmemişti. Kendi istedi. Meclis ise 'Olmaz' dedi. Kıyamet koptu. Nihayet tehdit altında ve kendi adamlarını kullanarak Gazi ünvanını aldı. Birkaç gün geçinde de: 'Meclis bana dört milyon lira nakit mükafaat versin' dedi. Herkes Meclis'te bir daha kızdı ve köpürdü. Bütün meclis olmaz'ı bastırdı. Mustafa Kemal bir milyona indi. Yine olmaz dediler. Hâsılı meclis: 'Para veremeyiz' dedi ve vermedi. Mustafa Kemal bir müddet uğraştı, baktı olmuyor, vazgeçti. Eğer böyle birşey lazımsa Meclis kendi verir. Ama yok, bu kendi ister, adeti budur. Sıkılmaz.
Nutukda bu para meselesinden hiç bahsetmiyor." Dr. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, (s. 849)
Bir millet düşünün ki yıllardır bir delinin uydurmaları üzerinden kurtarıcısına iftiralar atsın ve tüm iftiraların kaynağı aynı kalemden çıksın. Bunun dünyada başka bir örneği yok. Peki anılarında kendisi hakkında neler yazmıştır? Tarih böyle bir deliyi yazmamıştır.
"Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkan bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı" (s.1785).
"Galiba bu işte (M. Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var" (s.1786)
"(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor" (s.1346)
"Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış" (s.1410)
"Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım" (s.7)
"Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi… Boğuşma başladı… Nihayet bayılıp kalmışım… Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu" (s.84)
"Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım… Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum… Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum… Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir" (s.22)
"Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur" (s.1530)
"Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir" (s.1531)
"Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir" (s.378)
"Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir" (s.1305)
"Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalan da söyledim" (s.105)
Rıza Nur anılarında, 'Şüphesiz ki ben nevrastenik(şizofren) idim' diyerek bizzat kendisi akıl hastası olduğunu itiraf etmiştir.
Aslında 4 ciltlik kitabın özeti bu cümledir fakat bizim Atatürk düşmanı kraldan çok kralcı olarak hala aynı yalanları söylemeye devam ediyorlar. Onlar yalan söyledikçe biz de gerçekleri söylemeye devam edeceğiz. Tarih yalanlarla çarpıtılsa da gerçekler yok edilemez. Atatürk'ün de dediği gibi
"TARİH YAZMAK, TARİH YAPMAK KADAR MÜHİMDİR; YAZAN YAPANA SADIK KALMAZSA DEĞİŞMEYEN HAKİKAT İNSANLIĞI ŞAŞIRTAN BİR HAL ALIR".
TIBBİYELİ HİKMET
a45UyF587661-150205170747-2
Baskasinin bilgisiyle bilgin olabilsek bile,
Ancak kendi aklimizla akilli olabiliriz.
ZARIYAT - 56 Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.
A RAF - 179 Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik.
Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar.
Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler...
Hatali oldugunuzu ya da yanlis yaptiginizi asla kabul etmeyin.
Joseph GOEBBELS
(Hitler in Propaganda Bakani)
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder