4 Mart 2013 Pazartesi

15-Önemli makaleler...

 

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

 

 

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

Açıklama: http://www.ataturkungencligehitabesi.com/ata_imza.gif

 

Atatürk'ün Bursa Nutku

"Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, 'Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.' demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla;nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç, 'Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.' diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek, 'Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.' diyecek.

Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki, 'Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.
Araya girişimde ve eylemimde haklıyım.
Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.'

İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!"

*Mustafa Kemal Atatürk'ün, 5 Şubat 1933 günü Bursa'da yaptığı nutuktur

 


Uğur Dündar: İmralı tutanağı bir manifesto ve suçüstü belgesidir...

 BDP milletvekilleriyle MİT görevlilerinin İmralı'da, Abdullah Öcalan'la yaptıkları görüşme tutanağının açıklanması, kamuoyunda adeta bomba etkisi yaptı.

Efsane İçişleri Bakanlarından Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan'a "2.Oslo Rezaleti olarak da adlandırılan bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?"
diye sordum.

Çok dolu olduğu anlaşılan Tantan, İmralı'dan girdi,

Kandil'den çıktı!

İşte sorularıma verdiği çarpıcı cevaplar:

* * *

Sadettin Tantan (ST):
Bu metin, sadece bir tutanak değil, İmralı üzerinden Türkiye ve dünya kamuoyuna sunulan bir "manifesto"dur.
Aynı zamanda bir suçüstü belgesidir!

Uğur Dündar (UD):
Bu iddialı tanımı biraz daha açar mısınız.(ST):
"Manifesto"dur çünkü bu belgeyle Türkiye'nin 40 yıldır silahlı ve silahsız örgütlerin neden tehdidi altında olduğu ortaya çıkmıştır.
Ayrıca Türk milletine yönelik zihinsel tehdidin ne kadar büyük boyutlara ulaştığı gözler önüne serilmiştir.
Türkiye'nin zihinsel, mali-ekonomik, siyasi anlamda nasıl kimliksizleştirilip kirletildiği sergilenmiştir.
Bu arada Türk siyasetinin tepeden tırnağa nasıl tutsak edildiği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel alt yapılarının niçin Batı ülkeleri düzeyine çıkartılamadığı da tüm dünyaya ilan edilmiştir.

Bu "manifesto"da ayrıca Türkiye üzerinden Türk ve inanç kimliğinin, değerlerinin neden kullanılmak istendiğini de görebiliyoruz.

Yine bu "manifesto"da kamunun, özelin ve siyasetin nasıl kirlendiğini, Kandil'e ve PKK'nın mal varlığına neden el konulmadığını da bulabilirsiniz.(UD):
Bu tutanak aynı zamanda bir suçüstü zaptıdır derken bunları mı kastediyorsunuz.(ST):
Sadece bunlar değil, dahası var!
Suçüstüdür diyorum, zira bu metin, yıllarca çalışan Türk milletinin, milli ekonomi boyutuyla ulusal ve uluslararası alanda kabiliyetini neden bir türlü geliştiremediğini ortaya koymuştur!
Millete söylenen yalanları deşifre etmiştir.
Milletin gözünü açarak
"Yalan Rüzgarı" adlı dizinin son bölümü olmuştur.

Bu "manifesto" ayrıca, içerideki ve dışarıdaki güç odaklarının, bu gücü ellerinden bırakmamak için giriştikleri çatışmanın, Türkiye'ye az da olsa bir tehdit şeklinde yansımasıdır.
Bu kadarı bile dehşet vericidir.
Ama sevindirici bir yanı da vardır.
Sevindiricidir, çünkü Türk milletinin geçmişindeki ve bugünündeki kayıplarının ne kadar büyük olduğunu net biçimde göstermesi bakımından sevindiricidir!
Yıllardır söylediğimiz bu gerçekler nihayet bu belgeyle kanıtlanmıştır.(
UD):
Peki bundan sonrası için önerileriniz var mı.(ST):
Bu "manifesto", Türkiye'nin istihbarat anlamında temel alt yapısının olmadığını ortaya çıkarmıştır.
Bu konuda hiç vakit geçirmeden gereken tüm önlemler alınmalıdır.

Türkiye'deki istihbarat teşkilatlarının araştırılması şarttır.
Bu konuda TBMM'de acilen bir Araştırma Komisyonu kurulmalı ve AKP Hükümeti de adli anlamda soruşturmalıdır.

PKK'nın medyada sözcülüğünü yapanlar papağan gibi aynı şeyleri söylemeye devam etsinler ama, bizim acil beklentimizi de bilsinler.
Beklentimiz şudur:

Bu "manifesto" çok büyük tehlikeyi ortaya çıkardı.
İmralı'yla görüşmek başından bu yana hukuk ihlalidir.
Savcılar neden bu konuda bir çalışma içerisinde değiller, anlamakta zorluk çekiyoruz!
Zira hukuksuzluk, diğer hukuksuzlukları getiriyor!

İktidar sahiplerine ve gece gündüz ekranda duran "nöbetçi sözcülerine" soruyorum:

"PKK silah bıraksın, yurt dışına çıksın" diyorsunuz da "60 milyar dolarlık serveti sırtına yükleyip sınır dışına mı götürecek?"
sorusuna neden bir cevap veremiyorsunuz?
Yoksa o servete siz mi el koyacaksınız?
10 yıldır ülkeyi yönetenlerden bu konuda bir açıklama bekliyorum!
Onlar yapmasa bile açıklama görevini, medyadaki 'ehlileştirilmiş aydınlarının" seve seve üstleneceklerini düşünüyorum...

* * *

Uğur Dündar'ın notu:

İzmir'de hayal gücü geniş bir lobi var.
Bu lobi, yerel seçimlerde CHP'nin yeniden aday göstereceği Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun adını çizdirmeye çalışıyor.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığım röportaja dayanarak bir kez daha ve iddiayla söylüyorum:

İzmir'de Aziz Kocaoğlu yine aday olacaktır.
Boş yere heveslenenler, avuçlarını yalayacaktır!

=========================================== ^^^^^ - vvvvv

Cumhuriyetin ömrü kelebeğin ömründen kısa - Levent Kırca

Sabah her gazeteyi açtığımda, tabi adam gibi gazeteden bahsediyorum.
Siz o gazetelerin hangileri olduğunu biliyorsunuz.
Yok hala boyalısını okumaya devam ediyorsanız, televizyonda kadın yarışmalarını izliyorsanız, zaten memleketten bir habersiniz demektir.
Neyse, açtığımda gazeteleri her gün Cumhuriyet'in biraz daha yitip gittiğini görüyorum.

Adım adım… saniye saniye…

Şimdi de, THY'de yeni bir uygulama ile karşılaşıyoruz.
Önce hostesleri örtüyorlar, sonra da dualı uçuşlar başlıyor.
Yani, uçak düşerse "Cennet ayaklarının altında Toki!"

Uçakta ekrandan üç ayrı dilde dua yayınlanıyor.

Yorumu sizin olsun…

Bir başka gazetede ise, Ata'nın Devrim Kanunları'nın kaldırıldığını okuyorum.

Yani Türkiye feryad ediyor!

Sahip çık bana!
Diyor.

Yardım Et.
İmdat!
Diyor.

Örneğin bana "Sanatçıysam ben tabi",

Dile Getir, oyna beni!
Diyor.

Ülkenin her tarafı mevzu olmuş.
Adına Türkiye dahi diyemeyeceğimiz ülkemizde, "Cumhuriyet'in Ömrü" belki de "Kelebeğin Ömründen" daha kısa!

Hal böyleyken, neden biz 1942 yılında geçen iki genç şairin üç şiirinden oluşan bir filmle zaman kaybedelim.
Üstelik bu film bilerek ya da bilmeyerek Hükümet yandaşlığına hizmet etsin.
Bugün kendisine 'Sanatçı' diyen herkesin para peşinde koşmayı bırakıp, ülkeye yardıma koşması lazım.

KÖTÜ GÖSTERMEK BUGÜNÜN MODASI

"Kelebeğin Ömrü" filmini izledim.
Orada işlenen hatalardan elli yıllık, yarım yüzyıllık bir sanatçı olarak söz etmek istiyorum;

Filmde, Atatürk öleli dört-beş sene henüz olmuş, Zonguldak'ta temerküz kampı gibi gösterilen bir maden ocağında, işçiler madenlere yaşayan ölü gibi girmekteler ya da Hitler zamanı sabun olmak için, gaz odalarına giren Yahudiler'i anımsatıyorlar.
Üstelik Türk Askerleri'nin faşizan baskıları da tepelerinde.
Askerlerimiz tarafından coplanıyorlar iteleniyorlar yani askerlerimiz bugünkü Hükümet'in istediği gibi gösteriliyor.
Ülke perişan, açlık kol geziyor.
Millet veremden kırılıyor ve herşey ülkenin kötü yönetiminden kaynaklanıyor.
Kim mi yönetiyor ülkeyi?
Atatürk zihniyetinin, Cumhuriyeti'nin uzantısı "İsmet İnönü" Cumhurbaşkanı, Başbakan "Refik Saydam".

O dönem, ekmek dahi karneyle dağıtılıyor.
Şeker, un vs.
ana ihtiyaç malzemeleri yok denecek kadar az.
Ülke ekonomik olarak dibe vurmuş, sıfırı tüketmiş.
Üstüne üstlük bir de, hastalıklar vurmuş ülkeyi.
Tifo, tifüs, zatüre, zatülcemp ve verem.
Çaresiz ölümcül hastalıklar.
Zira, henüz penisilin denilen ilaç bulunmamış.
Bu adı geçen hastalıklarla çok iyi beslenerek başetmek mümkün.
Yağ, bal, tereyağ, süt, yumurta, bol et…Yani proteinli gıdalar.
Atatürk Hükümeti'nin o gününde bunları bulmak ne mümkün!
Ekmeği dahi insanlar karneyle alıyor.
Yani kısacası, ekmek dahi yok!
Kim yapıyor bunu?
"Atatürk Hükümeti".
Yani suçlu, taze "Türkiye Cumhuriyeti" olarak gösteriliyor.

Filmin içinde, bundan alenen söz edilmiyor ama, ima ediliyor.
Duvarlarda "Atatürk Resimleri, Atatürk Rölyefleri".
Bugünkü değil, o gün kü "CHP"nin altı oklu amblemleri sık sık çıkıyor karşımıza.
Durumun müsebbibi (sorumlusu ) olarak "CHP" gösteriliyor.
Cumhuriyet'i kötü göstermek bugünün modası… Yıkmak için Cumhuriyet'i;
padişahlığı yüceltip, Cumhuriyet'i alaşağı ediyorlar.
Başbakan'ın söylemi bu.
Her türlü yandaş da, menfaati için destekliyor durumu.
Kimi korkuyor, destekliyor.
Kimi çıkarı için, kimi de öyle olmasını sandığı için…

Tekrar filme dönelim.
Ülkeyi dünyadan soyutlayarak gösterdiğinizde durum böyle… Ama, kazın ayağı başka.

Size, filmin geçtiği yıllar da, dünyadan söz edeyim;

Dünya savaşıyor.
II.Dünya Savaşı, yeryüzünü kasıp kavuruyor.
Evet, bizde ekmek karneyle ama, dünya onu da bulamıyor, aç.
Herkes birbirini bombalıyor, ekonomi durmuş.
Hastalıklar kol geziyor.
Açlık, ilaçsızlık tavan yapmış.
Kısacası, dünyada taş taş üstünde kalmamış.
Birbirleriyle savaşan ülkeler… Karşılıklı mancılıkla…Kolera, veba gibi hastalıktan ölmüş insan cesetleri atıyorlar birbirlerine… Evler yıkılmış, yanmış…İnsanlar sokaklarda çöp yiyor…

Dünyanın o günkü haline bakıp mukayese ettiğimizde;

Türkiye pırlanta ama;
dünyanın durumunu göstermeden o günkü Türkiye'yi bir şekilde dillendirir ve bunun sorumlusunu "CHP" olarak gösterirseniz, "Tayyip Erdoğan"ın istediği, demek istediği filmi çeker, ona yandaşcılık eder, hizmet ederseniz okuma zahmetini göstermeyen milletimiz de diğer yandaşların da gayretiyle bunu gerçekmiş gibi kabul eder.

PEKİ KONUNUN GERÇEĞİ NEDİR?

Şudur;

Cumhurbaşkanı "İsmet İnönü" büyük devlet adamlığı gösterip usta bir manevrayla, Türkiye'yi bu savaşa yani II.Dünya Savaşı'na sokmamıştır.
Bu, o gün için çok büyük başarıdır.
Dönemin Başbakanı Refik Saydam'dır.
Ülkenin içinde bulunduğu gerçeği, sıkıntıyı bizzat dile getirir.
Unutulmaması gereken şu olur;
Türkiye, II.Dünya Savaşı'nı en az hasarla atlatmış bir ülkedir.

GELELİM FİLMİN SANATSAL YAPISINA

Senaryonun sapmasının dışında tekdüze sıkıcı bir hikaye çıkar karşımıza.
Film, uzun ve temposuzdur.
Giriş, gelişme, düğüm, sonuç yoktur.
Durağan bir sudur film.
Akmaz zaten.
Ne dediği de belli değildir.
Bir mesajı yoktur.
Gizli mesaj "Bay Tayyip"in ağzıdır.
Filmin bu sıkıcı yeknesak temposu aşırı ambalajlanılarak yok edilmeye çalışılmıştır.
Filmde, başarısız senaryoya karşın, başarılı şeyler de olmaktadır.
Mert Fırat ve Kıvanç Tatlıtuğ oyununu Farah Zeynep Abdullah' ın oyununu fevkalade başarılı buldum.
Bu kardeşlerime olan ilgim ve sevgim arttı.
Yılmaz Erdoğan' ı "Behçet Hoca" rolünde başarılı ve olgun buldum.
Ne var ki, filmin kilit rolünü üstlenen ve bunu taşıyamayan "Belçin Hanım" tek başına bütün filmi aşağı çekmeyi başarmış.
Yaşı başı önemli değil.
O role olup olmadığı da öyle.
Gözle görünen bir gerçek varsa ki bu rolü oynayamamış.
Bu tip roller için henüz erken.
Daha çok pişmesi lazım.
Üst üste başarısızlığa bir türlü doymuyor.
Üstat "Haldun Taner" in "Keşanlı Ali Destanı" ndaki 'Zilha' rolünü oynayamadığı için, aşağı çekmişti.
Ve bu önemli eser yayından kalkmıştı.
Her sahneye aynı mimik ve bakışlarla yaklaşıyor ki, bu olmayan bir şeyi zorla dayatmanın ötesine geçemez hiçbir zaman.

Gerek 'Yılmaz' gerekse 'Necati', benim rahle-i tedrisatımdan geçmiş arkadaşlarımdır ve onlarla hep iftahar etmişimdir.
"Vizontele" filminde , "Neşeli Hayat" filminde ve "BKM Mutfak" la yaptıkları filmlerde hep açıp kutlarım kendilerini.
Fakat, bu kez üzülerek söyleyeceğim "Olmamış'' birşeyi 'Hükümet' ağzıyla konuşup, göklere çıkaranlar gibi yapamayacağım.
Türkiye'nin imdat alarmı verdiği bu günlerde dolaylı da olsa, "Hükümet"
e yaranmaya çalışan bu filmi, içime sindiremediğimi ifade etmeliyim.

Konuyla ilgili bir ayrıntıdan da, söz etmeden geçemeyeceğim.
"Dalaksız" bir köşe yazarı, adı geçen filmin daha vizyona girmeden fragmanını izlemiş.
Filmi aşağılayarak yerden yere vurmuştu.
Ben de, kendi kendime kızmıştım.
"Ne kadar haince bir davranış!"
diye.
Sonra aynı "Dalaksız" bu kez "Gitmeyeceğim, izlemeyeceğim"dediği filmi izlemiş, yere göğe sığdıramamıştı.
Köşesinde bile tutarlılığı sürdüremeyen bu insanlar yönlendiriyor bizi.

=========================================== ^^^^^ - vvvvv

Mehmet Türker: Suçluların telaşı içindeler...

 İmralı tutanakları ortaya döküldükten sonra iktidar cephesinde büyük bir telaş başladı…

Ve her zaman olduğu gibi "en iyi savunma taarruzdur" taktiğiyle taarruza geçtiler:

"Bu, süreci baltalamaktır!"

"Provokasyon!"

"Karanlık güçler süreci engellemek istiyor!"

"Tutanakların sızdırılması barışa ihanettir"

Bu sözlerden daha da iyi anlaşılıyor ki asıl tutanakların içinde "ihanet" var...

Deşifre olmaktan paniğe kapıldılar, saldırmaya ve saçmalamaya başladılar...

* * *

Biri Tayyip Bey'in muavinlerinden Bozdağ Bekir, diğeri AKP'nin altın çocuğu taze Bakan Çelik Ömer

İkisi de tutanakların içeriğinden değil, sızdırılmasından şikayet ediyor...

Sızdırmanın "barışı engellemeye yönelik" olduğunu söylüyorlar...

Demek ki tutanakların içeriği Türk halkından saklanması gereken şeyler…

Ortada derin bir aldatmaca var...

İpten dönmüş, ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına mahkum olmuş 40 bin kişinin katili canavar, 50 bin kişiyle "savaş" başlatabileceğini belirterek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne İmralı'dan meydan okuyor...

Buna karşılık Tayyip Bey de dün Balıkesir'de tutanakların sızdırılmasına ateş püskürü yor...

* * *

Eskiler, "zarfa değil, mazrufa bak" derlerdi…

Yani, zarf çok güzel çok şatafatlı olabilir ama, içindeki mektup veya not çok kötü çıkabilir...

Bekir de, Ömer de, medyadaki iktidar yalakaları da zarfa bakıyorlar, mazruf umurlarında değil...

Apo denen katil, AKP'ye iktidarı altın tepsi içinde sunduğunu, Tayyip Bey'i tutuklanmaktan kurtardığını ve anayasanın nasıl yazılması gerektiğini söylüyor…

İktidar ise bunları açığa çıkaranları suçluyor...

Tayyip Bey de öfke içinde...

* * *

İktidar, tutanakların sızdırılmasıyla nasıl bir oyunun içinde olduklarının halk tarafından öğrenilmesinden korktu...

Evirip çevirip "barış", "çözüm" gibi laflarla halkı uyutmaya çalışıyorlar...

Yahu efendi, bırak şu "çözüm", "barış" gibi bayatlamış lafları da esasa gel...

MİT, bugüne kadar bu caniyle onlarca defa görüştü…

İmralı'daki herif bu görüşlerde ise bu görüşler iktidar tarafından kabul görüyor ki pazarlık devam ediyor...

Sen onu anlat...

* * *

Ortada kabak gibi duran gerçek, iktidarın suçluların telaşı içinde olduğudur...

Caninin tutanaklardaki laflarını örtmek için sızdırmanın vahametini ileri sürerek, olayı tersine çevirmeye çalışıyorlar...

Ama olmuyor...

Mızrağı çuvala sığdıramıyorlar...

Minareye kılıf uyduramıyorlar...

Gerçek ortada, güneş balçıkla sıvanmıyor...

Tayyip Bey'e ABD fırçası...

Tayyip Bey, İslam dünyasına mesaj vermeye çalışırken ofsayta düştü...

Viyana'da siyonizmi insanlık suçu olarak tanımlayınca, Beyaz Saray tarafından "saldırganlıkla" suçlandı...

ABD'nin yeni Dışişleri Bakanı da en kibar diplomatik dille "Ayrı düşünüyoruz" dedi...

Bizim Hariciye Nazırı Ahmet ile ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin basın toplantısı da gerçekten görülmeye değerdi…

* * *

Basın toplantısında Amerikalı bir gazeteci çanak soru sorma ihtiyacında olmadığı için Tayyip Bey'i açıkça itham ederek, Viyana'daki konuşmasını iki bakana da sordu ve "Barışa katkı yaptığını iddia eden bir ülkenin Başbakanı böyle konuşur mu?"
gibi bir laf etti…

Hariciye Nazırı Ahmet kıvrandı, dolandırdı, sözü hemen İsrail'e getirip, Mavi Marmara Gemisi örneğiyle virajı almaya çalıştı, olmadı refüje bindirdi!.

Kerry ise açık konuştu:

Beyaz Saray'ın yaptığı zehir zemberek açıklamaya atıfta bulunarak, "Ayrı düşünüyoruz.
Bu akşam Başbakan'a da söyleyeceğim"
dedi...

Eh, diplomatik fırça da bu kadar olur zaten...

Kasımpaşalı dünyayı parmağının ucunda oynatıyor, kükreyince herkesi titretiyor, ama ABD'den fırça yemekten de kurtulamıyor...

========================================== ^^^^^ - vvvvv

Saygı Öztürk: Teröristler ihbar ediyor, asker vuruyor

 Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, son dönemlerde mesaisinin büyük bir bölümünü Güneydoğu illerinde geçiriyor.
Askerlerin "bahar tertiplenmesi" planlamaları yapılıyor, nereden hangi birliğin nereye kaydırılacağı belirleniyor.
Çünkü "beyaz barış" dönemi bitiyor.

Güneydoğu'ya kış gelince silahlar susar.
Buna askerler "beyaz barış" diyor.
Karlar erimeye başlayınca "beyaz barış" dönemi de bitiyor.
"Beyaz barış"ın yerini alacak kalıcı bir barış konuşuluyor.
Ancak, böyle bir barışın olacağına Güneydoğu' da inanan da yok.
Çünkü, terörün PKK yandaşları için nasıl bir rant aracı olduğu biliniyor.

AKP, Hakkari'de yok

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve parti sözcüleri, CHP ve MHP'yi eleştirirken, "Eyy CHP, ey MHP, siz var ya siz, Sivas'ın ötesine bile gidemezsiniz" diyorlar.
Ancak, Hakkari'de AKP'nin ne il binası, ne bayrağımız ne de flaması var.
Sadece kağıt üstünde, adresi, binası olmayan il başkanlığı…

İşte o ilde sivil toplum kuruluşları bir araya gelip, "Ne oluyor, ne olacak?" diye konuştular.
"Barış gelecek" beklentisi, yerini umutsuzluğa daha şimdiden bırakmış durumda.
İktidar partisinin CHP ve MHP'yi yok sayması, PKK'nın ele başı Abdullah Öcalan'ın farklı, örgütün Kuzey Irak'ta bulunan yöneticilerin farklı açıklamaları da umutsuzluğu artırıyor.
Hakkari'deki o toplantıda, "akil adamlar"ın ancak böyle bir süreçte etkili olabilecekleri sonucu çıktı.

"Kürt açılımı" diye başlayan dönemde kan hiç durmadı.
1 Ocak 2009 tarihi ile 22 Ekim 2012 tarihleri arasında meydana gelen terör olaylarını resmi belgeden aktarıyorum:

Şehit edilen asker, polis korucu sayısı 509, öldürülen vatandaş sayısı:
104, öldürülen terörist sayısı bin 59, ayrıca 438 terörist yaralı-sağ olarak yakalandı, 698 terörist de teslim oldu.

PKK'lılar birbirini ihbar ediyor

Terör örgütünü militanları bırakın Türkiye'den ayrılmayı, Kuzey Irak'tan küçük gruplar halinde Türkiye'ye sızıyor.
Bunlar geçişlerini, dikkat çekmemek için çoğunlukla kaçakçıların arasında yapıyor.
Yörede kaçakçılık sanki "kazanılmış hak" haline gelmiş.
Uludere'de yaşanan 35 vatandaşımızın "terörist" sanılıp hava harekatı sonucu öldürülmesi ve bu konuda açılan soruşturmalardan sonra asker, gelenin terörist olduğuna yüzde 100 emin olmadıkça ateş etmiyor.

"Ateş etmeyin" diye doğrudan bir emir yok ama kimse başının belaya girmesini de istemiyor.
Teröristler teslim olmaya zorlanıyor.
Bunun için büyük çaba gösteriliyor.
Birkaç gün önce 2 terörist silahlarıyla birlikte kıstırıldı.
Silahlarını bırakıp teslim olacaklarını söyleyince çayları-çorbaları verildi, karınları doyuruldu, banyo yaptırıldı.
Yani "aman" dileyene karşı asker silah kullanmıyor.

Şu günlerde en çok konuşulan, BDP'lileri, KCK'lıları, PKK'lıları rahatsız eden, "Görüşmeler yapılırken asker niçin Kuzey Irak'a PKK kamplarına hava harekatı yürüttüğü"dür.
Konuyu araştırdığımızda şunu öğreniyoruz:

Teröristler arasında ortak bir görüş yok.
Bu sürecin yanında olanlar gibi karşısında olanlar da var.
Örgütün içinden, hangi grubun sınır bölgesinde hangi karakolu basmak için hazırlık yaptığına ilişkin bilgiler de ulaşıyor.
İnsansız hava araçlarıyla, istihbaratla örgütteki hareketlilik öğreniliyor ve bunların etkisiz hale getirilmesi için hareket ediliyor.
Açıkçası, gruplar arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden taraflar birbirlerini ihbar ediyorlar.
Hava harekatlarıyla örgüte silah, mühimmat ve personel kayıpları verdirtiliyor.

Uludere'de PKK'lı var mıydı?

TBMM Uludere Komisyonu'nun beklediği bir ifade geldi.
Çarşamba günü komisyonun AKP'li üyeleri görüşlerini açıklayacak.
Çünkü, Başbakan öldürülen köylülerin arasında teröristler olduğunu söylemişti.
İşte o belgeyi bulduk.

Terör örgütünün dağ kadrosundayken örgütten kaçan Kamil Akbulak'a, Silopi Cumhuriyet Savcısı Fatma Yıldırım "Uludere'de 34 köylünün ölmesi olayı ile bildiklerinizi anlatınız" diyor.
Kamil Akbulak, örgütte takım komutanı düzeyinde olan Şırnak-Uludereli Cudi Gui kod adlı teröristten dinlediklerini aktarıyor:

"Olayın meydana geldiği gün ben ve Ferhat kod adlı arkadaş da öldürülen grubun içindeydik.
İkimiz de o bölgede oturan ailemizi ziyaret etmeye gidiyorduk.
Dikkat çekmemek için kaçakçılık yapan grupla birlikte hareket ediyorduk.
Hatta, grubun içinden ikisi benim kardeşimdi.

Hep birlikte sınır hattına yaklaştığımızda uçak sesleri gelmeye başladı.
Bunun üzerine ben ve Ferhat kaçakçılık yapan gruptan biraz geride kaldık.
Bu sırada uçaklar bomba atmaya başlardı.
Biz kendimizi kayalıkların arasına attık.
Uçaklar uzaklaştıktan sonra kaçakçıları kontrole gittiğimiz de aralarında kardeşlerimin de bulunduğu herkesin öldüğünü gördük.
Ben ve Ferhat, askerlerin geleceğini düşünüp Haftanin bölgesine geri döndük.
Ancak, baharın gelmesiyle birlikte bunun intikamını mutlaka alacağız diyordu.
Cudi Gui halen örgüttedir."

Kandil'den, PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'a gönderilen cevapta ne yazarsa yazsın, teröristlerin arasında görüş birliği yok ve görüş ayrılıkları da giderek derinleşiyor.
Yakında teröristler çatışırlarsa şaşırmayalım.

========================================== ^^^^^ - vvvvv

Du bakali n'olecak? - Ali Eralp

Bebek katili ile görüşmeler gizli gizli yapıldı.
Önce görüşmeler inkâr edildi.
Koca koca devlet adamları, yetkili ağızlar "APO ile PKK ile görüşen şerefsizdir" diye açıklamalar yaptı.
Sonra o açıklamaları unutup, utanmadan, sıkılmadan tüm görüşmeleri, gizli kapaklı buluşmaları açık ettiler.

Aydınların, devrimcilerin, muhalefetin "Yedi Uyuyanlar" gibi uyuması nedeni ile memlekette her şey bugüne değin sessiz sadasız, takıyye sistemi ile olgunlaştırıldı, kotarıldı.
Uygulama alanına konuldu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin altından girilip, üstünden çıkıldı.
Ne kırmızıçizgisi kaldı, ne beyaz çizgisi…

Her şey saklı gizli, örtülü örtülü, "örtülü ödeneklerle" gerçekleştirildi.
Bir tek anayasa görüşmeleri açıkta yapılıyor… Bölünme anayasası kabak gibi ortada…

Demokratik, özgür, insan haklarına dayalı bir anayasa hazırladıklarını söylüyorlar…

Hangi demokrasi, hangi özgürlük, hangi insan hakları?

Bu soruyu AKP'lilere, PKK'lılara sormuyoruz.
Çünkü işin mimarı onlar.
Muhalefete soruyoruz.

Ve diyoruz ki çevrenize bir bakın hele?

Ordu dağıtıldı.
Kuvvet komutanları içeride.
Genelkurmay başkanı içeride.
Milletvekilleri içeride.
14 bin subay istifa etmiş.
Türkiye'nin geleceğini bilim adamları, aydınlar, yurtseverler ile konuşmuyorlar.
Kanı canı pahasına teröristlerle mücadele eden komutanlarla konuşmuyorlar.
Teröristlerle konuşuyorlar.

Milli Eğitime bakın.
Hastanelere bakın.
Okulları kapatıyorlar.
Okulları satıyorlar.
Okulların kapısına kilit vuruyorlar.
Milli Eğitimi, okulları özelleştiriyorlar.

Bundan böyle varsıllar okuyacak, yoksullar okuyamayacak.
Gazeteci olmayan patronların gazetelere, televizyonlara sahip olması gibi, okullara, üniversitelere de eğitimci olmayan patronlar sahip olacak…

Sağlıktan bin çeşit vergi alıyorlar.
Bundan böyle varsıllar tedavi olacak, yoksullar ölümü bekleyecek…

Siz neyin anayasasını yapıyorsunuz?
Kimin anayasasını yapıyorsunuz?
Hangi ülkenin anayasasını yapıyorsunuz?
Ortada ülke mi kaldı ki?
Cumhuriyet mi kaldı ki?
Olmayan Cumhuriyetin anayasası yapılır mı?

Şu ülkenin hiç sorunu yokmuş gibi Türk'ü, Türklüğü anayasadan çıkarmak için "Laiklik karşıtlığının odağı" olmuş bir parti ile oturmuş, harıl harıl, şevkle, şehvetle anayasa yapıyorsunuz.
Türk düşmanlığı ile yatıyorsunuz, Türk düşmanlığı ile kalkıyorsunuz?

Bir avuç PKK terörü ile Türkiye anayasasını oluşturan bir iktidara koltuk değnekliği yapıyorsunuz

Balıkesir'de Başbakana "Bebek katiliyle bir araya geliyorsunuz" diye hesap soran bir gazi kadar olamadınız.
APO ne diyor, ne söylüyor?
Neleri dayatıyor?
Baktınız mı?

Biz "İmralı" demiyoruz.
Bebek Katili APO diyoruz.
Kıvırtmıyoruz.
Nazikçe söylemiyoruz.
Halkımız daha iyi anlasın diye Bebek katili APO diyoruz.
Bebek katili APO isteklerini sıralıyor.
Tehdit ediyor.
Gözdağı veriyor.
Şantaj yapıyor.
Tıpkı savaş kaybetmiş esir bir millete isteklerini kabul ettirmek isteyen bir muzaffer komutan edasıyla.

Ve siz bu istekler karşısında "Başbakan ne diyecek, hele bir de başbakanı dinleyelim" diye susuyorsunuz?
Yeri göğü direnişlerle, eylemlerle inletmeniz gereken bir ortamda susuyorsunuz… İnsaf yahu, insaf… Elin iki paralık teröristi, herif, açık açık devlet kurma hakkı istiyor, Türkiye anayasasından Türk adının çıkarılmasını istiyor, Atatürk devrimlerinin tarihten silinmesini, laikliğin kaldırılmasını istiyor ve siz hâlâ "başbakan ne diyecek" diye bekliyorsunuz.

Öfkem dağlar gibi… Okyanuslar gibi…

Sözü daha fazla uzatmayayım.
Ağzımdan daha kötü şeyler çıkacak çünkü… Sizin hakkınızdan ancak AZİZ NESİN gelir.
Sözü ona bırakıyorum.
Bakalım onun hikâyesi sizi ADAM edecek mi?

Hani hükümetimiz darda kalıp dünya cenneti Boğaziçi'nin en güzel tepelerini, korularını, yerlerini, petrol zengini Araplara satıyordu ya… İşte o sıra bir Arap zengini çıktı ortaya, Şeyh mi Prens mi, yoksa hepsi birden mi, öyle bişey.
Adı Ebul-Fatık El-Mışki.
Boğaziçi'nin seyrine doyum olmaz tepelerinden birini satın almış.
Oraya artık köşk mü, konak mı, saray mı, işte öyle bir şey yaptıracak.
Derken bu Ebul-Fatık, bir Türk kızıyla evlenme sevdasına düşmüş.
Hangi Türk kızı olduğu belli değil, yeter ki Türk kızı olsun… Elbet Arap ölçülerinde güzel de olacak.

Ebul-Fatık için satın alacağı tepeyi arayıp bulan komisyoncular, bu kez de ona kız aramaya başlamışlar.

Ebul-Fatık'a çok kız göstermişler.
Arap hinoğluhin, öyle her kızı da beğenmiyor.
Süt beyaz tenli, lahmacun bedenli, kalçaları enli bir lokum olacak.
Sonunda bulunan kızlardan birini çok beğenmiş.
Kız tam da Ebul-Fatık'ın istediği gibi, onyedi yaşında, kuran kursunda yetişmiş, akça pakça, yandan çarklı kalçalar…

Saflığına gelince, aptaldan bir parmak yukarıda, saf… Ebul-Fatık'ı da bir görseniz, korkudan dudağınız uçuklar.
Kızın babasından yaşlı.
İnsan kılığındaki bu çirkinlik anıtını gören biri öyle şaşmış ki, iki elini gökyüzüne kaldırıp 'Hey kurban olduğum Allah, sen nelere kadir değilsin…' diye şaşkınlığını belirtmiş.
Üstelik memleketinde üç mü, beş mi, kesin sayısı saptanamadı, karısı olduğundan bu kızı hükümet nikâhıyla değil, imam nikâhıyla alacak.
Her neyse efendim, bu Ebul-Fatık, kızla evlendi.

Saf kız, çok yoksul bir ailenin çocuğu olduğundan, evlenip de o lükse, o görkeme kavuşunca çok mutlu oldu.
Kocasının adı Ebul-Fatık El-Mışki çok uzun olduğundan, kızın ailesi ona kısaca Fatık amca diyor.
Hem de Fatık Bey deyince, Arabın adı azbuçuk Türkçeleşmiş oluyor.
Kızın kendinden altı yaş küçük bir oğlan kardeşi var, kızın tersine cin mi cin.
O, Fatık Amca diyemediğinden Fıtık Amca demeye başladı.
Fıtık Amca aşağı, Fıtık Amca yukarı.

Fıtık Amca'nın güzel ve küçük karısı sokakta hep çarşafla geziyor.
Fıtık Amca çok kıskanç olduğundan, gencecik karısının kadın akrabalarıyla bile sık görüşmesini istemiyor.
İyi ama Fıtık Amca'nın evde olmadığı zamanlar kızın canı sıkılıyor.
Kıskanç Amca, bir yandan da karısını eve hapseden koca izlenimi vermek istemiyor çevresine.
Karısına güvenen bir koca görünümünde… İşte bu yüzden, kendisinin evde bulunmayacağı iki gün karısına alışveriş için, çok uzaklara gitmemek koşuluyla, sokağa çıkabileceğini söylüyor.
Genç kadın buna çok seviniyor, ama sokakta ne yapsın tek başına… Sinemaya gidip gidemeyeceğini soruyor.
Fıtık Amca uzun uzun düşünüyor.
Karar vermek kolay değil.
Gitme dese, karısına baskı yapmış olacak.
Git demeye de içi elvermiyor.
Birlikte gitmeleri hiç uygun değil.
Sonunda şöyle diyor:

-Avet… Müsaade var… Velâkin avvalden ben görecek, bilahara sen…

Fıtık Amca, o dolaylardaki sinemalarda oynanan bütün filmleri seyredip 'Hazreti Ömer'in Adaleti' adlı yerli filmi görebileceğini söylüyor.
Necmiye, genç kadının adı, gidiyor sinemaya… Fıtık Amca'nın içi pırpır… Ertesi akşam eve dönüyor.
Oh şükür Necmiye evde.

-Necmiyaa?

-Efendim.

-Ne yaptın ben yokken?

Necmiye yana yakıla anlatmaya girişiyor!

-Ah, sorma…

Nasıl sormasın, meraktan çatlıyor…

-Ne oldu Necmiya?

-Öyle bir şey geldi ki başıma, şaştım şaştım kaldım…

-Ne geldi başına?

Necmiya saf saf anlatıyor!

-Senin söylediğin sinemaya gitmek üzere çarşaflandım…

-Şok güzel…

-Çıktım sokağa

-Avet?

-Yolda giderken bir herif sokuldu yanıma?

-Bir harif?

-Evet… Ben gidiyorum, o da yanımda gidiyor.
Ben gidiyorum o da gidiyor.
Dur bakalım n'olacak diye merak ettim…

Fıtık Amca çok bozulur ama karısına belli etmemeye çalışarak o da şaşmış görünür!

-Allah allah… Ban da şok merak ettim.
Du bakali n'olecak?

-Ben gidiyorum, o gidiyor… Böööyle yanımda.
Dibimden ayrılmıyor.
Dur bakalım n'olacak diyorum içimden…

-Fasuphanellah… Du bakali n'olecak?

-Bileti alıyorum o senin dediğin sinemaya giriyorum, adam da girmez mi?

Bu kez Fıtık Amca atik davranıp karısından önce sordu:

-Ve minelgarip… Du bakali n'olecak?
Sonra?

-Sonra ben oturdum.
O da yanımdaki boş koltuğa oturmaz mı?

-Hayret!
Du bakali n'olecak?

-Işıklar söndü, film başladı.

-Eeee anlat Necmiyaa?

-O herif elini bacağıma atmaz mı?

-Ne diyorsun, velacaip…

-Çarşafımın eteğinin altından elini sokmaz mı?
Aaa!
Şaştım kaldım…

-Ne yapacak?

-Bilmem ben de onu merak ediyorum ya… Dur bakalım n'olacak diye bekliyorum.

-Vallahi ban da merak ettim yahu… Du bakali n'olecak diye bekliyorum.

-Sonra o herif oramı buramı karıştırmaya başladı.
Doğrusu çok merak ettim.
Sen olsan merak etmez misin?

Fıtık Amca'nın gözlerinden ateşler saçılıyor ama karısı o denli saf ki, kızsa, hiç yakışık almayacağı için o da karısına uyup soruyor!

-Nacmiyaaa, du bakali n'olecak?

-Sonra 'Hazreti Ömer'in Adaleti' bitti.
Lambalar yandı.
Ben kalktım, o da kalkmaz mı?

-Sonra, harif da?

-Evet

-Velacaip ve minelgarip… Du bakali n'olecak?

-Çıktım sinemadan, o da çıktı.
Ben yürüyorum, o da yanımda yürüyor…

-Aman Necmiya, vallahi şok merak ettim.
Du bakali n'olecak?

-Ben de merak ediyorum.
Ben köşeyi saptım.

-Harif da saptı mı?

-Saptı.

-Anlat şabuk Nacmiya, şok meraklı.

-Bizim apartmanın kapısından girdim, herif de girdi.
Dur bakalım n'olacak diye merak içindeyim.

Fıtık Amca ter içinde…

-Sonra?

-Bizim kata çıktım, herif de çıktı.

-Vay harif vay!

-Çantamdan anahtarı çıkarıp bizim dairenin kapısını açtım, girdim içeri, o da girmez mi?

-Harif da yallah içeri?

-Evet

-Du bakali n'olecak?
Aman anlat şabuk Nacmiya…

-Eve gelince yatak odasına girip elbet soyundum.
O da soyunmaz mı?

-Ne diyorsun Nacmiyaa.
Du bakali n'olecak?

-Soyununca yatağa girdim.
Olur şey değil, o da benimle yatağa girmez mi?

Fıtık Amca kızgın demirle dağlanmış gibi haykırır:

-Ayvaaaaah!
Du bakali n'olecak?

-Ben de yatakta ne olacak diye merak ediyorum.

-Aman Nacmiyaa, vallahi meraktan şatlayacak ban… Söyle şabuk, ne oldu Nacmiya?

-Hiiç canım… Bir şey değilmiş, ben de boşu boşuna merak etmişim.

Boncuk boncuk ter döküyordu Fıtık Amca…

-Yok yahu… Peki, ne oldu Nacmiyaa?
Ne yaptı?

-Aynen senin her gece yaptığını…

Beyninden vurulmuşa dönen Fıtık Amca ne yapsın şimdi?
Karısı o denli saf ki, başına kötü bir şeyin geldiğinden bile haberi yok.
Dövse olmaz, kovsa olmaz…

Erkekliğe toz kondurmamak, yiğitliğe krem sürdürmemek için Fıtık Amca şöyle der:

-Amaaaaan Nacmiya, ban da muhim bişey zannettim.
Du bakali n'olecak diye boşuna merak etmişim.
Velâkin hiç möhim değil…

TÜRKİYE PARÇALANIYOR.
CUMHURİYET YOK EDİLİYOR.
ATATÜRK DEVRİMLERİ YOK EDİLİYOR…

Hiç möhim değil…

Arslan Bulut: Neyin çoğu gitti azı kaldı?

 Milli Çözüm dergisinde her sayı önemli değerlendirmeler yayınlanıyor.
2013 Mart sayısında Ahmet Akgül, "Türkiye, Kürdistan'ın hamisi mi İsrail'in hizmetçisi mi yapılıyor?"
başlıklı yazısında, Türkiye'nin bugün geldiği Habur-Oslo-İmralı çizgisinin, yakın tarihteki arka planını inceledi…

***

* "ABD Ulusal İstihbarat Konseyi'nin hazırladığı "Küresel Trendler 2030" raporunda yer alan 'Kürdistan'ın yükselişi sebebiyle önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin bölünme riski var' ifadesi bir müttefik uyarı

sı değil, ABD'nin stratejik hedefidir.

* ABD Kürdistan'ın kurulması ve Türkiye ile federal bir çatı altında birleştirilmesi şeklindeki tarihi projesini, Ankara'nın önüne ilk olarak 1965 yılında getirmişti.

* Emekli Amiral Vedii Bilget'in, 24 Şubat 1987 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısına göre ABD, 1965 yılında Türkiye'ye bağlanacak bir 'Federe Kürt Cumhuriyeti' için dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in ağzını aramıştı.
Bilget'e göre 'Federe Kürt Cumhuriyeti', Türkiye, Irak ve İran Kürtlerini kapsayacak ve Türkiye ile federal bir çatı altında bileştirilecekti.

* Yine dönemin Senato üyesi Sadi Koçaş, anılarında, ABD'nin AP'yi ve Demirel'i 1965'te iktidara getirdiğinde, 'Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye'ye bağlayalım' isteğinde bulunduğunu belirtiyordu.

* ABD, bu projeyi bir kez 12 Mart'tan sonra 1974'te ve bir kez de 12 Eylül sürecinde 1986'da Türkiye'nin önüne koyuyordu.
7 Kasım 1986 günü Ankara'ya gelen Pentagon'un iki numarası, Savunma Bakan Yardımcısı William Taft çantasında 'Pentagon'un Kürt Senaryosu'nu getirmişti.
Özal'ın kabul ettiği planı, dönemin Genelkurmay Başkanı Org.
Necdet Üruğ reddetmişti.

* ABD'nin Irak'a saldırısından hemen önce, 13 Ocak 1991 tarihinde dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker, planın güncellenmiş halini yine Ankara'ya dayatıyordu.
ABD, Körfez Savaşı'ndaki desteği karşılığında Türkiye'ye 'Kürdistan'ın hamiliğini' öneriyordu!

* Plan, Çekiç Güç'ün 17 Nisan 1991 tarihli 'Huzur Operasyonu' ile işleme sokuluyordu.
Irak'ın kuzeyini uçuşa yasak ilan eden Çekiç Güç, Bağdat'tan kopardığı bu bölgede Kürdistan'ın temelini atıyordu.

* ABD, 1999 yılında yeni bir Kürt Planı'nı devreye soktu.
Pentagon tarafından Alan Makovsky başkanlığındaki bir ekibe hazırlatılan planın esasını, Irak'ın kuzeyinde beş aşamada kurulacak bağımsız Kürt devleti ile Türkiye'de bir Kürt federe devleti oluşturulması ve bu iki yapının daha sonra birleştirilmesi oluşturuyordu.

* Öcalan ülke ülke dolaştırılırken, 25 Ocak 1999'da ABD'den gelen bir heyet, 'Türkiye himayesinde Kürdistan' planını Ankara'ya sunuyordu.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu Dairesi Başkan Yardımcısı Elizabeth Jones, ABD'nin Kuzey Irak Koordinatörü Francis Ricciardone ve Pentagon yetkililerinin bulunduğu heyet, 12 maddelik planı Ankara'ya kabul ettiriyordu.

* ABD 2 yıl süren hazırlığını, Haziran 2001'de Kürdistan'ı resmen ilan ederek taçlandırmak istiyordu.
Öcalan bu maksatla Türkiye'ye teslim ediliyordu!
Ancak Milli Türkiye bunu kabul etmiyor ve Mayıs'ta 'Kürt devletini savaş sebebi saydığını' ilan ediyor, Türk Ordusu, sonraki aylarda, ABD müdahalesinden önce Irak'ın kuzeyine girme planı hazırlıyordu.
ABD'nin Türk Ordusu'na Ergenekon tertibi işte bu süreçte başlatılıyordu."

***

ABD ve AB'nin PKK ile görüşmelere tam destek vermesinin ana sebebi, Türkiye'den yerel yönetimlere özerklik verilerek koparılacak parçanın, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye ile birleştirilme planıdır.
Tayyip Erdoğan "Çoğu gitti azı kaldı" derken, yeni anayasa ile kurulacak yeni rejimi kastediyor.
"Türkiye büyüyecek, Kanuni dönemindeki gibi olacak" diyerek, halkı ikna etmeye çalışıyor.
.
Millet, bu projelerle elindeki toprakların çoğunun gideceğini, azının kalmasının bile şüpheli olduğunu görmeyecek mi?

========================================== ^^^^^ - vvvvv

Suay Karaman: İHANET

 2009 yılının ortalarında siyasi iktidar, içeriği belli olmayan bir açılımla yollara döküldü.
Hükümetin herkesten destek istediği bu açılıma, "Amerikan Projesi" diyenler için başbakan "bunu ispat ederlerse her şeye varım.
Ama ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar.
Bu kadar açık, bu kadar ağır konuşuyorum.
Çünkü artık bu kadar iftiraların, bu kadar hakaretlerin altında bu iktidar kalmaz"
demişti.

Çok tanıdık gelen bu alçaklık ve namussuzluk söylemleri PKK terör örgütüyle Oslo'da yapılan görüşmelerde de karşımıza çıkmıştı.
Yaklaşık on yıllık geçen süre içinde siyasi iktidarın nelerin altında kaldığı apaçık ortadadır, üstelik alçaklık ve namussuzluk almış başını gitmektedir.

ABD'nin dış politikasının etkin isimlerinden David Phillips, 2007 Eylül ayında Türkiye'de hükümet tarafından ağırlanmış ve yaptığı görüşmeler sonucunda "PKK'nin Silahsızlandırılması, Dağıtılması ve Yeniden Entegre Edilmesi" başlıklı bir rapor hazırlamıştı.
Hazırlanan bu raporun, açılıma yön verdiği belli olmuştur.

Carnegie Endowment adlı kuruluşun Türkiye ve Ortadoğu uzmanı ve CIA Türkiye uzmanı Prof.
Henry Barkey
, 2008 yılı Ekim ayında "Kürdistan Üzerinden Çatışmayı Önleme" başlıklı bir rapor hazırladı.
Obama işbaşına geldikten sonra ABD yönetimine sunulan bu rapordaki önerilerin şimdi yapılanlarla örtüştüğü görülmektedir.
Kuzey Irak'taki yönetimle Türkiye'nin ilişkiler kurması, Ankara, Erbil, Washington işbirliği ile sorunun çözülmesi, PKK için genel af, Kürt sorununun demokratik temelde çözüme kavuşturulması, bunun için de AB üyeliğinin bir baskı aracı olarak kullanılması gibi öneriler sıralanmıştı.

ABD'de kurulu Atlantik Konseyi isimli kuruluşun öncülüğünde David Phillips tarafından 2009 Haziran ayında "Türkler ve Irak Kürtleri Arasında Güven Tesisi" adında bir rapor hazırlandı.
Proje grubunda eski ABD Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, ABD'li General Charles Wald ve Soros'un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü'nün politika analizcisi Mike Amitay de bulunuyordu.

Bu rapordaki görüşler ve öneriler, Türklerle Irak Kürtlerinin 13-15 Nisan 2009 tarihinde Washington'da yaptıkları toplantıdaki görüşmelere ve David Phillips'in Türkiye ve Irak'taki görüşmelerine dayandırılmıştı.
Rapor dikkatli okunduğunda görüş ve önerilerin, bugün yaşadığımız olaylarla nasıl örtüştüğü net olarak görülebilir.
Raporun öneriler bölümünden sadece üç başlığa bakmakta yarar var:

* Teröre karşı çıkmanın ötesine geçin:

PKK sorununun çözümü, güvenlik önlemlerinin ötesinde adımlar gerektirmektedir.
Nihai çözüm Türkiye'nin sürdürülebilir demokratikleşmesinde ve gelişiminde, aynı zamanda PKK liderleri ve birlikleri için af organizasyonu yapmakta yatmaktadır.

* Tutukluları serbest bırakın:

Demokratikleşmeyi geliştirmek için DTP'li tutukluları serbest bırakın.

* Düşmanla konuşun:

Ankara, Öcalan'la konuşmayı reddedebilir fakat DTP etkin birer muhatap olabilir.
Erdoğan'ın, DTP'yle görüşmesini ve geniş kapsamlı görüşmeler için bir kanal olarak görmesini sağlayın.

Hazırlanan bu rapor BOP'un nasıl uygulanacağının koşullarını belirlemektedir.
Bu raporda Kürt kimliğinin anayasada tanınması ve Türklüğün de kaldırılması gerektiği açıklanmaktadır.
Bugün yeni anayasayı hazırlamakla görevli komisyonun, bu önerilerin dışına çıkabileceğini düşünmek saflıktır.
Siyasi iktidarın bugün uygulamaya koyduğu her şeyi bu raporda sırasıyla görmek mümkündür.

Siyasi iktidarın yaptığı bu Amerikan açılımı ile, ülkemiz yeniden Sevr Anlaşması şartlarına doğru sürüklenmektedir.
Oslo'da yapılan görüşmelerin ardından, İmralı'da konaklatılan PKK terör örgütünün başı ile görüşmelere başlanmıştır.
İmralı'da terörist Abdullah Öcalan ile BDP heyetinin yaptığı görüşmeleri tarihi bir adım olarak niteleyen emperyalist maşalar, basına yansıyan tutanaklardaki kirli pazarlıkları görmek istememektedirler.
İhanetle eşdeğer bu kirli pazarlıkları şu şekilde özetleyebiliriz:

Türkiye'nin geleceğini belirleyen yeni anayasa, PKK terör örgütü ile birlikte hazırlanmaktadır.
Yapılacak yeni anayasada "Türk milleti" gibi gereksiz sözler çıkarılarak, yerine iki milletli devlet dönemine geçilmek istenmektedir.
PKK terör örgütü "Tayyip Bey'in başkanlığını" desteklemektedir.
Buna karşılık tüm terör örgütüne ve Abdullah Öcalan'a özgürlük tanınacaktır.
TBMM karar alırsa, PKK terör örgütü ancak o zaman çekilecektir.
"Hakikatleri araştırma komisyonu" kurulacaktır.
Bölgenin kendi kendini yönetmesi istenmektedir.
Eğer bunlar yapılmazsa, PKK terör örgütü elli bin kişi ile halk savaşı başlatacaktır.

Bütün bu ihanet söylemleri ortaya çıkmışken, ihanetle uğraşmak yerine bu tutanakların kimler tarafından açıklandığı araştırılmaktadır.
Ortadaki ihanetin üzerinde durulmamaktadır, ihanet önemsenmemektedir.
Bu ihanete karşı muhalefetin tepkisi bile yumuşak hale getirilmiştir.

Alçaklık, namussuzluk, ihanet birbirine karıştırılmış ve "demokratikleşiyoruz" diye yutturulmak istenmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğini, bir terörist ile pazarlık konusu yapmaktan utanmayanlar, hiç kuşkusuz tarih önünde hesap vereceklerdir.
Bu süreci destekleyenler ve sessiz kalanlar da aynı ihanetin parçalarındandır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin doksan yıllık tarihinde hiç bugünkü kadar büyük sıkıntı yaşanmamıştı.
Günümüz koşullarında Mustafa Kemal Atatürk'ün "Millet'in istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" sözüyle ayağa kalkmanın zamanı gelmiştir..

=========================================== ^^^^^ - vvvvv

Mehmet Ali Güller: Müzakere Tutanağının Kodları

Milliyet'in yayımladığı ve "İmralı zabıtları" diye adlandırılan tutanak her ne kadar Öcalan'ın BDP heyetiyle yaptığı görüşmeye dairse de, içeriğine bakıldığında bunun aslında Öcalan ile Erdoğan'ın müzakere tutanağı olduğu anlaşılmaktadır.

Bu nedenle de hemen "kim sızdırdı, neden sızdırdı" gibi sorularla içeriği perdelenmeye çalışılmaktadır;
tıpkı Wikileaks ya da Oslo görüşmeleri tutanağında olduğu gibi… Uzmanlıkları "ya BDP sızdırdı, ya da MİT" demekten ileriye gidemeyenlerin iki gündür ekranları doldurarak gizlemeye çalıştıkları gerçek oldukça çarpıcıdır.

İşte tutanağın o çarpıcı kodları:

AKP EŞBAŞKANI ÖCALAN

1.14 yıl önce "devletimin emrindeyim" diyen Öcalan gitmiş, yerine devlete posta koyan, AKP'yi iktidar alanı yarattığını, Türk Ordusu'na diz çöktürdüğünü söyleyen bir Öcalan gelmiş!
Kuşkusuz bu değişimin sorumlusu önce ABD, sonra da BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır.

2.CHP Grup başkanvekili Muharrem İnce sosyal medyada yakınıyor:
"Altan Tan da milletvekili, ben de.
Öcalan'ı ziyaret ederken onun üstü bile aranmıyor;
İlker Başbuğ'u ziyaret ederken benim kemerime bile el konuyor."

Kendisine sosyal medyadan şu yanıtı veriyorum:
"Doğru, ikiniz de vekilsiniz ama Öcalan AKP ve BOP Eşbaşkanı fakat İlker Başbuğ terörist!"

REJİM YIKMA ORTAKLIĞI

3.Müzakere Tutanağı gösterdiği ki Erdoğan ile Öcalan'ın uzlaştığı en önemli konu rejimin değiştirilmesi…

Öcalan açıkça sürecin sonunda rejimin değişeceğini müjdeliyor BDP heyetine.
Erdoğan'ın istediği başkanlık sistemi de zaten idari rejimin değişmesi demekti.
Öcalan, Erdoğan'ın başkanlık sistemine destek verdiğini belirterek ortaklığını ilan etmiş oluyor.

Öcalan'ın bu tutanaktan önce basına yansıyan sözlerinde, bir tek Ulusalcı ve Ergenekoncu yapının bu ortaklığa engel olabileceğine dikkat çekmesi önemlidir ve not edilmelidir.
Zira Öcalan, asıl cepheleşmeyi resmetmektedir:
Yani Erdoğan ve Öcalan o tarafta, Doğu Perinçek ve Çetin Doğan bu tarafta!

4.Başbakan Erdoğan "Dikkat ederseniz ben bu alanda çok konuşmak istemiyorum.
Ama BDP'liler maalesef ellerine verilen o notlarla ilgili hemen açıklamalar yaptılar, yapıyorlar."

diyor.
Yani Başbakan Erdoğan, BDP'yi, Öcalan'la yaptığı mutabakatını bozmaya çalışmakla suçluyor ama aynı zamanda Öcalan'la ortaklığını itiraf ediyor.

5.Öcalan'ın sık sık Fethullah Gülen'i hedef alması kimseyi yanıltmasın zira hep birlikte Atlantik cephesindedirler.
Ancak Öcalan şu aşamada Fethullah Gülen karşıtı sözleriyle Erdoğan'a "ondan boşalttığın yere talibim" mesajı vermektedir!

AKP, ÖCALAN'A KALKAN OLDU

6.AKP'nin ileri gelenlerinden Ömer Çelik, tutanaktaki ifadeleri Öcalan'a konduramıyor olmalı ki, "aktaranların spekülasyonu" diyor!
Çelik'in muhalefetten gelen eleştirilere karşı "tutanak resmi belge değil ki" diye savunma yapması ise 10 yıldır iktidarda da olsalar, bir türlü devlet ciddiyeti öğrenemediklerini göstermektedir!

7.Erdoğan'ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan da, Öcalan'ın tepki çeken ifadelerine şu sözlerle kalkan oluyor:
"Öcalan, asıl mesajının önüne ve arkasına bir şeyler ekleyerek denge arıyor."

Akdoğan ayrıca bu notları sızdıranların "Öcalan'ı boşa düşürmek istediklerini" söylüyor.

8.AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu "Öcalan'ın sorumlu davrandığını" belirterek PKK'yi uyarıyor:
"İleri boyutta makul şeyleri söylemeye BDP ve PKK yetkili değil."
Ensarioğlu görev dağılımını da açıklıyor:
"PKK savaşla, BDP muhalefetle yetkilendirilmiştir, çözüm ve makul öneriler için yetkilendirilmemişlerdir.
Bunu ancak Öcalan söyler."

Bu sözlerden Öcalan'ın AKP Eşbaşkanı olarak milletvekilleri içinde bir taban oluşturduğunu anlıyoruz!

PKK'NİN BÖLGESEL ROLÜ

9.Müzakere Tutanağının kanımca en önemli kodu, PKK'ye bundan sonrası için çizilen roldür.
"Kandil karamsar" diyen Öcalan'ın "Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum.
Suriye var, İran var."

demesi ibretliktir.

Öcalan bu sözlerle birincisi PKK'nin aslında silah bırakmayacağını, ikincisi bölgede İran ve Suriye'ye karşı kullanılacağını, üçüncüsü de örgütün ABD'nin bir kartı olduğunu ve onun ihtiyaçlarına göre değerlendirileceğini belirtmiş oluyor!

Bu itiraf Erdoğan ile Öcalan'ın barışı değil, savaşı görüştüğünü belgelemektedir!

=========================================== ^^^^^ - vvvvv

Melih Aşık: Yarınlar için…

İnsanımız kendini güçsüz, yarınını karanlık görüyor.
Demokrasi ve hukuk yerle bir olmuş… Yarına ilişkin diktatörlük planları ufku sarmış.

Bu durumda nasıl umutlu olunabilir?

Amerikalı tarihçi, insan hakları savunucusu Howard Zinn'i okuyarak…

Bakınız Zinn, "Hareket Halindeki Bir Trende Tarafsız Olamazsınız" adıyla piyasaya yeni çıkan kitabında özetle ne diyor:

"Politik erk ne kadar zorlu olursa olsun, sandığımızdan daha kırılgandır" (Onu ellerinde tutanların ne kadar sinirli olduğuna bakın).

- Sıradan insanlar bir süre için sindirilebilir, bir süre için aldatılabilirler ama çok derinde yatan bir sağduyuları vardır ve er ya da geç kendilerini ezen güce meydan okurlar.

- Devrimci değişim sarsıntılı bir anda meydana gelmez (böyle anlardan çekinin) onun yerine ardı ardına gelen sonsuz şaşkınlıklar halinde daha yaşanabilir bir topluma doğru zikzaklar çizerek ilerler.

- Değişim sürecine katılmak için yüce, kahramanca eylemlere girişmek zorunda değiliz.
Küçük hareketler milyonlarca insanla çarpılınca dünyayı dönüştürür.

- Kötü zamanlarda umutlu olmak aptalca bir romantizmden ibaret değildir.

Sadece en kötüsünü görürsek bu, bir şeyler yapma gücümüzü yok eder.

- Gelecek, birbiri ardından gelen sonsuz şimdiki zamanlardır ve insanların yaşaması gerektiğini düşündüğümüz gibi, etrafımızda kötü olan her şeye başkaldırarak şimdiyi yaşamak, kendi başına şahane bir zaferdir.

Alışveriş kışlası…

Taksim Meydanı'na yapılması planlanan Topçu Kışlası'nı İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu şu gerekçeyle reddetmişti:

"Yapının özgün mimarisini oluşturan iç mekan kurgusu, süsleme özellikleri ve elemanları, yapının yapım dönemleri, yapılan müdahaleler ve önceki dönemlere ait izlerle ilgili bilgi ve belgelerin bulunmadığı anlaşıldığından"

Başbakan biz "reddi reddedeceğiz" demişti bu karar üzerine.

Nitekim Ankara'daki emir kulu "Kuruma Yüksek Kurulu" reddi reddetti.
Topçu Kışlası'na yolu açtı.

Taksim'e Kışla'dan önce bir meydan projesi yapmak gerekir.
O yok… Yıllar önce kışla yıkılmış.
Yerine Gezi Parkı kondurulmuş.
Meydan parka göre şekillenmiş.
Derken kışlayı ihya ediyorsunuz.
Böyle şehircilik mi olur?
Çamlıca'ya dev cami.
Haliç'e dev köprü.
Taksim'e kışla görüntüsünde dev alışveriş merkezi.
15 milyon İstanbulluya tek soru sormadan acemi cerrah gibi kenti kesip biçiyorlar.
Yazık bu ülkeye de, dünya şehri İstanbul'a da…

Koç

İş dünyasının efsane ismi Vehbi Koç ölümünün 17. yılında anılırken, aile üyelerinden Can Kıraç,"Patronum Vehbi Koç'u anıyorum" başlıklı bir kitapçık yayımladı.
Bu kitapçıkta Vehbi Bey'le ilgili yazılanlar, anılar, espriler yer alıyor.

Bizim en çok dikkatimizi çeken mi…

Adnan Menderes 1957 yılında Ankara – Cebeci'deki nutkunda Vehbi Koç'u Vatan Cephesi saflarına davet eder.
Hem de şu yaralayıcı lafları ekleyerek:

"CHP devrinde ve onlar sayesinde zengin olanlar bizim saflarımıza geçmiyorlar"

Bu nutuktan sonra Vehbi Bey'e DP'ye geçmesi için baskılar artar.
Bu baskılara inatla direnir.
Sonraki yıllarda der ki:

"Eğer 1950'den önce Demokrat Parti'ye geçseydim olurdu!
DP iktidarının yedinci yılında böyle bir karar vermem toplum vicdanında yargılanacak ve 'bu adamın gözü doymadı'damgasını yiyecektim…"

Koç, sonunda CHP'den istifa etmiş ama DP'ye girmemiştir.

* * *

Şunlar da Vehbi Beyin özel hayatından iki anektod… Vehbi Bey bir ara İngilizce öğrenmek istemiş.
Kendisine bir hanım hoca bulunmuş.
Ancak kadın çok güzelmiş.
Veee… Aile ondan ders almasına izin vermemiş.

* * *

Aydın Boysan'la Abant'ta dolaşırken güzel bir eşeğin yanına gitmiş… Aydın Bey merakla yanına gelince demiş ki:

- Bak ne güzel dik kulaklı bir eşek.
Babam bana çocukluğumda düşük kulaklı bir eşek almıştı.
Dik kulaklı bir eşeğe sahip olamamak içimde hep ukte olarak kalmıştır…

=========================================== ^^^^^ - vvvvv

İpler artık Öcalan'ın elinde! - Orhan Birgit

Eskiler "Büyük lokma ye ama büyük söz söyleme" derlermiş

Cumartesi günkü "Düzyazı" da bugün için "Milliyetçilik ya da öz Türkçe karşılığı ile Ulusalcılık" konusundaki tartışmaları sürdüreceğimi söylemiştim.

Erdoğan'ın barış anlaşmasının koşullarını görüşmek amacıyla uzun süreden beri İmralı'da Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı vasıtası ile Öcalan'la sürdürdüğü görüşmelerin ayrıntılı bir şekilde ortaya çıkması, ülke gündemini değiştirdi.

O zaman ben de o değişen gündeme ayak uydurmanın aklın yolu olduğunu bilerek Çankaya'ya çıkmak için uykuları kaçan Başkan adayımızın, Devlet ile PKK arasında silah bırakma anlaşmasının ayrıntıları üstünde durmayı, ulusalcılığımın gereği olarak algıladım.

Namık Durukan gibi, Güneydoğu Bölgesi'nin nabzını en iyi tutan başarılı bir gazetecinin, önceki gün Milliyet'te yayınlanan haberi, Erdoğan için tek kelime ile bir teslimiyet belgesidir.

Bu tür görüşmelerin sonuna kadar gizli kalacağı hesabı ile Hükümetle PKK'nın başının arasında varıldığı ilan edilen mutabakat, elbette her şeyden önce anaların göz yaşının dineceği gibi masmavi bir ambalaj ile kamuoyuna sunulmakla kalınmış olsaydı, sağduyu sahibi hiçbir yurtseverin itirazı olmazdı.

Ne var ki, Öcalan bir yandan Ada'dan bir an önce kendisini çıkartacak ortamın çok sağlam bir zemin olmasını şart koşmaktadır.

Bazılarımızın düşündüğü gibi, öyle üstündeki birkaç kez ağırlaştırılmış müebbet hapis döneminin, göreceli bir şekilde hafifleştirilerek bir süre sonra, ev hapsine çevrilmesini ağzına bile almıyor.

"Ne ev hapsi, ne de af.
Bunlara gerek kalmayacak.
Hepimiz özgür olacağız.
Başarılı olursam, ne KCK tutuklusu kalır ne başkası" diyor ve ardından kendi şartlarının kabul edilmemesi halinde 5o bin kişilik bir gücün başlatacağı Halk Savaşından söz ediyor.

Ancak bu onaylamadan sonradır ki örgüt Erdoğan'ın "müjde olarak' öne sürdüğü koşullar arasında tüm isteklerinin TBMM kararı ile onaylanması da var!

İpleri eline geçirmenin özgüveni içerisinde, şartlarını sürmeye devam ediyor.
Onlar arasında herkesin içtenlikle beklediği, bölgedeki boşaltılmış köylerde bacaların yeniden tütmesi, evlere dönüşün sağlanması da yer alıyor.

Bu öneriye, boşaltılmış köylere dönecek hane halklarına Devletin üretici olma olanaklarını da sağlaması, öylelikle Güneydoğulu köylülerin feodal düzenin ezilmişliğinden kurtularak ayakları üstünde durabilecekleri, dağa çıkmayı, ellerine silah almayı hayal bile etmeyecekleri adımların Devlet tarafından bir an önce atılmasının eklenmesini kim istemez ki?

Tam dişe dokunur bir şey söylediğini düşünmek isterken , 23 Nisan 1920'de Ulusal Bağımsızlık Savaşımızı yönetmek amacıyla Ankara'da toplanan ve günümüze kadar, o talihsiz darbe dönemleri dışında, Millet İradesinin gerçek temsilcisi olarak görev yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi yerine Rusya'daki Duma gibi bir Meclis'ten söz ediyor.
Dahası isim babalığını da yaparak Halk Meclisi adını da veriyor.

Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkına Türk milleti denir" tanımlamasını anlaşılan Apo da beğenmeyenler arasındadır ki, yeni bir vatandaşlık tanımına ihtiyaç duyuyor ve Sırrı Süreyya Önder'e "Özgür iradesiyle Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlılığını ifade eden her bireyin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olabileceğinin anayasada yer almasından söz ediyor.

Yeni doğmuş bir bebeğin vatandaş olabilmesi için erginlik çağına gelmesini beklemek, tam anlamı ile saçmalamak değil midir?
Uzun cezaevi yıllarında sayısız kitap okuyarak kendisini yeniden yarattığından söz edilen örgüt başının vatandaşlık bilgileri demek ki bu kadardır!

Aslında Öcalan ve onun gibi düşünenler, kendilerini 1920'de istilaya uğramış olan Anadolu'yu kurtarmak için, Türk, Kürt, Çerkez, Gürcü, Laz olarak ayırmayarak ;
bu ülkenin öz evlatları olarak görmüş ve aynı safta savaşmışlardır.
Aralarında şehit düşenlerin gözlerini kapatan, ellerini açarak Fatiha okuyan bu insanlar, bizim atalarımızdır.

Aralarına nifak tohumları sokmak isteyen saldırgan dış güçler, zaman zaman iç isyanlarla kışkırttıkları için, vatandaş ya da yurttaş olmanın bilincinden yoksun olanlar, ümmet sancakları altında kardeş savaşı vermişlerdir.

Ne yazık ki, bugün gündemde tartışılan ana soruna, medyamızın önemli bir çoğunluğu tek yanlı bakmakta;
ekranlar aynı kişilerin tekelindeki sözde açık oturumlarla kamuoyunun beynini yıkamak isteyenlere teslim edilmektedir!

Sayın Başbakan, kendisinden Tayyip Bey diye söz edecek kadar, Devlet protokolünün üçüncü sırasındaki koltuğunu bile küçümseyen bir adama fazlası ile itibar ederek mi Başkan olmayı düşünüyor?

Teravih namazında ipleri mahalle bıçkınlarına bir kez vermiş olan İmamın hikâyesini düşünsün.

Ve öncelikle de vatandaşlık kavramının ne anlama geldiğini, Atatürk milliyetçiliğinin bu toprakların çimentosu olduğunu unutmasın.

=========================================== ^^^^^ - vvvvv

Tünay Süer: Silivri kapıları derhal açılmalıdır…

Bazı yazarlar 28 Şubatın bir darbe olduğunu işlerlerken, bazıları da ;

" Siyasal alanda mühendislik yapmaya çalışan ve her şeyi yüzüne gözüne bulaştıran askerler, merkez sağın çökmesine ve muhafazakar görünümlü partilerin siyasal arenaya hakim olmasına yol açmıştır."

Diyerek sanki darbe yapılmış ta asker başarısız olmuş gibisine askeri bu günlere gelinmesinde suçlarcasına yazmışlar.

Bu sözler büyük haksızlıktır.

Peki, siyasetçilerin hiç mi suçları yokmuş?

Yandaşların orduyu gözden düşürmek ve değerli mensuplarını erinden en yüksek rütbeli subayına kadar esir alınmalarına yol açacak yanlış bilgilerle halkı kandırmalarını anlayabilirim ama şanlı ordumuz mensuplarının hakir görülmesine bir asker kızı olarak dayanamam.

En doğru bilgi o günleri bizzat yaşayan ve dönemin cumhurbaşkanı olan 9.
Cumhurbaşkanımız Sn.Demirel'in özel konutunda Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonuna vermiş olduğu bilgilerdedir.
7/6/2012

38 sayfalık olan tutanağın hepsini burada yazmama imlân yok tabi.
Bunun yerine linki yazımın sonuna ekleyeceğim isteyen daha detaylı öğrenebilirler.

****

O tarihlerde henüz politikaya atılmamıştım, tabi ben de kulaktan duyma biliyordum olanları.
Yalnız ne var ki basından takip ediyor ve cumhuriyetimizin geleceği bakımından endişeleniyordum.

Şimdi sizlere Sayın Demirel'in bu konuda söylediklerini kısaltarak aktarmaya çalışacağım Bilhassa o günlerde henüz doğmamış olan gençlerimizin bilmesini isterim.

28 Şubat öncesinde Hizbullah cinayetleri ve bilhassa başı açık kadınların öldürülmeleri,

Tarikat ve şeyhlerin ortaya çıkışları

Silahlı Kuvvetlere meydan okumalar,

"Ya İran Müslümanları gibi ayağa kalkacağız ve bu kahpe rejimi ayaklarımızın altına alacağız ya da Müslüman bir partiyi iktidara getirip işi yumuşakça halledeceğiz."
Yapılan beyanlar,

Bir başka beyan:
"Eğer, Allah'ı seviyorsanız, Hazreti Muhammed'i izleyin, onu takip edin, Avrupa'nın, Selanik'in, iblislerinin peşinden gitmeyin."

"Dinsiz cumhuriyeti yıkma yolunda en önde giden Sivas'ın yiğit Müslümanlarına teşekkürü borç biliriz."

"Düzeni topyekûn yıkacak, hâkimiyeti milletten alıp Allah'a verecek.
Allah askerleri alıyoruz."

Şimdi, ikinci önemli bir nokta:
"Refah Partisi iktidara gelecek, adil düzen kurulacak.
Sorun ne?
Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak;
kanlı mı olacak, kansız mı olacak?"

Halkta masum insanları etkileme gibi birtakım durumlar hissediliyor, şeriat istemleri açıkça dile getiriliyor

Millî Güvenlik Kurulunun 28 Şubat günü aldığı kararların tartışma tutanaklarındandır bunlar.

Sn.Demirel dönemin başbakanı Erbakan'a bir mektupla durumu anlatıyor ve diyor ki;

"Birtakım gerginlikler var, bunlara dikkat et.
Kayseri Belediye Başkanının beyanları, Sincan Belediye Başkanının beyanları, Sincan'da Kudüs gecesi tertibi vesaire gibi şeylerden ürkme var."

Diyerek tedbir istiyor.

HÜKÜMET BAŞKANINDAN ŞU CEVAP GELİYOR.

"Bu kararları gözden geçirdik ve bütün devlet teşkilatına tamim ettik yapın diye."

İdris Şahin Erbakan'ın ısrarla imzalamadığını söylüyor.

Karşısında otuz yıllık deneyimli bir siyasetçi olduğunu unutuyor sanırım.

Demirel;

Ben şimdi kişiler hakkında konuşmak istemiyorum ama açık söyleyeyim, eğer Sayın Başbakan bu belgeyi herkes imzaladığı hâlde o imzalamamış olsaydı, üç ay on sekiz gün nasıl otururdu orada?
Nasıl otururdu ya?
Olur mu öyle şey!
Diyor.

Üç ay geçmiş.
Her şey normal, her şey… Üç ay on sekiz gün geçmiş.
Dedi ki "Ben istifa ediyorum."
"Niçin ediyorsun?"
Dedi ki "Gerginlik var.
Bu gerginliğin ortadan kalkmasını böyle mümkün görüyorum."

"Sana istifa et diyen oldu mu?"
Ben soruyorum.
"Hayır."
Ondan sonra, "Ben sıkıştım da istifa ettim."
Bu laf mı yani?
18 Mart sonrasında neşredilmiş dokümanlar var burada, şimdi göstermek istemiyorum.
O dokümanlarda, kendisinin sıkıştırıldığı falan olmadığı, kendi rızasıyla istifa ettiği açıkça söyleniyorsa, hangi şeyler giriyorsa, ona ben girmem anayasa ve kanunları uygularım ben.
Diyor.

Sn.Demirel'e bunun bir darbe olup olmadığı sorulduğunda;
Kim ne dediğini bilmiyor.
Yani kesinlikle katılmam çünkü darbe diyorsun, nereyi darp etmiş bu?
Nereyi?

Meclisi.
Meclis duruyor.
Öyle duruyor ki daha sonra seçime gitme imkânı oluyor.
Nereyi darp etmiş?
Hükûmeti.
Hükûmet de duruyor.
Nereyi darp etmiş?
Anayasa… O da duruyor.
Ben şunu söyleyeyim:
O Meclisin kalabilmesinde, o Anayasa'nın kalabilmesinde ve o Hükûmetin kalabilmesinde benim rolüm var.
Diyor.

****

Tüm bu gerçekler ne yazık ki iktidar tarafından halktan gizleniyor ve halen 28 Şubat Darbesi yaptılar diye generallerimiz, subaylarımız vatana verdikleri onca hizmetlerinden sonra esir alınırcasına zindanlara kapatılıyorlar.

İşte Ergenekon, Balyoz ve diğer Kafes mafes uydurmacaları da aynen böyle cambazlıkla gelişiyor.
Başbakan Erdoğan'ın BOP EŞ Başkanı olması sevdasına ülkemizin parçalanmasına göz mü yumacağız?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bir terörist başı ile Amerika ve İsrail'in senaryoları dâhilinde pazarlık yaparmış gibi görünmeleri dahi gururumuzu kırmaktadır.

Aslında ortada PKK yok, PKK sadece maşa, bizi parçalamak isteyen emperyalizm var.

Bıraksalar ordumuzu en kısa zamanda yok eder o hainleri ama izine tabi olmuşuz.

Ben şahsen bu İmralı gidiş, gelişlerini ve güya tutanak denilen belgelerin ifşa edilmesinin de oyun içinde oyun olduğunu düşünüyorum.
Zira büyük patron Amerika'dan izin çıkmadığı zaman ne o katil konuşup fetva verebilir ne de başbakan bir adım atabilir.

Tüm olanlar senaryonun uygulanması ve halkı alıştırmak, nabız yoklamaktır.

İç savaş çıkar diye bizleri korkutacaklarını sanıyorlar ama köylü yemez bunu.

Türklüğümüz, vatanımız elimizden alınmak isterken CHP 'in halen bir varlık gösterememesi beni kahrediyor ve şehitlerimizin kemikleri sızlıyor.

Ne CHP ne de MHP halkın beklediği muhalefeti yapamıyorlar veya yapmak istemiyorlar(!)

MHP yi bilemem ama halkın CHP ye ihtiyacı var birilerinin bu iktidardan ciddi hesap sorması gerekir .
Bir taraftan darbe yapılacaktı efendim 28 Şubat darbeydi denirken AKP nin resmen rejimi değiştirmek istemesi yaptıkları ve bunda yol alması anayasal bir suç değil midir?

A.Y.MADDE 309.
– (1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.

Cebir ve şiddet yok mudur?

Hak arayana biber gazları, coplar nedir?
Suçsuz insanları tek AKP ye karşı geldikleri için zindanlara atmak nedir?

Bu iş ille de silahla mı olmalıdır?
Bunu mu beklemeliyiz?

Göz göre göre devrim adı altında darbe oluyor.

Hukukçu değilim bilemiyorum, bunun hukukta başka adı var mıdır?

Bir iktidar milli iradeden gizli dolaplar nasıl çevirebilir?

Bunca aydınımız askerimiz zindanlara, hücrelere kapatılmışlar ve biz halen ne bekliyoruz anlamıyorum.

Bunca iftira, bunca olaylardan sonra Silivri kapıları açılmalı kahramanlarımız özgürlüklerine kavuşturulmalıdırlar.

Siyasi partilerin tıpkı 12 Eylül'deki gibi kapatılmasını, hepimizin zindanlara atılmasını mı bekleyeceğiz?

Son söz rahmetli Ecevit'ten olsun.

"Bir gün birisi düdük çalacak, maçı tatil edecek.
Artık camdan seyretmeyi bırakın, sahaya inin."

Sevgiler

http://www.tbmm.gov.tr/arastirma_komisyonlari/darbe_muhtira/docs/tutanak_son/S%C3%BCleyman%20Demirel-07.06.2012.pdf

 


a45UyF587661-201303041003-15
^^^^^ - vvvvv

--
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kucuk islere gereginden cok onem verenler, elinden buyuk is gelmeyenlerdir.

Eflatun

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Ben,Manevi Miras olarak,
Hicbir Ayet, hicbir Dogma,
Hicbir Donmus ve kaliplasmis Kural birakmiyorum.
Benim Manevi Mirasim Bilim ve Akildir...

K.Ataturk


Daha gun o gun degil, derlenip durulmesin bayraklar.
Dinleyin, duydugunuz cakallarin ulumasidir.
Saflari siklastirin cocuklar,
Bu kavga fasizme karsi, bu kavga hurriyet kavgasidir.

Nazim Hikmet Ran

"Tanri kotulukten ve acidan korumak istiyor mu?
Fakat bunu yapmaya gucu mu yok?
Eger yoksa, O gucsuz, ya da kesinlikle her seye gucu yeten degildir.
Her seye gucu yeten fakat istemeyen mi?
Eger oyle ise , O kotudur, ya da kesinlikle tum iyilik degildir.
O, ne gucu yetiyor, ne de istemiyor mu?
O zaman. O'nu Tanri diye cagirmak sacma olur.
O, hem gucu yetiyor hem de istiyor mu?
O zaman kotuluk nereden geliyor?"

(Istencin Ozgur Secimi Uzerine. Giris.)
EPICURE

Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com

Ayrilmak isterseniz de:
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder