BARIŞ DOSTER : MALİ VESAYET İKTİSADİ ESARET SİYASİ TESLİMİYET
06 Ekim 2018 Cumartesi
Türkiye günlerdir McKinsey'in ülkemizin mali yapısına ilişkin vereceği "danışmanlık hizmetinin" içeriğini ve sınırlarını tartışıyor. Kabul etmek gerekir ki bu danışmanlık mali yapının denetimini bu denetim üzerinden iktisadi bir yönlendirme bunun kaçınılmaz sonucu olarak da siyasi baskıları getirecek. Çünkü kuraldır; iktisadi gelişmeler siyasi sonuçlar doğururlar. İktisat ve siyaset bir madalyonun iki yüzü birbirinin bütünleyenidir. Bunu çok iyi bilen gelişmiş ülkeler küresel güçler emperyalist merkezler de azgelişmiş-gelişmekte olan ülkelerde iktisadi araçlar eliyle siyasi diplomatik ve askeri kazançlar elde ederler.
Zihinleri berraklaştırmak için kendi tarihimize bakalım. Osmanlı Devleti'nin gerilediği çöktüğü döneme uzanalım. 1838'de Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan Balta Limanı Ticaret Antlaşması'nı anımsayalım. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin iç pazarı iç ve dış ticaret üzerindeki egemenliğini nasıl yitirdiğini İngiltere'nin bu sayede Bab-ı Âli'de daha da artan nüfuzunu düşünelim. Balta Limanı Ticaret Antlaşması'ndan kısa süre sonra 1839'da Tanzimat Fermanı'nın imzalandığını da hiç akıldan çıkarmayalım.
Bir başka örnek; Islahat Fermanı… Malum; Osmanlı Devleti ilk dış borcu Kırım Savaşı sürerken 1854 yılında almıştır. 1853'te başlayan savaş 1856'da bitmiştir. Dış dinamiklerin büyük etki sahibi oldukları Islahat Fermanı da 1856'da imzalanmıştır. Osmanlı Devleti'nin aldığı dış borcu kapatan ise tam 100 yıl sonra 1954'te Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.
Bir diğer örnek; Düyunu Umumiye yani Genel Borçlar İdaresi. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı'ndan (93 Harbi) büyük yıkımla çıkan Osmanlı Devleti'nin borçlarını vergi sistemini mali yapısını denetleyen alacaklı devletler adına gerekli düzenlemeleri yapan kurumdur. 1881'de açıklanan Muharrem Kararnamesi'ne göre kurulmuştur. O sırada ülkeyi Sultan II. Abdülhamid yönetmektedir.
Adında IMF yazmayan IMF programı…
Yalın gerçeği kabul edelim; McKinsey'in görevi her ne kadar IMF'nin adı geçmese de Türkiye'ye bir IMF programı uygulatmaktır. Türkiye'ye borç veren Batılı merkez gelişmiş kapitalist ülkelerin alacaklarının tahsilini güvence altına almaktır. Elde avuçta kırıntı düzeyinde kalan kamu varlıklarını tasfiye etmektir. Acı reçeteyi emekçilerin yoksulların ezilenlerin içmesini sağlamaktır. Sözde mali disiplin adı altında toplanacak olan kaynağı da ülkemize borç verenlerin dünya finans kapitalinin ağababalarının New York'taki tefecilerin Londra'daki bankerlerin kasasına aktarmaktır. Çünkü kapitalizmde kuraldır: Kârlar özelleştirilir zararlar kamulaştırılır.
İşte tüm bu gerçekleri gördüğü içindir ki dev ve devrimci önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ısrarla "İktisatsız istiklal olmaz" demiştir. Sıklıkla "mali egemenlik olmadan milli egemenlik olamayacağının" altını çizmiştir. Henüz Lozan Barış Antlaşması'nın imzasından önce ve Cumhuriyet'in ilanından evvel İzmir'de toplanan Birinci Türkiye İktisat Kongresi'nde bağımsızlığın temel şartının ekonomik bağımsızlık olduğunu vurgulamıştır. "Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz az zamanda söner" sözleriyle bizlere yol göstermiş uyarmıştır.
Asıl sorun şudur. Dış borç toplamı 450 milyar doları geçen her yıl en az 200 milyar dolar dış kaynağa gereksinim duyan büyüdüğü dönemlerde bile yeterince istihdam yaratamayan 126 ülkeden 133 kalem tarım ve hayvancılık ürünü ithal eden bir ekonomik yapı bağımsız siyaset yürütemez. 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana iktisat deyince sadece rant repo faiz borsa ve döviz konuşan; üretim yatırım ihracat vergi adaleti planlı kalkınma istihdam Ar-Ge iktisadi dışsallık gelir dağılımı verimlilik hakça paylaşım üzerinde hiç kafa yormayan bir siyaset sağlıklı bir topluma güçlü bir demokrasiye etkili bir diplomasiye öncülük edemez.
Kıssadan hisse: Türkiye Batılı merkezlerin dayattığını değil kendi tarihinde uyguladığı ve başardığı ekonomi programlarını benimsemelidir.
SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU: SINIR VE SİNİR ESNEKLİĞİ
İnsanları "düşünmenin" ve "sorgulamanın" lüzumsuzluğuna dahası kabahat olduğuna birilerinin bir yerlerde zaten onlar için en iyisini düşündüğüne onlar için en iyisine karar verdiğine inandırdığında önceki gece Meral Akşener'in evinin önünde olan gibi akla ziyan görüntüler çıkıyor ortaya.
Bir kere "samimi" değil "içten" değil o kadar "ezberden" ki atılanlar durumla hiç ilgisi alakası olmayan sloganlar; ki büyük ihtimalle neden orada olduklarından bihaber o sloganları atanlar!
Yoksa...
Orada olan şey Valiliğin dediği gibi bir "protesto" olsa...
MHP'nin çok adaylı kurultaylarından kalma klişeler değil protesto ettikleri her neyse ona dönük güncel bir tepki olurdu dillendirdikleri. Akşener'in sözlerinden ne kadar incindiklerini kırıldıklarını anlatan söylediklerinin aksini kanıtlayan bir tavır koyarlardı ortaya; yine kimse onaylamazdı ama en azından "dertlerinin ne olduğu" anlaşılırdı.
Keza belli ki kendileri de ne için orada olduklarını tam olarak anlamamışlardı; genelde boşluğa atmaya alışık oldukları o sloganlar karşılarında kanlı canlı bir muhatap bulunca havada kaldı.
***
Sonra "gerçekçi" değil "mantıklı" değil.
Bugüne kadar;
"Ağzından salyalar akıyor..."
"Müfteri..."
"MHP'yi küçülten bu adamla bir yere varamazsınız. Bu adam siyasette çırak bile olamadı olamayacak da. Bunun varlığı MHP teşkilatı için bir tehlikedir. Bu denli bir tehlikedir..."
"Alçaksın adisin..."
"Kökten binasip..."
"MHP'nin başındaki beyefendi aile nedir bilmez onun derdi yok. Ama bizim derdimiz var biz çoluk çocuk nedir biliriz..."
"Devlet Bahçeli MHP'yi aldı CHP'nin yedeği Pensilvanya'nın oyuncağı marjinal sol örgütlerin affedersiniz maymunu haline getirdi..."
"Bunlar kafatası milliyetçisi..."
"Bilal'i ver iktidarı al'. Bu ne çirkin bir yaklaşımdır... Ama evladı olmayanların böyle saygısızlığı yapmasından doğal bir şey olmaz..."
"Bunların eli sıkılmaz bunlara Meclis'te selâm bile verilmez... Yanına mafya kopuklarını toplamışsın onlarla birlikte her tarafta konuşuyorsun..."
"Sen bozkurtla mı dolaşıyorsun? Ben bozkurtla dolaşmıyorum. Ben insanlarla dolaşıyorum... Bizim gençliğimizin hiçbir illegal işi olmamıştır ama senin geçmişinde bunlar var. Seni muhatap almıyorum..."
"Bunlar milliyetçi filan değil bunlar ırkçı bunlar ayrımcı bunlar kafatasçı..."
"Şeytani olan anlayışa hizmet ettiniz..."
Ve bu minvaldeki daha nice hakaret aşağılama kin ve nefret söylemi etmedi de "saray yancısı" mı "sınır ve sinirleri ihlal" etti?
***
Kendi adıma polemik "kadınlıkları yahut erkeklikleri üzerinden/dair" yürütülmediği müddetçe kadın ve erkek diye ayırmam siyasileri onun için "bir kadının evinin basılması" değil siyasetin rakibin evini basarak yapılır hale gelmesi yahut hedef göstermenin mala cana zarar verecek bir öfkeyi organize etmenin adının "siyaset" diye yutturulmaya çalışılması rahatsız etti.
Yoksa mesele bir grup erkeğin bir kadına saldırması olarak ele alınacak olsa o erkeklerin erkekliklerinin iki paralık olduğu bir tablo oluştu orada!
Geceyarısı gidip bir evin önünde bağırıp çağırarak sadece o evin sakinlerini değil mahalleliyi de rahatsız ederek mahallelinin de antipatisini kazanarak hasıl olması beklenen maksat neydi bilmiyorum ma "bozulduğunuza" değdi mi?
***
Yazdıkça yazdığımdan tiksindiriyor beni öyle rezil bir haldi...
Ve o halin bütün nedenlerinden sonuçlarından unsurlarından öte aslen tek bir şey ciddi manada sarstı beni:
Sekiz şehit verdik biz o gün!
Bir de versek fark etmezdi; ülkemizin bir "yas evi" gibi olması gerekirdi; bu iklimi yaratmak en çok kendini "milliyetçi" diye tanımlayanların göreviydi;
Bu mu olmalıydı öncelikleri?
En çok...
Hatta sadece bunun için...
Yazıklar olsun!
***
SORU-YORUM
Vaktiyle iktidar kanadından MHP kanadına yöneltilen yukarıdaki hakaretleri tararken bugün "ironi" değeri kazanan çok ilginç iki ifade çıktı karşıma...
Önceki gün Akşener'in evini basmaya kalkışan grubun mensubu olduğu MHP'nin Genel Başkanı'nın sadece birkaç yıl önce AK Parti'yi "Türk'ün örfünde kadına el uzatmak yoktur" diye eleştirdiğini...
Yine sadece birkaç yıl önce AK Parti'nin Genel Başkanı'nın MHP'nin Genel Başkanı'nı "MHP'nin kendi iradesi yok. Kendi içinden aday çıkarmaya cesareti yok mu?" Diye eleştirdiğini...
Biliyor muydunuz?
***
"Kınalı Yapıncak"
MHP cephesinden Akşener'e yönelik olarak neden ısrarla "kınalı yapıncak" metaforu kullanıldığını anlayabilmiş değilim; "kınalı yapıncak" denince benim aklıma mağduriyet masumiyet hakkaniyet geliyor çünkü sadece...
YILMAZ ÖZDİL: MUTFAK
Fatih Sultan Mehmet yumurtaya bayılırdı. Tavuklu böreğine pirinç lapasına kestaneli bulguruna pidesine mutlaka yumurta konurdu.
Kuzu etini kaz etini keklik etini güvercin etini severdi. Et yemeklerine tarçın serpilirdi.
Kelle paça ve işkembe severdi.
Deniz ürünlerini en çok tüketen padişah Fatih Sultan Mehmet'ti. Kekikli yılan balığı favorisiydi. Sabah sabah sarımsaklı sirkeli soğanlı balık çorbası içerdi. Her öğününde mutlaka karides ve istiridye bulunurdu.
Mantı bağımlısıydı. Topkapı'nın mutfak defterlerine göre 28 gün arka arkaya mantı yediği dönemler bile vardı.
Sofrası sebzesiz olmazdı kış aylarında pırasa lahana ve ıspanak vazgeçilmezdi.
Sonbahara girerken mutlaka sarı erik çorbası isterdi.
Hayatı boyunca domates biber taze fasulye ve patates tatmadı. Çünkü henüz Amerika keşfedilmemişti bu sebzelerin anavatanı Amerika kıtasıydı henüz Avrupa'ya geçmemişti.
Lahana turşusunu tercih ederdi.
Yoğurdunu gümüş tastan kaşıklardı.
Hoşaflardan en çok üzüm hoşafına şerbetlerden en çok naneli üzüm şerbetine tezahürat yapardı yemekle beraber içerdi. Kışın yemeğin üstüne pekmez ve boza içerdi.
Meyveler mevsimine göre elbette değişirdi ama armutu narı çağla bademi ve inciri pek severdi Üsküdar kaymağıyla sunulurdu.
★
Topkapı mutfağı elbette sadece padişahı doyurmuyordu beş bin kişiye yemek çıkıyordu.
Aşçıbaşı sakabaşı ocakbaşı kebapçı tatlıcı hamurcu pilavcı balıkçı bamyacı perhizci helvacı kasapbaşı yoğurtçu sütçü sebzeci tavukçu simitçi buzcu karcı vardı.
1490 yılında mesela Topkapı Sarayı'nın mutfağına 17 bin koyun 410 ton un 200 ton pirinç alınmıştı.
1573 yılında mutfaktan beslenen boğaz artmış alınan koyun sayısı 35 bine un bin tona pirinç 730 tona çıkmıştı.
1660 yılında ise artık 10 bin kişiye yemek hazırlanıyordu neredeyse günde 3.5 ton et bin ton pirinç tüketiliyordu.
★
Kanuni Sultan Süleyman hamsiye düşkündü buğulamanın adını bile duyduğunda ağzı sulanırdı Topkapı Sarayı'nda kullanılan kılıçların üstüne bile hamsi motifi işletmişti.
Hünkar beğendi'den kastedilen Abdülaziz'di siyahi kadın aşçılar ilk ona yapmışlardı ilk o beğenmişti.
Abdülhamid mum ışığında üç saatte pişirilen soğanlı yumurtanın hastasıydı.
Üçüncü Ahmed ekşili bamyaya doyamazdı.
Yavuz Sultan Selim lezzetleri karıştırmazdı 23 çeşit yemek sunulurdu birini seçerdi tek çeşit yemek yerdi.
★
Fatih Sultan Mehmet tatlıya hiç dayanamazdı muhallebi zerde baklava sütlü kadayıf helva… Helali hoş olsun illa ki bal yerdi.
Reçelleri her üç ayda bir tazelenirdi.
Unu Bursa'dan balı Malkara'dan zeytini İzmit'ten tuzu Eflak'tan üzümü Ankara Kalecik'ten gelirdi. Patlıcan Çin'den gelirdi.
Ekmeği sepetle çeşit çeşitti has ekmek beç ekmeği mirahor ekmeği imam ekmeği nohut ekmeği şekerli ekmek yağlı halka simit pide beç poğaçası canı hangisini çekerse onu yerdi.
★
Fatih Sultan Mehmet'in saray mutfağı gideri aylık 135 bin akçeydi.
Bir akçe bugünkü parayla hemen hemen 1 liraya tekabül ediyor.
Yılda 1 milyon 600 bin lira tutuyor.
★
Gelgelelim… Sayıştay asrın liderimizin sarayıyla alakalı denetim raporunu açıkladı.
Asrın sarayımızın mutfağında beslenme amaçlı tüketim malzemeleri kaleminden bir yılda 2 milyon 600 bin lira harcandığı ortaya çıktı.
★
Asrın liderimizin mütevazı mutfağı Fatih Sultan Mehmet'in Topkapı Sarayı mutfağına bile 1 milyon akçe fark atıyor yani.
★
Zavallı Fatih…
Bi ejder smoothie bile içemedi.
CAN ATAKLI: SEÇİM HİLESİ YAKALANDI İŞTE DAHA NEYİ BEKLİYORSUNUZ?
Bazen gerçekten çok canım sıkılıyor.
Çünkü bu iktidarın ipliğini pazara çıkarabilecek bir ipin ucu yakalanıyor ama etkili biçimde takip eden olmayınca sonuç hüsrana dönüşüyor.
2002 seçimlerinden ama özellikle 2007 seçimlerinden bu yana sayımlarda hile yapıldığı konusunda kamuoyunun zihninde çok derin kuşkular var.
Hele 2017 referandumu ve 2018 genel seçimlerinde hilenin de ötesinde YSK'ninbazı düzenlemeler yaptığı dedikoduları ayyuka çıktı.
Tek sorun herkesin kesin inandığı bir gerçeğin net delillerini ortaya koyamamış olmak.
Şimdi bu da oldu.
Bilgisayar Mühendisleri Odası 24 Haziran seçimleri üzerine bir araştırma yaptı.
Bu araştırma sonunda 250 sandıkta saptanan yanlışlıklar ortaya kondu.
Buna göre 250 sandıktaki 14 bin kişinin oyunun tercih ettiği partiden başka bir partiye kaydırıldığı kanıtlandı.
Mühendislere göre 250 sandıktaki bu skandalın tüm sandıklara simüle edilmesi halinde seçimin aslında çok farklı biçimde sonuçlanmış olabileceği ihtimalidoğuyor.
İşte muhalefet partileri bu aşamada çok önemli.
Zaman zaman muhalefeti eleştirdiğim için beni eleştirenlere şunu söylemek istiyorum;
Muhalefet partileri daha ne bekliyor? Bizzat bilgisayar mühendislerinin belgeleriyle ortaya koydukları gerçekler var.
Açıkçası seçim hilesinin ucu yakalanmış.
Muhalefetin gece gündüz bu işin peşinde olması YSK'nn önünde yatıp kalkması yeri göğü inletmesi gerekmiyor mu?
Daha ne istiyorlar ve daha ne bekliyorlar bilemiyorum.
Bu kadar net bir kanıt ortaya çıkmasına rağmen eğer yine hiçbir şeyyapılamayacaksa bundan sonraki hiçbir seçimin sağlıklı olmayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.
BUNU YAZMAK GEREK
STOKÇULUK YA DA SPEKÜLASYON YAPAN YOK
Ekonomik kriz olmadığını söyleyen iktidar sözcüleri ve yandaş yalakaları "stokçulardan" ve "spekülatörlerden" şikayetçi.
Neden?
Efendim bunlar mallara suni ve fahiş zamlar yapıyorlarmış.
Sırf hükümeti zora düşürmek için Türkiye'yi 70'li yıllara döndürmeye çalışıyorlarmış.
Size bir şey söyleyeyim mi?
Bunlar kelimelerin anlamını da bilmiyorlar.
Kendilerine biat etmiş kalabalıkların inanacağını bilerek saçma sapan da olsa konuşuyorlar ve hâlâ mağduru oynuyorlar.
Şu anda Türkiye'de stokçuluk falan yapılmıyor.
Stokçuluk yapılsa piyasada mal olmaz.
Belli ihtiyaç maddeleri için insanlar kuyruklara girerler ve muhtemelen yine de alamazlar.
70'lerde böyleydi.
Zam gelme umudu ile mallar piyasadan çekilmişti.
Böylelikle karaborsa ortaya çıkmıştı. Şimdi böyle bir şey yok.
Dükkanlar marketler tepeleme mal dolu.
Fark şu; Herkes içinde bulunduğu ekonomik duruma uyarak malına zam yapıyor. Alan alıyor almayan almıyor. Stokçuluk yaparak malı ortadan kaldıran ya da karaborsaya yönelerek hükümeti zora düşürmeye çalışan yok.
İş dünyası da çok memnun.
1970'lerdeki gibi gazete ilanları ile hükümeti devirmek yerine kendilerine milyarlar kazandıran Erdoğan iktidarına şükranlarını sunuyorlar her gün.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
BÖYLE NEREYE KADAR GİDERİZ?
İYİ Parti Genel Başkanı Akşener McKinsey anlaşmasını öven Bahçeli'yi eleştiren bir paylaşımda bulunuyor önce.
Devlet Bahçeli buna hiçbir demokratik kurala uymayan nitelikte cevap veriyor.
Diyor ki "Bu hanımefendiye son ihtarım bölmek ve yok etmek istediği MHP'ye karşı sinir ve sınırları ihlal eden vandal tutumuna devam edersen sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın. Demedi deme büyük lafı dinle. "
Bu çok açık bir tehdit. Üstelik cana kast eden bir tehdit.
Nitekim aynı günün akşamı bir grup Meral Akşener'in evinin önüne giderek gösteri yapıyor.
Bu şahıslar gerçekten MHP'li mi yoksa AKP'nin milisleri mi Sadat elamanları mı rivayet muhtelif.
Ama gerçek olan şu ki bir zamanlar Irak'ta Saddam'ın muhaliflerine uyguladığı "ev basma" türü şiddet eylemleriyle bir yere varacağımızdır.
Devlet Bahçeli AKP iktidarına karşı kendi elemanlarını koruyamayacağını bildiği için hep sessiz kaldı.
Şimdi iktidarın ortağı olmanın verdiği güçle eski günlere dönmeye çabalaması çok vahimdir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
ZABITA FOTOĞRAFLARI ÇOK KOMİK GELİYOR BANA
Bizzat Cumhurbaşkanı vatandaşa talimat verdi.
Dedi ki "Fahiş fiyatla mal satana göz açtırmayın hemen zabıtaya haber verin. "
Fahiş zam doğalgaz ve elektriğe geldi ama ona zavallı zabıta karışamıyor ki.
Medyamız ise durumdan vazife çıkararak fahiş zam yapanları "teşhir" ediyor.
Şaka tabii ne teşhiri bir şey yaptıkları yok tabii.
Sadece anlaşmalı olarak zabıta fotoğrafları çekiliyor.
Birkaç zabıta görevlisi neresi olduğu belli olmayan bir markette ellerindeki defterlere güya bir şeyler yazıyormuş gibi poz veriyorlar.
Haberi okuyorsunuz hep aynı klişe; "Şu kadar bin şikayet geldi. Zabıtalar hemen gittiler tutanaklar tutuldu" falan filan.
Fiyatlar iniyor mu?
Hayır.
AKP'li olduğu bilinen ve bir gecede 400-500 kalem mala zamlı etiketler yapıştıran dev marketlerde zabıtaları görüyor musunuz?
Hayır.
Peki ne oluyor?
Ne söylense inanan kalabalıklara "Görüyorsunuz işte kimsenin gözünün yaşına bakmıyoruz" mesajı veriliyor.
Fiyatlar ise bırakın düşürülmeyi daha da zamlanıyor.
AHMET TAKAN: SADECE UYUYAN EYP Mİ?. .
Astsubay Ömer Yiğit Ulus (28) TÜRKİYE
Uzman Çvş. Neşet Gök (25) TÜRKİYE
Uzman Çvş. Özgür Can İnce (26) TÜRKİYE
Uzman Çvş. Süleyman Aydın (29) TÜRKİYE
Uzman Çvş. Yahya Şen (24) TÜRKİYE
Uzman Çvş. Uğur Göksu (29) TÜRKİYE
Uzman Çvş. Ali Hekim (26) TÜRKİYE
Uzman Çvş. Okan Dinçer (29) TÜRKİYE
Koç yiğitler vatan toprağına düştü... Şehitlik mertebesine ulaştılar...
Devlet Batman'ın köylerine vatandaşları rahat içinde seyahat etsin çocuklar huzur içinde okullarına gitsin diye kaymak gibi asfalt yollar yaparken kahpelerin hain tuzağında can verdiler.
PKK'lı hainlerin yola tuzakladıkları bomba... EYP...
"Çözüm süreci"nde tanıştık!. . Hendek operasyonlarında çok canımız yandı... Yola döşenen bombaların patlatılması suretiyle ne kadar şehit verdik kaç güvenlik görevlimiz gazi oldu hatırlamıyorum. Hatırlamak da istemiyorum!. . Ama bildiğim çok net bir şey var; vatan evlatlarının şehit edildiği sakat bırakıldığı bu patlayıcıların hepsi "çözüm süreci"nde bölgeye sokuldu. Askerimizin kışlaya hapsedildiği günlerde kahpeler bu patlayıcıları şehir merkezlerinden ellerini kollarını sallayarak geçirerek inlerinde depoladılar. Askere "görme" "dokunma" "bunlar gitar çalan çocuklar" dediler. Sonra o çocuklar yollara döşedikleri patlayıcılarla asker eşini ziyaretten dönen anayı ve kundağındaki bebeyi şehit ettiler. Devletin memuru diye sivil araçları bile patlatmadan geri durmadılar. Adları soyadları kahpe olduğu için ve bir zamanlar aldıkları yüksek destek sayesinde yollara kahpelik döşemeye hâlâ devam ediyorlar!. .
Terörle mücadelede karşınızdaki hainler kadar zafiyet de sizin en büyük düşmanınızdır. En ufak ihmal uyuşukluk size büyük bedeller ödetir. En son Batman'da olduğu gibi EYP ile yapılan saldırılar terör örgütü için en risksiz eylem türüdür. Güvenlik güçlerimizin kahramanca mücadelesi sonucunda teröristler sahada çok fazla kayba uğruyor. Örgüt yeni elemanlar kazanmakta zorlanıyor. Bu tip kahpe eylemlerde amaç hem örgüte moral kazandırmak hem de yeni elemanlar kazanmaya yöneliktir. Hainlerin kış üslenmesine geçeceği süre dikkate alınırsa Kasım'ın ikinci yarısına kadar uzaktan kumandalı bombalı saldırıların devam edeceği muhtemeldir ve buna göre tedbir alınması zorunluluktur. Bu yüzden peşine düşülmesi gereken soru şudur;
ABD'nin Suriye'de PKK/YPG'ye TIR'lar dolusu yaptığı silah yardımları ortadayken acaba Suriye'den Türkiye'ye ne kadar silah ve patlayıcı geçiyor/geçmeye devam ediyor?. .
"Çözüm süreci" de dahil Türkiye'ye sokulmaya devam edilen bu patlayıcılar nerelerde depolanıyor?. .
Zafiyetler demiştik;
Askerî kaynaklarla yaptığım görüşmeler sonucunda bazı kaygı verici bilgilere ulaştım. Öncelikle şunu ifade edeyim birilerinin Batman'daki hain saldırıyı "uyuyan EYP ile saldırı" "patlayıcı yıllar önce o yola döşenmişti" şeklinde haberler yazdırması çok çirkin. Halkın gazını alalım diye yine herkes geri zekalı yerine konuluyor!. . Öncelikle yapılması gereken iş; yapımı sırasında PKK terör örgütü o yola patlayıcı döşerken içeriden yardım almış mıdır almamış mıdır?. . Yolu yapan şirket veya kurum kim ise elemanlarının çok ciddi sorgulanması gerektiği kanaatindeyim.
Sonra;
Devriye gezerken içinde 8 yiğidimizin şehit olduğu o zırhlı araç... Fotoğrafına baktım. O anları gözümde hayal ettim. İçim bir kez daha parçalandı. Hendek operasyonları sırasında da saldırılara uğrayan o araçlar içerisinde askerimizin nasıl can verdiğini ilgili askeri uzmanlardan çokça dinlemiştim. Bu satırlarda sizlere ifade edemeyeceğim!. .
Dünya üzerindeki her türlü terör olayı ve savaşın ana sebeplerinden biri de silahlardan kazanılan kanlı paradır. Çok fazla geriye gitmeyin. Afganistan'a Irak'a Suriye'ye IŞİD'e bakın ve dikkatlice inceleyin. Bu yüzden bizim gibi ülkeler için savunma sanayii ve ona yapılan yatırımlar hayati derecede önemlidir birinci önceliktir. Çok ciddi profesyonellik bilgi birikimi kaliteli alt yapı ve üst yapıya ihtiyaç vardır. Çelik yeleğinden tutun askerinize giydireceğiniz postala zırhlı taşıtlarınıza kadar sürekli yenilenen bilgi birikimi ile teknolojiyi kovalamak ve önüne geçmek zorundasınız. Para kazanalım da elimizdeki şu araç gereçleri satmaya devam edelim bu kârlı yatırımlar devam etsin derseniz daha nice 8 şehitler vermemiz maalesef kaçınılmazdır. Savunma sanayiinde ürettiğiniz her şey canla ilgilidir.
Sözün özü;
Savunma sanayii vicdan sanayiidir.
Para değil!. .
ARSLAN BULUT: TÜRK MİLLİYETÇİLERİ NEREDE EYLEM YAPMALI?
MHP ve İYİ Parti arasındaki tartışmanın Devlet Bahçeli'nin "Bu hanımefendiye son ihtarım bölmek ve yok etmek istediğin MHP'ye karşı sinir ve sınırları ihlal eden Vandal tutumuna devam edersen sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın. Demedi deme büyük lafı dinle!" tehdidinden sonra gece yarısı Meral Akşener'in yani bir kadının evinin önünde gösteri yapmaya kadar varması Türk ve dünya kamuoyu önünde "Türk Milliyetçileri"ni temsil iddiasında olanların nelerle uğraştığını göstermiştir!
***
Bugün Türkiye ekonomisi çökertilmiş ve güneyinden askeri olarak kuşatılmakta olan bir ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk Milliyetçilerinin bugünkü takipçileri ülkenin bu duruma düşürülmesinde sadece iktidarların teslimiyetçiliğinin değil kendi gaflet ve dalaletlerinin de birinci derecede rol oynadığını görmek ve bu durumdan kurtularak yeniden çözüm kapısı ve millete rehber olmak durumundadır. Bugün Türk Milliyetçiliğini temsil iddiasında olanlar Türk ekonomisinin Amerikan şirketlerinin tavsiyesiyle yönetilmesini bile savunmaktadır! Türk Milliyetçileri asıl bu politikalara karşı eylem yapmalıdır!
***
Tayyip Bey için neler dediler neler...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan "Din Görevlileri Buluşması"nda konuşurken camilerin ahıra çevrildiği satıldığı kapısına zincir vurulduğu Ankara'da apartmanların bodrum katlarında namaz kılındığı gibi iddiaları tekrarladı ve "Neler yazdılar neler? Çok enteresan şiire bak 'Ey Samsun'da karaya çıkan ilâh merhaba' gibi abuk sabuk ifadelerle Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal'in de istismar edildiği dönemlere tanıklık ettik. Bunları da yaptılar. " dedi!
"Camileri ahıra çevirdiler" iddiası İstiklâl Savaşı sırasında camilerde gecelemek zorunda kalan ve atlarını da avluya bağlayan Türk askerine millî mücadeleye karşı olanların attığı bir iftiradır. Tayyip Bey'in hâlâ bu tür iddiaları gerçekmiş gibi tekrar etmesi şimdiki konumu ile bağdaşmamaktadır. Zira bugün Cumhurbaşkanlığı yapmasını sağlayan o camilerde geceleyen Türk askerleridir.
***
Tayyip Bey'in "Ey Samsun'da karaya çıkan ilâh" diye başlayan şiiri eleştirmesi ise doğrudur. Fakat önemli olan Atatürk'ün bizzat kendisinin bu tür hitaplar hakkında ne yaptığıdır.
Meselâ cumhuriyetin 12. yıldönümü kutlamaları için hazırlanan sloganlar arasında "Atatürk bizim en büyüğümüzdür" "Atatürk bu milletin en yükseğidir" "Türk Milleti asırlardan beri bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı" gibi sözler bulunduğunu gören Atatürk bunların hepsinin üstünü çizmiş ve yerlerine "Atatürk bizden biridir" diye yazmıştır.
Tayyip Bey ise "Tayyip Erdoğan Allah'ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir liderdir" ve "Tayyip Erdoğan'a dokunmak ibadettir" diyen AKP milletvekillerine ses çıkarmamıştır. Camilerde dağıtılan ve içinde "Tayyip'i üzmek Allah'ı üzmektir" diye bir şiir bulunan kitap hakkında da hiç konuşmamıştır. "Tayyip Erdoğan bizim için ikinci peygamber gibidir" diyen il başkanına haddini bildirmemiştir. "Hoş geldin Allah'ın elçisi" diyenleri azarlamamıştır. "Tayyip Erdoğan Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir" diyen gazeteciyi de kınamamıştır.
***
Atatürk "Ben zannediyorum ki millet bireylerinin hiçbirinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası oluşturmamış olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Efendiler millet bütünüyle manevî bir kişilik halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı. " diyordu.
Yine Atatürk "Bana hiçbir olağanüstülük atfetmeyiniz. Doğuşumdaki tek olağanüstülük dünyaya Türk olarak gelmemdir" diyordu.
Tayyip Bey'i de bu çizgide görmek isteriz.
Kaldı ki bugün millete mal edilecek bir başarı da yok ortada!
TOKMAK: ŞEHİTLER VE GAZETELER
Baş belâsı terör yine canımızı yaktı yüreğimiz 8 şehide yandı!
Batman'da PKK'lı hainlerin yola tuzakladıkları bombanın yol açtığı faciayı duyan üzüldü ama sadece o kadar… "Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar" misali yalnızca şehitlerin yakınları kahroldu.
8 askerimizin şehit olması çok önemli bir olaydır ve bunun medyada en büyük şekilde yer alması gerekir öyle değil mi?
Toplumun aynası sayılan gazetelere baktım. 30 günlük gazeteden başta SÖZCÜolmak üzere sadece 5 gazete haberi büyük manşet olarak vermişti. Tamamına yakını iktidar yandaşı olan diğer 25 gazete ise haberi ya küçük vermiş ya da "Bedelini ödeyecekler. 700 teröristi öldüreceğiz" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sözlerini büyük vermeyi tercih etmişti.
Dün çarşıda-pazarda dolaştım semt kahvelerine uğradım bir-iki istisna hariç şehitlerimizin konuşulduğunu duymadım. İnsanlar terörü kanıksamışlar maalesef!
Bu vatan için canlarını veren şehitlerimize dualarımızı eksik etmeyelim evlâtlarımızı kahpece tuzaklarla katleden teröristleri ve Meclis'te terör çetesi PKK'yı hayasızca destekleyenleri lânetleyelim!
-- a45UyF587661
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder