Tayfun Atay : 'Öz kültür' aldatmacası
08 Ocak 2017 Pazar
Öz kültür yoktur.
"Özümüze dönelim" sözü de eğer masum bir cehaletle söyleniyorsa lafügüzaf, yok bu konularda hasbelkader mürekkep yalamış olanlarca politik, ekonomik, ideolojik hesaplar doğrultusunda telaffuz ediliyorsa da gaflet, dalalet ve hıyanettir.
Kültür, sürekli bir oluştur. Bu oluş hali, her daim başka ve farklı ögelerle, çevrelerle, değerlerle, anlayışlarla, inançlarla diyalog, etkileşim ve alışverişler doğrultusunda şekillenir.
Kültürün zenginliği, yetkinliği ve gücü, "öz"ünden değil "melez"liğinden gelir.
Kanlı bir finalle noktalanan yılbaşı kutlardın-kutlamazdın kavgasında en çok dillere dolanan sözlerden biri de bu "öz kültür ve ona paralel olarak "yabancı değerler" teraneleriydi.
Mesela Nazilli'de Noel Baba'nın kafasına silah dayadıkları "müsamere"de Alperenler, "Amacımız insanların özüne dönmesi" dedikten sonra, "Bin yıldır İslâm'ın sancaktarlığını üstlenmiş Müslüman Türk milleti" olduklarını kaydederek bu "öz"ün ne olduğuna açıklık getiriyorlardı.
Diyanet de Yılbaşı kutlamasını gayri meşru ilan eden hutbesinde, gerekçe olarak "değerlerimizle örtüşmeyen, başka kültürlere, başka dünyalara ait eğlenceler"den dem vurmaktaydı.
Bunları tartışalım!..
Alperenlerimiz "Bin yıldır İslâm'ın sancaktarlığını yapan Müslüman Türk milleti" olarak belli ki kendilerini Malazgirt-sonrası tarihle özdeştirip "öz"lerini de bu çerçevede açıklıyorlar.
Yani Türklük dendiğinde Ergenekon, Ötüken, Altaylar, Bumin Kağan, Kutluk Bilge Kül Kağan, Orhun Abideleri "öz"e dâhil edilmiyor, dışta bırakılıyor. Keza ne "Gök Tengri", ne Altay Şamanizmi, ne Maniheizm, ne de Budizm, zamanın değişik evrelerinde Türklerle ve Türklükle hemhal olmuş inanç kalıpları olarak en azından tarihsel bir mânâ ve ehemmiyet arz ediyor.
Böylesi bir "öz"e, beni bırakın, bu ülkede Türkçü, milliyetçi, ülkücü çizgiyi sahiplenen pek çoklarını dahi ikna edemezsiniz. Türklük, eğer bir "kültürel oluş" şeklinde ele alınacaksa bunlar olmadan hiçtir ve İslâm'ın bir "mütemmim cüz"ü olmaktan öteye de geçmez. "Öz"ünüzü böyle bin yıl önceden başlattığınızda hem "siz"den önce İslâm vardır, hem de ayrıca "bin yıl İslâm'ın sancaktarlığını yapmış olma"ya kendinizden başka kimseyi, hele ki Arapları (hele hele Vahhabileri) hiç ikna edemezsiniz.
Elbette "öz"lük iddiası hiçbir kültürel örüntü açısından savunulamayacağı gibi İslâm açısından da öyledir. Ancak ideolojik bir zorlama yahut imanî bir iyimserlik doğrultusunda bunu iddia edebilirsiniz. Ama tarihsel-sosyolojik açıdan bunda ısrar etmek kimsenin harcı değildir. Açın bakın Diyanet'in yayınlarında dahi İslâm'ın nasıl İslâm-öncesi Cahiliye çağının kültürel örüntüsünden beslenerek doğuş bulduğuna ilişkin bilgilerin (elbette fazla öne çıkartılmadan) "arz edildiğini" görürsünüz.
Daha önce yazdık, çoğaltalım: "Âmin" deyişi İslâm'dan önce vardır. Sünnet, İslâm'dan önce vardır. Kurban, İslâm'dan önce vardır. Oruç, İslâm'dan önce vardır. Hac ve umre, İslâm'dan önce vardır. Namaz, İslâm'dan önce vardır. Tespih, İslâm'dan önce vardır.
Ve en önemlisi, bir yaratıcı kavramlaştırması olarak "Allah" lâfz-ı celîli, İslâm'dan önce vardır.
İslâm-öncesi çok-tanrıcı (politeist) Arap toplumunda tanrılar panteonunun doruğundaki güç olarak; evreni yaratan, düzenleyen, rızıklandıran en üstün tanrı olarak Allah vardır ve Araplar, insanı ve onun içinde yaşadığı âlemi Allah'ın yarattığına inanmaktaydılar (bkz. "İslâm'a Giriş-Temel Esaslar", DİB Yayınları, 2008, s. 46 ve Şinasi Gündüz, "İslâm Öncesi Arap Dini" ["Yaşayan Dünya Dinleri" içinde] DİB Yayınları, 2010, s. 549).
İslâm, bu bakımdan, doruğunda Allah'ın bulunduğu politeist Arap inanç sisteminin monoteist "tek bir Allah" inancına reformundan ibarettir.
Hatta bu, yani "tek-tanrıcılık" bile yeni sayılmaz! Çünkü politeist-putperest Arap inanç geleneğinin yanı başında "Haniflik" denilen, Hz. İbrahim'le ilişkili bir tek tanrı inancını Cahiliye döneminde yaşayanlar vardır. Yine rehberimiz "Diyanet" olsun, buyurun:
"Haniflere göre Allah, bütün dünyanın tanrısı, her şeyin yaratıcısı ve bütün yaratılmışlar onun kuludur. Yaratan, yaşatan, rızık veren, öldüren ve dirilten odur. Haniflerin bu inançları, İslâm inancının aynıdır" ("İslâm'a Giriş-Temel Esaslar", s. 47).
Görüldüğü üzere İslâm, ne aldıysa "Cahiliye"den almıştır. Aldıklarını zamanın yeni şartları, ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir senteze uğratarak "kültürel oluş"unu sağlamıştır. Dolayısıyla burada bir "öz"den ziyade "bağdaştırma"dan (senkretizm) söz etmek gerekir.
Ayrıca "İslâm" adı altında tarihten bugüne farklı diyarlarda söylem ve pratik olarak karşımıza çıkan çokluk ve çeşitlilikten söz etmedik ki onlar da var. Dolayısıyla "İslâm'ın sancaktarı Müslüman Türk milleti"nin "öz be öz" kültürünün Arap, İran, Fas, Pakistan, Malezya, Endonezya coğrafyalarında hükmü var mı, onu hiç sormayın!..
Peki, bir kültür ne zaman "öz"lük iddiasında bulunabilir ve buna çevresini ikna eder?.. El cevap, "iktidar"la buluştuğu zaman, ama onu bir başka yazıda tartışalım. Köşeden yine bir hayli taştık çünkü!..
a45UyF587661-170108164250 Oraj Poyraz At Alpinaasia oraj_poyraz@alpinaasia.com
2017/01/08 19:37 2 65 alelma@yahoogroups.com
Yakindigimiz her turlu toplumsal kirlenme once zihinlerde ve vicdanlarda baslar.
Aklin varsa baska bir akilla dost ol.
Nur Suresi 11.Ayet:
(Peygamber in esine) bu agir iftirayi uyduranlar suphesiz sizin icinizden bir guruptur.
Bunu kendiniz icin bir kotuluk sanmayin, aksine o, sizin icin bir iyiliktir.
Onlardan her bir kisiye, gunah olarak ne islemisse (onun karsiligi ceza) vardir.
Onlardan (elebaslik yapip) bu gunahin buyuklugunu yuklenen kimse icin de cok buyuk bir azap vardir. *******
Kur an-i Kerim in bazi ayetlerine iliskin mazeretler:
1- Bu ayetler yanlis tercume edilmis!
2- Bu ayetler yanlis anlasilmaya musait yani herkes anlayamaz!
3- Bu ayetler zaman asimina ugradi yani bugun gecersiz!
4- Bu ayetler cag disi yani Islam da reform yapilmasi lazim!
5- Bu ayetlere iman etmek imkansiz ama yine de ben bir muslumanim!
Mazeretlerin Cevaplari:
1- Diyanet Vakfi Meali ni, konularinda uzman Ilahiyatci Heyet hazirladi. En cok itibar edilen meal. Heyetteki herkesin yanlis tercume yapmasi imkansiz. Hal boyle iken bu mazeret gecersizdir.
2- Kur an-i Kerim i herkesin anlayabilecegine dair ayetler var* ve zaten bu sebeple indirilmis . Tersi ise adaletsizlik olur cunku herkesin anlayamayacagi ve yanlis anlasilmaya musait bir kutsal kitap gondermek Allah a yakismaz. Bir sakinca da sudur; Muslumanlara siz Kur an i anlamazsiniz, sadece biz anlariz diyen ruhban sinifi olusur ki Islam da ruhbanlik haramdir. Hal boyle iken bu mazeret gecersizdir.
3- Kur an in, kiyamete kadar , cihansumul(evrensel) yani her zaman ve her yerde hukmunun gecerli olduguna inanmak farzdir. Hal boyle iken bu mazeret gecersizdir.
4- Allah 21. yuzyilin hayat sartlarini ve yasam bicimini ezelden beri bildigine gore Allah in bu durumu hesaba katmadigi ni iddia etmek Allah a karsi cok buyuk bir iftiradir. Hal boyle iken bu mazeret gecersizdir.
5- Bu ayetlere iman etmeyenin adi Musluman degil Kafir dir.** Hal boyle iken bu mazeret gecersizdir.
*Bakiniz: Nahl Suresi 89. Ayet, Enam Suresi 38. Ayet, Maide Suresi 15. Ayet, Hac Suresi 16. Ayet.
**Bakiniz: Bakara Suresi 85. Ayet ve Maide Suresi 44. Ayet.
*******Bu ve bundan sonraki 9 ayetin inisine sebep olan ve
Muhammed in bir askeri seferine Aise de katilmisti.
Donuste bir ara Aise ihtiyacini gidermek icin cekildigi bir kosede gerdanligini dusurmus, sonra bunun farkina vararak aramaya gitmisti.
Bu arada, birlik Aise yi devesinin ustundeki hevdec adi verilen kapali, yuvarlak ve ustu kubbeli kafesi icinde sanarak konaklama yerinden ayrildigi icin Aise orada kaldi.
Orduyu geriden takip etmekle gorevli Muattal Oglu Safvan, Aise yi alarak birlige yetistirdi.
Iclerinde Ubeyy Oglu Abdullah in da bulundugu birkac kisi, bu hadiseye dayanarak Aise ile onu birlige yetistiren kisi arasinda iliski cereyan ettigini iddia ettiler.
Bu iddia Muhammed i oldukca uzmustu.
Bu sirada zaten rahatsiz olan Aise, hakkinda boyle bir iddiada bulunuldugunu bir muddet sonra ogrenmis ve buyuk bir izdiraba bogulmus;
artik, kendisi gibi kederli olan ailesine, babasi Ebubekir in evine gitmeyi tercih etmisti.
Bu arada Muhammed zaman zaman Ebubekir in evine giderek, onlardan Aise nin sihhatini, hal ve hatirini sorardi.
Iste yine boyle bir ziyaret sirasinda ve zina iddiasindan takriben bir ay sonra Aise masumiyetini ifade eden bu ayetler indi .
ALBERT EINSTEIN : NEDEN SOSYALIZM
Ekonomik ve toplumsal konularda uzman olmayan birinin sosyalizm hakkinda gorus bildirmesi dogru mudur?
Ben buna birkac neden yuzunden evet diyorum.
Gelin, bu soruyu once bilimsel bilgi acisindan degerlendirelim.
Ilk bakista astronomi ve ekonomi arasinda onemli yontemsel farkliliklar gorulmeyebilir.
Her iki alanda da bilim adamlari kisitli sayidaki gorungulerin(fenomen) aralarindaki baglantilari mumkun oldugu kadar anlasilir yapmak icin genel kabul gorecek yasalar kesfetmeye calisirlar.
Fakat aslinda yontemsel farklar vardir.
Ekonomi alaninda genel kabul goren yasalarin kesfedilmesini zorlastiran gozlemlenecek ekonomik gorungulerin pek cok faktorden etkilenmeleri ve bu etkilerin tek baslarina degerlendirilememesidir.
Ayrica, -hepimizin bildigi gibi- insanlik tarihinde uygar donem in baslangicindan bu yana edinilen deneyimler ozunde ekonomik olmayan faktorlerden etkilenip kisitlanmistir.
Ornegin, bircok buyuk devlet sekli varliklarini fetihlere borcludurlar.
Fetheden halklar, kendilerini fethettikleri ulkenin -yasal ve ekonomik olarak- ayricalikli sinifi yapmislardir.
Toprak sahipligini tekellerine gecirmisler ve ruhani grubu kendi aralarindan belirlemislerdir.
Egitimi kontrol eden bu rahipler, toplumdaki sinif ayrimini kurumlastirmislar, insanlarin bundan sonra cogunlukla bilincsizce toplumsal davranislarini yonlendirecek bir degerler sistemi yaratmislardir.
SOSYALIZMIN GERCEK HEDEFI
Ancak tarihsel gelenek, insanligin gelismesinin dune kadar Thorstein Veblen in yagmaci donem adini verdigi asamanin otesine hicbir yerde gecemedigini gostermektedir.
Gozlemlenen ekonomik gercekler o doneme aittir ve onlardan turetilecek yasalar insanligin diger donemlerine uygulanamaz.
Sosyalizmin gercek hedefi bu donemin otesine gecerek, insanligin gelisimini yagmaci donemden daha ileri bir doneme tasimak olduguna gore, ekonomi bilimi, mevcut haliyle, gelecegin sosyalist toplumuna cok az i$ik tutabilmektedir.
Ikinci olarak sosyalizm, amaci toplumsal-ahlak olan yone yonelmistir.
Ancak bilim amac yaratmadigi gibi, bunlari insanlara da asilayamaz; bilim, en fazla, amaclara ulasilmasini saglayan araclar yaratabilir.
Ancak amaclar yuce ahlaki ideallere sahip kisiliklerce kavranilirsa ve bu amaclar olu dogmamissa, yasamsal ve guclulerse bir cok insan tarafindan ileri tasinarak, toplumun yavas/agir evrimine yon verir.
Bu nedenlerden oturu insana iliskin sorunlarda bilimi ve bilimsel yontemleri fazla abartmamaya dikkat etmek ve toplumun orgutlenmesini etkileyen sorunlarda sadece uzmanlarin soz hakki oldugunu da varsaymamak gerekir.
BIR CIKIS VAR MI?
Bir suredir cok sayida kisi toplumun bir krizden gectigini one surerek, toplumun dengesinin ciddi olarak bozuldugunu ifade etmektedir.
Boyle durumlarda kisilerin farkli dusunmeleri, hatta ait olduklari gruba karsi dusmanca hisler beslemeleri tipik bir davranistir.
Ne dedigimi anlatmak icin basimdan gecen bir deneyimimi aktarayim.
Gecenlerde zeki ve iyi yetismis bir kisi ile yeni bir savas tehdidini tartisirken, boyle bir savasin insanligin varligini ciddi bicimde tehlikeye sokacagini ve bu tehlikeyi ancak uluslarustu bir organizasyonun onleyebilecegini soyledim.
Bunun uzerine muhatabim bana gayet sakin bir bicimde, Insan irkinin yok olmasina niye bu kadar karsisin? dedi.
Eminim ki daha bir asir onceye kadar hic kimse boyle gayr-i ciddi bir soylemde bulunamazdi.
Bu soylem kendi icinde bir denge saglamak icin bosuna ugrasmis ve bunu basarma umudunu az-cok kaybetmis bir adamin soylemi idi.
Bu soylem aci veren bir yalnizligin ve tecrit olmanin ifadesidir ve bu gunlerde cok kisi ayni aciyi cekmektedir.
Sebebi nedir?
Bir cikis var mi?
Boyle bir soruyu sormak kolay, ancak belli derecede ikna edici bir yanit vermek zordur.
Ancak duygularimizin ve ugraslarimizin celiskili, belirsiz olduklarinin bilincinde olarak ve onlarin kolay ve basit formullerle ifade edilemeyecegini bilerek yine de elimden gelenin en iyisini yapmaya calisip, yanitlamayi deneyeyim.
BIREYSEL VE SOSYAL VARLIK
Insan hem tek basina yasayan hem de sosyal bir varliktir.
Tek basina yasayan bir varlik olarak kisisel isteklerini tatmin etmek ve dogustan edindigi yeteneklerini gelistirmek icin kendisinin ve yakinlarinin varligini koruma cabasi icindedir.
Sosyal bir varlik olarak ise, cevresindeki dostlarinin sevgisini ve takdirini kazanmaya, mutluluklarini paylasmaya, acilarini dindirmeye ve yasam kosullarini iyilestirmeye calisir.
Iste sadece bu cesitli, zaman zaman celiskili cabalarin varligi, insanin ozel karakterini aciklar; bunlarin ozgun bilesimi bireyin icsel bir dengeye erisme derecesini belirler ve toplumun esenligine katkida bulunur.
Genel olarak bu iki durtunun gorece direnclerinin kalitimla duzenlenmis olmasi mumkundur.
Fakat nihai olarak ortaya cikan kisilik, buyuk olcude insanin gelisimi sirasinda kendisini icinde buldugu cevre, icinde buyudugu toplumun yapisi, o toplumun gelenekleri ve belirli davranis bicimlerinin ovulmesi ile olusur.
Soyut toplum kavrami birey acisindan cagdaslari ile ve onceki nesillerle dolayli dolaysiz iliskisinin toplami anlamina gelir.
Birey dusunebilir, hissedebilir, mucadele edebilir ve kendi basina calisabilir fakat -fiziksel, entelektuel ve duygusal varligi ile- topluma oylesine bagimlidir ki- onu toplum cercevesinin disinda dusunmek ve anlamak imkansizdir.
Ona gida, giyecek, ev, is araclari, dil, dusunce bicimleri ve buyuk olcude dusuncenin icerigini saglayan bu toplum dur.
Bu kucucuk toplum kelimesinin ardinda sakli, gecmiste yasamis ve bugun yasamakta olan milyonlarca insanin emegi ve becerisidir ona hayat veren.
Dolayisiyla, bireyin topluma bagimliliginin doganin ortadan kaldirilamayan bir gercegi oldugu kanitlanmistir.
Aynen karincalar ve arilar gibi.
Fakat karincalarin ve arilarin tum yasam sureci en ince ayrintisina kadar kati, kalitimsal icguduler ile belirlenmisken, insanoglunun sosyal kaliplari ve karsilikli iliskileri son derece degiskendir ve degisime aciktir.
Hafiza, yeni birlesimler olusturma kapasitesi, sozel iletisim kurabilme ustunlugu insanoglunun biyolojik zorunluluklarinin buyurmadigi gelismeler saglamasini mumkun kilmistir.
Bu gelismeler kendilerini edebiyatta, bilimsel ve teknik basarilarda, sanat eserlerinde, gelenekler, kurumlar, orgutler olarak gosterir.
Bu bir anlamda insanin kendi yasamini kendinin nasil yonettigini ve bu surecte bilincli dusunme ve istemenin nasil bir rol oynadigini aciklar.
DEGISKENLER-DEGISMEZLER...
Insanoglu dogustan, kalitimsal olarak, insan turunun karakteristigi olan dogal istekleri de iceren, sabit ve degismez olarak niteledigimiz biyolojik bir bunyeye sahiptir.
Buna ek olarak, yasam suresi icinde, iletisim ve baska etkiler araciligiyla yasadigi toplumdan kulturel bir bunye edinir.
Zaman icinde degisime acik olan ve bireyle toplum arasindaki iliskiyi buyuk olcude belirleyen iste bu kulturel bunyedir.
Modern antropoloji bize ilkel denilen kulturlerin karsilastirmali olarak incelenmesi yoluyla, insanoglunun sosyal davranislarinin gecerli kulturel kaliplara ve topluma egemen olan orgut tiplerine bagli olarak cok buyuk degi$iklikler gosterdigini ogretmistir.
Iste insan turunu iyilestirme mucadelesi verenlerin umutlarinin dayanagi sudur: Insanlarin birbirlerini mahvetmek istemelerinin ya da zalim, kendi kendine kasteden kaderin ocagina dusmus olmalarinin nedeni biyolojik bunyeleri degildir.
Yasami olabildigince doyurucu kilabilmek icin toplum yapisinin ve insanin kulturel yaklasiminin nasil degistirilmesi gerektigini kendimize sorarsak, degistiremeyecegimiz bazi kosullarin varligi gerceginin surekli bilincinde olmamiz gerekir.
Daha once de belirtildigi gibi insanin biyolojik yapisi, nereden bakilirsa bakilsin degismez.
Ustelik son birkac yuzyilda yasanan teknolojik ve demografik gelismeler kalici durumlar yaratmistir.
Varliklarinin devami icin vazgecilmez sayilan urunlerle, nufusun gorece yogun oldugu yerlerde, asiri ayrintili bir isbolumu ve son derece merkezi bir uretim aygiti mutlak zorunluluk haline gelmistir.
Bireylerin ve nispeten kucuk topluluklarin tamamen kendine yeterli olduklari, geri donup baktigimizda son derece huzurlu gorunen zaman sonsuza dek yitip gitmistir.
Insanoglunun artik bir uretim ve tuketim gezegeni olusturdugunu soylersek fazla abartmis olmayiz.
CAGIN OZU
Cagimizin ozunu bana gore neyin olusturdugunu kisaca belirtebilecegim bir noktaya simdi varmis bulunuyorum.
Bu toplumla bireyin iliskisi ile ilgilidir.
Birey topluma olan bagimliliginin gecmiste olmadigi kadar bilincindedir.
Ama bu bagimliligi organik bir bag, koruyucu bir guc, olumlu bir varlik olarak gormek yerine, daha cok dogal haklarina hatta iktisadi varligina karsi bir tehdit olarak algilamaktadir.
Dahasi toplumdaki konumu oyle bicimlenmistir ki, yapisinin egoistce suruklenisi surekli vurgulanmakta, dogal olarak daha zayif olan sosyal yapisi gittikce bozulmaktadir.
Toplumdaki konumlari ne olursa olsun tum insanlar bu bozulma surecinde rahatsiz olmaktadirlar.
Kendi egolarinin mahkumu olduklarini bilmeksizin, kendilerini guvensiz ve yalniz, yasamin basit, sade, dogal tadindan yoksun kalmis hissederler.
Insan kisa ve cetin de olsa yasamin tadina varabilir, yeter ki kendini topluma adasin.
Bugunku haliyle kapitalist toplumun iktisadi anarsisi bence belanin asil kaynagidir.
Onumuzde bireylerinin, birbirlerini kolektif emeklerinin meyvelerinden yoksun birakmak icin yilmadan -zor kullanarak degil fakat yasalarla belirlenmis kurallarin tumune gonulden uyarak- ugrastigi dev bir ureticiler toplulugu gormekteyiz.
Bu baglamda uretim araclarinin -yani tuketim mallarini ve buna ek olarak yatirim mallarini uretmek icin gereken tum uretim kapasitesinin- yasal olarak ve cogu kez bireylerin ozel mulkiyetlerinde oldugunun onemini kavramamiz gerekir.
Konuyu basitlestirmek icin, asagidaki anlatimda uretim araclarinin mulkiyetini paylasmayan herkesi isci olarak adlandiracagim, bu terimin yaygin kullanimina tam olarak denk dusmese de.
Uretim araclarinin sahibi, iscinin isgucunu satin alabilecek durumdadir.
Isci uretim araclarini kullanarak kapitalistin mali haline gelecek yeni mallar uretmektedir.
Her ikisi de gercek deger uzerinden olculmek uzere, iscinin urettigi ile ona odenen arasindaki iliski bu surecin esas noktasidir.
Is sozlesmesi serbestce belirlendigi surece, isciye yapilan odemeyi belirleyen urettigi malin gercek degeri degil, iscinin asgari gereksinimleri ve is icin rekabet eden isci sayisina iliskin olarak kapitalistlerin isgucune ihtiyaclaridir.
Teoride bile isciye yapilan odemenin urunun degeri tarafindan belirlenmediginin anlasilmasi onemlidir.
KAPITALIZMIN YASASI
Kismen kapitalistler arasindaki rekabet ve kismen teknolojik gelismelerin ve artan isbolumunun daha buyuk uretim birimlerinin kucuklerin yerini almasini saglamasi sonucunda, ozel sermaye az sayida elde yogunlasmaktadir.
Bu gelismelerin sonucunda, demokratik olarak orgutlenmis bir siyasi toplumda bile etkin olarak denetlenemeyecek devasa bir guce sahip ozel sermaye oligarsisi olusur.
Bu boyledir cunku yasama organlarinin uyeleri, nereden bakilirsa bakilsin secmenle yasama organinin birbirinden ayiran ozel sermaye tarafindan buyuk olcude finanse edilen ya da baska sekillerde etki altina alinan siyasi partiler tarafindan secilir.
Bunun sonucunda halkin temsilcileri gercekte nufusun temel haklardan yoksun kesimlerinin cikarlarini yeterince koruyamazlar.
Ustelik, mevcut kosullar altinda, ozel kapitalistler kacinilmaz olarak temel bilgi edinme kaynaklarini (basin, radyo, egitim) dogrudan ya da dolayli olarak denetlerler.
Dolayisiyla, bir vatandasin bireysel olarak nesnel yargilara varmasi ve siyasi haklarini akillica kullanmasi hayli zor hatta cogu zaman imkansizdir.
Sermayenin ozel mulkiyetine dayali ekonomilerde egemen olan durum iki ana ilke ile nitelendirilir: Birincisi, uretim (sermaye) araclarinin ozel mulkiyetidir ve mulk sahipleri bunu diledikleri gibi kullanirlar; ikincisi serbest is sozlesmesidir.
Bu anlamda tabii ki saf kapitalist toplum diye bir sey yoktur.
Iscilerin uzun ve aci siyasi mucadeleler sonucu, bazi kategorilerde serbest is sozlesmesi nin iyilestirilmis bir bicimini saglamayi basardiklarini ozellikle belirtmek gerekir.
Ama butun olarak ele alindiginda bugunku ekonomi saf kapitalizmden fazla farkli degildir.
Uretime kar icin devam edilir, kullanim icin degil.
Calisabilecek durumda olan ve calismak isteyen herkesin is bulacaginin bir garantisi yoktur.
Hemen hemen herdaim bir issiz ordusu vardir.
Isci her zaman isini kaybetme endisesi tasir.
Issiz ve cok dusuk ucret odenen isciler karli bir pazar olusturmadiklari icin tuketim mallarinin uretimi sinirlidir ve sonuc mesakkatlidir.
Teknolojik ilerleme cogu zaman isin zorlugunu hafifletmek yerine daha fazla issizlige neden olur.
Kar gudusu, kapitalistler arasindaki rekabetin durumuna gore gittikce daha fazla derinlesen bunalima yol acan sermaye birikiminin ve kullaniminin istikrarsizligindan sorumludur.
Sinirsiz rekabet, emegin cok buyuk olcude heba olmasina ve daha once de sozunu ettigim gibi bireylerin sosyal bilinclerinin sakatlanmasina yol acar.
Bana kalirsa kapitalizmin en buyuk kotulugu bireylerin sakatlanmasidir.
Tum egitim sistemimiz bu beladan muzdariptir.
Gelecekteki kariyerine hazirlanmak icin acgozlu bir bicimde basariya tapmak uzere egitilmis ogrenciye abartili bir rekabetci yaklasim asilanir.
BELADAN KURTULMANIN TEK YOLU: SOSYALIZM
Ben bu korkunc beladan kurtulmanin tek yolu olduguna eminim.
Bu yol, toplumsal hedefler dogrultusunda yonlendirilmis bir egitim sisteminin eslik ettigi sosyalist ekonominin insasidir.
Boyle bir ekonomide toplumun kendisi uretim araclarinin sahibidir ve uretim araclari planli bir tarzda kullanilir.
Uretimi toplumun gereksinimlerine uyduran planli bir ekonomi isi calisabilir durumda olanlara dagitir ve erkek, kadin, cocuk herkesin gecimini garanti eder.
Bireyin egitimi, dogustan sahip oldugu yeteneklerin gelistirilmesinin yaninda, gunumuz toplumundaki guc ve basarinin yuceltilmesi yerine, bireyin icinde cevresindekilere karsi sorumluluk hissi gelistirmeyi hedefler.
Yine de planli ekonominin henuz sosyalizm olmadigini unutmamak gerekir.
Boylesi bir planli ekonomiye bireyin tamamen kolelesmesi eslik edebilir.
Sosyalizmin basarisi son derece zor bazi sosyo-politik sorunlarin cozulmesini gerektirir.
Siyasi ve ekonomik gucun merkezilesmesinin yarattigi etki alaninin genisligi gozonune alindiginda burokrasinin mutlak gucunu ve kendini begenmisligini engellemek nasil mumkun olacaktir?
Bireyin haklari nasil korunacak ve burokrasinin gucunu dengeleyecek demokratik bir karsi-guc nasil saglanacaktir?
Yasadigimiz bu gecis surecinde sosyalizmin hedef ve sorunlarinin netligi cok onemlidir.
Mevcut kosullarda, bu sorunlarin ozgurce ve engelsiz tartisilmasi guclu bir tabu haline geldigi icin, bu derginin cikarilmasinin onemli bir kamu hizmeti oldugunu dusunuyorum.
ALBERT EINSTEIN
Grup eposta komutlari ve adresleri | : | |
Gruba mesaj gondermek icin | : | ozgur_gundem@yahoogroups.com |
Gruba uye olmak icin | : | ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com |
Gruptan ayrilmak icin | : | ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com |
Grup kurucusuna yazmak icin | : | ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com |
Grup Sayfamiz | : | http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/ |
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz | : | http://orajpoyraz.blogspot.com/ |
BitCoin URL: 16496HKpgEEpx1d6t688HiXXdJP5jdA9xo |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder