16 Ekim 2016 Pazar

YASİN DURAK : Yobazın ekonomik politikası

 


YASİN DURAK : Yobazın ekonomik politikası

İşsiz Akademisyen

16.10.2016 09:27 BİRGÜN PAZAR

Dâhil olmadığı hayatlara müdahil olma çabasındaki yobazın ekonomik politikası kendisine mecbur bırakmak üzerine kurulu. İş tanımının esnekleşmesinden hukuki tanımların esnekleşmesine kadar geçen süre boyunca, tüm talep ve itirazları kendi retoriğine sıkıştırıp, o dili konuşmayanları kriminalize etmek üzerine kurulu

Altı yedi yıl evvel Cüppeli Ahmet Hoca her devrin "adamı" Fatih Altaylı'nın malum televizyon programına çıkmış konuşuyor: "Cehenneme gitmek çok pahalı" diyor, "cennet bedava". Ulemaca bir bezirgânlığın perişanlığında Arapça atıflarla süslüyor sözlerini ve programın diğer konuğu olan Murat Bardakçı'nın o Hıncalvari kıkırdamaları eşliğinde konuşmaya devam ediyor: "İçkisi para, kumarı para, zinası para, şusu para, busu para… Namaz kaç para? Yani cehenneme girmek özel çaba ister, ama cennet bedava".1

Aynı dönemde Konya'da saha araştırmasındayım.2 Türkiye'de -her ne hikmetse 80 sonrası- yükselişe geçen dindar-muhafazakâr burjuva fraksiyonların emek denetim kalıplarını tespit etme çabasındayım. İşçilere verdiği "namaz izinlerinden" veryansın eden patronları dinliyorum. Kendilerinin bu ülke için ne denli önemli olduğunu söyleyip duruyorlar. Vefasız işçileri için ne kadar çok fedakârlık yaptıklarını, memleketin bütün yükünü omuzlarında taşıdıklarını, inançları gereği gösterdikleri hassasiyetlerin yahut yerine getirdikleri (zekât, fitre, sadaka gibi) ödev ve sorumlulukların kıymet bilmez işçiler tarafından nasıl suiistimal edildiğini anlatıyorlar. Kendi çıkarlarının genel/ortak çıkarlar olduğu hususunda çok ısrarcılar, hatta sadece bu ülke için değil, aynı zamanda "tüm İslam âlemi için" çalıştıklarını iddia ediyorlar. Öyle ki Kurban bayramlarında Hıristiyan Avrupalıların yıllarca sömürmüş olduğu (ve elbette ki Müslüman nüfusun çok olduğu) Afrika ülkelerine gidip, açlıktan ölmek üzere olan insanlara "Allah rızası için" gıda yardımı bile yapıyorlarmış.

Elbette ki bir taraftan da işçilerle konuşuyorum. Hiç bitmeyen kriz koşullarında, AKP'nin ilk icraatı olan 4857'nin tartışmasız kıldığı güvencesiz emek piyasasında, patronlarının insafından başka güvencesi olmayan işçilerle… Açıkçası, dindar olan patronların bir nebze daha "güvenilir" olabileceğini düşünüyorlar. Çünkü patronlarla aralarındaki pazarlık (yevmiye, zam, mesai gibi) ekonomik terimlerle değil de (kul hakkı, sevap, günah gibi) dinsel terimlerle şekillenmiş durumda. Bu sayede bazı haklarını koruyabiliyorlar. Misal namaz izinlerini vermeyen yahut maaşlarını ödemeyen patronları "Allahsız" ilan edebiliyorlar. İtibarını zedeleyip iş ilişkilerini bozabiliyorlar. Fakat -yer yer işverenlerin tavizleriyle kazanım elde ettiklerini düşünseler de- o "dili" konuştukları müddetçe, talep ve itirazlarını dinsel bir retorikle ifade ettikleri sürece eninde sonunda kaybediyorlar. Çünkü o retorik adına "İslami dünya tasavvuru" denilen bir toplumsal tasarıma amade kılınmış durumda, çünkü eşitsiz bir uzlaşmadan başka bir şey ortaya çıkarmıyor.

Sonra rastlantı eseri girdiğim bir KOBİ'de çalışan Afrikalı işçileri görüyorum. Bugün artık "öcü" ilan edilmiş cemaatlerin aracılığıyla "hayır için" getirilip, yine "hayır" için asgari ücretin yarısına çalıştırılan işçileri. "Onlar zaten iş bilmiyor ama aç kalmasınlar diye çalıştırıyoruz" diyor patronları. Sonra o hayırsever patronların imam nikâhıyla evlendikleri Afrikalı kadınlar olduğunu öğreniyorum. Tıpkı vaktiyle savaştan kaçıp yanlarına sığınan Bosnalı kadınlara kıydıkları ikinci nikâhlar gibi, tıpkı bugün Suriyeli kadınlara "kıydıkları" gibi… İşin garibi bunu "sünnet" bellemeleri… Olayı anlatan işçiler "patron onu korumasına almak için evlendi" diyor. "Onun sınavı da zenginlik.". Varlıklı olanların dindarlığı bir başka; "hayır için" sömürü, "korumak için" tecavüz… Elbette ki Hıristiyanlar gibi emperyalist değillermiş ama…

İşten atılmış emekçilerle de görüşmeye başlıyorum sonra. Ve o toplumsal tasarıma aykırı olanların, o retoriği reddedenlerin işten çıkarıldığını, ücretlilik ilişkisinden dışlanmakta olduğunu görüyorum. Kumpas böyle kurulmuş; dinsiz olsan bile o dili konuşman gerekiyor iş bulabilmek için. Sonrası malum; "sağ elin verdiğini sol el görmemelidir ama" diye söze başlayan patronlar işçilerine ne tür "sadakalar" verdiklerini anlatıyor, iş kazasında vefat eden işçisinin ailesine maaş bağlamakla övünen patron tipi, üzerine basa basa "bunu yapmak zorunda olmadığını" vurguluyor. "Allah rızası" sosyal güvenlik ağı yerine kurumsallaşınca böyle, patronun lütfettiği o "enformel güvence" kliyentelistik (yaranmacı) bir bağlamı teşvik ediyor. Eni sonu bireysel "paçayı yırtmalar", şükretmeler, ne kadar meydan okuması yahut itirazı olsa da işçilerin eni sonu tevekkül…

Emeğin tevekkülünden kitlelerin tevekkülüne

6-7 yıl evvel üretim ilişkilerinde tespit ettiğim (ve açıkçası yukarıda çok kısıtlı olarak betimlediğim) bu kumpasın bugün artık kamusal ilişkilerin tümünü sardığını söyleyebiliyorum ziyadesiyle… O malum İslami toplumsal tasarımı paylaşmayanların ve dindar-muhafazakâr retoriğe bel bağlamayanların pek çok yerde artık sadece ücretlilik ilişkilerinden değil, yekûn kamusal hayattan dışlanmakta olduğu günleri yaşıyoruz. Ve dindarlığın rızayı ürettiği günlerden, rızanın da dindarlığı üretmeye başladığı günlere çoktan geçmiş durumdayız. Öyle ki dindar-muhafazakâr burjuva fraksiyonları kendi içinde çatışmaya başlamış, bunlardan birkaçı devlet kadrolarını sarmış, biri darbe yapmaya yeltenmiş, öbürü sala-salavat karşı-darbe… Anlatmaya gerek yok uzunca; herkes her şeyin farkında…

Hiçbir müstehcenlik algısını tanımaksızın oburca benimsenen dindarlığın altyapısında bu kumpas var; politik kültürün de tamamen İslamileşmesiyle tüm talep ve itirazların aynı retoriğe hapsedilmesi. Çünkü devlet aygıtını ele geçiren örgütlü yobazlık başka dil tanımıyor. Yaşamını meşru hudutlar dâhilinde sürdürmek isteyen "herkesi" o dili konuşmak zorunda bırakıyor. Cumhuriyet tarihinde eşi görülmedik bir "sağcı görgüsüzlükle" muhtarından belediye başkanına, mebusundan cumhurbaşkanına kadar kadrolaşmış yobazlar herkesin asli muhatabı. Yeşil kartları onlar dağıtır, yoksulluk yardımlarını kimlerin alacağına onlar karar verirler. Devlet kapısında bekleyenleri kadrolara onlar atar, ihalelerin sonuçlarını onlar belirlerler. Herkes kendini onlara ispat etmek zorunda, yardım almak için, iş bulmak için, vergi borçlarını sildirmek için, işten atılmamak için, burs bulmak için, kadrolara atanmak için, velev ki 15 Temmuz'un ardından meşru vatandaş olarak hayatını sürdürebilmek, sağa sola tükürük saçarak saldıran devletin pervasız yaptırımlarına maruz kalmamak için… Herkes Demokrasi Nöbetlerine gidip boy göstermek, herkes "edepli" olmak, dindar olmasa da dinciliğin iktidarını tanıdığını göstermek zorunda… Zar atmak günah diye topaçla oynanan o masa oyunu3 gibi; takva yarışı…

Dâhil olmadığı hayatlara müdahil olma çabasındaki yobazın ekonomik politikası kendisine mecbur bırakmak üzerine kurulu. İş tanımının esnekleşmesinden hukuki tanımların esnekleşmesine kadar geçen süre boyunca, tüm talep ve itirazları kendi retoriğine sıkıştırıp, o dili konuşmayanları kriminalize etmek üzerine kurulu. Evvelce beyan ettiğim üzere; halkı ve geleneği üretme pratiğini de halka ve geleneğe dayanma gibi göstermesi de cabası…

İşin kötüsü, muhalefet de meşru olmak için aynı dili konuşuyor. Vaktiyle aynı retoriğe hapsedilen "barış sürecinin" iktidar tarafından nasıl iğdiş edildiğini kavrayamayan Kürt muhalefeti gibi, CHP de meşru olma kaygısıyla AKP'nin koyutlamalarından hareket ederek kaybediyor bugün. Darbe destekçisi faşist şair Necip Fazıl'ın ezberiyle; "milli irade" söylemi politik ifadenin orta yerine mıhlanmışken, Osmanlıcı bir hayalperestlikle Türklüğü selamlayan İslamcıların bugün artık daha yüce gayeleri deklare eden savaş çığırtkanlığı "milli mutabakat" adlı o sahte assabiyenin mayası haline geliyor.

Bu durumdan kaygılananların sayısı sanıldığı kadar az olmadığı gibi, bu grup sadece ateist komünistlerden, bohem alkoliklerden yahut 'elitist Kemalist'lerden filan ibaret değil. İktidar meşruiyet eşiklerini daralttıkça, dışlayıcılığı da artıyor. Kamusal alanın sekülerler için günden güne tehlikeli hale getirilmesi, tecavüzcülerin, kalpazanların ve faşist çetelerin bizzat iktidar tarafından kollanıp teşvik edilmesi, kabahatler kanununa yönelik müdahalelerin ve bazı vergilerin özel olarak seküler kesimleri hedef alması nedeniyle, sıradan yobazın taciziyle devlet tacizi birbirine eklemlenmiş durumda. Osmanlı'daki gayrimüslimlerin yüksek vergiler ödemek koşuluyla görece rahat bırakılması gibi, bugün parası olan sekülerler kendi korunaklı alanlarında yaşamlarını sürdürüyor olabilir; ancak sorun onlarla ilgili değil. Varsayıldığının aksine toplumun dokusuyla aslında uyuşmayan bu dinci tahakküm en çok proletaryayı yoruyor. Dincilikten bezmiş dindarı da, toplu ulaşıma, sokağa, işe gidip gelmeye mecbur olan apolitik emekçiyi de tedirgin ediyor.

Sosyalistlere düşen ödev tam da bu çelişkiyi görmektir işte. AKP'nin yukarıdan dinciliğine4 karşı duran en hakiki alternatifi örgütlemek, Korkut Boratav'ın tabiriyle5 tabandan laikliğin neferi olmaktır bu ödev. Çünkü ne Ulusalcıların ne de 28 Şubat darbecilerinin dilinde pelesenk olmuş o jakoben tahayyüldür laiklik, "dinden politik özgürleşme" olarak o; çalışma yaşamından dışlanan cinsiyet yönelimlerinin, başka yerde ev vermedikleri için ve yanı sıra şehir merkezi kendisi için daha güvenli diye yüksek kira ödemek zorunda kalan "dul" kadının, alkol yasakları yüzünden sokakta içki içemeyen ve o pahalı mekânlara imitasyon kıyafetleriyle giremeyen bebelerinin, dindarlığını ispatlayamayan torpilsizlerin, taşrada linç tehlikesiyle yaşayan "adı çıkmışların", kızlı-erkekli yaşamak zorunda olup komşularından korkanların ve günaşırı pahalanan o korunaklı seküler yaşamı elde edecek geliri olmayanların arzusudur. Evet, Cüppeli Ahmet haklı; günah pahalı…

1- İlgi: https://www.youtube.com/watch?v=5-8L4NWt9_0

2- İlgi: Emeğin Tevekkülü, İletişim Yayınları, 2011.

3- İlgi: http://www.nursepeti.com/takva-yarisi-pmu47

4- İlgi: http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/6763/dindar-muhafazakar-burjuvazi-ve-yukaridan-dindarlik#.WACwaeaffzM

5- İlgi: http://www.birgun.net/haber-detay/laikligi-kazanacagiz-130742.html

 
a45UyF587661-161016151655 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poyraz@openmail.cc
2016/10/16  16:25 2  65  islamvebilim@googlegroups.com


 


Fenalik cahillikten dogar, hastaliklar kotulukler hep ayni noksanliktan ileri gelir.
Fakat tedavi ile hastalara sifa verilebilir; terbiye ile kotuler iyi edilebilir; okumak yoluyla da bilgisizlere bilgi verilmis olur.

Kutadgu BILIG

Anadolu ile degil, Yunanistan ile anlasmaliyiz.

VAHDETTIN (Osmanli Padisahi) - 15.10.1920

ALBERT EINSTEIN : NEDEN SOSYALIZM

Ekonomik ve toplumsal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkinda gorus bildirmesi dogru mudur?
Ben buna birkac neden yuzunden evet diyorum.
Gelin, bu soruyu once bilimsel bilgi acisindan degerlendirelim.
Ilk bakista astronomi ve ekonomi arasinda onemli yontemsel farkliliklar gorulmeyebilir.
Her iki alanda da bilim adamlari kisitli sayidaki gorungulerin(fenomen) aralarindaki baglantilari mumkun oldugu kadar anlasilir yapmak icin genel kabul gorecek yasalar kesfetmeye calisirlar.
Fakat aslinda yontemsel farklar vardir.
Ekonomi alaninda genel kabul goren yasalarin kesfedilmesini zorlastiran gozlemlenecek ekonomik gorungulerin pek cok faktorden etkilenmeleri ve bu etkilerin tek baslarina degerlendirilememesidir.
Ayrica, -hepimizin bildigi gibi- insanlik tarihinde uygar donem in baslangicindan bu yana edinilen deneyimler ozunde ekonomik olmayan faktorlerden etkilenip kisitlanmistir.
Ornegin, bircok buyuk devlet sekli varliklarini fetihlere borcludurlar.
Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ulkenin -yasal ve ekonomik olarak- ayricalikli sinifi yapmislardir.
Toprak sahipligini tekellerine gecirmisler ve ruhani grubu kendi aralarindan belirlemislerdir.
Egitimi kontrol eden bu rahipler, toplumdaki sinif ayrimini kurumlastirmislar, insanlarin bundan sonra cogunlukla bilincsizce toplumsal davranislarini yonlendirecek bir degerler sistemi yaratmislardir.

SOSYALIZMIN GERCEK HEDEFI

Ancak tarihsel gelenek, insanligin gelismesinin dune kadar Thorstein Veblen in yagmaci donem adini verdigi asamanin otesine hicbir yerde gecemedigini gostermektedir.
Gozlemlenen ekonomik gercekler o doneme aittir ve onlardan turetilecek yasalar insanligin diger donemlerine uygulanamaz.
Sosyalizmin gercek hedefi bu donemin otesine gecerek, insanligin gelisimini yagmaci donemden daha ileri bir doneme tasimak olduguna gore, ekonomi bilimi, mevcut haliyle, gelecegin sosyalist toplumuna cok az i$ik tutabilmektedir.
Ikinci olarak sosyalizm, amaci toplumsal-ahlak olan yone yonelmistir.
Ancak bilim amac yaratmadigi gibi, bunlari insanlara da asilayamaz; bilim, en fazla, amaclara ulasilmasini saglayan araclar yaratabilir.
Ancak amaclar yuce ahlaki ideallere sahip kisiliklerce kavranilirsa ve bu amaclar olu dogmamissa, yasamsal ve guclulerse bir cok insan tarafindan ileri tasinarak, toplumun yavas/agir evrimine yon verir.
Bu nedenlerden oturu insana iliskin sorunlarda bilimi ve bilimsel yontemleri fazla abartmamaya dikkat etmek ve toplumun orgutlenmesini etkileyen sorunlarda sadece uzmanlarin soz hakki oldugunu da varsaymamak gerekir.

BIR CIKIS VAR MI?

Bir suredir cok sayida kisi toplumun bir krizden gectigini one surerek, toplumun dengesinin ciddi olarak bozuldugunu ifade etmektedir.
Boyle durumlarda kisilerin farkli dusunmeleri, hatta ait olduklari gruba karsi dusmanca hisler beslemeleri tipik bir davranistir.
Ne dedigimi anlatmak icin basimdan gecen bir deneyimimi aktarayim.
Gecenlerde zeki ve iyi yetismis bir kisi ile yeni bir savas tehdidini tartisirken, boyle bir savasin insanligin varligini ciddi bicimde tehlikeye sokacagini ve bu tehlikeyi ancak uluslarustu bir organizasyonun onleyebilecegini soyledim.
Bunun uzerine muhatabim bana gayet sakin bir bicimde, Insan irkinin yok olmasina niye bu kadar karsisin? dedi.
Eminim ki daha bir asir onceye kadar hic kimse boyle gayr-i ciddi bir soylemde bulunamazdi.
Bu soylem kendi icinde bir denge saglamak icin bosuna ugrasmis ve bunu basarma umudunu az-cok kaybetmis bir adamin soylemi idi.
Bu soylem aci veren bir yalnizligin ve tecrit olmanin ifadesidir ve bu gunlerde cok kisi ayni aciyi cekmektedir.
Sebebi nedir?
Bir cikis var mi?
Boyle bir soruyu sormak kolay, ancak belli derecede ikna edici bir yanit vermek zordur.
Ancak duygularimizin ve ugraslarimizin celiskili, belirsiz olduklarinin bilincinde olarak ve onlarin kolay ve basit formullerle ifade edilemeyecegini bilerek yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya calisip, yanitlamayi deneyeyim.

BIREYSEL VE SOSYAL VARLIK

Insan hem tek basina yasayan hem de sosyal bir varliktir.
Tek basina yasayan bir varlik olarak kisisel isteklerini tatmin etmek ve dogustan edindigi yeteneklerini gelistirmek icin kendisinin ve yakinlarinin varligini koruma cabasi icindedir.
Sosyal bir varlik olarak ise, cevresindeki dostlarinin sevgisini ve takdirini kazanmaya, mutluluklarini paylasmaya, acilarini dindirmeye ve yasam kosullarini iyilestirmeye calisir.
Iste sadece bu cesitli, zaman zaman celiskili cabalarin varligi, insanin ozel karakterini aciklar; bunlarin ozgun bilesimi bireyin icsel bir dengeye erisme derecesini belirler ve toplumun esenligine katkida bulunur.
Genel olarak bu iki durtunun gorece direnclerinin kalitimla duzenlenmis olmasi mumkundur.
Fakat nihai olarak ortaya cikan kisilik, buyuk olcude insanin gelisimi sirasinda kendisini icinde buldugu cevre, icinde buyudugu toplumun yapisi, o toplumun gelenekleri ve belirli davranis bicimlerinin ovulmesi ile olusur.
Soyut toplum kavrami birey acisindan cagdaslari ile ve onceki nesillerle dolayli dolaysiz iliskisinin toplami anlamina gelir.
Birey dusunebilir, hissedebilir, mucadele edebilir ve kendi basina calisabilir fakat -fiziksel, entelektuel ve duygusal varligi ile- topluma oylesine bagimlidir ki- onu toplum cercevesinin disinda dusunmek ve anlamak imkansizdir.
Ona gida, giyecek, ev, is araclari, dil, dusunce bicimleri ve buyuk olcude dusuncenin icerigini saglayan bu toplum dur.
Bu kucucuk toplum kelimesinin ardinda sakli, gecmiste yasamis ve bugun yasamakta olan milyonlarca insanin emegi ve becerisidir ona hayat veren.
Dolayisiyla, bireyin topluma bagimliliginin doganin ortadan kaldirilamayan bir gercegi oldugu kanitlanmistir.
Aynen karincalar ve arilar gibi.
Fakat karincalarin ve arilarin tum yasam sureci en ince ayrintisina kadar kati, kalitimsal icguduler ile belirlenmisken, insanoglunun sosyal kaliplari ve karsilikli iliskileri son derece degiskendir ve degisime aciktir.
Hafiza, yeni birlesimler olusturma kapasitesi, sozel iletisim kurabilme ustunlugu insanoglunun biyolojik zorunluluklarinin buyurmadigi gelismeler saglamasini mumkun kilmistir.
Bu gelismeler kendilerini edebiyatta, bilimsel ve teknik basarilarda, sanat eserlerinde, gelenekler, kurumlar, orgutler olarak gosterir.
Bu bir anlamda insanin kendi yasamini kendinin nasil yonettigini ve bu surecte bilincli dusunme ve istemenin nasil bir rol oynadigini aciklar.

DEGISKENLER-DEGISMEZLER...

Insanoglu dogustan, kalitimsal olarak, insan turunun karakteristigi olan dogal istekleri de iceren, sabit ve degismez olarak niteledigimiz biyolojik bir bunyeye sahiptir.
Buna ek olarak, yasam suresi icinde, iletisim ve baska etkiler araciligiyla yasadigi toplumdan kulturel bir bunye edinir.
Zaman icinde degisime acik olan ve bireyle toplum arasindaki iliskiyi buyuk olcude belirleyen iste bu kulturel bunyedir.
Modern antropoloji bize ilkel denilen kulturlerin karsilastirmali olarak incelenmesi yoluyla, insanoglunun sosyal davranislarinin gecerli kulturel kaliplara ve topluma egemen olan orgut tiplerine bagli olarak cok buyuk degi$iklikler gosterdigini ogretmistir.
Iste insan turunu iyilestirme mucadelesi verenlerin umutlarinin dayanagi sudur: Insanlarin birbirlerini mahvetmek istemelerinin ya da zalim, kendi kendine kasteden kaderin ocagina dusmus olmalarinin nedeni biyolojik bunyeleri degildir.
Yasami olabildigince doyurucu kilabilmek icin toplum yapisinin ve insanin kulturel yaklasiminin nasil degistirilmesi gerektigini kendimize sorarsak, degistiremeyecegimiz bazi kosullarin varligi gerceginin surekli bilincinde olmamiz gerekir.
Daha once de belirtildigi gibi insanin biyolojik yapisi, nereden bakilirsa bakilsin degismez.
Ustelik son birkac yuzyilda yasanan teknolojik ve demografik gelismeler kalici durumlar yaratmistir.
Varliklarinin devami icin vazgecilmez sayilan urunlerle, nufusun gorece yogun oldugu yerlerde, asiri ayrintili bir isbolumu ve son derece merkezi bir uretim aygiti mutlak zorunluluk haline gelmistir.
Bireylerin ve nispeten kucuk topluluklarin tamamen kendine yeterli olduklari, geri donup baktigimizda son derece huzurlu gorunen zaman sonsuza dek yitip gitmistir.
Insanoglunun artik bir uretim ve tuketim gezegeni olusturdugunu soylersek fazla abartmis olmayiz.

CAGIN OZU

Cagimizin ozunu bana gore neyin olusturdugunu kisaca belirtebilecegim bir noktaya simdi varmis bulunuyorum.
Bu toplumla bireyin iliskisi ile ilgilidir.
Birey topluma olan bagimliliginin gecmiste olmadigi kadar bilincindedir.
Ama bu bagimliligi organik bir bag, koruyucu bir guc, olumlu bir varlik olarak gormek yerine, daha cok dogal haklarina hatta iktisadi varligina karsi bir tehdit olarak algilamaktadir.
Dahasi toplumdaki konumu oyle bicimlenmistir ki, yapisinin egoistce suruklenisi surekli vurgulanmakta, dogal olarak daha zayif olan sosyal yapisi gittikce bozulmaktadir.
Toplumdaki konumlari ne olursa olsun tum insanlar bu bozulma surecinde rahatsiz olmaktadirlar.
Kendi egolarinin mahkumu olduklarini bilmeksizin, kendilerini guvensiz ve yalniz, yasamin basit, sade, dogal tadindan yoksun kalmis hissederler.
Insan kisa ve cetin de olsa yasamin tadina varabilir, yeter ki kendini topluma adasin.
Bugunku haliyle kapitalist toplumun iktisadi anarsisi bence belanin asil kaynagidir.
Onumuzde bireylerinin, birbirlerini kolektif emeklerinin meyvelerinden yoksun birakmak icin yilmadan -zor kullanarak degil fakat yasalarla belirlenmis kurallarin tumune gonulden uyarak- ugrastigi dev bir ureticiler toplulugu gormekteyiz.
Bu baglamda uretim araclarinin -yani tuketim mallarini ve buna ek olarak yatirim mallarini uretmek icin gereken tum uretim kapasitesinin- yasal olarak ve cogu kez bireylerin ozel mulkiyetlerinde oldugunun onemini kavramamiz gerekir.
Konuyu basitlestirmek icin, asagidaki anlatimda uretim araclarinin mulkiyetini paylasmayan herkesi isci olarak adlandiracagim, bu terimin yaygin kullanimina tam olarak denk dusmese de.
Uretim araclarinin sahibi, iscinin isgucunu satin alabilecek durumdadir.
Isci uretim araclarini kullanarak kapitalistin mali haline gelecek yeni mallar uretmektedir.
Her ikisi de gercek deger uzerinden olculmek uzere, iscinin urettigi ile ona odenen arasindaki iliski bu surecin esas noktasidir.
Is sozlesmesi serbestce belirlendigi surece, isciye yapilan odemeyi belirleyen urettigi malin gercek degeri degil, iscinin asgari gereksinimleri ve is icin rekabet eden isci sayisina iliskin olarak kapitalistlerin isgucune ihtiyaclaridir.
Teoride bile isciye yapilan odemenin urunun degeri tarafindan belirlenmediginin anlasilmasi onemlidir.

KAPITALIZMIN YASASI

Kismen kapitalistler arasindaki rekabet ve kismen teknolojik gelismelerin ve artan isbolumunun daha buyuk uretim birimlerinin kucuklerin yerini almasini saglamasi sonucunda, ozel sermaye az sayida elde yogunlasmaktadir.
Bu gelismelerin sonucunda, demokratik olarak orgutlenmis bir siyasi toplumda bile etkin olarak denetlenemeyecek devasa bir guce sahip ozel sermaye oligarsisi olusur.
Bu boyledir cunku yasama organlarinin uyeleri, nereden bakilirsa bakilsin secmenle yasama organinin birbirinden ayiran ozel sermaye tarafindan buyuk olcude finanse edilen ya da baska sekillerde etki altina alinan siyasi partiler tarafindan secilir.
Bunun sonucunda halkin temsilcileri gercekte nufusun temel haklardan yoksun kesimlerinin cikarlarini yeterince koruyamazlar.
Ustelik, mevcut kosullar altinda, ozel kapitalistler kacinilmaz olarak temel bilgi edinme kaynaklarini (basin, radyo, egitim) dogrudan ya da dolayli olarak denetlerler.
Dolayisiyla, bir vatandasin bireysel olarak nesnel yargilara varmasi ve siyasi haklarini akillica kullanmasi hayli zor hatta cogu zaman imkansizdir.
Sermayenin ozel mulkiyetine dayali ekonomilerde egemen olan durum iki ana ilke ile nitelendirilir: Birincisi, uretim (sermaye) araclarinin ozel mulkiyetidir ve mulk sahipleri bunu diledikleri gibi kullanirlar; ikincisi serbest is sozlesmesidir.
Bu anlamda tabii ki saf kapitalist toplum diye bir sey yoktur.
Iscilerin uzun ve aci siyasi mucadeleler sonucu, bazi kategorilerde serbest is sozlesmesi nin iyilestirilmis bir bicimini saglamayi basardiklarini ozellikle belirtmek gerekir.
Ama butun olarak ele alindiginda bugunku ekonomi saf kapitalizmden fazla farkli degildir.
Uretime kar icin devam edilir, kullanim icin degil.
Calisabilecek durumda olan ve calismak isteyen herkesin is bulacaginin bir garantisi yoktur.
Hemen hemen herdaim bir issiz ordusu vardir.
Isci her zaman isini kaybetme endisesi tasir.
Issiz ve cok dusuk ucret odenen isciler karli bir pazar olusturmadiklari icin tuketim mallarinin uretimi sinirlidir ve sonuc mesakkatlidir.
Teknolojik ilerleme cogu zaman isin zorlugunu hafifletmek yerine daha fazla issizlige neden olur.
Kar gudusu, kapitalistler arasindaki rekabetin durumuna gore gittikce daha fazla derinlesen bunalima yol acan sermaye birikiminin ve kullaniminin istikrarsizligindan sorumludur.
Sinirsiz rekabet, emegin cok buyuk olcude heba olmasina ve daha once de sozunu ettigim gibi bireylerin sosyal bilinclerinin sakatlanmasina yol acar.
Bana kalirsa kapitalizmin en buyuk kotulugu bireylerin sakatlanmasidir.
Tum egitim sistemimiz bu beladan muzdariptir.
Gelecekteki kariyerine hazirlanmak icin acgozlu bir bicimde basariya tapmak uzere egitilmis ogrenciye abartili bir rekabetci yaklasim asilanir.

BELADAN KURTULMANIN TEK YOLU: SOSYALIZM

Ben bu korkunc beladan kurtulmanin tek yolu olduguna eminim.
Bu yol, toplumsal hedefler dogrultusunda yonlendirilmis bir egitim sisteminin eslik ettigi sosyalist ekonominin insasidir.
Boyle bir ekonomide toplumun kendisi uretim araclarinin sahibidir ve uretim araclari planli bir tarzda kullanilir.
Uretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planli bir ekonomi isi calisabilir durumda olanlara dagitir ve erkek, kadin, cocuk herkesin gecimini garanti eder.
Bireyin egitimi, dogustan sahip oldugu yeteneklerin gelistirilmesinin yaninda, gunumuz toplumundaki guc ve basarinin yuceltilmesi yerine, bireyin icinde cevresindekilere karsi sorumluluk hissi gelistirmeyi hedefler.
Yine de planli ekonominin henuz sosyalizm olmadigini unutmamak gerekir.
Boylesi bir planli ekonomiye bireyin tamamen kolelesmesi eslik edebilir.
Sosyalizmin basarisi son derece zor bazi sosyo-politik sorunlarin cozulmesini gerektirir.
Siyasi ve ekonomik gucun merkezilesmesinin yarattigi etki alaninin genisligi gozonune alindiginda burokrasinin mutlak gucunu ve kendini begenmisligini engellemek nasil mumkun olacaktir?
Bireyin haklari nasil korunacak ve burokrasinin gucunu dengeleyecek demokratik bir karsi-guc nasil saglanacaktir?
Yasadigimiz bu gecis surecinde sosyalizmin hedef ve sorunlarinin netligi cok onemlidir.
Mevcut kosullarda, bu sorunlarin ozgurce ve engelsiz tartisilmasi guclu bir tabu haline geldigi icin, bu derginin cikarilmasinin onemli bir kamu hizmeti oldugunu dusunuyorum.

ALBERT EINSTEIN


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/










BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo LiteCoin URL:   LTtsCJ2mLUXLLs8v5US8w5zQeq66eakPtU

NameCoin URL       :  N7wbJyxqoueznDHu9tnu56y1V7B9P1Phs4
FeatherCoin URL     :  6rHGzeMefFvzqmBM5VNqmUziCxtga4wpDs
TerraCoin URL        :  1GQFs8GpaTXxoeTAsGmo56WNfYSZRy2mBD

PeerCoin URL         :  PMeBpz6X9RRLQxdFs5Jws5JwFec3Mzen8q6Twg





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder