23 Haziran 2013 Pazar

15-Emre Kongar, Öztin Akgüç, Orhan Bursalı, Oktay Akbal, Mustafa Balbay, Mustafa Mutlu, Altemur Kılıç sizin için yazdı...

Emre Kongar: Silivri'de Savunmalar Kitaplaşırken

23 Haziran 2013

Türkiye ve dünya Taksim Gezi Parkı Direnişi ile meşgulken, günlük hayat da sürüyor bir yandan…

Ne yazık ki Silivri davaları da artık günlük hayatın bir parçası oldu…

Oradaki sorunlar, haksızlık, hukuksuzluk iddiaları da olanca canlılığıyla ağırlığını hissettiriyor.

***

Son döneme baktığımızda, 28 Şubat davasının tek tutuklu sanığı eski YÖK Başkanı Prof.Kemal Gürüz'ün, tahliye isteminin reddedilmesi üzerine intihar girişimini görüyoruz…

Ergenekon denilen davada eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un "Beni aldınız, komutan benim, arkadaşlarımı bırakınız" diyen mesajını duyuyoruz…

Balyoz davası denilen davanın Yargıtay aşamasında Başsavcı'nın bazı yüksek rütbeli komutanlar hakkındaki kararların onanmasını, bazı sanıklar hakkındaki kararların ise bozulmasını istediğini okuyoruz, ama mahkemenin ne karar vereceğini kestirmek olanaklı değil…

Başsavcı'nın sadece iddia makamı olduğunu biliyor, mahkemenin savunmaları da aldıktan sonra karar vereceğini ve bu kararın adil olacağını umut ediyoruz…

Adına Ergenekon denilen davada son savunmaların ve son sözlerin alındığını okuyoruz…

Ağustosa ertelenen duruşmada karar çıkacağı belirtiliyor…

Öyle anlaşılıyor ki, Haberal, Balbay, Özkan, Küçük, Perinçek, asker ve sivil bütün sanıklar son savunmalarını yapar, son sözlerini söylerken, bunların artık tarihe geçecek birer belge olduğunun bilinciyle konuşuyorlar…

Gerçekten de önemli iddialar, önemli çözümlemeler, önemli saptamalar var konuşmalarda…

Sanıyorum bunlar bir süre sonra kitap olacak…

Elime bir de örnek geçti:

Bir grup seçkin hukukçu tarafından hazırlanan ve Prof.Dr.Duygun Yarsuvat tarafından bastırılan, "Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Balyoz Davası Temyiz Dilekçesi".

Yarsuvat girişte şöyle diyor:

"İlerde Türk hukukunda araştırma yapacak hukukçuların yararlanacağı bir kitap olması ve Türk hukuk uygulaması ve doktrinin değerlendirilmesinde faydalı olacağı düşüncesiyle bu temyiz layihasını hazırlayarak Türk kamuoyuna sunmaktan gurur duymaktayız."

***

Vicdanlar susturulsa bile gerçekler konuşmaya devam eder…

Tarih her türlü adaletsizliği kaydeder:

Bakınız, Sokrates ve Dreyfus davaları!

Cumhuriyet

-                  --                  --                  --                  --                  ^^^^^ - vvvvv

Öztin Akgüç: Sonuç Almak

23 Haziran 2013

GEZİ direnişi, başkaldırışı, tepkisi nasıl nitelendirilirse nitelendirilsin; gösteriler cesaretin, özverinin, çabanın, savaşımın siyasal bir sonucu, bir ödülü olmalıdır.
O sonuç herhalde doğa, yeşillik ve özgürlükler için tehlike oluşturan AKP'nin seçim sandığında yenilgiye uğratılarak, iktidardan uzaklaştırılması olmalıdır.
Bu amaç için kritik noktaların belirtildiği bir yol, bir yörünge çizilmelidir.

Tas, tava tıngırdatmak, bayrak asmak, slogan atmak, "İstifa" diye bağırmak bir tepkidir ama, iktidarı bir hayat-memat sorunu olarak gören "ya devlet başa ya kuzgun leşe" anlayışında olanlar için, bu tür tepkilerin fazla anlam ifade etmeyeceği, etki de doğurmayacağı açıktır.
Tepkinin sandığa yansıması ve sandığın da güvenceye alınması gerekir.

Meydan okuyuş "sandıktır."
O halde yanıt da sandıkta verilmelidir.

Belirlenecek kritik yolda, ilk aşama, ilk engel, önümüzde sekiz ay sonra yapılacak yerel yönetim seçimidir.
Seçimde kuşkusuz alınacak oy oranı, kazanılacak belediye başkanlığı sayısı önemlidir; ama kritik olan İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye başkanlıklarıdır.
Türkiye'de en büyük rant kaynağı, rant kapısı İstanbul, ardından da Ankara gelmektedir.
Bu iki Büyükşehir Belediyesi, AKP'nin maddi güç kaynağıdır, dayanağıdır.
Bu maddi güç kaynağı kuruduğunda, taşıyıcı sütunlar çöktüğünde, kritik yolun sonu da görünmüş olur.

AKP destekçileri blok halinde oy kullandıkları halde, AKP karşıtlarının oyu bölünmekte ve AKP özellikle büyük şehirlerde bu bölünmeden yararlanmaktadır.
Karşıt oyların bölünmemesi, oyların tek bir aday üzerinde yoğunlaşması önemlidir.
Muhalif partilerin bu konuda yapacakları anlaşmalar, gençlerin önerileri, destekleri belirleyici olacaktır.
Toplu bir sonuç alınacaksa, kişisel heveslerin, tutkuların, hesapların burada yer almaması gerekir.

Tarih tekerrür eder mi?
Kesin bir şey söyleyemiyorum.

Anımsanacaktır.
Özal'ın da başkanlık ya da yarı başkanlık hevesine kapıldığı, 1989 yerel seçimleri o dönemin iktidar partisi ANAP açısından tam bir yenilgi, hezimet ile sonuçlanmış, ANAP için sonun başlangıcı olmuştu.
Aynı sonuç AKP için de söz konusu olabilir mi?
Bunun için özellikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye başkan adayları üzerinde geniş bir mutabakat, görüş birliği, halkın katılımı ve sandığın emniyeti önemlidir.

Açık söyleyeyim.
AKP'nin yüzde 50 oranı üzerinde de en azından vatandaşın bir bölümünün ciddi kuşkusu vardır.
Kime sorsanız "ben oy vermedim" diyor ama sandıktan da yüzde 50 oranında oy çıkıyor.
Bu oldukça yaygın bir yakınmadır.
Sandıkta eskiden "Ali Cengiz oyunundan" söz edilirdi; günümüzde teknoloji ilerledi, bilgisayar oyunundan söz ediliyor.
Sandık sonuçlarının güvenli olmasında da muhalif partilere önemli görev düşüyor.
Partilerin sandık gözlemcilerinin iyi eğitilmiş olması, sandıkların sayımı sırasında kontrol edilmesi, izlenmesi, sonuçların toplanması, yolsuzluk, usulsüzlük varsa anında gündeme getirilmesi önem taşımaktadır.
Gençler, ortak aday seçmenler arasında iletişim ve sandık güvenliğinin sağlanması açısından da etkileyici rol oynayabilirler, oynamalıdırlar.

Demokrasi, cesur, özverili, haklarına sahip çıkan, sorgulayan, irdeleyen, savaşımcı bireylerin toplumsal düzenidir.
Ürkek, çıkarcı, adam sendeci, küçük hesaplar peşinde koşan, akıl tutulmasına uğramış, özgürlük tutkusundan yoksun kişilerle demokratik bir düzen kurulamaz, yaşatılamaz.
Olsa olsa yarı diktatörlük, idiokrasi, kakokrasi gibi sözcüklerle ifade edilen düzenler kurulabilir.

Gençler bir ateşi yakmıştır, bu ateş demokrasi açısından sonuç vermelidir.
Demokrasi, özgürlük, bağımsızlık isteyerek bunun gereği özellikle sandıkta yerine getirilmelidir.
Gençlerin davranışı, tepkisi vatandaşlarımızın genelinde en azından bir sorumluluk duygusu uyandırmalıdır.

Cumhuriyet

-                  --                  --                  --                  --                  ^^^^^ - vvvvv

Orhan Bursalı: 'Eyvah Yıkılıyoruz!'

23 Haziran 2013

İktidar ve çevresini etkisi altına alan bir düşünce oldu; "Eyvah…yıkılıyoruz galiba".
Hiç kimse büyük boyutlu ve ülke çapında bir "toplumsal deprem" karşısında "dimdik ayaktayız" diye afra tafra satamaz.
En azından sarsılır!
Sağa sola yatar, kalkar, ayakta durmaya çalışır…

O an veya izleyen zamanlarda küt diye yıkılır, kendi üzerine çöker, gider…

İstediği kadar ama ben milli irade ile geldim diye bağır dur.
Onu çökerten de milli iradedir çünkü…

Jeolojik depremlerle sosyal depremler arasında müthiş bir ilişki vardır.
Her ikisi de sağlam olmayan (zeminde-toplumda), meşruiyeti sorgulanan ve derin sorunlu yapıları yerle bir ederler…

İnşaat yapıları depreme uygun nitelikte değilse, bilimsel temellere göre inşa edilmemişse, sarsıntının vuruşuyla yıkılırlar.
İktidarlar ile apartmanlar arasında bu açıdan benzerlik vardır.
Siyasal iktidarların da zeminini toplum oluşturur.
Toplum bir aykırılık görürse, tıpkı deprem etkisiyle siyasal çatıyı sarsar, gerektiğinde yıkar geçer…

Toplumsal tarihi anımsatmam mı gerekir…

Tarih, tamamen sosyal devrimler tarihinden ibarettir.

***

AKP'nin de yaşadığı budur, bir sosyal devrimle karşı karşıya bulunuyor.
Deprem sürüyor aslında.
Ana deprem şiddetle vurdu…

Yeni fay kırıkları oluştu…

Ama bu deprem tek ana fay kırığından kaynaklanmadı, çok boyutlu ve çok kırıklı bir fay hattı söz konusu!
Bu kırıklarda enerjiler birikiyor.
Duran insanlar, forumlar…

RTE, başlı başına fayların enerjisini dolduran muazzam bir potansiyel.
Başka bir şeye ihtiyaç bulunmuyor…

Çatıda büyük bir sarsıntı yaşıyor AKP…

Öyle ki, Bülent Arınç'ın reddettiği istifa söylentisi tepeyi vurdu.
Parti içinde sarsıntı var…

En azından üç milletvekili resmen ve daha belki de onlarca gayri resmi olarak, RTE iktidarıyla paralel yürümüyor…

Başbakanlık'a bağlı Afet İşleri'nin, ülkenin en iyi mühendisleriyle düzenlediği deprem yönetmenliğini yenileme toplantısı, sosyal sarsıntının etkisiyle açılıyor.
Afet İşleri'nden konuşmacı, en az yarım saat Gezi sarsıntısının olumsuz etkilerinden bahsediyor!

Çatıdaki sarsıntının işaretleri çok…

RTE'nin "milli irade mitingleri" başlı başına panik mitingleridir…

Bunların sosyal depremlere ilaç olduğu görülmemiştir.
Sadece daha şiddetli sorunlara yol açarlar.
RTE, her zaman bildiği, yaptığı "kamplaşma/kutuplaşma" politikasıyla bundan sıyrılacağını sanıyor.
Başka da bir politika bilmiyor.
Toplumu bölmenin, başlı başına bir iktidara meşruiyetini kaybettiren ana etkenlerden biri olduğunu, biri RTE'ye söylese bile faydası sıfırdır.
Çünkü RTE, gerilimden, bölünmüşlüklerden beslenen bir politikacı tipidir.
Ama bu politikası onun gidişine yol açan ana etken olabilir…

***

Çatıdaki sarsıntının izdüşümleri giderek çoğalıyor.

Paranoyayı da aşan bir durumla karşı karşıyayız.
Delirmenin işaretleri belirdi!
Örneğin sosyal depreme kayıtsız kalan kanalların penguen gösterileri de hükümete "tezgâhlanan komplo"nun bir parçasıymış!

Delirmenin bütün işaretlerini, iktidarın Yeni Şafak manşetlerinden de okuyoruz…

Yayın yönetmenlerinin niye değiştiği de anlaşıldı; durmadan dış mihrak arayışlarına bakılacak olursa, böyle zamanlarda gerekli olacak bir komplo teorisi uzmanını hazırlamışlar…

CIA-MIA, faiz lobisi, Zelo, internet ağı, CHP derken, "Alman Ergenekonu"nu piyasaya sürmüş…

Komplo teorisiyle RTE iktidarını giderek batağa sürüklediklerinin bile farkında değiller!

Kaygıları tepe noktası yaptı, Başbakan arındırılmış, homojen kitlelere karşı konuşuyor.
Heterojen, yani karışık, kendiliğinden topluluklara büyük bir elveda yaptı…

Mersin'de Akdeniz Olimpiyatları'nın açılış töreninde, bütün biletleri satın alıyorlar ve kendi güvendikleri insanlara dağıtıyorlar…

RTE'ye karşı olası protestoya tahammülleri yok.
Galatasaray ve Fenerbahçe stadyumlarında başına gelenlerden sonra, artık toplumla RTE arasına Berlin Duvarı çekildi.
Aslında bugünkü sosyal patlamanın işaret fişekleri şüphesiz stadyumlarda da atılmıştı!

***

Aslında RTE Kuzey Afrika'da iken, Gül-Arınç Gezi Parkı olayını çözmek için harekete geçmişlerdi.
Ama RTE o "büyük lider" edasıyla adeta tek başına meydan okudu, hem partisine hem de topluma…

O büyük ve derin psikoloji-sosyoloji bilgisiyle, gemiyi karaya oturtmuş vaziyette…

Cumhurbaşkanı Gül de yazgısını RTE ile bağladığı için, sosyal depremin doğrudan etki alanı içine girmiş durumdadır…

Bütün bunların üzerine bir de AKP'nin ekonomik saadet zincirinde büyük bir kopuş gündeme oturdu.
İktidar, 340 milyar borç para ile içeride caka satıyordu ve harcamalarını yapıyordu…

RTE ve adamları asıl şimdi faizin ne olduğunu öğrenecekler.
ABD para genişlemesini durdurma işaretini verince, zincir koptu!
AKP iktidarına ancak Cari Açık Hükümeti diyebiliriz.

***

Yılın şaşkın sözü: RTE: "Avrupa'nın bizi eleştirmesi antidemokratiktir, çünkü biz AB üyesi değiliz!"
Zulmü eleştirmek için AB üyeliğini şart gören bir anlayış…

İktidarın cilası döküldü, altından zulümkâr bir yüz çıktı, dünya RTE'yi dışladı…

RTE ya yelkenleri suya indirecek ya da çatışmayı sürdürecek.
Her açıdan demokratik bir ülkeye kapıları ya açacak, ya çatışacak…

Reddettiği, seçim barajının yüzde 3'e düşürülmesi önerisi de, sokağın demokrasi bayraklarından birine yazılıp dalgalanacağa benziyor!

Cumhuriyet

-                  --                  --                  --                  --                  ^^^^^ - vvvvv

Oktay Akbal: Ağaç Kavgası

23 Haziran 2013

Mustafa Kemal Atatürk'ün ağaçlara olan sevgisi hepimizce bilinir.
Cumhurbaşkanlığı'nın yazlık köşkü bir ağacın üstünde kurulmuş, onu yok olmaktan kurtarmanın yolu, üzerindeki ağacı kesmekmiş.
Mustafa Kemal "Hayır, biz köşkü başka yere taşıyalım" diyor.
Koskoca bina ne yapıp edilip, ağaçtan beş on metre uzağa çekilip yıkılmaktan kurtarılıyor.
Doğal olarak ağaç da…

Ağaç kavgasını sürdürenlere anımsatmak istedim.

Yıllar önce ben de yazmıştım, İsveç'teki bir parktaki çınar ağacının kesilmesine karşı çıkan semt insanlarının başkaldırmasını…

Metro durağı yapılacakmış, o ağacın orda olmaması gerekiyormuş.
Ama semt halkı "olmaz, kestirmeyiz" diyerek ağacın korumacılığını yapmış günlerce, gecelerce.
Bir de heykeli varmış İsveç Kralı'nın…

Biz de gittik ağacın altında bir kahve içtik eşimle.
Güzel bir haziran günüydü.
Ağaçla konuştum sanki, kulağıma gelen hışırtılar bana teşekkür mü etti bilmem.
Zor bir direniş yapmış Stockholm halkı, belediyeye o ağacı kestirtmemiş…

Bizde ağacı kesmek-kesmemek diye bir olay olmaz.
Ağaç bu, kesilecek, odun olacak, başka işe yarayacak…

Ama ağaçsız bir ülkenin ne denli çirkinleştiğini görmek için göz mü gerek?
Bizde bu tür bir koruma yoktur.
Ormanlarımızı kolaylıkla yok etmişizdir.
Birtakım adamlar inşa edilecek evleri için arsa olarak kullanmıştır.
Şöyle bir hesaplasak, elli yıl önceki ormanlarımızın yerinde yeller esiyor.
Daha doğrusu apartmanlar yükseliyor.
Kırk katlı, elli katlı devler.

Çocukluğumda bahçemizde dut ağacı vardı, iki tane de erik, bir tane de kiraz.
Dutunu yedik büyüdük.
Eriklerin dallarında sallandık.
Doğa ile ilkgençlik öncesindeki dostluklarımızı hep yaşadık.
Şimdi bilmem kaç katlı bir dev apartmanın on ikinci katından bakarken o güzelim bahçedeki ağaçlarımı karşımda görüyorum.
Bir hayal işte.

İsveç halkı bir tek ağacın kesilmemesi için nerdeyse belediye ile kanlı bıçaklı kavgaya girişecekmiş.
O kadar ki ağacı kesmeye gelenlerin bir dövülmedikleri kalmış.
Sopalarla kovalamışlar.
Bazıları sabaha kadar altında oturup beklemiş.
Ben de gözümle gördüm, inanamadım.
Böyle şeyler bizde olabilir mi diye düşündüm.

Ağaç bir mucizedir.
Gezi'deki ağaç kutsal bir değer gibi oldu bu olaylarda.
Önünde namaz bile kıldı halkımız.
Tek yaşasın diye.
Gençlerimiz ağacı korumak için kavgaya hazırdı.
Neyse şimdilik zafer ağacı sevenlerde.

Daha ne ağaçlar var.
Her biri için gereken savaşımı vermeye hazır ağaçseverler de günden güne çoğalmakta..

Cumhuriyet

-                  --                  --                  --                  --                  ^^^^^ - vvvvv

Mustafa Balbay: Ustalıktan Çıraklığa…

23 Haziran 2013

Geçen ay siyasetin analizini yaparken 2014 yılının başladığını söylemiştik.

Hızlanan gidiş fiilen 2014'ü öne çekmiş ve seçimler yılına girilmiş görünüyordu.

Haziranda işler daha da hızlandı.
Şöyle bir yorum yapsak abartmış olmayız:

Galiba 2015'e de girdik!

Siyasette genellikle partideki hesap sandığa uymaz.

Normal takvim şöyleydi:

Mart 2014'te yerel seçimler, Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanlığı seçimi, Haziran 2015'te genel seçimler yapılacak.

Başbakan'ın geçen sonbaharda anayasa değişikliği yapıp yerel seçimleri öne alma girişiminin başarısız olmasıyla başlayan takvim belirsizliği devam ediyor.

***

Takvimi bozan başlıca unsur, halkın uyanması.
Öyle bir uyandı ki, artık uyumuyor, hiç kıpırdamadan yerinde duramadığını gösteriyor.

AKP'nin toplumdaki dalgalanmayla ilgili düşünceleri de demokrasi deneyimimizin önemli bir halkasını oluşturacak…

Zira iktidarın olaylara bakışı şu:

Başbakan giderek ustalaşan bir kusursuzlukla ilerlerken toplum neden gerginleşti?

Bakış böyle olunca çözüm de tabii ki, toplumun "kusurlarını" gidermek yönünde aranıyor.

Haberlere göre psikologlarla, sosyologlarla toplantılar yapılıp halkımızın içine düştüğü "özgürlük istiyoruz", "artık yeter", "hükümet istifa" krizine çare bulunacakmış.
Haberi ilk okuduğumda bu toplantıları kendileri için yapacaklarını sandım, yanılmışım.

Görünen o ki, AKP hâlâ Türkiye'deki genel değişimin, iktidara yönelik "artık yeter" tavrındaki kalıcılığın farkında değil.
Bugüne dek uyguladığı yöntemlerle, taktiksel toplum mühendislikleriyle yola devam edebileceğini düşünüyor.

Özel sektör kuruluşlarını bile kendi 2023 hedefine kul eden AKP için, Cumhuriyet'in 100.
yılına kadar yapılacak tüm seçimler formaliteden ibaret.
2023'ten sonra da 2071 var.
Daha açıklamadılar ama, bakarsınız devamında 2099, Osmanlı'nın 800.yılı gelir.
22.yüzyıla Allah kerim.

Tek adam iktidarları, iç destekle dış desteği birbirine karşı kullanır.
İçeride zayıflarsa, bütün dünyada kabul gören bir lider havası yaratıp, dengelemeye çalışırlar.
Dışarıdan çok yüklenen olursa, bunu ülke içini birlik tutmanın aracına çevirirler.

Her iki alanda da yalnızlık çeken bir iktidar var.

Deyim yerindeyse; Başbakan yurtta yalnız, dünyada yalnız.
Çünkü yalnız kendisi var.

***

Genel bir değerlendirmeyle iktidarın ustalık, kalfalık, çıraklık karnesini şöyle özetleyebiliriz.

İlk 4 yılda büyük bir ustalıkla, AKP'nin doğal tabanı ve çevresi ile merkez sağ, İ-kinci Cumhuriyetçiler, solun küskün kesimleri, Türk-İslam, Kürt-İslam sentezcileri iktidar potasında tutuldu.
Bu tablo başta AB olmak üzere tüm dünyaya Türkiye'de demokrasinin hızla rayına oturduğu, büyük bir toplumsal mutabakat sağlandığı yorumuyla sunuldu.

Kabul etmek gerekir ki; usta işiydi.

İkinci 4 yılda usul usul güç gösterisi başladı.
İktidar gücünü artırdıkça etrafındaki koalisyonu tek renge dönüştürdü.
Bunu kabul etmeyenleri dışladı.
Bu süreçte AB ile ilişkiler de gerilemeye başladı.

Gidiş ustalıktan kalfalığa doğruydu.

Son 4 yılda yaygın söylemle "güç zehirlenmesi" ortaya çıktı.
Devleti yönetmekten toplumu, aileleri yönetmeye kadar her şey iktidardan sorulur hale geldi.

Sözü uzatmayalım; son tablo hükümetin çıraklık evresidir.

Halk bu aşamadan daha geriye gidişe hayır demiştir.

Cumhuriyet

-                  --                  --                  --                  --                  ^^^^^ - vvvvv

Mustafa Mutlu: Babasının kahramanı!

23 Haziran 2013

Babalar, kızlarının en büyük aşkı ve tek kahramanıdır…

Ama kimi kızlar vardır ki; babalarının "kahramanı" olurlar…

Tıpkı artık sona gelen Ergenekon Davası sanıklarından Veli Küçük'ün kızı Avukat Zeynep Küçük gibi…

Cuma günü Silivri'deydim…

Sanıkların son sözü alındı ama hiçbiri âdet olduğu üzere, "Ben masumum, beraatimi istiyorum" falan demedi!

İstanbul 13.Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti Başkanı Hasan Hüseyin Özese de hükmün açıklanması için duruşmanın 5 Ağustos'a ertelendiğini bildirdi.

Dedektif gibi…

Tüm bunlar yaşanmadan önce, Zeynep Küçük öyle bir "sunum" yaptı ki; savcılar ve hakimler hariç, salonda bulunan herkes için bu dava zaten o anda düştü!

Zeynep, sanıklardan Ufuk Akkaya'nın "iki saatlik son savunması"nın bir saat 22 dakikalık bölümünü kullandı.

Bir "dedektif" gibi aylarca telefon sinyallerinin, banka hesaplarının, sanık ve tanık ifadelerinin izini sürdü.
Son sunumunu da harita üzerinde yaptı.

Sözde Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmakla yargılanan sanıkların, Cumhuriyet Gazetesi saldırılarıyla ve Danıştay cinayetiyle en küçük bir ilişkilerinin olmadığını kanıtladı.

Bu alçakça saldırılarla, diğer sanıkların tek ilişkisinin; savcılar tarafından beraatı istenen sanık Osman Yıldırım'ın verdiği yalan ifadeler olduğunu belgeledi.

Davanın bu şekilde sonuçlandırılmasının, Danıştay saldırısında öldürülen hakimin kanının yerde bırakılması anlamına geleceğini gösterdi.

Son talebi de Danıştay Davası'nın, bu davadan ayrılması oldu.

'Kanınızı içeceğim!'

Zeynep, tam savunmasını bitirmişti ki; salonda bulunan Osman Yıldırım hakaret yağdırmaya başladı.
Yıldırım, salondan çıkarılırken sanıklara ve avukatlara dönerek, "Hepinizin kanını içeceğim" diye tehdit etti.

Kısacası…

İlk gözaltılarla birlikte yedi yıldır süren Ergenekon kumpası, bir "kız çocuğu"nun inadıyla ve çabasıyla son duruşmada çökertildi!

Kumpasçılar her şeyi hesaplamıştı ama "bir kız çocuğu"nun, babası için neler yapabileceğini göz ardı etmişti!

Karar ne olursa olsun; bu davada benim kahramanım Zeynep'tir!

Son sözleri…

Mustafa Balbay: Mahkeme, yasaları yok saydı, hukuksuzluk yaptı.

Mehmet Haberal: Hayatım gasp edildi.

Fatih Hilmioğlu: Yaşam hakkını ihlal eden bir mahkemeden adil bir karar beklemiyorum!

Hasan Iğsız: Adil yargılanmadım.
O yüzden bir şey söylemeye gerek duymuyorum.

Tuncay Özkan: Sözlerim asla 'son' olmayacak.
Daha, çooook konuşacağım.

Doğu Perinçek: Bu salonda suçlular vardır ama sanık sandalyesinde değildir!
Son sözü Türk milleti söyleyecektir!

Muzaffer Tekin: Hukuku dört yıldır askıya alanlardan bir kez bile beraat istemedim, yine istemeyeceğim!

Hurşit Tolon: Sizi vicdanınızla baş başa bırakıyorum.
Naçiz canımı da aziz Mustafa Kemal'in kurduğu cumhuriyete feda ediyorum.

GÜNÜN SORUSU

Atatürk, "Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim" diyordu; şimdikiler Taksim direnişçilerine, "Sizin yaptığınız eylemi s…..m.Allah belanızı versin eylemci çapulcular" diye tweet atan Rıza Kayaalp isimli güreşçiye Akdeniz oyunlarında ülkemizin bayrağını taşıtıyorlar.
İktidarı elinde bulunduranlar, sorum size:

Neden sevilmediğinizi hâlâ anlamıyor musunuz?

Gökçek'ten komplo teorileri!

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, "oğlunun" sahip olduğu Beyaz TV'ye "yine" çıkmış ve "dış güçlerin Türkiye'yi karıştırmak için tehlikeli senaryolar üretebileceği"ni söylemiş…

Sonra da devam etmiş:

"Şiddetsiz devrimin Türkiye'de olma ihtimali kalmamıştır.
Bu aşamayı başaramayınca, bu güçlerin uyguladığı metot, suikastlar yapmak…

Tercih sırasını nasıl yaparlar onu bilemiyorum.
Ama onlar için birinci tercih devletin üst kademesinden olabilir…

Ses getirebilecek birisi olmalı.
Bu Melih Gökçek de olabilir.
Bu isimlerden bir tanesine suikast yaparak ortalığı birbirine katmak, ortalığı kan gölüne çevirmek.
Veya iki tane işadamını öldürecekler…

Ya da Gezi eylemlerinde adı sivrilen birilerini öldürecekler.
Bir suikast zinciri başlatacaklar.
İnsanları birbirine kırdırmak için…

Beni de vurabilirler.
Beni vurdukları için kimse sokağa dökülmesin…

Bu dış güçlerin ve ajanların işidir.
Türkiye'nin bekasını bozup, bizi birbirimize düşürmeye çalışan, alçakların işidir."

Melih Gökçek; MİT Başkanı mı?

İçişleri Bakanı mı?

Elinde iddialarını kanıtlayacak bilgi ve belge var mı?

Yoksa…

Halkı galeyana getirebilecek böylesine vahim iddiaları nasıl dile getirebiliyor.

Hadi o kafasına göre takılıyor; iyi de neden tek bir savcı bile çıkıp "Gel bakalım arkadaş; bu bilgeleri nereden aldın?"
diye sormuyor.

VATAN

-                  --                  --                  --                  --                  ^^^^^ - vvvvv

Altemur Kılıç: Yassıada mektupları

22 Haziran 2013

Ölmüş anamın 'evrakı metrukesi' döndü dolaştı bana geri geldi.
Bu evrak arasında benim Yassıada'da tutuklu iken anama ve diğer yakınlarıma yazdığım sansür edilmiş mektuplar var.
Bu mektuplar bir form halinde.
Kapağında adımın yanındaki sayın sözü sansürcü tarafından çizilmiş yerine soru işareti konulmuş veya düşük tabiri kullanılmış.
Zira o zamanki jargona göre biz düşüklerdik, dışarıdaki aile ve yakınlarımız da 'kuyruklar'...
Ankara'da ilk okulda öğrenci olan merhum kızım Ayşegül Kılıç'ı öğretmeni sınıfta düşük kızı diye tanıtıyordu.
Ve kızım bunun travmasını uzun süre üzerinden atamamıştı.

Bir gece Yassıada'daki koğuşlardan çıkarılmış, rıhtıma indirilmiş ve sanki adaya yeni geliyormuşuz gibi bir film çekilmişti.
Sonradan öğrendiğime göre sinemalarda 'Düşükler Yassıada'da' adı ile gösterilmiş.

***

Yassıada mektuplarında hep anamı, onun vasıtası ile de yakınlarımı teselli etmişim.
'Merak etmeyin sonunda adalet muhakkak tecelli edecektir' nakaratı ile teselli etmişim.
Evet 8 ay sonunda 'adalet' tecelli etti ama üç tane devlet adamını darağacına götürdükten ve benim kıymetli hayatımdan 8 ayı çaldıktan sonra.
Ve ülke vicdanında derin yaralar açtıktan sonra.

Bu arada mektuplarımız sansürden geçtiği için, bir takım şifrelerle dışarından haber almaya çalışıyorduk.
En büyük merakımız; yargılamaların ne zaman başlayacağı ve hangi suçlardan, hangi maddelere göre yargılanacağımız idi.
Çünkü bu konuda bize bilgi verilmediği için her şey muğlaktı.
Arkadaşlardan biri eşine bu konuyu kızının adını kullanarak "Serap'ın imtihanı ne zaman" diye sormuş.
Eşi de Serap konusunda muhtelif rivayetleri, üstü kapalı izah ettikten sonra herhalde bunalmış olacak; "Serap artık o…..oldu diye yazmış."

Ben de bu konuda bir şeyler yazayım dedim ama bakın başıma neler geldi: Anneme bir mektup yazdım.
Mektupta "Osman dayımın imtihanı ne zaman" diye sordum.
"Osman" gerçekten dayımın adı ama aynı zamanda da benim göbek adımdı.
Bu şifreyle annemin ne demek istediğimi anlayacağını ve beni de ona göre aydınlatacağını ummuştum.
Heyhat gelin görün ki ne ummuş ne bulmuştum.
Zavallı annem mektubu okuyunca başlamış "Vah…
Vah…Oğlum hapislerde oynatmış" diye dövünmeye.
Çünkü Osman dayım yıllar önce ölmüştü…

Anneme durumu anlatana kadar akla karayı seçmişler…

Her ikisi de nur içinde yatsınlar.

***

Darbeyi yapanlar kendi sakat mantıklarına göre 3 canı almadan darebelerinin anlamsız olacağına inanmışlar ve Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol, 'sizi buraya tıkanlara sorun' sözleriyle kararların ve özellikle idamların mahkemeye nasıl dayatıldığını itiraf etmişti.
Ben Yassıada davaları bittikten birkaç yıl sonra Ankara'da Salim Başol'u elinde pazar filesi çarşıda dolaşırken gördüm.
Şimdi darbeyi yapanların adlarını bile güç hatırlıyorum.
Fakat yaptıkları zararlar milletin bağrında saplanmıştır.

Hâlâ tartışılan bir konudur; acaba sizi ben bile kurtaramam demiş olan İsmet Paşa idamlara engel olmaya hakikaten çalıştı mı?
Ben yakinen biliyorum ki Paşa, Demokrat Parti liderlerine karşı kini ne olursa olsun idamlara karşıydı.
Ve o zamanki şartlar elverişli olmamasına rağmen sonuna kadar da çalıştı.
Fakat başaramadı.
Paşa idamlara karşıydı çünkü bir devlet adamı olarak bu idamların ülke vicdanında ve tarihinde kapanması güç yaralar açacağını biliyordu.

Yeniçağ


a45UyF587661-201306231126-15
^^^^^ - vvvvv

--

zaryop:jaro

In dubio pro reo
Suphe zanliya yarar.

Latin Atasozu
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder