Düşünün ki Irak nüfusunun yüzde 65'ini Şiiler oluşturuyor ve siz ikide bir "Musul'a Şiiler girmesin" diyorsunuz.
Erdoğan'ın "Musul Sünnilerindir!" ifadesi Irak'ta Türkmenler dahil herkesi ifrit etmiş durumda!
07.10.2016 14:27
Erdoğan'ın "Musul Sünnilerindir!" ifadesi Irak'ta Türkmenler dahil herkesi ifrit etmiş durumda!
Erdoğan'ın Irak hakkında "Musul'un sadece Sünnilerin olduğuna dair buyurgan çıkışı Bağdat'ta siyasileri ifrit etmiş. Tam anlamıyla ifrit"
Gazeteduvar yazarı Fehim Taştekin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 2012 yılında yaptığı "En kısa zamanda Şam'a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emeviye Camii'de namazımızı da kılacağız" açıklamasını hatırlatarak "Şam'da Emeviye Camii'nde namaz kazaya kaldığı gibi Musul'daki Ulu Camii de sanıldığı gibi yakın olmayabilir" dedi. Taştekin, "Erdoğan'ın Musul'un sadece Sünnilerin olduğuna dair buyurgan çıkışı Bağdat'ta siyasileri ifrit etmiş. Tam anlamıyla ifrit" ifadesini kullandı.
Erdoğan, "Musul Musulluların, Telafer Telaferlilerindir. Hiç kimsenin buralara gelip girmeye hakkı yok. Musul'un DAEŞ'ten kurtarılmasından sonra da burada sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalıdır" demişti.
Fehim Taştekin'in "Dicle'dir kalkanın adı paşam! Ama bu Musul o Musul değildir!" başlığıyla yayımlanan (7 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Şam'da Emeviye Camii'nde namaz kazaya kaldığı gibi Musul'daki Ulu Camii de sanıldığı gibi yakın olmayabilir. Bu coğrafyada bir nefeslik mesafe bazen bin fersahlık mesafedir. Strateji dediğin bazen gayyadır. Bir sarkmaya gör, gerisi kâbustur.
"Musul'u DAİŞ'ten kurtaracağız, Irak hükümeti istemiyor, adamlara da yaranılmıyor yahu! Ne yani Amerikalılar ta 10 bin km öteden Irak'a geliyor da biz girmeyecek miyiz? Hem Musul bizimdi."
Yeni Osmanlı'nın tarz-ı siyaseti sınır ötesinde böyle tecelli ediyor. İçerdeki hoyratlıktan bir zırnık geri değil.
Irak Meclisi niye "Türkiye işgal gücü" dedi, neden "Askerlerini Başika'dan çek" diye ihtar çekti.
Aklınızı 'yüce' Türk basınına emaret ettiyseniz "Hain Arap" klişesiyle zihinsel konforunuzu sürdürmeye devam edebilirsiniz.
Bağdat'ta Türkiye-Irak dostluğu için çalışmaktan bitap düşmüş bir dostuma sordum, "Neler oluyor" diye. "Erdoğan'ın Rotana TV'ye verdiği demeci gördün mü" deyip ekledi: "Siyasi çevrelerde Erdoğan'a tepki büyük."
Erdoğan'ın Musul'un sadece Sünnilerin olduğuna dair buyurgan çıkışı Bağdat'ta siyasileri ifrit etmiş. Tam anlamıyla İFRİT! Yazıldığı gibi. Uzun uzadıya anlattı kulislerdeki tartışmaları.
Erdoğan'ın Suudi Arabistan ziyareti sırasında Rotana'ya verdiği röportaj Türkiye'yi katıksız mezhepçi ve Suudi yedeğinde bir ülke hizasına çekiyor. Orası dipsiz bir kuyu, bir o kadar da meşum, tabi ki muzır!
Röportajın video kaydında Arapça çeviri Erdoğan'ın sesini bastırdığı için bire bir ifadeleri dinleme imkânımız yok. Elimizdeki metin konuşmanın Arapça ve İngilizce çevirisi. Ama Iraklı başka bir dostumun aracılığıyla mütercim Erdoğan'ın sözlerini teyit etti. Peki, ne dedi Erdoğan? Suudi sarayının ünlü kalemi Cemal Kaşıkçı'nın "Son olarak Türkiye ve Suudi Arabistan'ın müdahalesi olmadan Musul'un kurtarılabileceğini düşünüyor musunuz" sorusuna yanıt olarak Erdoğan şunu dedi:
"Burada şunu açıklığa kavuşturmak istiyorum; Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Batılı koalisyon mezhebi bir hakimiyetine izin vermeyecek. Hedef Musul'un DAİŞ'ten kurtarılmasıysa bunu başarmak için işbirliği yapmalıyız. Fakat sorun şu: Ondan sonra şehirde kim kalacak? Elbette, Sünni Araplar, Sünni Türkmenler ve Sünni Kürtler. Haşd el Şaab'ın Musul'a girmesine izin verilmemeli. Özellikle Türkiye ve Suudi Arabistan onların girmesini önlemek için işbirliği yapmalı. Biz Başika'da kamp kurduğumuzda ve bizim güçlerimiz peşmergeyi eğitirken Bağdat'taki merkezi hükümet Türkiye'den rahatsız değildi. Ve desteğimizi talep eden kardeşlerimizi yüzüstü bırakmayacağız. DAİŞ'ten sonra Musul'un bir diğer terörist grubun eline düşmesine izin vermeyeceğiz. Öyle sanıyorum ki Musul konusunda İran da ihtiyatlı olacaktır çünkü Musul, Musul halkınındır ve Tel Afer, Tel Afer halkınındır. Haliyle başka kimse bu bölgelere girmemelidir."
Bu mezhepçi tasavvur Musul'un bağrında Sünni'den gayri ne varsa hepsini kızdırmak için fazlasıyla kâfi. Şii Araplar, hem Şii hem Sünni Türkmenler, Şii Kürtler, Şebekler, Kakailer, Ezidiler, Asuri/Süryaniler bundan ziyadesiyle rahatsız.
ABD'de 11 Eylül saldırılarına karışan kamikazeleri finanse eden Suudilere dava açılmasına izin verilmesi konusunda Erdoğan'ın Suudi Arabistan için uluslararası platformda girişimlerde bulunduklarını söylerken esasen El Kaide'yi enselemiş olmasına girmiyorum. "Neden Suudi güçlerinin Suriye'nin kuzeyinde sizinle birlikte savaşmasına karşılık Türk güçleri, Suudi Arabistan'la birlikte Yemen'de savaşmasın? Böyle bir senaryo mümkün mü" sorusu üzerine Erdoğan'ın verdiği "Elbette, Suudi Arabistan'la yoğun iletişim içindeyiz ve ortak değerlendirmeler yapıyoruz" yanıta da değinmiyorum. İkisi de kallavi yazıları hak ediyor lakin şimdi konumuz Irak.
Türkmenler soruyor
Irak'tan birkaç kişiyle konuştum. Evvela Türkiye'nin bir süredir Kürtlerle birlikte hareket etmelerini salık verdiği Türkmenler şunları soruyor?
– Kürdistan yönetimi Kerkük'e 600 bin Kürt yerleştirip nüfus yapısını değiştirirken Türkiye niye sessiz kaldı?
– DAİŞ, Musul ve Tel Afer'den Şii Türkmenleri sürerken Türkiye niye hiçbir şey yapmadı?
– Türkiye Başika'da 3 bin kişi eğittiğini söylüyor, niye şimdiye kadar bu gücü savaşa sokmadı, neyi bekledi?
– Türkiye neden sürekli sadece Sünnilerden bahsediyor?
– Irak ordusu, polisi ve Haşd el Şaabi içinde en az 12 bin Şii Türkmen var. Bunlar IŞİD'e karşı savaşıyor. Madem Türkiye DAİŞ'i bitirmek istiyordu şimdiye kadar neden Türkmen güçlere yardım etmedi?
– İran'dan şikâyet ediyor ama İran daha ilk günden itibaren devreye girdi, Türkiye neden girmedi?
Başka sorular da var ama kalemin nezaketi 'yeterli' diyor.
Bu tartışmaların arka fonunda Türkiye'nin Suriye ve Irak sahnesinde vekil örgütlerle güttüğü hesaplarla ilgili kaygılar var. Bir de hassasiyetleri kaşıyan Yeni Osmanlı esintileri…
Tarihte kalmış hesaplar sizi ne Bağdat'ın efendisi yapar ne Musul'un sahibi. Şam'da Emeviye Camii'nde namaz kazaya kaldığı gibi Musul'daki Ulu Camii de sanıldığı gibi yakın olmayabilir. Bu coğrafyada bir nefeslik mesafe bazen bin fersahlık mesafedir. Strateji dediğin bazen gayyadır. Bir sarkmaya gör, gerisi kâbustur. Mesele Musul olunca orada aktör çoğalıyor. Türkiye gibi tarihsel bagajı kalabalık bir aktör devreye girince de bin bir hassasiyet her şeyin üstüne çıkıyor, önünüzde Dicle duvar oluyor.
Lozan'ı tartışmaya açmak, Sykes-Picot'u sorgulamak açıkçası Ortadoğu'nun kanlı sokaklarında bu saatten sonra kimsenin umurunda değil. Sonuçta insanların boğazı IŞİD'in elinde. Ve bundan dolayı suçlanan ülkelerin başında pek 'muhterem Suudi kralı' ile onun NATO üyesi 'pek demokrat' sözcüsü geliyor.
Musul, yeni Türkiye'nin Kürt nüfusunu artırmamak için satılmış bir davadır. Zat-i alileri Musul defterini açarken Iraklıların şunu sormadığını mı zannediyor: "Türkiye Musul'u petrolden 25 yıl boyunca yüzde 10 pay alma karşılığında satmadı mı?"
1926 Ankara Anlaşması ile Musul'dan vazgeçildi. 1934'ten başlamak üzere Musul'da çıkartılan petrolün yüzde 10'una tekabül eden para 1951'e kadar Türkiye'ye ödendi. Sadece bir yıl aksadı, o da sonra telafi edildi. Ne hikmetse 25 yıl dolduktan sonra da bütçe gelirlerinde Musul kalemi 1955'e kadar yer aldı. Bir ara tekrar bütçe kalemi olarak gösterildi. Eksik kalan 100 milyon alacak pazarlık konusu yapıldı, indirim istendi vs. Bu alacak 1986'da Saddam Hüseyin'in ricası ile dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından silindi. (Bu konuda Ayşe Hür'ün yazılarında detay çok.) Bu saatten sonra Musul hesabı yeni bir format kaldırmaz. Ancak şu var ki Türkiye'nin Fırat Kalkanı'ndan sonra Irak'a da girebileceğine dair Iraklılar arasında kuşkular biraz ciddiyet kazanmışa benziyor.
Ankara'nın Musul'la ilgili niyetleri IŞİD'i yenilgiye uğratmaktan ziyade kentin geleceğinin nasıl şekilleneceği ile ilgili. Sünni aileler üzerinden nüfuz siyaseti güden hükümetin tuttuğu adamlar bir hesap hatası yüzünden IŞİD'in gelişiyle kaybetti. Hâlbuki AKP iktidarı için IŞİD, 2014'te Nuri el Maliki'yi devirip Sünniler için bir federasyon armağan edecek isyan sürecinde sadece öfkeli çocuklardı. O dönem Dışişleri koltuğunu işgal eden 'nevzuhur Enver Paşa'ya göre bu çocuklar mazur görülmeliydi! O yüzden IŞİD'in Musul Başkonsolosluğu'na dokunmayacaklarından emindiler. Uyarılara rağmen konsolosluğun boşatılmaması belki bir hesap hatası. Barzani yönetiminin IŞİD'in Şengal'den geçip YPG'yi Rojava'nın güneydoğusundan vuracağını umarak Ezidileri celladıyla baş başa bırakırken yaptığı hesap hatası gibi. Ya da IŞİD'e karşı koalisyona katılmama gerekçesi olsun diye diplomatik kadro ve aileleri bile bile IŞİD'in rehinesi yapıldı. Yakında 'kandırılmışlar' iktidarından bu mevzuya dair de itiraflar gelir, umulur ki hakikat gün ışığına merhaba der! Bu rehine meselesiyle ilgili Irak'ta kiminle konuştuysam hepsi bunu Türkiye'nin IŞİD'le işbirliği çerçevesinde okuyor.
Şu "Haşd el Şaabi Musul'a girmesin" şartına ve çözüm olarak Başika'da eğitilen eski Vali Esil Nüceyfi'nin Haşd el Vatani birliğine de azcık değinelim.
Düşünün ki Irak nüfusunun yüzde 65'ini Şiiler oluşturuyor ve siz ikide bir "Musul'a Şiiler girmesin" diyorsunuz.
Bir kere Haşd el Şaabi'nin tamamen Şiilerden oluştuğunu nereden çıkartıyorsunuz? İçinde Sünniler de var, Hıristiyanlar da… Ayrıca Musul'da savaşacak olan Haşd üyeleri ağırlıklı olarak zaten Musullu. Kendi evi için savaşan Türkmen'e sırf Şii olduğu için hayır mı diyeceksin? Ayrıca bunu deme hakkını size kim veriyor? Biraz destur yahu! Nüfusun çoğunluğu Şii olan bir ülkenin ordusu da kaçınılmaz olarak Şii karakteri güçlü bir ordu olacaktır. İkincisi Haşd el Şaabi dediğiniz milis bir güç olarak ortaya çıksa da kanunen başbakanlığa bağlı bir güç artık. Irak Amerikan işgaliyle dizlerinin üzerine çökertildi diye efendilik taslama ve tepeleme hakkını size kim veriyor?
Olası operasyonuna Dicle Kalkanı adını vermeden önce şöyle Dicle kıyılarında bir dolaşın, sizi tuzağa çeken birkaç mezheptaş ya da meşreptaşlarınızın dışında kalanlara da bir kulak verin. Eminim bu deneyim size boy aynası gibi gelecektir. Haşd el Vatani ise Türkiye'nin elinde bir müdahale aracı olduğu sürece yerel unsurlar ve merkezi hükümet tarafından oyunda istenmeyen bir güç olarak kalacaktır. Türkiye'nin askeri bir müdahalesi söz konusu olursa yerel unsur olarak işlev görebilir. Bugünlerde abartma sanatında tarih yazıldığı için Haşd el Vatani de köpürtüldükçe köpürtülüyor. Ama köpük köpüktür fazlası değil.
Musul neden kurtarılamıyor? Nasipse başka yazılara…
a45UyF587661-161007192924 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poyraz@openmail.cc
2016/10/07 19:45 2 65 islamvebilim@googlegroups.com
Silent leges inter arma.
* * *
Savas sirasinda kanunlar susar.
Latin Atasozu - (Cicero)
Onlar, gun yuzu gormemis yumurta gibi bembeyazdir.
37/Es-Saffat 49.
Cennette cinsel yasama iliskin mustulu haberlerden.
ALBERT EINSTEIN : NEDEN SOSYALIZM
Ekonomik ve toplumsal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkinda gorus bildirmesi dogru mudur?
Ben buna birkac neden yuzunden evet diyorum.
Gelin, bu soruyu once bilimsel bilgi acisindan degerlendirelim.
Ilk bakista astronomi ve ekonomi arasinda onemli yontemsel farkliliklar gorulmeyebilir.
Her iki alanda da bilim adamlari kisitli sayidaki gorungulerin(fenomen) aralarindaki baglantilari mumkun oldugu kadar anlasilir yapmak icin genel kabul gorecek yasalar kesfetmeye calisirlar.
Fakat aslinda yontemsel farklar vardir.
Ekonomi alaninda genel kabul goren yasalarin kesfedilmesini zorlastiran gozlemlenecek ekonomik gorungulerin pek cok faktorden etkilenmeleri ve bu etkilerin tek baslarina degerlendirilememesidir.
Ayrica, -hepimizin bildigi gibi- insanlik tarihinde uygar donem in baslangicindan bu yana edinilen deneyimler ozunde ekonomik olmayan faktorlerden etkilenip kisitlanmistir.
Ornegin, bircok buyuk devlet sekli varliklarini fetihlere borcludurlar.
Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ulkenin -yasal ve ekonomik olarak- ayricalikli sinifi yapmislardir.
Toprak sahipligini tekellerine gecirmisler ve ruhani grubu kendi aralarindan belirlemislerdir.
Egitimi kontrol eden bu rahipler, toplumdaki sinif ayrimini kurumlastirmislar, insanlarin bundan sonra cogunlukla bilincsizce toplumsal davranislarini yonlendirecek bir degerler sistemi yaratmislardir.
SOSYALIZMIN GERCEK HEDEFI
Ancak tarihsel gelenek, insanligin gelismesinin dune kadar Thorstein Veblen in yagmaci donem adini verdigi asamanin otesine hicbir yerde gecemedigini gostermektedir.
Gozlemlenen ekonomik gercekler o doneme aittir ve onlardan turetilecek yasalar insanligin diger donemlerine uygulanamaz.
Sosyalizmin gercek hedefi bu donemin otesine gecerek, insanligin gelisimini yagmaci donemden daha ileri bir doneme tasimak olduguna gore, ekonomi bilimi, mevcut haliyle, gelecegin sosyalist toplumuna cok az i$ik tutabilmektedir.
Ikinci olarak sosyalizm, amaci toplumsal-ahlak olan yone yonelmistir.
Ancak bilim amac yaratmadigi gibi, bunlari insanlara da asilayamaz; bilim, en fazla, amaclara ulasilmasini saglayan araclar yaratabilir.
Ancak amaclar yuce ahlaki ideallere sahip kisiliklerce kavranilirsa ve bu amaclar olu dogmamissa, yasamsal ve guclulerse bir cok insan tarafindan ileri tasinarak, toplumun yavas/agir evrimine yon verir.
Bu nedenlerden oturu insana iliskin sorunlarda bilimi ve bilimsel yontemleri fazla abartmamaya dikkat etmek ve toplumun orgutlenmesini etkileyen sorunlarda sadece uzmanlarin soz hakki oldugunu da varsaymamak gerekir.
BIR CIKIS VAR MI?
Bir suredir cok sayida kisi toplumun bir krizden gectigini one surerek, toplumun dengesinin ciddi olarak bozuldugunu ifade etmektedir.
Boyle durumlarda kisilerin farkli dusunmeleri, hatta ait olduklari gruba karsi dusmanca hisler beslemeleri tipik bir davranistir.
Ne dedigimi anlatmak icin basimdan gecen bir deneyimimi aktarayim.
Gecenlerde zeki ve iyi yetismis bir kisi ile yeni bir savas tehdidini tartisirken, boyle bir savasin insanligin varligini ciddi bicimde tehlikeye sokacagini ve bu tehlikeyi ancak uluslarustu bir organizasyonun onleyebilecegini soyledim.
Bunun uzerine muhatabim bana gayet sakin bir bicimde, Insan irkinin yok olmasina niye bu kadar karsisin? dedi.
Eminim ki daha bir asir onceye kadar hic kimse boyle gayr-i ciddi bir soylemde bulunamazdi.
Bu soylem kendi icinde bir denge saglamak icin bosuna ugrasmis ve bunu basarma umudunu az-cok kaybetmis bir adamin soylemi idi.
Bu soylem aci veren bir yalnizligin ve tecrit olmanin ifadesidir ve bu gunlerde cok kisi ayni aciyi cekmektedir.
Sebebi nedir?
Bir cikis var mi?
Boyle bir soruyu sormak kolay, ancak belli derecede ikna edici bir yanit vermek zordur.
Ancak duygularimizin ve ugraslarimizin celiskili, belirsiz olduklarinin bilincinde olarak ve onlarin kolay ve basit formullerle ifade edilemeyecegini bilerek yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya calisip, yanitlamayi deneyeyim.
BIREYSEL VE SOSYAL VARLIK
Insan hem tek basina yasayan hem de sosyal bir varliktir.
Tek basina yasayan bir varlik olarak kisisel isteklerini tatmin etmek ve dogustan edindigi yeteneklerini gelistirmek icin kendisinin ve yakinlarinin varligini koruma cabasi icindedir.
Sosyal bir varlik olarak ise, cevresindeki dostlarinin sevgisini ve takdirini kazanmaya, mutluluklarini paylasmaya, acilarini dindirmeye ve yasam kosullarini iyilestirmeye calisir.
Iste sadece bu cesitli, zaman zaman celiskili cabalarin varligi, insanin ozel karakterini aciklar; bunlarin ozgun bilesimi bireyin icsel bir dengeye erisme derecesini belirler ve toplumun esenligine katkida bulunur.
Genel olarak bu iki durtunun gorece direnclerinin kalitimla duzenlenmis olmasi mumkundur.
Fakat nihai olarak ortaya cikan kisilik, buyuk olcude insanin gelisimi sirasinda kendisini icinde buldugu cevre, icinde buyudugu toplumun yapisi, o toplumun gelenekleri ve belirli davranis bicimlerinin ovulmesi ile olusur.
Soyut toplum kavrami birey acisindan cagdaslari ile ve onceki nesillerle dolayli dolaysiz iliskisinin toplami anlamina gelir.
Birey dusunebilir, hissedebilir, mucadele edebilir ve kendi basina calisabilir fakat -fiziksel, entelektuel ve duygusal varligi ile- topluma oylesine bagimlidir ki- onu toplum cercevesinin disinda dusunmek ve anlamak imkansizdir.
Ona gida, giyecek, ev, is araclari, dil, dusunce bicimleri ve buyuk olcude dusuncenin icerigini saglayan bu toplum dur.
Bu kucucuk toplum kelimesinin ardinda sakli, gecmiste yasamis ve bugun yasamakta olan milyonlarca insanin emegi ve becerisidir ona hayat veren.
Dolayisiyla, bireyin topluma bagimliliginin doganin ortadan kaldirilamayan bir gercegi oldugu kanitlanmistir.
Aynen karincalar ve arilar gibi.
Fakat karincalarin ve arilarin tum yasam sureci en ince ayrintisina kadar kati, kalitimsal icguduler ile belirlenmisken, insanoglunun sosyal kaliplari ve karsilikli iliskileri son derece degiskendir ve degisime aciktir.
Hafiza, yeni birlesimler olusturma kapasitesi, sozel iletisim kurabilme ustunlugu insanoglunun biyolojik zorunluluklarinin buyurmadigi gelismeler saglamasini mumkun kilmistir.
Bu gelismeler kendilerini edebiyatta, bilimsel ve teknik basarilarda, sanat eserlerinde, gelenekler, kurumlar, orgutler olarak gosterir.
Bu bir anlamda insanin kendi yasamini kendinin nasil yonettigini ve bu surecte bilincli dusunme ve istemenin nasil bir rol oynadigini aciklar.
DEGISKENLER-DEGISMEZLER...
Insanoglu dogustan, kalitimsal olarak, insan turunun karakteristigi olan dogal istekleri de iceren, sabit ve degismez olarak niteledigimiz biyolojik bir bunyeye sahiptir.
Buna ek olarak, yasam suresi icinde, iletisim ve baska etkiler araciligiyla yasadigi toplumdan kulturel bir bunye edinir.
Zaman icinde degisime acik olan ve bireyle toplum arasindaki iliskiyi buyuk olcude belirleyen iste bu kulturel bunyedir.
Modern antropoloji bize ilkel denilen kulturlerin karsilastirmali olarak incelenmesi yoluyla, insanoglunun sosyal davranislarinin gecerli kulturel kaliplara ve topluma egemen olan orgut tiplerine bagli olarak cok buyuk degi$iklikler gosterdigini ogretmistir.
Iste insan turunu iyilestirme mucadelesi verenlerin umutlarinin dayanagi sudur: Insanlarin birbirlerini mahvetmek istemelerinin ya da zalim, kendi kendine kasteden kaderin ocagina dusmus olmalarinin nedeni biyolojik bunyeleri degildir.
Yasami olabildigince doyurucu kilabilmek icin toplum yapisinin ve insanin kulturel yaklasiminin nasil degistirilmesi gerektigini kendimize sorarsak, degistiremeyecegimiz bazi kosullarin varligi gerceginin surekli bilincinde olmamiz gerekir.
Daha once de belirtildigi gibi insanin biyolojik yapisi, nereden bakilirsa bakilsin degismez.
Ustelik son birkac yuzyilda yasanan teknolojik ve demografik gelismeler kalici durumlar yaratmistir.
Varliklarinin devami icin vazgecilmez sayilan urunlerle, nufusun gorece yogun oldugu yerlerde, asiri ayrintili bir isbolumu ve son derece merkezi bir uretim aygiti mutlak zorunluluk haline gelmistir.
Bireylerin ve nispeten kucuk topluluklarin tamamen kendine yeterli olduklari, geri donup baktigimizda son derece huzurlu gorunen zaman sonsuza dek yitip gitmistir.
Insanoglunun artik bir uretim ve tuketim gezegeni olusturdugunu soylersek fazla abartmis olmayiz.
CAGIN OZU
Cagimizin ozunu bana gore neyin olusturdugunu kisaca belirtebilecegim bir noktaya simdi varmis bulunuyorum.
Bu toplumla bireyin iliskisi ile ilgilidir.
Birey topluma olan bagimliliginin gecmiste olmadigi kadar bilincindedir.
Ama bu bagimliligi organik bir bag, koruyucu bir guc, olumlu bir varlik olarak gormek yerine, daha cok dogal haklarina hatta iktisadi varligina karsi bir tehdit olarak algilamaktadir.
Dahasi toplumdaki konumu oyle bicimlenmistir ki, yapisinin egoistce suruklenisi surekli vurgulanmakta, dogal olarak daha zayif olan sosyal yapisi gittikce bozulmaktadir.
Toplumdaki konumlari ne olursa olsun tum insanlar bu bozulma surecinde rahatsiz olmaktadirlar.
Kendi egolarinin mahkumu olduklarini bilmeksizin, kendilerini guvensiz ve yalniz, yasamin basit, sade, dogal tadindan yoksun kalmis hissederler.
Insan kisa ve cetin de olsa yasamin tadina varabilir, yeter ki kendini topluma adasin.
Bugunku haliyle kapitalist toplumun iktisadi anarsisi bence belanin asil kaynagidir.
Onumuzde bireylerinin, birbirlerini kolektif emeklerinin meyvelerinden yoksun birakmak icin yilmadan -zor kullanarak degil fakat yasalarla belirlenmis kurallarin tumune gonulden uyarak- ugrastigi dev bir ureticiler toplulugu gormekteyiz.
Bu baglamda uretim araclarinin -yani tuketim mallarini ve buna ek olarak yatirim mallarini uretmek icin gereken tum uretim kapasitesinin- yasal olarak ve cogu kez bireylerin ozel mulkiyetlerinde oldugunun onemini kavramamiz gerekir.
Konuyu basitlestirmek icin, asagidaki anlatimda uretim araclarinin mulkiyetini paylasmayan herkesi isci olarak adlandiracagim, bu terimin yaygin kullanimina tam olarak denk dusmese de.
Uretim araclarinin sahibi, iscinin isgucunu satin alabilecek durumdadir.
Isci uretim araclarini kullanarak kapitalistin mali haline gelecek yeni mallar uretmektedir.
Her ikisi de gercek deger uzerinden olculmek uzere, iscinin urettigi ile ona odenen arasindaki iliski bu surecin esas noktasidir.
Is sozlesmesi serbestce belirlendigi surece, isciye yapilan odemeyi belirleyen urettigi malin gercek degeri degil, iscinin asgari gereksinimleri ve is icin rekabet eden isci sayisina iliskin olarak kapitalistlerin isgucune ihtiyaclaridir.
Teoride bile isciye yapilan odemenin urunun degeri tarafindan belirlenmediginin anlasilmasi onemlidir.
KAPITALIZMIN YASASI
Kismen kapitalistler arasindaki rekabet ve kismen teknolojik gelismelerin ve artan isbolumunun daha buyuk uretim birimlerinin kucuklerin yerini almasini saglamasi sonucunda, ozel sermaye az sayida elde yogunlasmaktadir.
Bu gelismelerin sonucunda, demokratik olarak orgutlenmis bir siyasi toplumda bile etkin olarak denetlenemeyecek devasa bir guce sahip ozel sermaye oligarsisi olusur.
Bu boyledir cunku yasama organlarinin uyeleri, nereden bakilirsa bakilsin secmenle yasama organinin birbirinden ayiran ozel sermaye tarafindan buyuk olcude finanse edilen ya da baska sekillerde etki altina alinan siyasi partiler tarafindan secilir.
Bunun sonucunda halkin temsilcileri gercekte nufusun temel haklardan yoksun kesimlerinin cikarlarini yeterince koruyamazlar.
Ustelik, mevcut kosullar altinda, ozel kapitalistler kacinilmaz olarak temel bilgi edinme kaynaklarini (basin, radyo, egitim) dogrudan ya da dolayli olarak denetlerler.
Dolayisiyla, bir vatandasin bireysel olarak nesnel yargilara varmasi ve siyasi haklarini akillica kullanmasi hayli zor hatta cogu zaman imkansizdir.
Sermayenin ozel mulkiyetine dayali ekonomilerde egemen olan durum iki ana ilke ile nitelendirilir: Birincisi, uretim (sermaye) araclarinin ozel mulkiyetidir ve mulk sahipleri bunu diledikleri gibi kullanirlar; ikincisi serbest is sozlesmesidir.
Bu anlamda tabii ki saf kapitalist toplum diye bir sey yoktur.
Iscilerin uzun ve aci siyasi mucadeleler sonucu, bazi kategorilerde serbest is sozlesmesi nin iyilestirilmis bir bicimini saglamayi basardiklarini ozellikle belirtmek gerekir.
Ama butun olarak ele alindiginda bugunku ekonomi saf kapitalizmden fazla farkli degildir.
Uretime kar icin devam edilir, kullanim icin degil.
Calisabilecek durumda olan ve calismak isteyen herkesin is bulacaginin bir garantisi yoktur.
Hemen hemen herdaim bir issiz ordusu vardir.
Isci her zaman isini kaybetme endisesi tasir.
Issiz ve cok dusuk ucret odenen isciler karli bir pazar olusturmadiklari icin tuketim mallarinin uretimi sinirlidir ve sonuc mesakkatlidir.
Teknolojik ilerleme cogu zaman isin zorlugunu hafifletmek yerine daha fazla issizlige neden olur.
Kar gudusu, kapitalistler arasindaki rekabetin durumuna gore gittikce daha fazla derinlesen bunalima yol acan sermaye birikiminin ve kullaniminin istikrarsizligindan sorumludur.
Sinirsiz rekabet, emegin cok buyuk olcude heba olmasina ve daha once de sozunu ettigim gibi bireylerin sosyal bilinclerinin sakatlanmasina yol acar.
Bana kalirsa kapitalizmin en buyuk kotulugu bireylerin sakatlanmasidir.
Tum egitim sistemimiz bu beladan muzdariptir.
Gelecekteki kariyerine hazirlanmak icin acgozlu bir bicimde basariya tapmak uzere egitilmis ogrenciye abartili bir rekabetci yaklasim asilanir.
BELADAN KURTULMANIN TEK YOLU: SOSYALIZM
Ben bu korkunc beladan kurtulmanin tek yolu olduguna eminim.
Bu yol, toplumsal hedefler dogrultusunda yonlendirilmis bir egitim sisteminin eslik ettigi sosyalist ekonominin insasidir.
Boyle bir ekonomide toplumun kendisi uretim araclarinin sahibidir ve uretim araclari planli bir tarzda kullanilir.
Uretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planli bir ekonomi isi calisabilir durumda olanlara dagitir ve erkek, kadin, cocuk herkesin gecimini garanti eder.
Bireyin egitimi, dogustan sahip oldugu yeteneklerin gelistirilmesinin yaninda, gunumuz toplumundaki guc ve basarinin yuceltilmesi yerine, bireyin icinde cevresindekilere karsi sorumluluk hissi gelistirmeyi hedefler.
Yine de planli ekonominin henuz sosyalizm olmadigini unutmamak gerekir.
Boylesi bir planli ekonomiye bireyin tamamen kolelesmesi eslik edebilir.
Sosyalizmin basarisi son derece zor bazi sosyo-politik sorunlarin cozulmesini gerektirir.
Siyasi ve ekonomik gucun merkezilesmesinin yarattigi etki alaninin genisligi gozonune alindiginda burokrasinin mutlak gucunu ve kendini begenmisligini engellemek nasil mumkun olacaktir?
Bireyin haklari nasil korunacak ve burokrasinin gucunu dengeleyecek demokratik bir karsi-guc nasil saglanacaktir?
Yasadigimiz bu gecis surecinde sosyalizmin hedef ve sorunlarinin netligi cok onemlidir.
Mevcut kosullarda, bu sorunlarin ozgurce ve engelsiz tartisilmasi guclu bir tabu haline geldigi icin, bu derginin cikarilmasinin onemli bir kamu hizmeti oldugunu dusunuyorum.
ALBERT EINSTEIN
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo | LiteCoin URL: LTtsCJ2mLUXLLs8v5US8w5zQeq66eakPtU |
NameCoin URL : N7wbJyxqoueznDHu9tnu56y1V7B9P1Phs4
FeatherCoin URL : 6rHGzeMefFvzqmBM5VNqmUziCxtga4wpDs
TerraCoin URL : 1GQFs8GpaTXxoeTAsGmo56WNfYSZRy2mBD
PeerCoin URL : PMeBpz6X9RRLQxdFs5Jws5JwFec3Mzen8q6Twg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder