Ülke dağılıyor aslında.
Bir gemi bile karinası delindiğinde birden batmaz.
Su almaya başlar.
Kritik bir miktara ulaşınca su üstünde tutunamaz ve geminin battığını ancak o zaman görürüz.
Türkiye çok uzun süredir su alıyor.
Küresel güçlerin arzuları ve planları var.
Bu sadece Türkiye için değil.
İngiltere, Fransa, İspanya, Rusya, Çin ve diğer ülkeler için de planları var.
İskoçya, İrlanda, Bask bölgesi, Korsika, Valon-Flaman bölgeleri, Çin'in işgali altındaki devletler, Rusların işgalleri altındaki bölgeler ve Kürdistan.
Saysak daha çok var.
Dikkate değer üç başlık var.
Birincisi, dünya nüfusunun 2.5 milyara çekilmesi.
İkincisi büyük ülkelerin ufalanması.
Serbest ticaret önünde duran bütün engellerin kaldırılması.
Bu işlere engel olmaya kalkan ulus devletler ise milletler arası örgütler eliyle ablukalarla, ekonomik ve askeri müdahalelerle terbiye edilecek.
Sonuçta dünya bölgesel federasyonlar, küresel konfederasyonlar, milletler arası örgütler ve çok uluslu şirketler eliyle küresel zenginlerin kontrolü altında tek elden idare edilecek.
Küresel zenginlerin bizlerin anladığı anlamda para kazanmak derdi yok.
Onlar bütün bu işleri evlerine nafaka götürmek, çocuklarını doyurmak için yapmıyorlar.
Bu ailelerin ellerinde bulunan maddi gücün trilyonda biri bile onların yedi ceddini doyurmaya yeter aslında.
Onlar zaten haddini aşan miktarda zenginler.
Belki de bu ailelerin daha da çok zengin olmaları mümkün değil.
Bir düşünün dünyadaki bütün demir, çinko, bakır, aklınıza gelen bütün madenler, bütün değerli madenler ve taşlar, bütün eser element madenleri, bütün hidrokarbon havzaları, bütün sektörlerde ve bütün dünya üzerinde yapılan üretimin, ticaretin büyük bölümü birkaç yüz ailenin elinde.
Bir sürü çatı şirket, bu şirketlerin karmaşık sermayedarlık ilişkileri, karmaşık sahiplik silsileleri.
Şirketlerin elinde şirketlerin hisseleri, bankaların elinde bankaların hisseleri var.
Ancak, zinciri takip ederseniz, tüzel kişilikleri tüketir gerçek kişilere ulaşırsınız.
Misal dünyadaki bütün bor madenlerinin üretimi iki büyük şirketin kontrolü altında.
O iki büyük şirketin hisseleri başka şirketlerin elinde, Matruşka gibi.
Ulus devletlerin kamu kuruluşları dahi bunların rekabetine dayanamıyor.
Misal bizim Etibank olsun.
Dünyada emisyonda olan doların çok büyük bölümünü kaydi olduğunu, çok azının banknot olarak basılı olduğunu bilmelisiniz.
Bu paranın da büyük bölümü bu hanedanların hesaplarında kayıt altında.
Yine dünyanın en büyük ülkelerinin Merkez Bankalarının da doğrudan bu ailelerin mülkiyeti altında olduğunu bilmelisiniz.
Zenginliklerini korumak onlar için yeterli.
Belki de diğer para hanedanlarıyla maddi rekabet içinde olabilirler.
Ancak, sizinle, benimle rekabet etmedikleri kesin.
Hatta emin olun bu hanedanlar Koç, Sabancı ailelerini dahi rekabet etmeye değer bulmazlar.
Ve bu ailelerin isimlerini asla Forbes dergisinde göremezsiniz.
Bir Google araştırması yaptığınızda resmi verilere ulaşamazsınız.
Ben yaptım, böyle oldu.
Bir araştırın bakalım dünyanın en zengin yüz kişisi kimdir?
Bunların arasında Rochefeller, Rotschileds ailesinden birilerini göremezsiniz.
Ama Oracle, Microsoft, sahiplerini falan görürsünüz.
Peki bunca patırdı neden?
Evet, bu para hanedanlarının da idealleri var.
Tek dünya devleti, tek dünya dini, tek dünya para sistemi falan bunlar idealleri değil.
Sadece ideallerine yönelik taktik hedefler, araçlar.
Kendilerinden olan hanedanların, bütün ülkelerde Yahudi halkın, İsrail'in ve vatandaşlarının hak ve menfaatlerinin korunması genel olarak budur.
Nasıl ki kasaba zenginleri hayır için cami, çeşme, okul falan yaptırıyor.
Nasıl ki bölgesel zenginler üniversite, vakıf falan tesis ediyor.
Bunlar da kendilerince hayır yapıyorlar.
Onların ölçeğinde ideal, aidiyet hissetikleri halklara kazanımlar sağlamak, onları korumak, güç vermek, düşmanlarına zarar vermektir.
Bu amacıyla ülkeleri tıpkı bir marangozun keresteyi yonttuğu gibi yontmak, şekil vermek, bölgeleri, dünyayı yeniden tanzim ederler..
Küresel zenginlerin büyük bölümünün Siyonist olduğunu bilirsek bunların kim için hayır yaptıklarını, yapacaklarını daha iyi anlarız.
Küresel zenginlerin ne kadarı siyonistdir diye bana sorarsanız tahminin en az %70-80'i derim.
Şunu da hatırlatayım, hristiyan diye bahsedilen küresel zengin hanedanlar aslında Judeohristiyandır.
Bunların da cilasını kazıdığınızda altında Yahudilik çıkar.
Anglikan kilisesi, Evangelistler, Püritenler, sonradan ortaya çıkmış olan New Age din ve mezhepler, füzyon dinler ve mezhepler hep bunların kontrolü altındadır.
Bizdeki Ftnebaz Cemaat(The Snster Fraternty) böyledir mesela.
Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA
merhaba,
bu konuda sürekli görüşlerimi ve gözlemlediklerimi söylemeye çalıştım.
anlayamadığım, ülke neden hala dağılmıyor? acaba bir grup küresel güç parçalanmasını, daha rahat kullanılmasını istiyor da diğer bir grup küresel güç, bu şekilde devam ettirilerek, aynı yerlerde döndürerek daha kolay mı kullanıldığını görüyor?
bundan otuz yıla yakın bir dönem öncesinde, "ülkenin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" vurgulaması sürekli TRT haberlerinde söylenip dururdu. ve faili meçhul cinayetler almış yürümüştü. yani malum güçler nasıl dilerse ülke o yöne giderdi.
bu konudaki görüşlerinizi ve bilgilerinizi yazar mısınız? teşekkürler.
saygılarımla
On 04.01.2015 16:57, Oraj Poyraz wrote:
Abi belli ki bir uzman, belki bir emekli subay, belki de akademisyen. Bir tez
çalışması gibi incelemiş. Tarihçesini falan anlatmış. Fakat çok önemli bir
noktayı atlamış.
Ülkemizde konusunun uzmanı, her konuda insan vardır. Ekonomiden, sanayiiye ,
askerlikten, teknolojiye, eğitimden, istihbarata kadar her konuda fazla fazla
insan vardır. Bunda bir sıkıntı yok.
Sıkıntı bu insanlara soru soran tek kişi dahi yoktur. Çünkü bu insanlardan
faydalanması gereken devlet aygıtının bunları kullanmak yönünde bir iradesi yoktur.
*Her şeyden önce bir mücadele iradesi olacak.* Konunu bu yanı çok önemli. Devlet
aygıtında görevli memurlarda bir irade olacak. Bu memurları bir mücadele
hedefine yönetleten siyasi irade olacak, bu siyasi iradeyi üreten bir kamuoyu
olacak.
Şimdi bizim ülkemize gelelim. Bizim halkımız arasında etnik ve sünni şeriatçı
fay hatları vardır. Bu bir gerçek.
Bu fay hattının Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yansıdığını da biliyoruz. Bu hem
açıkça bölücü olan partiler, hem de merkezde gözüken partiler üzerinden
olmuştur. TBMM'de ortaya çıkan aritmetikler bölücü fay hattını merkezi devlet
teşkilatına da taşımıştır. Bakanlıklar, bakanlık teşkilatları bölücü unsurların
kadrolaşmasına açıktır ve buralarda da bölücü kadrolaşma olmuştur. İşte bu fay
hattı halktan, meclise, meclisten siyasi iradeye ve oradan da ülke yüzeyine
yayılmış devlet teşkilatına uzanmıştır.
Benzeri durum irticai guruplar, cemaatler için de geçerlidir. Halkta taban bulan
cemaatler ve şeriatçı örgütler yerel ve merkezi yönetimde yer bulmuştur, siyasi
iktidar içinde sonuç almaya yetecek miktarda kadrolaşma imkanı bulmuştur,
hükumeti oluşturan bakanlar arasından pay kapmıştır, devlet aygıtının ülke
sathına yayılan bütün teşkilatlarında kendi gücüyle orantılı güç ve imkan bulmuştur.
Bölücü olsun, şeriatçı olsun halkta az çok taban bulmuş bütün fikirler siyasi
iradenin içinde de yer tuttuğundan, siyasi sistemi demokrasi dışında kalan
usullerle yönlendirme imkanı olmadığı sürece devletin her iki taraftaki fikirler
ve oluşumlarla mücadele imkanı yoktur.
Ayrıca, ülkemiz ekonomisi, siyaseti küresel oligarklar tarafından ele
geçirilmiştir. Özgür demokratik düzen olarak karşımızda duran şey içi boş bir
tiyatro temsili halindedir. Her seviyedeki bütün adaylar halkın etki edemediği
süreçler sonunda belirlenmektedir. Siyasi bütün aktörler New York bağlantılı ve
eşgüdümünde olmak zorundadır. Halkın çağdaş ve birlikten yana olan çoğunluğunun
sistemi kendi görüşlerine göre etkileme imkanı kalmamıştır.
Çok lafın özü, *_ü_**_lkemiz_**_de_**_bölücü_**_ve_**_şeriatçı_**_f_**_ikir ve
örgütlerle müc_**_adele iradesi yoktur_**_._* Bu aykırılıklar zaman içinde
gelişirken de hiçbir zaman yeteri kadar olmamıştır. Bu irade eksikliği halktan,
siyasete, hükumete ve devlet aygıtına uzanan her seviyede geçerlidir.
Bazı dedikoduları duymuş olabilirsiniz. Bir PKK grubunun tam da imha edilmek
üzereyken Ankara'dan gelen bir emirle çemberden kaçma fırsatı bulduğunu duymuş
olabilirsiniz. Ya da güvenlik güçlerinin canla başla mücadele etmesini
beklediğiniz zamanlarda anlaşılmaz bir ataleti içinde gelişmeleri sadece
izlemesini şaşırarak izlersiniz. Bazen de çok meşhur bazı siyasi kişilerin
bölücü ya da şeriatçı guruplarla güç birliği, ticari ortaklıklar içinde olmasını
anlayamazsınız. Bunlar nadir olgular değildir.
Doğrusu bölücü kalkışmanın tırmanışa geçmesini, toplumun giderek cemaatler
tarafından kuşatılmasını izlediğim bunca yıldan sonra, ben doğrusu seçmenlerin,
basit ve normal insanların saflığını, iyin niyetini, idrak ve muhakeme
yetersizliklerini izlemekten sıkıldım.
*N**erede bu devlet, nerede bu millet*, neden bu işler oluyor, neden devlet
müsamaha ediyor, neden izliyor, neden hiç bir şey yapmıyor, neden yapıyormuş
gibi yapıyor diye çığrışanlar için yazıyorum. Evet, bilin, anlayın ve kabul edin
artık. Sivil toplumda neler varsa, bunların devlet içinde, merkez ve yerel
yönetimlerde bazen haddini de aşan miktarda gücü ve payı vardır. Devletin neden
yeteri kadar etkin mücadele etmediği sorusunun cevabı budur.
Ülkemiz gerçekte küresel oligarşinin kontrolü altında olduğu halde, normal
gözüken günümüz demokratik düzen içinde kaldığı sürece bölücü ve şeriatçı
örgütlerle mücadele için gereken irade asla olmayacaktır. Devlet kendi içindeki
bölücü ve şeriatçı uzantıları sözde demokratik nizam içinde ayıklama imkan ve
kabiliyetinde değildir. Devlet, demokratik seçimlerin sonuçlarına boyun eğdiği
sürece yerel yönetimlerde bölücü ve şeriatçı ayıklama yapamayacaktır.
Kısacası, hem şeriatçı, bölücü olduğunu bildiğiniz kişi, kadro ve partilere oy
verip, hem de devletin neden bunlarla yeteri kadar mücadele etmediğini söylemek
sıkıcı, aptalca bir çelişkidir.
Peki gidişat nereye varır. Toplum içindeki fay hatları sıcak ve sert
kırılmalarla kırılmaya devam eder. Giderek ağırlaşır. Sonunda herkesin herkese
karıştığı bir kan banyosu, bir iç savaş ortamı yaşanır. Geçmişte yaşadığımız
Ermeni-Türk kapışması yaşanması muhtemel olan için iyi bir modeldir. Böylesi
sonuçları itibariyle hiçbir olumlu etki yaratmaz. Bölücülerin arzuları ya
tamamen ya kısmen başarısız olur, şeriatçılarınki de öyle. Akan kan o derece çok
ve uzun süreli olur ki, ülke siyasi göç verir, beyin göçü verir. Sel gider kum
kalır. Geride sadece şiddetle beslenen bir kalabalık kalır. Günümüz Afganistan,
Suriye, Irak, Pakistan'ı nasılsa aynen öyle.
Olası bir çözüm yolu var mıdır? Doğrusu günümüz siyasi sisteminin bir çözüm
üretmesi imkansız mertebesindedir. Her şeyin dibe vurduğu o son anlarda siyaset
üstü bir birleştirici yiğit ortaya çıkar ve tıpkı eski Yunan'daki tiranlar gibi
olağanüstü dönemi, olağanüstü yöntemlerle idare ederek ülkeyi yeni bir düzene
taşırsa belki bir çözüm çıkabilir.
Bize demokratik diye sunulan tiyatro temsilinden bir çözüm beklemediğimi
vurgulamam lazım. Evet, ülkemizin ve bu topraklarda yaşayan bütün insanları
geleceği karanlıktır. Bu topraklarda gelecek on yıllar bırakın demokrasiyi,
cumhuriyetin korunmasını dahi imkansız kılacak, hatta ulusun en temel insan
haklarının dahi ayaklar altına alındığı bir dönem olacak gibi görünmektedir.
Saygılar.
Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA
--------------------------------------------------------------------------------
*OSMAN ARARAT : Terörle Mücadelede İstihbaratın Yeri ve Önemi***
Ocak 3,
2015<https://derinstrateji.wordpress.com/2015/01/03/istihbarat-dosyasi-osman-ararat-terorle-mucadelede-istihbaratin-yeri-ve-onemi/#respond>
<https://derinstrateji.files.wordpress.com/2015/01/image00178.jpg>
AutoResizeImage.https://derinstrateji.files.wordpress.com/2015/01/image00178.jpg?w=600Türkiye'de
30 yıldır devam eden terör sorunu hakkında bugüne kadar yüzlerce, belki de
binlerce kitap, makale ve doküman yazılmıştır. Bu sorun hakkında bu kadar çok
belgeye yer verilmesinin nedeni, hiç kuşkusuz terör ve şiddetin Türkiye'nin
sinesine saplanmış bir hançer misali 30 yıldır devam ediyor olmasının yanı sıra,
bu hançerin sapında bir çok devletin elinin bulunmasıdır.
Türkiye'deki PKK terörünün baş göstermesinin üzerinden bugün 30 yıl geçmiştir.
Bu nedenle bu olayın tarihi olaylar kapsamına girdiğini değerlendirmekteyim.
Tarihe mal olmuş her olay gibi, ülke gündeminin hâlihazırda birinci sırasını
işgal etmekte olduğunu düşündüğüm bu ağır terör sorununun da hiç kuşkusuz
gelecekte kapsamlı tarihi yazılacaktır.
30 yıldan beri devam eden, binlerce cana ve milyarlarca liraya mal olan terör
sorunu bugün, geçen bunca yıl sonrasında bambaşka bir çehreye bürünmesine
rağmen, Türkiye'nin canını acıtmaya, enerjisini tüketmeye ve hâlâ Türkiye'nin
gündeminin ön sırasını işgal etmeye devam etmektedir.
Türkiye'deki terör sorununun günümüzde bambaşka bir çehreye bürünmesi, ister
istemez */'Terörle Mücadelede İstihbaratın Yeri ve Önemi'/* başlıklı bu makalede
ele alınan konu, düşünce ve önerilerin ortaya konulmasında, dün ne idi? bugün ne
oldu? Sorularına cevap aranması ile birlikte, bugünkü siyasi iktidar tarafından
sözde milli bir proje olarak sunulan, içeriğinin güvenlik güçleri tarafından
dahi bilinmediği */'açılım ya da çözüm projesi'/*nin başlatıldığı tarihe kadar
olan dönem esas alınmıştır. Zira bugün gelinen noktada Güney Doğu Anadolu
Bölgesinde ne güvenlik, ne asayiş, ne kamu düzeni, ne harekât ve ne de
istihbarat diye bir şey kalmamıştır. Bölge tamamen Bölücü Terör Örgütü (BTÖ)'nün
insiyatifine terk edilmiş durumdadır.
II. Dünya Savaşından sonra İngiltere'nin hegemonyasının sona ermesinin ardından,
onun halefi durumundaki ABD, uluslararası ölçekte */'hegemon güç'/* olarak dünya
sahnesindeki yerini aldı. */'Hegemon'/* kavramı latincede */'lider'/* anlamına
gelmektedir. */'Hegemonya'/* kavramı ise, siyaset bilimi literatüründe, */'bir
şehir devletinin diğer şehir devletleri üzerindeki üstünlüğü'/*//anlamında
kullanıldı. Hegemonya kavramı geleneksel olarak otorite, liderlik ve tahakküm
kavramlarının bir kombinasyonu olarak siyaset bilimi literatürüne girdi.
Uluslararası ilişkilerde */'uluslararası hakimiyet'/* şeklinde algılanmaya
başlandı ve bu üstünlüğe ve ayrıcalığa sahip olan devletler ise hegemonik güç
olarak adlandırıldı.[1]
Hegemonik güçler, yeniden bir savaşa girmek zorunda kalmadan kendi çıkarları
için dünyanın dört bir tarafında devşirme adamlar buldu. Tüm dikkat ve
ideolojilerini, dünyanın en büyük enerji kaynağı olan petrolü elinde bulunduran
Orta Doğu üzerine yoğunlaştırdı. Arzın merkezi konumundaki Orta Doğu referans
noktası kabul edildi. Bunun için büyük yatırımlar yapıldı. Büyük paralar
harcandı. Yatırım yapılan ülkelerden biri de Orta Doğu'ya yakınlığı ile bilinen
Türkiye idi. Hegemonik gücün stratejistleri artık eskisi gibi savaşlarda fiziki
cepheler açılmasını istemiyorlardı. İcat ettikleri yeni savaşın adı */'vekâlet
savaşları'/* idi. Soğuk savaş döneminden itibaren sıcak çatışmaya girmek
istemediler. Özellikle sıcak çatışma bölgelerinde bulunan, vekil olarak tayin
ettikleri devletleri ve PKK gibi, PYD gibi, PJAK gibi, El-Kaide gibi, IŞİD gibi
terörist grupları kullanarak, II. Dünya Savaşından sonraki yıllarda dünyanın
çeşitli bölgelerinde yoğun olarak uyguladıkları örtülü operasyonlarını, vekâlet
savaşları ile sürdürmeye başladılar. Bir bakıma örtülü operasyonlar yerini
açıktan yürütülen vekâlet savaşlarına bıraktı.
Diğer taraftan hegemonik gücün küresel lideri, bu yolda çok sağlam bir evlilik
kurduğu İngiltere ile birlikte, hatta İngiltere gözetiminde dünya çapında */'Tek
Devlet'/* ideolojisi çerçevesinde iktidar peşinde koşarken, oluşturduğu
işbirlikçi ağıyla dünyayı kuşatmak için 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren
elinden ne geliyorsa yaptı. Sözde demokrasi ve demokratikleşme maskesi altında
petrol ve silaha dayalı */'ekonomik hegemonya'/* modelini öne çıkardı. En zor
mağlup edilen insan organının beyin olduğunu bildiklerinden sadece psikolojik
savaşın etkili bir silahı olan propaganda ile yetinmediler.[2] Onun yanında
sistematik zihin yönlendirme yöntemlerini de eklediler ve geniş bir işbirlikçi
kadro oluşturarak dünyayı çember içine aldılar.Tıpıkı balıkçı teknelerinin,
ağlarını balık sürülerinin çevresine sererek sürüyü kuşatması gibi. [3]
*1984-1999 Yılları Arası*
II. Dünya Savaşından sonra hegemonik güçlerin etkisi, baskısı ve kuşatması
altında kalan Türkiye, 1984 yılından itibaren simetrik (eşit güçte olan taraflar
arasında sürdürülen klasik silahlı mücadele) olmayan */'/**/asimetrik
psikolojik'/* bir savaş ile karşı karşıya bırakılmıştır. Asimetrik psikolojik
savaş, hedef unsur veya hasım güce yönelik olarak, onun irade ve gücünü eritmek,
çürütmek, yıpratmak, çözmek, tahrip etmek ve plânlanan hedefler doğrultusunda
arzu edilen seviyeye getirilmesini sağlamak maksadıyla, küçük, güçsüz, ve zayıf
tarafı oluşturan ve psikolojik savaş istihbarat unsurları ile desteklenen, bu
konuda eğitilmiş ve yetiştirilmiş -yetkinleştirilmiş- terörist gruplarla
sürdürülen mücadeleye denir.
Asimetrik Psikolojik Savaşın etkili olabilmesi için, harekât öncesi, sırası ve
sonrasında etkili bir istihbarat çalışması ile desteklenmesi şarttır. Bir başka
ifade ile, asimetrik psikolojik savaşın başarısı bir bakıma ortaya konan
istihbarat bilgi, beceri ve analizine dayanır. Uygulanacakpsikolojik harp
istihbaratıteknikleri sayesinde hedef unsurun iç işlerine olabildiğince nüfuz
edilir, içeriye ne kadar nüfuz edilirse o kadar başarılı olunur.
Asimetrik mücadeleyi, günümüzde bir bakıma */'terörizm'/* tanımlamasıyla
birlikte, IV. Nesil Savaşlara örnek teşkil eden bir mücadele olarak da
nitelendirmek mümkündür. Türkiye'de bunun bugünkü adı */'terör sorunudur'/* ve
sürdürülen mücadelenin adı da */'terörizmle mücadele'/*dir.
Türkiye'de hegemonik güç destekli olarak sürdürülen terör ve şiddetin amacı,
Atatürk Cumhuriyeti'nin temel felsefesini değiştirmek ve ulus devleti ortadan
kaldırmaktır. Devletin üniter yapısını bozarak parçalamak ve bölmek ana
hedeftir. Bunun için birinci öncelikli olarak psikolojik harp vasıta ve
tekniklerinden istifade edilir. Önce ülkede derin bölünmeler, kutuplaşmalar
yaratılır, Bununla birlikte toplum etnisite, inanç ve mezhepsel eksende
ayrıştırılır.[4]
Bunu yaparken, istihbaratın önemli bir bölümünü teşkil eden psikolojik harp
istihbaratından yararlanılır. Psikolojik harp istihbaratını, b*ir devletin diğer
devlet üzerinde millî menfaatlerini gerçekleştirmek üzere uyguladığı ve
psikolojik harpte kullanacağı her alandaki (siyasî, askerî, ekonomik, sosyal,
ideolojik, teknolojik vb.) zafiyetlerinin ve hassasiyetlerinin sistematik bir
tarzda tespiti, tasnifi, yorumlanması ve istihbarat haline getirilmesi,
*şeklinde tanımlamak mümkündür.
Yukarda ana hatlarıyla çizilen bu karanlık tablonun temelinde, stratejik
öngörüsüzlük, geleceği şekillendirememe ve iyi analiz edememe, yani staratejik
akıl ve istihbarat üretememe, ya da eksik üretme ile birlikte, pro-aktif siyasi
tedbirlerden yoksun olarak uygulamaya konulan ve hatalı olarak tespit edilen
güvenlik politikaları yatmaktadır.
Jeopolitik açıdan Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu'nun merkezinde kritik
coğrafyada bulunan Türkiye'nin güvenlik politikalarındaki yanlış tespit ve
uygulamalar aslında bugüne özgü değildir. Bünyesinde barındırdığı enerji
kaynakları ile hegemonik güçlerin daima cazibe merkezi durumunda olan Orta
Doğu'da, Türkiye'nin izlediği politikalardaki arıza yıllar öncesine
dayanmaktadır. Orta Doğu'da atılması gereken doğru adımların ters yönde
atılmasına, birinci körfez savaşı sonrası çekiç güce */'evet'/* demekle
başlandı. Sözde Irak'ın toprak bütünlüğünden yana olmamıza rağmen, Irak'ın üçe
bölünmesinin temelleri daha o tarihlerde böylece atıldı. Ardından ikinci körfez
savaşında Türkiye'nin beka ve güvenliği için elzem olan 1 Mart tezkeresine evet
yerine, */'hayır'/* denilerek tarihi hataya düşüldü. Orta Doğu'da Türkiye'nin
giydiği gömleğin düğmeleri en başta yanlış iliklendiğinden bunun acı sonuçları
ne yazık ki bugünlere yansıdı.
Bugün de atılması gereken doğru adımların ters yönde atılmasına devam
edilmektedir. Halihazırda izlenen Suriye politikası bunun en bariz örneğidir. Ne
var ki, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğinden Anayasal sorumluluk taşıyan siyasi
iktidarların, o tarihlerden itibaren Orta Doğunun geleceğini
değerlendirebilecek, analiz edebilecek, Orta Doğudaki şekillenmeyi görebilecek
ne bir kadrosu, ne bir ufku, ne bir vizyonu, ne de sağlıklı bir stratejik
istihbarat üretebilecek imkân ve kabilyeti vardı. Bugün de yoktur. Bu durum
madalyonun bir tarafıdır. Bir de asıl bunun içeriye yansıması vardır ki, işte
Türkiye 30 yıldır bununla uğraşmaktadır.
Soğuk savaşın henüz sona ermediği 20. yüzyılın son çeyreğinde başlayan ve soğuk
savaş sonrasında da giderek tırmanış gösteren en tehlikeli somut terör tehdidi,
Türkiye'nin birinci öncelikli meselesi olmaya bugün de devam etmektedir.
Başlangıçta önemsenmeyen, hafife alınan ve gerekli özen gösterilmeyen söz konusu
tehdidin boyutlarının ülke güvenliğini ve bekasını tehlikeye düşüren potansiyel
bir hale dönüşmesi neticesinde, TC Devleti ve o tarihlerde (1991-1993) iş
başındaki hükümeti tarafından alınan yoğun güvenlik önlemleri sayesinde, 1994
yılından itibaren alan hakimiyeti güvenlik güçlerinin eline geçmiştir. Ancak bu
tarihten itibaren terörle mücadelede etkili istihbarat faaliyet ve çalışmaları
yapılmaya başlamıştır.
1994-2000 yılları arasında alan hakimiyetinin güvenlik güçlerinin eline
geçmesiyle birlikte bölgedeki istihbarat faaliyetlerinin yoğun olarak
sürdürülmesi sonucunda, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında icra edilen
başarılı operasyonlar sayesinde BTÖ gerilemiş ve strateji değiştirmek zorunda
kalmıştır. Anılan dönemde yıllardır bu mücadeleyi özveriyle yürüten güvenlikten
sorumlu makamlar tarafından, terörle mücadelenin uzun soluklu bir mücadele
olduğu, güvenlik güçleri tarafından terör ağacının sadece dallarının
budanabileceği, asıl köklerinin kurutulması için devletin bu soruna topyekûn
olarak yaklaşması gerektiği, bunun için birinci öncelikle kararlı bir siyasi
iradenin varlığına ve terörle mücadele konusunda milli bir mutabakata ihtiyaç
olduğu defalarca ifade edilmiştir. Güvenlik güçleri sözünü ettikleri ağacın
dallarını budamışlar mıdır? Evet budamışlardır. BTÖ özellikle 1994-2000 yılları
arasında ağır ve dehşetli yenilgiye uğratılmış, elebaşısı bulunduğu yeri terk
etmek zorunda bırakılarak yakalanmış, örgüt rezil ve perişan bir hale düşürülmüştür.
*1999- 2004 Yılları Arası *
Söz konusu yıllar arasında, BTÖ başının 1999 yılında yakalanarak Türkiye'ye
getirilmesinden sonra, yenilgiyi kabul etmek mecburiyetinde kalan örgüt
siyasallaşma yönünde adımlar atmaya başlamıştır. Bu tarihlerde alan
hakimiyetinin güvenlik güçlerinde olması neticesinde ve yapılan başarılı
istihbarat ve oprerasyonlar sayesinde sivil ve askeri uzmanlarca 2001 yılında
terörle mücadeleye yönelik bölge ile ilgili yapılan durum değerlendirmelerinde
şu hususların öne çıktığı görülmüştür.
-1990-1993 yıllarında iç güvenlik bölgesi genelinde yıllık bazda binlerle ifade
edilen terör olayları sayısının, 2001 yılına gelindiğinde bunun yüzde biri
seviyelerine indiği, bunun yanı sıra, terör eylemlerinde hayatını kaybeden
vatandaş ve güvenlik güçlerince verilen zayiatın da aynı oranda düştüğü tespit
edilmiştir.
-1984 yılından beri her türlü koşulda sabır, sebat ve büyük fedakârlıklarla
sürdürülen PKK Terör Örgütüne karşı mücadelede 2001 yılına kadar toplam 5850
şehit verilmiş, 10 binin üzerindeki güvenlik gücü mensubu yaralanmış, bunların
içerisinden bir kısmı da kollarını, bacaklarını, gözlerini vererek sakat
kalmıştır. Yine bu mücadelede, 5400 vatandaş hayatını kaybetmiş, 6000 den fazla
vatandaşımız da yaralanmıştır.
-1990-1993 yıllarında sadece Şırnak İli kırsalında barınan toplam terörist
miktarı 2000-2500 seviyelerinde iken, bu sayıyı koruyamaz hale gelen örgütün,
bölgedeki terörist miktarı 450-500 seviyelerine düşmüştür. Bu durumda, 2001
yılında terörün şiddet boyutunun önemli ölçüde kontrol altına alındığını
söylemek mümkündür.
-Bölgede bölücü örgütten kaynaklanan terörün şiddet boyutundaki bariz azalmaya
karşılık, örgütün siyasi bir güç haline gelme gayreti içine girdiği görülmüştür.
-Bununla birlikte, Doğu ve Güneydoğuda bölgenin sosyal ekonomik kalkınmasını
sağlayarak, terörün istismarına neden olan eksikliklerin giderilmesine yönelik
yeni devlet ve hükümet politikaları geliştirilmiş ve bu yönde yapılan
hazırlıklar acil eylem plânlarına dönüştürülerek yürürlüğe sokulmuştur.
-Bu noktada, bölücü örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden barış adı altında
bazı istek ve talepleri olmuştur. Bunlardan bazıları:
-Kürt asıllı vatandaşlarımızın ayrı bir ulus olarak tanımlanması ve bunun
Anayasaya dahil edilmesi,
-Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bazı bölgelerde özerk yönetimler
oluşturulması,
-Terörist başı dahil, halen cezaevlerinde bulunan 10 binin üzerindeki tutuklu ve
hükümlünün serbest bırakılması ve bunların siyasi faaliyetlerine müsaade
edilmesidir.
-Yukarda belirtilen şartların kabul edilmemesi durumunda ise silahlı eylemlere
tekrar başlanacağı tehdidinde bulunulmuştur.
-BTÖ'nün bölgede yıllarca sürdürdüğü terörden en fazla bölge halkının olumsuz
yönde etkilendiği bilinmektedir. Terörün neden olduğu ekonomik ve sosyal
tahribatın, bu bölge için düşünülen her alandaki yatırım gayretlerini
engellediği aşikârdır. Ayrıca bölücü örgüt bu dönemde, sözde demokrasi ve insan
hakları zırhına bürünerek uluslararası platformlarda kendine yer edinme çabası
içerisine girmiştir.
-1990'lı yıllarda sadece silahlı mücadele yöntemini benimseyen örgütün, 2000'li
yıllara gelindiğinde stratejik değişikliğe gitmesinin arkasındki asıl gerçeğin,
etnik milliyetçilik temeline dayalı, siyasi ayrılıkçı bir hareketin yaratılma ve
geliştirilme gayretlerinden ibaret olduğu değerlendirilmiştir.
Sonuç olarak 2001 yılına gelindiğinde, bölücü örgüt hedefinin birinci safhasını
teşkil eden, sosyal ve kültürel hakların elde edilmesi için halen mücadelesine
azim ve kararlılıkla devam ettiği, örgütün bu safhadan itibaren siyasallaşma
faaliyetlerine ağırlık verdiği, önümüzdeki dönemde özellikle 2002 seçimlerinden
sonra Türkiye'de ortaya çıkacak yeni siyasi iradenin tavrı ve tarzına göre terör
ve şiddeti artırabileceği, bu kapsamda terör ve şiddetin özellikle kırsal
alandan ziyade şehirlere kaydırılabileceği değerlendirilmiştir. [5]
Ne var ki, yukarıdaki değerlendirmeye paralel olarak, 1999-2004 yılları
arasındaki dönem, kişisel tabirimle */'rehavet dönemi'/* olarak terörle mücadele
tarihinin sayfaları arasında yerini almıştır. Bahse konu dönemde, TC Devleti tüm
kurumlarıyla */'terör sona erdi'/* yanılgısına kapılmıştır. Bir süre sonra
bölücü terör ve şiddetle ilgili çıkacak yangını, siyasi iktidar dahil kimse
öngörememiş ve hesaplayamamıştır. Zira, bölgede daha önceki yıllarda üstün
gayret, çaba, emek verilerek tesis edilen ve bölge için elzem olan istihbarat
ağı tasfiye edilmiştir. İnsan odaklı güvenilir bilgi ve haber kaynakları
dağıtılarak adeta terör ve şiddete davetiye çıkarılmıştır. OHAL uygulamasına son
verilerek bir kısım birlikler batı garnizonlarındaki eski kışlalarına
gönderilmiştir.
*2004-2009 Yılları Arası*
BTÖ elebaşısının yakalanmasının ardından toparlanma maksadıyla eylemsizlik
dönemine giren terör örgütü, 2004 yılından itibaren silahlı varlığını tekrar
harekete geçirerek şiddet eylemlerine yönelmiştir. Bununla birlikte bu dönemde
oluşturduğu Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) isimli bir yapılanma ile
alternatif bir devlet kurmaya çalıştığını, silahlı varlığını farklı yapılar
üzerinden şehirlere taşımayı hedeflediğini çok açık bir biçimde ortaya
koymuştur. Terör örgütü, KCK sistemi ile kırsalın dışında şehirlerde silahlı
faaliyet gösterebilecek imkân ve kabiliyete kavuşmak istemiştir.
Nitekim terör ve şiddet 2004 yılından itibaren kaldığı yerden olanca hızıyla
tekrar geri dönmüştür. Bir süredir bölgede duran kan yeniden akmaya başlamıştır.
Örgüt adeta karşı atağa geçmiş ve alana hakim olmaya başlamıştır.
Söz konusu bu dönemi iyi değerlendiren BTÖ 2005, 2006 ve 2007 yıllarında
kırsalda ve şehirlerde terör ve şiddet eylemlerini artırmıştır. Buna karşılık
olarak, 2008 yılının Şubat ayında K.Irak'ta gerçekleştirilen Güneş Harekâtı,
güvenlik güçlerinin bölgede daha önce binlerce şehit verme uğruna tesis ettiği
*/'alan hakimiyetini'/* kurtarmak adına yaptığı -netice vermeyen- son
çırpınışlardır.
*2009 Sonrası*
2009 yılına gelindiğinde ise, AKP Hükümetinin başlattığı açılım/çözüm süreci ile
birlikte alan hakimiyeti tamamen BTÖ'nün eline geçmeye başlamıştır. Askerler
tarafından hemen her gün PKK terör örgütü mensuplarının yerlerinin duyum ve
diğer istihbarat vasıtalarıyla ile tespit edilmesine ve bu istihbaratın teyit
edilmesine rağmen, İl Valileri tarafından operasyona izin verilmediği
görülmüştür.[6]
Söz konusu bu dönemde yaşanan sadece somut iki olay TSK açısından kesin olarak
istihbarat başarısızlığıdır. Bunlardan birincisi 2011 yılının son günlerinde
meydana gelen Uludere olayıdır. Bu olayda TC Devleti ve Silahlı Kuvvetleri,
hasım güç/güçler tarafından kurgulanan sahte bilgi ve haberlerle tuzağa
düşürülmüş ve hasım taraf hedefine ulaşmıştır. Diğeri de 15 Ağustos 2014'te
Diyarbakır'ın Lice İlçesine terörist heykeli dikilmesi olayıdır. Her iki olay da
aslında sözde açılım/çözüm projesinin bir ürünüdür. Şayet güvenlik güçleri alana
hakim olsalardı, asayiş ile igili bölgede meydana gelen ve bugün hâlâ devam eden
yüzlerce olay gibi, bu iki önemli olayın da vuku bulamayacağını değerlendiriyorum.
*Alınacak Tedbirler*
Türkiye gibi kritik bir coğrafyada, psikolojik ve asimetrik psikolojik
saldırıların odağında bulunan bir ülkenin, her şeyden önce bu saldırıları
önleyecek ve kıracak çapta yeniden geliştirilmiş bir istihbarat yapılanmasına
ihtiyacı vardır. İstihbarata atfedilen değer ve istihbaratın başarısı, bir
devletin istihbarat teşkilâtlanması ve örgütlenmesinin ölçütüdür. Türkiye'de
istihbarat teşkilâtlanması ya da örgütlenmesinin arzu edilen ölçüde yeni bir
yapıya kavuşturulması ve seviyesinin yükseltilmesi milli bir görevdir. Ancak bu
bile yeterli olmaz. Bununla birlikte söz konusu teşkilâtın bünyesine uygun,
-asker, sivil- nitelikli istihbarat personelinin eğitilmesi ve yetiştirilmesi de
şart ve gereklidir. Diğer yandan, istihbaratın başarılı olması, merkezi bir
teşkilâtlanmayı gerekli kılar. Terörle mücadelede insiyatifin ele geçirilmesi,
hasım tarafın mücadele azminin kırılması, bozulan güvenliğin ve kamu düzeninin
yeniden inşası ancak geniş hacimli, bir merkezden idare edilen güçlü ve yeterli
bir istihbarat ağının tesis edilmesi ile mümkündür.
Bir örnek olarak, ABD'de istihbaratı üreten 16 resmi istihbarat teşkilâtında
200.000'den fazla kişi bulunmaktadır.[7] ABD'de 1.250 hükümet kuruluşu ve 1.931
özel şirket, 10.000 kadar tesiste güvenlik odaklı programlar üzerinde
çalışmaktadır. Bugün ABD'de 854.000 kişi çok gizli güvenlik kleransına sahip
olup, bunların 265.000'i özel şirket çalışanlarıdır. Bu rakamlara ülkenin
gizlilik dereceli araştırma ve teknoloji merkezleri ile diğer ülke içi ve
dışında faaliyet gösteren ve örtülü gündemi olan güvenlik yapılanmaları
eklendiğinde 4 milyon kişi bir rakama ulaşılır ki, bu da ABD'nin aslında tam bir
güvenlik devleti olduğunu gösterir.[8]
Mevcut asimetrik tehdit göz önünde bulundurularak, yukarda örneği verilen
gelişmiş istihbarat örgütlenmeleriyle, Türk istihbarat sistemi ve yapısı
analitik olarak mukayese edilmeli ve çıkacak sonuca göre, kendi bünyesine uygun
ve ihtiyacı ölçüsünde yeni bir milli istihbarat teşkilâtlanmasına gidilmelidir.
*Terörle mücadelede istihbarat konusunda alınabilecek diğer tedbirler şöyle
sıralanabilir:*
-Taktik ve operatif seviyede yapılan cari istihbarat çalışmalarında, güvenlik
güçlerine çeşitli kaynaklardan ulaşan yüzlerce bilgi arasından işe yarayacak
haber bilgileri fark eden tecrübeli istihbarat analizcilerine ihtiyaç vardır.
Bilgi kirliliği denizinde yüzen istihbaratçıların görevi, işe yarayacak temiz
bilgiyi aramak bulmak, diğer haber ve bilgilerden ayırtederek kullanıcıların
istifadesine hazır hale getirmektir. Bu nedenle taktik ve operatif seviyede,
içinde bölücü örgüte yönelik çalışan istihbarat birimlerinin yer aldığı ayrı bir
*/'İstihbarat Analiz Merkezi'/* kurulmalı ve bu merkez için görevlendirilen
personel uzun süre birarada çalışacak şekilde uzmanlaşmış istibarat
analizcilerinden teşekkül ettirilmelidir. Zira iyi bir analizcinin yetişmesi
uzun yıllar alabilir. Diğer yandan anılan merkez, tüm istihbarat elemanlarının
tek bir merkezde müşterek çalışmasına imkân sağlar. Bu aynı zamanda istibarat
çalışmaları için önem arzeden istihbaratın tek elden sevk ve idaresini mümkün kılar.
-Kurulacak istihbarat analiz merkezinin bir bölümü, doküman incelemeye tahsis
edilmelidir. MİT, Emniyet, Jandarma ve bölgede görevli tüm güvenlik
kuvvetlerinin eline geçen her çeşit doküman bu merkezde incelenerek
değerlendirilmeli ve analizcilerin istifadesine sunulmalıdır.
-Taktik ve operatif seviyede yapılan istihbarat faaliyetlerinde, her ne kadar
klâsik istihbarat elde etme usul ve yöntemleri bugün hâlâ geçerliliğini
muhafazaya devam etsede, bunun yanında çağdaş istihbarat teknik ve metodlarına
da ihtiyaç vardır. Günümüzde modern istihbarat teknik ve metodlarının başında
insan istihbaratı (HUMINT) gelmektedir. BTÖ halk desteğine büyük önem verir.
Anılandesteği kaybettiğinde mücadeleyi de kaybedeceğini bilir.Bu maksatla insan
istihbaratı özellikle asimetrik tehdide karşı ön plânda tutulmalıdır. İnsan
istihbaratı çok basit tanımıyla, kaynağı insan olan istihbarat faaliyetidir.
İnsan istihbaratının tam yapılabilmesi için bölgenin kontrolunun güvenlik
güçlerinde olması ve bölgenin demografik yapısı dikkate alınarak geniş bir haber
ağı ve bununla ilgili haber toplama vasıtalarının oluşturulması zaruridir.
-Sorunun uluslararası boyutu da dikkate alınarak, Başbakanlık ve Genelkurmay
Başkanlığı seviyesinde yapılan stratejik istihbarata ihtiyaç vardır. Stratejik
istihbarat, bir ülkenin bekası ile yakından ilgilidir. Uluslar arası ilişkilerde
büyük resmin ortaya konulmasını sağlar. Ayrıca, bir ülkenin dış politikasının
oluşturulmasında önemli yer tutar. En önemlisi de geleceği şekillendirir.
Türkiye gibi bir ülkenin, kendi ilgi sahasında çıkarı olan güç merkezlerinin
bölge için geliştirdikleri plânın bir parçası olmaması için, zamanında ve doğru
olarak yapılan stratejik istihbarat üretimine ihtiyacı vardır. Öbür taraftan
modern istihbarat üretme metodlarından, görüntü isihbaratı (IMINT), açık kaynak
istihbaratı (OSINT), sinyal istihbaratı (SIGINT), ölçüm ve iz istihbaratı
(MASINT) gibi, diğer gelişmiş ileri teknoloji ürünü görüntü alma ve özellikle de
dinleme sistem ve tekniklerinin kullanılması, stratejik seviyede yapılacak
istihbarat değerlendirmelerine ve üretimine önemli katkıda bulunur.
-İcra edilen tüm istihbarat çalışmaları ve faaliyetlerinin yanı sıra, sorunun
uluslar arası boyutu da dikkate alınarak istihbarat üretecek yeni özel
istihbarat kuruluşları, şirketleri ve düşünce merkezlerinin tesisi ve
işletilmesi düşünülmelidir.
-İstihbaratın temel fonksiyonlarından biri olan istihbarata karşı koyma (İKK),
bir başka ifade ile */'karşı istihbarat'/* eksikliği, kendi milli gücümüz ve
istihbarat çalışmalarımız hakkında yabancı istihbarat örgütleri ve gizli
servislerinin iştahını kabartır. Hasım tarafın kendi topraklarımızda tabiri
caizse cirit atmasına, bilgi edinmesine ve zararlı faaliyetlere maruz
kalınmasına engel olacak tedbirler mutlaka alınmalı ve bu durum devlet ve
hükümet politikası haline getirilmelidir.
-Terörle mücadelede özel kuvvetlerin görev fonksiyonu, mevcut asimetrik tehdit
kapsamında giderek artmaktadır. Özel kuvvetlerin üstlendikleri en az harekât
fonksiyonları kadar, istihbarat fonksiyonlarının da geliştirilerek
güçlendirilmesi ve her ikisinin birden seviyesinin yükseltilmesi düşünülmeli ve
değerlendirilmelidir.
-Bilgi bütünlüğünü sağlamak ve terörle mücadele eden tüm unsurlar arasında
istihbarat paylaşımını en üst seviyeye çıkarmak amacıyla, farklı güvenlik ve
istihbarat/harekât birimleri arasında sağlanacak sürekli işbirliği ve
koordinasyon sonucu hazırlanacak düzenli raporlar, terörle mücadelede etkin rol
oynayacaktır.
-Irak sınırının coğrafi karakterinin önemi nedeniyle, sınır ötesi istihbarat
elde dilmesi için, teknik istihbarat alanındaki proje çalışmalarına kararlılıkla
devam edilmelidir. Mevcut insansız hava araçlarının (İHA) yanı sıra, görüntü
almaya ve dinlemeye yönelik olarak TÜRKSAT serisi uydulardan yararlanılması ve
uzaydan gözlem ve keşif uydu ağıyla istihbarat temin edilmesi zorunlu bir
istihbarat ihtiyacı olarak ortaya çıkmaktadır. ABD'nin ulusal güvenliğinden
sorumlu Ulusal Güvenlik Konseyi (UGK)'ne göre, terörle mücadelede istihbarat en
kritik vasıtadır. Terörle mücadelede istihbaratın belkemiğini ele geçirilen
şüphelilerin sorgulanması ve uydu kabiliyetleri oluşturmaktadır.[9]
*Sonuç *
30 yıldır devam eden terörle mücadelede karşı karşıya kalınan asimetrik tehdidin
bertarafına yönelik en önemli husus, istihbaratın temini, analizi, zamanında ve
yerinde kullanılmasıdır. İstihbarat, terörle mücadelenin temel kilit taşıdır.
İstihbarat aynı zamanda terörle mücadele gibi tıpkı akıl, muhakeme ve tecrübeye
dayanır. İstihbarat aslında bir problemdir ve çoğu zaman yüzde yüz tam olmaz..
Bunun için elde edilen istihbaratın mutlaka analizi gerekir. Analiz, istihbarat
probleminin çözümünü sağlar. İstihbarat analizi, seçilen muhtemel çözümleri ve
hareket tarzlarını doğrulamaya, test etmeye, irdelemeye, sınamaya, bir başka
deyişle gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tespit etmeye yönelik bir incelemedir.
Devletin terörle mücadelede izleyeceği yol haritasının belirlenmesine ve bölücü
örgüte karşı uygulanacak taktik ve stratejilerin tespit edilmesine yardımcı olur.
Taktik ve operatif seviyede uygulanan her türlü istihbarat çalışma ve
faaliyetlerinin başarılı sonuçlar verebilmesi, bölgenin tamamının güvenlik
güçleri vasıtasıyla devletin kontrolünde olmasına bağlıdır. Bu olmazsa bugün
içine düşünülen içler acısı durum hâsıl olur.
Terörle mücadele azim ve kararlılığında olan bir devlet, bekasını idame ettirmek
ve milli menfaatlerini gözetmek için karşı karşıya bulunduğu tehdit ve risklerin
bertaraf edilmesini sağlayan, insiyatifi elinde bulundurarak kendi iradesini
hasım tarafa kabul ettiren, caydırıcı nitelikteki bir istihbarat sistemine sahip
olan devlettir.
Bir sonraki makalemde, 24-25 Aralık 2014 tarihlerinde merkezi Ankara'da bulunan
*/'Ulusal Strateji Merkezi'/* (USMER) tarafından düzenlenen, */'Türkiye'/*/de
Bölücü Teröre Çözüm'/ konulu sempozyuma değinecek ve bu konuyla ilgili kişisel
görüş ve düşüncelerimi aktaracağım
https://derinstrateji.wordpress.com/2015/01/03/istihbarat-dosyasi-osman-ararat-terorle-mucadelede-istihbaratin-yeri-ve-onemi/
--------------------------------------------------------------------------------
a45UyF587661-150104125802-06
^^^^^ <strict.html#BAS> - vvvvv <strict.html#SON>
Kopruleri atma.
Ayni nehri kac kez daha gecmek zorunda kalacagina sasiracaksin...
Anonim Nasihat
MAIDE - 69 Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah a ve
ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.
Ayni hukum BAKARA - 62 de de gecmektedir.
***
AL - IMRAN - 85 ise Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul
edilmeyecektir.
O ahirette de kaybedenlerdendir. denilmektedir.
EINSTEIN IN KOZMIK DINSEL DUYGUSU
Tum bu dinsel- tiplerde ortak olan Tanri kavrami insanmerkezci karakteridir.
(...) Ama tum bunlarda bulunan dinsel deneyime dair bir ucuncu asama vardir, saf
haliyle cok seyrek olmakla birlikte: ona kozmik dinsel duygu adini verecegim.
Bu duyguyu, hic yasamamis birine, ozellikle buna karsilik gelecek Tanri ya
iliskin hic insanmerkezci olmayan bir kavrama sahip olmayan birine izah etmek
cok zordur.
Kozmik dinsel duyguyu insanlar birbirlerine nasil iletebilirler, hele ki Tanri
ya iliskin bir tanim vermiyorsa, bir teoloji ogretisi vermiyorsa?
Bence, sanat ve bilimin en onemli islevi, onu almaya acik olanlar icin, bu
duyguyu diriltmek ve canli tutmaktir.
Bu sekilde din ile bilimin iliskisine dair, bilindik olandan cok farkli bir
kavrama ulasiyoruz.
Bir kisi konuyu tarihsel olarak ele alsa, bilim ve dinin uzlasmas karsitliklar
olarak gormeye baslar.
(...) Ben iddia ediyorum ki kozmik dinsel duygu bilimsel arastirma icin en guclu
ve muhtesem gududur.
(...) Bir insana boyle bir gucu kozmik dinsel duygu verebilir.
Bir cagdasim soylemisti, haksiz olmayarak, bizim materyalistik cagimizda ciddi
bilimsel arastirmacilar tek en derin dinsel insanlardir.
How can cosmic religious feeling be communicated from one person to another, if
it can give rise to no definite notion of a God and no theology?
In my view, it is the most important function of art and science to awaken this
feeling and keep it alive in those who are receptive to it.
We thus arrive at a conception of the relation of science to religion very
different from the usual one.
When one views the matter historically, one is inclined to look upon science and
religion as irreconcilable antagonists.
(...)I maintain that the cosmic religious feeling is the strongest and noblest
motive for scientific research.
(...)It is cosmic religious feeling that gives a man such strength.
A contemporary has said, not unjustly, that in this materialistic age of ours
the serious scientific workers are the only profoundly religious people.
New York Times Magazine on November 9, 1930 pp 1-4.It has been reprinted in
Ideas and Opinions, Crown Publishers, Inc.1954, pp 36 - 40.It also appears in
Einstein s book The World as I See It, Philosophical Library, New York, 1949,
pp.24 - 28.)
Grup eposta komutları ve adresleri :
Gruba mesaj göndermek için...........................: ozgur_gundem@yahoogroupscom
Gruba üye olmak için :
ozgur_gundem-subscribe@yahoogroupscom
Gruptan ayrılmak için....................................:
ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroupscom
Grup kurucusuna yazmak için :
ozgur_gundem-owner@yahoogroupscom
Grup Sayfamız..............................................:
http://groupsyahoocom/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyrazblogspotcom/
--------------------------------------------------------------------------------
This eMail was sent by *Oraj Poyraz * at oraj.poyraz@openmail.cc.
For questions and changes contact the Group Administrator: ** at
cimcime@neomailbox.net.
<mailto:cimcime@neomailbox.net> If you want to unsubscribe from this
orajpoyraz@emaildodo.com Group click here
<http://www.emaildodo.com/unsubscribe_other.php?listname=orajpoyraz&email=lakcan199@gmail.com>
To file a complaint please send an eMail to: complaints@emaildodo.com
<mailto:complaints@emaildodo.com?subject=This is a complaint about
orajpoyraz@emaildodo.com&body=Hi,%0D%0A%0D%0A I would like to file a complaint
about the orajpoyraz@emaildodo.com group. %0D%0A%0D%0AI am not happy about the
fact that .......%0D%0A%0D%0AWould you be so kind to follow this up
?%0D%0A%0D%0AThanks,%0D%0A>
Adet
. . . . . .
Ahmaklarin tabi olduklari sey
LEHCET UL HAKAYIK (GERCEKLERIN DILI)
Her asirdaki insanlarin en iyilerinden dunyaya getirildim.
Buhari
Benim goruslerim Spinoza ninkine yakindir: Duzenin, bizim sadece belli bir olcude ve yetersiz bir sekilde kavrayabileyecegimiz mantiksal yalinligina duyulan inanc ve bunun guzelligine duyulan hayranlik.
My views are near those of Spinoza: admiration for the beauty of and belief in the logical simplicity of the order which we can grasp humbly and only imperfectly.
Kaynak: Albert Einstein, 1947; from Banesh Hoffmann, Albert Einstein Creator and Rebel, New York: New American Library, 1972, p.95.
(Bu goruslerinden dolayi Einstein in Panteist oldugu sonucu cikarilabilirse de, bir sonraki gorusunde de agnostiklige yakin oldugunu belirttigini gorecegiz)
Grup eposta komutları ve adresleri :
Gruba mesaj göndermek için...........................: ozgur_gundem@yahoogroupscom
Gruba üye olmak için : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroupscom
Gruptan ayrılmak için....................................: ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroupscom
Grup kurucusuna yazmak için : ozgur_gundem-owner@yahoogroupscom
Grup Sayfamız..............................................: http://groupsyahoocom/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyrazblogspotcom/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder