14 Mayıs 2012 Pazartesi

Fwd: Bayramların kutlaması değişsin mi?



-------- Original Message --------
Subject: Bayramların kutlaması değişsin mi?
From: Murat Binzet <m1000zet@googlemail.com>


Sn Çelik doğru söylüyor: Ulusal bayramlar gibi dini seremonilerle bayramların kutlaması da değişsin mi?

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik doğru söylüyor.
Cumhuriyet’in bayramları gibi dini bayramların kutlaması da değişmeli mi?
Dini bayramlar, tam bir komedi midir?

Ne o öyle iki gram et yemek için, hayvanları katletmek;  hayvanları katletmenin bayramı mı olur?
Arap’ın kurban bayramı bizi neden ilgilendiriyor? 

Ramazanda neden niye ederek, aç kalmak zorundayız?
Neden metabolizmamızın dengesini bozalım?
Arap’ın orucundan, şeker bayramından bana ne?
Neden ramazanın sonundaki Arap’ın şeker bayramını kutlamak zorundayız?

Akrabaların, eşin dostun ziyaretine neden gitmek zorundayız?
Gitmiyor muyuz?
Artık bunlar köhnemiş gelenekler değil mi?
Bunlar Sn Çelik’in dediği gibi ritüeller; hem de artık günümüzde anlamını yitirmiş ilkel ritüeller değil mi?

Sn Çelik’in dediği gibi;
“Ama artık Gana'da, Gine'de, Uganda'da, Somali Cumhuriyeti'nde bulunan bütün bu araç gereçler...
Şehrin kurtuluşu diyorsunuz, toplar, tanklar geçiyor, arkasından köy hizmetlerinin dozerleri, greyderleri geçiyor, Sağlık Müdürlüğünün ambulansları geçiyor, Telekom'un pikapları, bir bakıyorsunuz belediyenin otobüsleri, vidanjörleri geçiyor.
Bundan daha komik bir manzara olabilir mi?
Bunu değiştirmeyelim mi?
Bu böyle devam etsin mi?
Şehrin temsili kurtuluşu gösteriliyor, ilkokul çocukları acayip acayip kıyafetler giydirilerek şehir meydanında bir mermi süngületiliyor, bunu sürdürelim mi?
Bunlar değişsin.
Bunlar sadece, bütün bu kutlamalar, milli bayramlarımız, kurtuluş günlerimiz, Atatürk'ü anma, Atatürk'le ilgili tarihi günler.
Bunlar birer ritüeldir, birer seremoni.
Birer sadece yapmış olmak için yapılan şekli ve özellikleri olan şeyler olmaktan çıksın.
Biz 'bu işlere bir içerik, bir ruh, bir mana katalım, bir şuurlanma, bilinçlenme vesilesi olsun' dediğimiz zaman biz Cumhuriyet düşmanı oluyormuşuz.
Cumhuriyet kimsenin malı değil.
Bu ülkede bir padişah gelsin bizi idare etsin, bir haneden ailesi bizi idare etsin diyebilecek kadar basit düşünen bu ülkede insan düşünemiyorum.
Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak varlık sebebimizdir.
Biz bunu istiyoruz.
Kuzey Kore'deki törenleri yapmamızı mı istiyorsun, Kremlin Meydanı'nda sergilenen görüntüleri sergilememizi mi istiyorsun?
Tanklar niçin sokağa çıksın?
Biz tanklarımızın olduğunu bilmiyor muyuz?
Biz bu tankları dünyaya göstererek birine gözdağı mı veriyoruz?
Halkımıza mı gözdağı veriyoruz?
Hayır o zaman sizin ne kadar gücünüzün olduğu, ne kadar askeri mühimmatımızın olduğu, tankınızın, topunuzun, uçağınızın olduğu aslında esrarlı olursa daha caydırıcı olur.
O zaman vazgeçelim bunlardan.
Bizim bu düşüncelerimize tepki gösterenler, eğer çok özlerler ve isterlerse eski yıllara ait çekilmiş kutlama videolarını seyretsinler.”

Öte yandan kutlu doğum haftası, deniyor.
Birilerinin kafasına saksı mı düştü?
Nereden çıktı bu hafta?
Bunca yıldır böyle bir şey var mıydı?
Arap’ın peygamberinin doğumundan bana ne?
Çok isteyen varsa, evinde kutlayamaz mı?

Ayrıca neden yaşantımızın her adımını köhnemiş belirsiz hadislerle düzenlemek zorundayız?
Yok peygamber gibi mi giyinip yaşayacağız?
Arap mıyız biz?
Hem peygamber dönemi giysileri diye erkeklere Bizanslı rahiplerin kilise dışındaki resmi giysilerini bayanlara da Bizanslı rahibelerin örtülerini giydirmiyorlar mı?  

Çok isteyen ya gitsin Arap’ın bayramlarını Arabistan’da kutlasın!
Arabistan’da yaşasın!

Ya da "Bizim bu düşüncelerimize tepki gösterenler, eğer çok özlerler ve isterlerse, eski yıllara ait çekilmiş kutlama videolarını seyretsinler ".

İki rahmetten biri!   

NİCE KUTLU 19 MAYIS'LARA...

Dr.Noyan UMRUK

*Bu yazıda Sn.Gülsev EYÜBOĞLU'nun hatırlatmalarından yararlanılmıştır.
Kendilerine teşekkür ederim.
 

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalandığında, Osmanlı’nın  Kafkasya, Suriye-Filistin, Irak, Hicaz-Yemen, Çanakkale, İran, Galiçya, Makedonya cephelerinde savaşmış, 400 bin yorgun ve bitkin gaziden oluşan, donanımsız ve donanmasız bir askeri gücü vardı.

5 Kasım 1918’de Düvel-i Muazzama ya da  İtilaf Devletleri, ilk terhis kararnamesini mevcut hükümet ve Sultan Vahidettine imzalatarak orduyu önemli ölçüde küçültme yönünde ilk adımını atmış oldu.
Silahlar ve mühimmat da İtilaf Devletleri yetkililerine teslim edilmeye başlandı.

Bu kayıtsız şartsız teslimiyete karşı çıkan bazı  komutanlar, emirlerindeki erlerin terhisine ve silahların düşmana teslimine yanaşmayınca hemen ertesi günü Akdeniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Calthorpe, İstanbul Hükümeti aracılığıyla  Sina-Filistin, Irak, Hicaz-Yemen cephelerindeki komutanlara  derhal maiyetindeki erleri terhis etmeleri ve kendilerinin de en yakın İngiliz Birliklerine teslim olmaları emrini gönderdi.

Teslim olmayı reddeden komutanlar için, 1 Ocak 1919’ da İstanbul Hükümeti 2nci terhis kararnamesini yürürlüğe koydu.
Kararname uyarınca silahlarını teslim etmeyen komutanlara "İmzalanan Barış(!)anlaşmasına uymalarını, derhal erleri terhis ,silahları teslim etmelerini aksi takdirde en ağır şekilde cezalandırılacakları” telgrafla bildirildi.

Düvel-i Muazzamanın dostluk, barış ve huzur getirdiğini ileri süren mütareke basını da ordunun küçültülmesine, terhis ve giderek asayiş gücüne indirgenerek lağvedilmesine alkış tuttu.

Önce ordular lağvedilerek kolordulara dönüştürüldü; daha sonra bir çok kolordu azaltılarak tümen ve tugaylara indirgendi.

Direnen tutsak komutanların bir bölümü Nemrut  Mustafa Paşa Divan-ı Harbinde yargılanarak, Bekirağa Bölüğü namı ile anılan Harbiye Nezaretinin askeri hapishanesine kapatıldılar.
Diğer bir bölümü ise, özellikle D.ve G.Doğu Anadoluda askerlerini ve silahlarını teslim etmeyerek Mustafa Kemal’in 19 Mayısta Samsuna ayak basması ile başlayan, 5-6 gün sonra coşku ve kıvançla anılacak ve kutlanacak olan Kurtuluş Savaşı Destanı’nın halkla birlikte ilk nesnel(maddi) ve öznel(manevi) temellerini oluşturdular.

Lakin, tarihin garip cilvesi her zamanki gibi tecelli etti.
16 Mart 1920’de Meclis Muhafız Bölüğü komutanı, toplantı halindeki Meclis-i Mebusan salonuna girerek, bir İngiliz müfrezesinin, kuvvacı mebusları teslim almaya geldiğini bildirdi.
Böylece, “bana dokunmayan yılan…”mantığıyla davranan rahip gibi,  bir kısmı kuvvacı olmayan mebuslar da gerçekten kuvvacı olanlarla birlikte ilkönce tutuklandılar.
Sonra bir grup aydın ve subayla birlikte Malta zindanlarına gönderildiler ve orada kuvvacı oldular…

Bugün, çok şükür, böyle büyük bir savaştan yenik çıkmadık ve söylendiğine göre işgal altında da değiliz.
Ama, T.S.K.de şu anda 365 cıvarında olan muvazzaf general ve amiralden 70’e yakını (birçoğu uzun zamandır), her 5 generalden biri tutuklu.
Bu komutanların biri orgeneral, ondördü korgeneral ya da amiral, geri kalanı tüm/tuğgeneral ya da amiral.
Herhalde en az tutuklu general kadar tutuklu muvazzaf subay ve astsubay var.
İstifa ve intiharların arttığı, bazı subayların imza atmaktan sakındığı medyaya yansıyor.

Bir önceki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner "TSK'de Mehmetçiğin alternatifi yok" demişti.
Bunun anlamı şu idi: Cumhuriyet Ordusu Kurtuluş Savaşı geleneğinden bu yana Vatan Savunması idraki içinde asıl gücünü, ruhunu ve etkinliğini Mehmetçikten alır.
Türk ordusu için teknoloji, araç, gereç ve teçhizat daima Mehmetçikten çok sonra gelmiştir.
Türk Ordusu son tahlilde Emek ve Moral Yoğun bir ordudur.
Milli Orduların gurura ihtiyacı vardır.
Komutanlarının  gururu ile sürekli oynanan bir ordunun morali yüksek tutulamaz.
Onun bu temel ve özgün niteliğini gözardı etmek çok sorunlu jeo-stratejik konumu olan bir  ülkenin bekası açısından ateşle oynamaktır…

Komutanları örselenen bir orduya ve bu ordunun komutanlarına  Mehmetçiklerinin moralini yüksek tutma yolunda yürekten başarılar diliyorum.

Neyse ki; gençler var, her yaştan gençler…

Gazinin cumhuriyeti emanet ettiği gençler…Korku İmparatorluğu statükosuna gülüp geçiyorlar…Yaşam kıvancı içinde, yürekli, hakka, hukuka saygılı gençler…Kendinizi genç hissediyorsanız onlara katılın.

19 Mayısta Tünel’den geleceğe doğru yürüyüyecekler…

Yolları ve bahtları açık olsun…

İyi çalışmalar saygı ve sevgiler

Murat Binzet

m1000zet@gmail.com

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder