2 Ekim 2018 Salı

Günel makalelerden bir demet 2018-10-2 2

ZAHİDE UÇAR: DUYUN-U UMUMİYE

Duyun-u Umumiye

Sekiz veya dokuz yıl önce Egemen Bağış ABD'de şöyle demiştir:

"Biz 1860 misyonunu taşıyoruz. "

1860 misyonu Osmanlı'yı "Duyun-u Umumiye'ye" götüren süreçtir. O dönemde Egemen Bağış'a cevaben;

"Siz 1860 misyonunu temsil ediyorsanız biz de 19 Mayıs 1919 misyonunu temsil ediyoruz" demiştim.

Aslında niyetlerini hiç saklamadılar. Ve bugün Türk Ekonomisi ve milli değerlerimiz bir Amerikan şirketi olan Mc Kinsey'e teslim edildi. Mc Kinsey'in Ankara ofis yöneticisi de eski bakan Beşir Atalay'ın damadıymış.

Mc Kinsey Rothschild/Rockefeller himayesinde bir şirket. Özelleştirmeci. Satılmadık neyimiz kaldı?

Türkiye'nin nerede ise elinde kalan tek varlığı BOR madenimizdir. Bor madeninden sorumlu ETİ MADEN İŞLETMELERİNİN DE VARLIK FONUNDA olduğunu hatırlarsak... Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir.

Yıllar önce niyeti kaabiliyeti(!) ve gidişi görüp İRONİK bir yazı yazmıştım. İşte o yazı:

Ö-NE-Rİ-YO-RUM !!

25.06.2006

Cumhur'un başı kim olacak tartışmaları... Cari açık… Tutulamayan döviz yükselişi... İstanbul'da ''böyyüük'' basının es geçtiği gizemli toplantılar... Gökkuşağı devrimlerin mimarı Soros... Daha neler neler… Dostlar benim bir önerim var; o renkli devrimlerden birine maruz kalmadan ''grilerini zaten hep yaşadık'' Soros'u Cumhurbaşkanı yapalım(!) Önce AB'den falan vazgeçelim. Dünya baronları ile oturup anlaşalım ne onlar yorulsun ne de biz. Bizi 2. İsviçre konumuna getirsinler "artık İsviçre kendilerine yetmiyor". ABD ile ilgili kehanetler kötü Türkiye tabii bir liman gibi. Şu ünlü ''sır''bankaların şubeleri burada kurulsun. İstanbul BOP başkenti olsun. Bilumum camii kilise ve havralar dinler diyalog merkezi olsun. Yani papaz Haham ve İmam bir arada... Bartholomeos'un diyalog ortağı muhakkak Fethullah olmalıdır(!)... Bunun çok avantajları olur şu kilise onarımlarından kurtulursunuz(!) Papaz büyüsü bozduracaklar imam ve papaz arasında helak olmaz. Çoook büyük bir işadamı kilise müziğini rahatça dinler(!) İmamdan rahatsız olanlar gidip günah çıkarabilir(!) Ağlamak isteyenler Haham'a geçebilir. Böylece ev kiliseleri kalkar... Misyonerler işsiz kalır(!). .

Asla Ege sorunumuz kalmaz Ermeni soykırım iddiası yerle yeksan olur K. K. T. C. hemen tanınır... Hatta yeni bir Las Vegas olur... İlk iş İmralı boşalır ada başka işler için kullanılacaktır... Bu arada İmralı sakini intihar ettirilmiş pardon ''etmiş'' olur... Dağlarda pkk falan kalmaz. Hatta hatta Talabani ve Barzani "bizi de içinize alın" diye yalvarırlar(!) Kerkük Soros'a pardon '"bize" bağlanır... Ayrıca bizim "debil ve koza" siyasilerin yıllardır Türkçe öğretemediği doğu illeri Kürtçeyi falan unutup İngilizce öğrenir. Kürt dili diye başımızı-etimizi yiyenlerden gene ağa babalarını kullanarak hıncımızı alırız. Bizim Türkçeye gelince; zaten ben şimdiden konuşulanları anlamıyorum. En azından İngilizceden sonra 2. dil olarak "Türkçe" öğrenirim(!) Doğru düzgün bir Türkçem olur(!). . Türk tarihi hepten rafa kaldırılabilir zaten bize öğretilenlerin çoğu da gerçek tarih değildir!. . Değil mi???

Bu arada kafanız birçok açıdan dinç olur. Her seçim dönemi dünya baronlarından icazet alacağız diye uğraşıp durmayız. Bunların uşakları ile muhatap olmaktansa asılları ile muhatap olmanın avantajları vardır. Basın siyasetçi aydın yani bilumum uzaktan kumandalı dam terminaller mazi olur. Asılları olunca kopyalara gerek kalmaz. Figüran yerine asılları ile muhatap oluruz. Ayrıca yıllardır yer altında mahkumiyeti yaşayan zavallı madenlerimiz hemen çıkartılır...Hiç olmazsa gün yüzü görürler(!). .

Aslında Gülen halife de olabilir(!) Bütün Arap dünyası hemen tabii olur. İran gene itiraz edebilir ama es geçebilirsiniz zira yalnız kalacaktır. Böylece İsevi Müslümanlık gerçekleşir. ''Yaşasın dinler arası diyalog (!!)'' Böyle bir durumda yıllardır gizlenen garip Sabataycılar da gün yüzüne çıkıp rahatça camii ve havra içinde dolaşabilirler... Nasıl olsa bir mekanda 3 din adamı birlikte olacaktır. Dini bayramlar belki biraz pürüz olabilir biz Noel'i onlardan iyi kutlarız da onlar şeker ve kurban bayramında ne yapar onu bilemem. Eminim Hoca Efendi buna bir çözüm bulur(!)... Ben Haham Başı'nın mührünü vurduğu etleri yerim en azından helaldir. Yani at-eşek eti olma ihtimali yoktur kan akıtılarak kesilmiştir. ''Bizim kasaplar çatlasın. ''

Evet dostlar; bir düşünün ben haksız mıyım? Bu durumda İran ve Suriye bile kurtulur "BOP savaşına gerek kalmaz(!)" Kıbrıs Ege Soykırım PKK problemi bir gecede biter maşalar yok olur. Soros ona-buna para dağıtmaktan kurtulur kimlik derdin kalmaz. Tek bir millet BOP'istan...Tek dil İngilizce. Tabela masrafı çıkmaz korkmayın! Siz yıllardır zaten her şeye İngilizce ad veriyordunuz. ABD derin devleti icazet verse de başbakan olsam derdi kalmaz. İpi elinde bulunduran ''ana terminal'' bizzat BOP'istanı yönetir. MİT MOSSAD ve CİA'nın gözüne bakmaktan kurtulur. Hatta tatile bile çıkabilir. Ordunun zayıflamasına gerek kalmaz tam tersi güçlenmesi gerekir. Asya oluşumları ve dünya para akışını kontrol ederken lazım olur...

Ben ne mi olacağım diyorsun sevgili Türk halkı onu da sen düşün. Gene işçi olacaksın. O zaman siyanür ile altın çıkartılacak altın işçisi sen olacaksın. Petroller çıkacak bor işlenecek neptün işlenecek. Uluslararası baronların bankaları olacak. Haaa bu arada artık borsa çökmeyecek döviz düşmeyecek faili meçhul olmayacak... Bu durumda çete diye de bir şey olmayacak... Artık sağ-sol problemin de kalmayacak çünkü bunlara gerek kalmayacak. Hedefe vardıktan sonra "araç" ne işe yarar ki. . ?

Sakın ''bizi yabancılar yönetecek bağımsızlığımız elden gider'' falan demeyin. Siz zaten bağımsız mıydınız? Sizi yöneten zaten kimlerdi?

Ö-NE-Rİ-YO-RUUUM....SOROS Cumhur Başkanı. Ekümen Halife Haham bileşkesi... Camii havra kilise tek çatı altında tek dil İngilizce...

Arzu KÖK

Geçmiş Olsun!...

Tarih; bilimden teknolojiden savaştan veya ekonomin batmasından değil!... Adaletsizlikten ahlâksızlıktan ve insanlara yapılan insafsız zulümlerden dolayı yok olmuş nice medeniyetlere ve devletlere şahittir!...

Türkiye siyaseti ise Atatürk sonrası kurumsallaşmaktan uzak kalmış lider kültü ile toplumun algılarını pasifleştirmeyi başarmış doğruluk gerçek ve eşitlik gibi değerlerin içini boşaltmıştır. Toplumun adaletsiz düzene karşı kendi çıkarları uğruna gelişen duyarsızlığı insanlığı adeta utandırmaktadır.

Eğer zulüm bazı kesimler için had safhaya ulaşmışsa ve hâlâ bu toplumun bel kemiğini oluşturanların "Dur kardeşim seni ben seçtim!" "Ne için bana bu zulmü reva görüyorsun!" "40 yıldır bu savaş bu teröristler neden bitmiyor!" "Bu annenin evladı nerede?" gibi soruları kendi seçtiklerine sorma cesareti gösteremeyen "Hesap ver!..." diyemeyen bir halk artık tüm iradesini yani ahlaki değerlerini kaybetmiş demek değil midir?

Zalime ortak olan adaletsizliğe sessiz kalan bana dokunmayan yılan bin yaşasın demese dahi "doğru bulmuyorum" demekle yetinen bir millet bir devlet bir siyasi parti ve en basitinden bir insan bile yok olmaya mahkumdur. Böyle bir durumda iradesini yitirmiş bir toplumun varlığından kesinlikle söz edilemez. Çünkü; İnsanı insan yapan düşünceleri sözleri ve kontrol edebildiği iradesidir. Ve insan hak ettiği değeri öncelikle adaletinden sonra toplumsallaşma yeteneğinden dolayı alır.

Herkes bilir ki tarihin arka bahçesi bunların çöplükleri ile doludur…

Bir de böylesi toplumlarda "kuru gürültü" yapmaktan öteye gidemeyen muhalefet çok olur. Bazen de muhalefet işbirlikçi olur bir anlamda stepne görevi görür.

Çöküşe yönelen toplumlarda en çok da yakın geçmişle de değil uzak geçmiş ile övünme başlanır. Sanırsınız ki bir ihtiyarın gençliği ile övünüp geçmişini araması... Tıpkı bugün Osmanlı'nın sürekli anılması... Yakın geçmiş bir kenara konularak geçmişteki savaşlarla katliamlar ile gurur duymaya başlıyorlar. Çocuklara anlatılıyor gurur kaynağı olup sürekli yad ediliyor. Özlemi çekiliyor geçmişin.

Durum böyle olunca da felaket artık kaçınılmaz oluyor. Böylesi ortamlarda kaos ortamı oluşur kaos ortamında despotlar kontrolü tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla eline alır. Çünkü insanlar böyle ortamlarda özgürlükten çok güvenliği tercih eder. Onlara güvenlik sağlamak vaadiyle var olan kurumların en büyük işlevinin aslında onları "güvende olmadıklarına" ikna etme araçları yaratmak olduğunu bilmezler.

Bilseler de artık bu durumu benimsemişlerdir. Varlıklarını koruyabilmek adına her türlü tutsaklığı kabullenmişlerdir.

Türkiye'de insanlar genel olarak "obsesif kompülsif" bozukluğunun bir üst evresine ulaşmıştır. Yani hasta olup hayaller ile yaşamaktadırlar. Zira bir hayalin ve gerçek bir eylemin beynimizdeki etkisi çoğu zaman aynıdır. Bu nedenledir ki toplum olarak bizler hayal kurmayı seviyor ve hayallerimizde bir ömür yaşayarak eylemsellik ilkesinin sorumluluğundan kaçabiliyoruz. Mücadele etmek yerine umut etmeyi direnmek yerine teslim olmayı özgürlük yerine düşlemeyi seçiyoruz.

Şöyle bir durup düşündüğümüz zaman yaşamın hiçbir alanında; ne cinsel hayatımızda ne ekonomik alanda ne de sosyal ve inanç özgürlüğünüzde tam anlamıyla özgür değiliz. Yazık ki tek özgürlük alanı olarak bizlere beynimizde düşlediğimiz özel hayallerimiz kalıyor.

Hayallerde insanlar o kadar özgürler ki ulaşamadığınız kişileri bile yatak odalarına atmayı becerebiliyorlar sevmedikleri birini öldürebiliyor bazen bir tecavüzcü bazen bir katil bazen bir kahraman bazen de yardıma muhtaç bir zavallı olabiliyorlar... Hatta bir ülkenin yönetimini devirip demokrasi bile getirdikleri oluyor… Bazen de öyle bir kahraman oluyorlar ki çocukların bile hayalperestliğini aşabiliyorlar...

Bunun nedeni biraz da beyninizi tatmin ederek sızlayan vicdanın acısına merhem olabilmek belki de. Zira bir hayal ile reel bir eylemin beynimize olan yansıması aynıdır. İste bu da bir hastalıktır.

Bu nedenledir ki hapishaneler tıka basa doluyken meydanlar alanlar bomboştur. Beynimiz tüm bu duyarsızlık karşısında üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. Ancak ne yazıktır ki bu hastalık genler vasıtasıyla nesilden nesile aktarılmaktadır. Bu salgın gibi yayılmaktadır. Ve bu salgının önü alınmazsa çöküş yakındır…

Hepimize "Geçmiş olsun!... Yarınlarımız bu günleri aratmasın!..." diyorum.

Arzu KÖK

http://arzu-kok.blogspot.com/2018/10/gecmis-olsun-arzu-kok.html

AHMET KILIÇASLAN AYTAR : ALMANYA SEFERİ

Erdoğan iki yıl süren gerginlikten sonra yıpranmış ilişkileri onarma amacıyla Almanya'ya üç günlük devlet ziyaretinde bulundu.

Berlin'de Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier Erdoğan onuruna verdiği akşam yemeğinde

Türkiye'de sivil topluma uygulanan yoğun baskı ve hükümet muhaliflerinin tutuklanmasına dikkat çekti.

"Umarım bunları gündem içerisinde görmezden gelemeyeceğimizi anlıyorsunuzdur. Türkiye demokratik normalliğe geri dönmelidir" dedi.

*

Cuma günü Başbakan A. Merkel ile yapılan görüşmede iki lider de ihtiyatlı bir uzlaşmaya olan ilgilerini gösterdi.

Ancak Merkel "derin farklılıkların" medeni haklar ve diğer konularda kaldığını vurguladı.

*

Cumartesi günü ise Erdoğan Avrupa'nın en büyük camilerinden biri Köln Merkez Camii'nin açılışındaydı.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) bir süredir bağlı camilerinde İslamcı Cihat çağrıları yapmak

Cihadizmin övüldüğü etkinlikler düzenlemekle itham ediliyor

Alman Anayasa Koruma Teşkilatı tarafından izleniyordu. .

Açılışa katılması tartışmalara yol açtı.

Türkiye hükümeti kontrolü altındaki DİTİB' den siyaset yapmaması yeniden ilahiyat ve manevi destek-danışmanlık hizmetlerine yoğunlaşması istendi…

*

Çünkü sadece Almanlar değil Batılılar Din'in toplumsal bir bağ ve ortak duyarlık yarattığını kabul etmekle birlikte

Din'in toplumsal davranışı sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak düşünülmesini yanlış olarak değerlendiriyor.

Dinî cemaatlerin ivmelediği slamcılığın" kendi burjuvazilerinin tarihi gelişiminde kilise ve monarşinin elinden aldığı ekonomik iktidarı ya da moderniteyi aşındırmasına itiraz ediyorlar…

*

Öyle ki Almanya ya da Batı kamusallığı en çok İslam'la olan çatışmasında canlanıyor ve harekete geçiyor.

Kamusal alanda Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığı da bu yüzden en önemli konulardan biri olarak gündemini koruyor.

*

Mesela Batılılar; İslamcı bir cemaatin lideri Fethullah Gülen'in Nur Cemaati'nin lideri Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Avrupa ile ilgili vizyonunu belirleyen

"Avrupa bir İslâm Devletine Osmanlı Devleti de bir Avrupa devletine hamiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır" sözünden kendisine vazife çıkarmasından rahatsızdır.

Gülen onlar için de bir suçlu bir cihatçıdır düşünceleri düşmanca kabul ediliyor…

Ama iş F. Gülen ve avanesinin Türkiye'ye iadesine geldiğinde değişiyor.

Çünkü Batılılar; Türkiye'de Balkanlarda Doğu Akdeniz'de Ortadoğu'da ve Kafkasya'da ağırlıklı olarak İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik ve siyasi düzeni

Teşvik etmek ve kurmak hayaliyle yanıp tutuşan Müslüman Kardeşler lideri olarak kabul ettikleri Recep Tayyip Erdoğan'ı da onunla aynı kefeye koyuyor…

*

Onlar Türkiye'nin 15 Temmuz'da askeri bir darbenin acı verici deneyimine hükümetin orantısız tepki verdiğine

Önlemlerin bir çoğunun eleştirileri zayıflatma ve Erdoğan'ın iktidarı ele geçirme amacına hizmet ettiğine inanıyor.

Ve Erdoğan'ın görüşlerini meşru kılmamak için Fethullah Gülen ve avanesini Türkiye'ye teslim etmiyorlar…

*

Nitekim Erdoğan Almanya ziyaretinin bir özetini yaparken "Almanya ile FETÖ konusundaki yaklaşım farklılığı ortada. Alman makamlarının bunlara karşı daha etkin mücadele vermelerini bekliyoruz. Ulusal güvenliğimize tehdit teşkil eden yapılara karşı etkin mücadele bizim temel hakkımızdır. Yeterli delil olmadığından söz ediyorlar. Tüm delilleri kendilerine verdiğimiz halde bunların adeta yok sayılmasını anlamak mümkün değil" diyor…

*

Mesela yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Türk hükümetini mevcut ekonomik krizle başa çıkmada daha etkili kılmasını gerektiğine inanılıyor. .

Ancak vizyonunu ağırlıklı olarak İslam Hukuku ve İslam Ekonomisi düşüncesinden oluşturan Erdoğan

Batının Kopenhag kriterlerini oluşturan Sosyal ve Siyasal reformlara ya da Maastricht kriterlerlerini oluşturan kurallara da uyum sağlayamıyor…

*

Bu yüzden Türkiye; Batı'da Hukukun Üstünlüğü Temel İnsan Hakları Azınlıklar Eğitim Ekonominin Yönetimi gibi konularda eleştiriliyor.

Halbuki bu özgürlüklere ve demokratik kurumlara bağlılık uluslararası ve yerli yatırımcılara ekonomik ve finansal sistemlerin şeffaflığı konusunda güven vericidir.

Ayrıca gelişmekte olan Türkiye gibi bir piyasa ülkesinde sık sık ekonomik reformları zayıflatan yolsuzlukları ve ahbap-çavuş kapitalizminin önlenmesinde de çok önemlidir.

*

Elbette Almanya ve Batılı uluslararası sermaye bu vizyonuyla Erdoğan'a geçit vermiyor.

Zaten bu yüzden Türkiye Nisan 2017'den beri Avrupa Birliği'nin adı konmamış tecridine uğruyor.

Türkiye'nin üyelik sürecini askıya alınmıştır.

Türkiye'nin zararlarının diğer ülkelere yansıması önleyebilmek: Bu sırada Türkiye'nin küresel sistemin santrifüj kuvvetleriyle sarsılması: Yeniden AB'nin istisnaî siyasi ve ekonomik gücünü hissederek kararlılığını pekiştirmesi : Yapısal bir dizi reformlardan geçerek borç akışını düzene soktuktan sonra

Yeniden küresel ekonomiye entegre edilmesi öngörülüyor…

*

Nitekim Türkiye'de Türk Lirası nefes kesici bir çöküş yaşıyor.

Almanya bu yüzden Türkiye hükümetinin Batı'nın demokratik siyasi kriterlerine bağlılığı yerine

Yaşanan ekonomik krizin hem Avrupa ülkelerine yansımasını hem de 2015'te görülen mülteci dalgasıyla bir kez daha karşılaşmayı istemiyor.

Erdoğan'ın yüzünü tamamen Batı'ya çevirmek istiyor.

*

Ama Erdoğan' da Almanya'nın geleneksel "Lebensraum" (Hayat Sahası) ülküsü ve "Drang nach Osten" (Doğu'ya Genişleme) tutkusunu kabartmaktadır!

"Lebensraum"; Doğu Avrupa'da Almanya sınırları dışında yaşayan Alman azınlıkların Almanya hakimiyetinde birleştirilmesi ve yeni toprakların kolonizasyonu ile beraber Alman popülasyonunun bu topraklara yerleştirilmesidir.

Bu topraklarda büyük kömür yataklarına demir altın mika kurşun çinko bakır grafit alüminyum elmas kaynaklarına Hazar'da ve Ortadoğu'da bulunan hidrokarbon kaynaklarına ulaşılması politikasıdır.

Bugün Almanya siyasi etki araçları vasıtasıyla Habsburg'ların Bismark'ın ve Hitler'in asırlar boyunca peşinde koşup askeri kuvvetle başaramadıklarını

Merkezi ve Doğu Avrupa'yı Cermen hayat sahası yapma ülküsünü ekonomik ve ticari işbirliğiyle gerçekleştirme yolunda büyük mesafe almıştır Rusya'yı da bu politikasıyla tehdit ediyor…

*

Bu noktada Erdoğan Sultan II. Abdülhamid'in "Boğaz'ın hasta adamı" olarak anılan Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisini canlandırmak için

1898'de Alman İmparatoru Wilhelm II ile stratejik olarak önemli Bağdat Demiryolu inşa etmek için yaptığı anlaşmayı örnek alıyor.

Halihazırda derin bir finansal ve para krizi ile boğuşan Erdoğan yabancı teknik bilgi ve para yardımı ile Türkiye'nin demiryolu ağını modernleştirmeyi hedefliyor.

Alman Siemens'e liderliğindeki bir konsorsiyumun sağlayacağı 35 Milyar Euro' luk

Sadece ekonomik açıdan değil aynı zamanda siyasi nedenlerle de önemli olan Avrupa- Çin İpek yolu üzerindeki demiryolu bağlantısını teklif ediyor!

Türk hükümetinin Siemens ile yaptığı görüşmelerde Alman hükümetinin mali destek sağlama konusunda istekliliğini dile getirdiği söyleniyor…

*

1896'da Pan-Cermen Birliği başkanı şöyle yazmıştı:

"Gerek Anadolu halkının ve gerekse Mezopotamya ile Suriye'nin Arap sakinlerinin bir Alman egemenliğine karşı güçlük çıkarması çok zordur.

Ülkenin iklim ve toprak koşulları Alman göçmenlerine kesinlikle zengin ve verimli bir çalışma alanı sağlayacaktır.

Alman çalışkanlığı ve bilimi güçlü bir Alman hükümetinin yönetimi altında bir zamanlar eski dünyanın en bayındır ülkeleri sayılan bu toprakları mülkü haline getirecektir.

Tıpkı Büyük Britanya'nın Hindistan'da yaptığı gibi. "

*

Barışcı yöntemlerle yaklaşma gerçek niyeti gizleme ve sinsilik o yıllarda Alman bugün AB emperyalizminin başlıca karakteridir.

"Kazan Kazan" felsefesi değil bunun bilinmesi gerekiyor…

https://www.turkishnews.com/tr/content/2018/10/01/almanya-seferi-ahmet-kilicaslan-aytar/



--   a45UyF587661

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder