18 Haziran 2013 Salı

15-Orhan Bursalı, Prof.Dr.M.Kerem Doksat, Emre Kongar, Cüneyt Arcayürek, Arslan Bulut, Türker Ertürk sizin için yazdılar...

Orhan Bursalı: Resim Ne Anlatıyor?

18 Haziran 2013

Toplumsal şiddet dağlara tırmanırken, bazı insanlar durmadan Cumhurbaşkanı Gül'ün kapısını çalıp durdu: "Cumhurbaşkanım orada mısınız, şu duruma müdahale etsenize.." benzeri yakarışlara, Çankaya kapı duvardı.

Devletin, ülkenin başı iki kelime etmez mi!?

Yukarıdaki fotoğraf çok şey anlatıyor..

Neden Gül'ün iki kelime etmediğini de...

Bir aydır bu fotoğrafı yazacağım ama fırsat olmadı..

Hey neredesin, diye Gül'ün kapısı çalınınca, yazmanın tam zamanı geldi.

Hemen söyleyeyim: Gül, RTE'nin kanatları altında, o nedenle göremiyorsunuz...

Bu fotoğraf, 3.Köprü'nün temel atma töreninde çekildi.

Fotoğrafı görünce, tamam dedim, RTE olayı bitirmiş, aralarında büyük anlaşma sağlanmış…

Bu mesajı veren, Hayrünnisa Gül Hanım'la Emine Erdoğan Hanım'ın ele ele kol kola fotoğrafıdır!

son yıllarda böylesine "samimi" bir fotoğraf ve birliktelikleri görülmedi.

Bu fotoğraf iki liderin kamuoyuna da bir duyuru niteliğini taşıyordu!

Gül ile RTE bu pozu veremeyeceklerine göre..

Bu dörtlü mutluluğun kanıtıdır!

***

AKP'nin iki lideri arasında büyük çekişme vardı.

Gül'ün karşı çıkışlarına bu köşede çok yer verdim.

RTE Başkanlık Sistemi düşüyle Gül'ü tamamen tasfiyeye yönelmişti, Başkan olursa atayacağı hükümette Gül'e yer yoktu.

Oysa Gül doğal olarak Başbakanlığı istiyordu (veya Cumhurbaşkanlığında kalmayı).

Çankaya'yı isteyen RTE'ye göre ise bu durum "iki başlılık" yaratacaktı..

Gül'e BM Genel Sekreterliği bile önerildi!

Öyle ya "dünya lideri" RTE bıraksalar Gül'ü oraya atayacaktı (Oysa orası ABD'nin makamıdır!)

Gül ile RTE arasında "büyük anlaşma" temel atmadan kısa bir süre önce gerçekleşmiş olmalı..

Çünkü Gül o zamandan bu yana Erdoğan'a dokunacak ciddi hiçbir "eylem"de bulunmadı!

İçki yasasını onayladı.

RTE'nin Gezi Parkı'na büyük saldırısından hemen önce de, protestoculardan parkı boşaltmalarını istedi..

Başka bir şey daha dedi: Türkiye'de basın özgürlüğü vardır, demokratik bir ülkedir..

Batı basınında çıkan eleştirilere karşı çıktı..

Bu konularda da RTE'nin tam yanında durdu..

Hem de, ülkede demokrasi ve özgürlük yoksunluğunun, medyada Tayyipleşmenin ayyuka çıktığı bir zamanda!

Bir nokta daha: Kılıçdaroğlu'nun "liderler zirvesi" talebini de geri çevirdi…

Gerçekten de çok anlamsız bir girişimdi!

Gül-RTE ittifakını okuyamamış bir girişim!

***

Peki ittifak neden oldu?

Diyorum ki, girişim RTE'den geldi!

Neden?

Parti içinde büyük rahatsızlık vardı ve Gül'ün yeni parti kurma arayışı ayyuka çıkmıştı.

İkincisi, ABD ve bazı AB ülkeleri (İngiltere örneğin, Hollanda vb), RTE yerine Gül'ün ülkede dümeni ele almasından yanaydılar.

ABD'den Gül'e çok açık destek geldi (Akil adam vb), RTE'ye de çok eleştiri!

Parti içinde oluşan bu kanat+ABD-AB desteğine RTE karşı durabilemezdi!

Ne kadar "milli irade" diye söylenip dursa da!

Valla, medyayı da yanına aldıklarında, RTE'yi yıkıp geçebilirlerdi..

Partinin diğer önde gelenleri (Arınç mesela), RTE'nin papağanları durumuna itilip duruyordu..

Ayrıca Cemaat'i unutmayalım, ki Gül'e, AKP içinde oluşacak bu yeni oluşuma kesin desteğe hazırdılar..

***

RTE ve adamları bunu okudu.

Önümüzdeki süreçte patlayacak büyük fırtına karşısında yıkılıp gitmektense, ittifaklara yöneldi!

Tabii en önemli ittifak Gül ile yapılacaktı.

Böylece parti içinde "muhalefeti" de denetim altına almış olacak ve bölünmeyi önleyecekti..

Parti içindeki diktasını da sürdürecekti böylece..

Ne karşılığı peki?

Üç olasılık var: Ya, RTE "Başkan" seçilmesi durumunda hükümeti kurması için Gül'ü Başbakan atayacak..

Ya Gül partinin Cumhurbaşkanı adayı olacak ikinci kez, bu durumda tüzük değişecek ve RTE Başbakan adayı olarak seçimlere girecek..

Ya da, eğer Başkanlık anayasası rafa kalkarsa, Gül ile Erdoğan, yer değiştirecekler, Putin- Medvedey rollerini oynayacaklar..

RTE'nin bir diktatör rolünde ortalıkta esip gürlemesinin ve partisinde kimsenin sesini çıkarmamasının ardında (E.Günay ve iki milletvekili dışında), cephe gerisini bu sağlama almak yatıyor.

Şüphesiz, bu ittifak şimdilik böyle, ama ortaya çıkacak yeni durumlar, halk, ABD-AB ve dünya demokratik güçlerinin baskı ve tepkileri, Suriye, İran, Kürt meselesi ile ekonomideki kötü gidiş, bütün bu ittifakları yerle bir edecek ve yeni oluşumları ortaya çıkaracak güçlü potansiyellerin hepsini barındırıyor..

Hem de şiddetle!

Cumhuriyet

            -            -            -            -            -            -            ^^^^^ - vvvvv

Erol Bilbilik: ABD'NİN EMİNE ERDOĞAN ÜZERİNDEN RTE'YE VERDİĞİ MESAJ

17 Haziran 2013

Emine Erdoğan, Georgetown Üniversitesi ve Türkiye İş Kadınları Derneği'nin düzenlediği "Barışın İnşası ve Gelişmede İş Kadınlarının Rolü" toplantısına katıldı.

Üniversite'nin İran asıllı profesörü Fathali M.

Moghaddan, Emine Erdoğan'a "The Pyschology of Dictatorship" (Diktatörlüğün Psikolojisi) isimli kitabını hediye etti.

1990 yılından bu yana Washington D.C.

'deki Georgetown Üniversitesi'nde çalışan İran kökenli psikoloji profesörü Moghaddam kitabında, demokrasilerin diktatörlüklere dönüşümünü ele alıyor.

Kitap, saldırganlık, sadakat, korku ve geleneklere bağlılığın; diktatörlüğü sürdürme ve geliştirme aracı olarak nasıl kullanıldığını konu alıyor.

Demokrasi ile diktatörlük eğilimleri arasındaki değişik ilişkilere değinilen kitapta, devletleri diktatörlüğe dönüştüren unsurlar anlatılıyor.(Cumhuriyet 18.05.2013, s.12)

Aynı üniversitede politik psikoloji kürsüsünün direktörü olan ve 1960'larda CIA'nın Profilleme Masası'nı kuran ve birçok politik liderin profili ile ilgili yazıları bulunan Prof.Dr.Jerrold Post, Hürriyet'ten Tolga Tanış'a konuşurken "Farklı kazanılan seçimler, övgüler, karar verme süreçlerini etkileyebilir.

Geriye dönmek ister mi?

Göreceğiz.

Fakat onun artık tarihe geçmek gibi büyük bir hayali var." diyordu.

21 yıl ABD istihbaratı için dünya liderlerinin psikolojilerini takip eden Post'un "Başbakan kendisini tarihe geçme misyonuna tam kilitlemiş.

Her adımının temelinde bu saplantı var.

Oylarında ufak bir düşme onu yok eder."

değerlendirmesi anlaşılabiliyor.(Tolga Tanış, Hürriyet, 23.12.2012 s.15)

İLK KURŞUN

            -            -            -            -            -            -            ^^^^^ - vvvvv

Prof.Dr.M.Kerem Doksat: ORTALIK ÇOK FAZLA GERİLİYOR

17 Haziran 2013

Bundan önceki makalemi şöyle bitirmiştim hatırlarsanız:

Psişik Savunma Mekanizmaları kullanılırken sırayla şunlar yaşanır:

1.Alarm veya İlk Çığlık Safhası: Vücuttaki morfin benzeri maddeler, stres hormonları denen adrenalin, noradrenalin, kortizol, insülin gibi maddeler kişiye "kendini iyi hissetme" hali, hatta coşku yaşanır.

2.Direnç Safhası: Stresörle başa çıkamayınca zorlanma belirtileri ortaya çıkar: Kan basıncında artışlar, mide bağırsak sistemi şikâyetleri, ağrılar vs.

3.Tükenme (Burnout) Safhası: Artık organizma çöker ve her türlü bedensel, psikiyatrik sorun ortaya çıkar.

İşte, ilk iki safhayı yaşayanlarda geçici olarak "kendini iyi hissetme" halleri görülür.

***

Muktedir olmayan iktidar taşıma suyla testi doldurma misali, meydanları denizden ve karadan aldığı destekle dolduruyor ama azami 300.000 kişi geliyor, milyon filân değil…

Başbakan, daha önce "ayağımızın altında çiğnedik" dediği Türk milliyetçiliğini empoze ederek aklı sıra gaz alıyor ama insanlar ahmak olmadığı için artık bunu yutmuyor.

Balık hafızamız düzeldi ve millet her şeyin farkında.

İşte, bu noktadan sonra Direnç Safhası biraz daha sürecek, en fazla günler arfında Tükenme Safhasına geçilecektir.

Bunun açık seçik anlamı iki tarafın da tam bir psikolojik regresyon (gerileme) içerisinde iyice öfkeyle dolacaktır ve halk polise, polis de halka bugüne kadar olamadığı kadar şiddetle saldıracaktır.

Bunun adı iç savaştır.

Taraflar ise tarih boyunca asla kazanılamayan bir savaş türünü oluşturacaktır: Devletin polisiyle halk karşı karşıya gelecektir.

O halk şimdilik tencere tavayla idare ediyor ama tarihi boyunca savaşmaya çok alışık bu milletin, Hükümet'in tahmin ettiği ama tasavvur edemediği şekilde mahsunluktan (silahsızlıktan) ve mahzunluktan (hüzünden) kurtulduğunu görünce şaşıracaklardır.

Bir bildiğim filân yok, sadece tarihe bakmam yeterli.

Ordunun dahi kendi halkına saldırdığı ülkelerde sonunda halk kazanır.

İstiklâl Harbi'nde de yoktan var edilen iman ve mühimmat misali, bir yerlerden bir şeyler bulunacaktır.

Ölümü göze alan halka karşı polis makinalı tüfekle katliam yapamaz, yapmaya kalkarsa da ilk tepki kendi içerisinden doğacak, azıcık vicdanı olanlar halkla bütünleşecektir.

Ayrımcı, bölücü ve fırsatçı şer güçlerinin polisle beraberce yürüttüğü paramiliter eli sopalı, tekbir getirerek saldıran güruhla bölücü amaçlar taşıyan güruh kabak gibi ortada kalacaktır.

İşte en feci tablo burada görülecektir: Cesetler, yaralılar ve kin, husumet!

Yangınlar, Molotof kokteylleri, Aramageddon gibi…

Hemencecik dostumuz ve müttefikimiz ABD'ye ve AB'ye "bize yardım edin, burada soykırım" var diye sesini yükseltecek fırsatçı gruplar.

Kaçınılmaz olarak TSK'nın ayakta kalanının müdahalesi ve en korkuncu da sıkıyönetim ilânı.

İşte, Suriye'ye döneceğimiz an o zaman olur.

Ama eğer şimdiden bir Millî Mutabakat Hükümeti kurulup, aklı ve vicdanı sadece bu işe yönlenmiş Âkıl (Âkil yani yiyici değil) Adamlardan müteşekkil.

En fazla olağanüstü Hal ilanı ve bütün dünyaya karşı kontrespiyonaj yani karşı casusluk temini.

Peki, Ya Strateji Ne Olmalı? Taksim Erdoğan'ı Nasıl Yener

(http://www.ilk-kursun.com/haber/148655)?

Başbakan Erdoğan'ın Taksim Gezi Parkından başlayıp, Ankara ve İstanbul'a sıçrayan gençlik muhalefetinin kolaylıkla kabul edilebilecek taleplerini kabul etmeyerek olayları uluslararası medyanın ana gündem maddesi haline getirecek ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin uyarısına uzanacak kadar geliştirmesi 2014 seçim stratejisinin belkemiğini oluşturmaktadır.

Bu strateji AKP tarafından daha önce anayasa referandumu sırasında uygulanmış ve AKP %42 civarında başladığı anayasaya destek oranını %58'e kadar taşımıştır.

Bu stratejinin özünde keskin toplumsal ayrışma üreterek, bloklaştırma ve saflaştırma vardır.

Erdoğan'ın %50-%50 vurgusu, bu stratejinin sahaya yansımasıdır.

Kendi % 50'si olarak gördüğü grubu konsolide ederek, diğer %50 ile arasına baraj örmektir.

Bazı çevreler, Başbakan Erdoğan'ın kibir ile hareket ettiğini, ne yaptığını bilmediğini ileri sürmektedirler.

Oysa Erdoğan çok başarılı bir siyasi taktikçidir ve politikaya duygularını karıştırmaz.

Başbakan Erdoğan başarı dışında hemen hemen hiçbir ölçü tanımadan sonuca odaklı bir siyaseti etkileyici bir şekilde sürdürmektedir.

Türkiye, 2014 seçimlerine ilerlerken, AKP'nin önünde oyunu kemiren üç temel sorun bulunmaktadır:

1) PKK ile yürüyen müzakere, mütareke ve kirli pazarlık süreci,
2) iflas eden ve Reyhanlı gibi Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamına neden olan bir saldırı ile ülkemizin karşı karşıya kalmasına neden olan Suriye politikasının başarısızlığı,
3) IMF'ye borcumuzu ödedik nakaratının arkasındaki dış borçlarımızın 2002'de 130 milyar Dolar iken, 2012'de 337 milyar Dolar'a çıkmış olması gerçeği ve kırılgan bir buz üzerinde yürüyen bir borsa.

2014 yaklaşırken, Erdoğan seçmene yönelik yeni bir stratejik algı yönetimi kampanyası başlatmıştır.

Asıl sorunlar seçmenin dikkatinden kaçırılacak, yeni bir gündem oluşturulacak, daha kolay manipüle edilebilecek bir sorun üzerinden seçmen bloklaşması sağlanacaktır.

Erdoğan için İstanbul, Ankara ve İzmir'de orta ve orta üst gelir gruplarının ve özellikle bu grupların genç çocuklarının belkemiğini oluşturduğu kentli bir muhalefetin seçim sonuçlarını belirlemek açısından büyük bir tehdit oluşturması söz konusu değildir.

Üstelik böyle bir muhalefet hareketi, Erdoğan'ın gerçek oy zeminini oluşturan ve sadece devlet kaynaklarından son 10 yılda 27 milyon kişinin ekonomik yardım bağımlısı yapıldığı (belediyelerin ve özel şirketlerin yaptığı yardım bu sayının dışındadır) Taşralı, muhafazakâr, alt ve alt orta gelir grupları nezdinde çok kolay karalanabilecek, ötekileştirilecek hatta şeytanlaştırılabilecek bir yapı taşımaktadır.

Böylece, Taşralı, muhafazakâr, alt ve alt orta gelir gruplarında kısacası Anadolu insanında PKK ile sürdürülen kirli barış sürecinden dolayı "ülke bölünüyor mu" endişesinin ve "bu hükümet de Suriye konusunda yanlış yaptı" ve "Reyhanlı'da katliama neden oldu" düşüncesinin yerini çok hızlı bir şekilde "vay şerefsizler, ayakkabıları ile camiye girmişler ve bira içmişler" tepkisi almaktadır.

Erdoğan, Taksim muhalefetinin kendisine yeni bir gündem oluşturma ve manipüle etme fırsatını verdiğini anladığı andan itibaren stratejisi tırmandırma, radikalleştirme ve ötekileştirme stratejisi üzerine kurmuştur.

Bir bölümü devlet güdümünde olduğu bilinen, radikal sol örgütlerin ve "profesyonel devrimci" kadrolarının Taksim'e damga vurmaları teşvik edilmiş, önü açılmıştır.

Öyle ki, Başbakan Erdoğan grup toplantısında AKM'nin üzerinde günlerce asılı duran Marksist-Leninist örgüt pankartlarından bahsederken, "devlet binasında bu pankartlar nasıl asılı kalır" sorusunun cevabı aslında sorunun içinde gizlidir.

AKM devlet binası olduğu için örgütler tarafından yasadışı, toplumun genelinde tepki ile karşılanan ve Taksim gösterilerini temsil etmeyen pankartlar asılabilmiştir.

Diyarbakır'da Öcalan'ın başı ağrıdığı için gösteriler düzenleyen PKK ise Güneydoğu Anadolu'da hiçbir eylem yapmaz iken müzakere ortağının elini güçlendirmek için Öcalan posterleri ile zaman zaman kendisini televizyon kanallarına göstermiştir.

AKP hükümeti de Güneydoğu Anadolu'da olay çıkmayacağının güvencesini almanın vermiş olduğu rahatlıkla Diyarbakır ve Van'daki toma'ları İstanbul ve Ankara'ya kaydırmış durumdadır.

Taksim'i Erzurum'da, Nevşehir'de, Kütahya'da televizyonlardan sansürlü olarak seyreden, hafızasında gezi parkındaki barışçıl tutumdan, çadır-mescitten ve antikapitalist Müslümanlardan çok Marksist grupların vandalizmi kalan vatandaş, Erdoğan'ın "câmide bira içtiler" söyleminin peşinden gitmeye çok daha yatkın olmaktadır.

Üstelik Taksim göstericilerinin elindeki tek iletişim ve propaganda aracı twitter iken başbakan Erdoğan'ın arkasında gönüllü ve gönülsüz dev bir medya karteli olduğu unutulmamalıdır.

Twitter'ın dar alanda kaldığı, diğer alanda hükümetin nerede ise rakipsiz bir algı yönetimi stratejisi izlediği ortadadır.

Gençlik muhalefeti dar bir coğrafi alana sıkışırken, hükümet ise bütün Türkiye'de propaganda çalışmalarını sürdürmenin üstünlüğünü yaşamaktadır.

Buna itiraz "Tahrir de dar bir alandı" şeklinde olabilir.

Ancak, Tahrir'de Müslüman Kardeşlerin stratejik aklı temsil edilirken, vücudu bütün Mısır'a yayılmış durumdaydı.

Oysa Türkiye'de muhalefet, İstanbul'da Taksim, Beşiktaş, Bağdat caddesi, Ankara'da Kızılay, Kuğulu Park, dikmen üçgeni ve İzmir'de Gündoğdu meydanına sıkışmıştır.

Adana, kayseri gibi şehirlerdeki muhalefet ise kısa soluklu olmuştur.

Bütün bunların dışında tarafların hedefleri ve stratejileri arasında da bir dengesizlik vardır.

Erdoğan'ın ulaşmak istediği hedef ve bunun için uyguladığı strateji açıktır.

Bu hedef ve strateji konusunda parti içinde bir tartışmaya izin yoktur.

"lider emreder, kitle takip eder" ilkesi tartışmasız bir şekilde uygulanmaktadır.

Taksim'in ise belirgin bir politik hedefinin ve stratejisinin olduğunu söylemek mümkün değildir.

Politik mücadeleler de bu çok önemli bir husustur.

Kötü bir politik hedefi ve stratejisi olan dahi olmayandan daha avantajlı konumdadır.

Bu noktada Taksim'in Erdoğan'ı nasıl yenebileceği üzerinde durulabilir.

Yukarıda sergilenen güçler dengesinden sonra, sanki bir galibiyetin mümkün olmadığı düşüncesi akla gelebilir.

Oysa bu mümkündür.

Galibiyete ulaşmanın ön şartları şu şekilde özetlenebilir:

1)Taksim'in gücü sahip olduğu yumuşak güçtür.

Bir toma'yı Molotof ile yakmanın hiçbir anlamı yoktur ancak toma'nın fışkırttığı suya göğsünü açarak direnmek, tekerlekli sandalye ile toma'nın karşısına çıkıp suyu yemek, toma'nın yenildiği anı temsil etmektedir.

Yumuşak gücün sert gücü nasıl etkisizleştirebileceğinin en somut tarihsel örneğini Ghandi, Hindistan'da Britanya İmparatorluğu'nu yenerken sergilemiştir.

2) Taksim'in yumuşak gücü, Komünist-marjinal örgütlerin Molotof kokteylleri ile kirletildiği ölçüde zayıflamaktadır.

Taksim'de barışçıl gösteriler yapanlar, kendileri ile Komünist-marjinal örgütler ile aralarına belirgin bir mesafeyi tüm toplumun göreceği bir şekilde ve sert bir tavırla koymak zorundadırlar.

üstelik bu komünist-marjinal örgütlerin bir bölümünün iktidar güçlerine çalıştığı da göz önünde tutulmalıdır.

Taksim'de gösterilerinin sembolü tekrar Türk Bayrağı haline gelmelidir.

3) Taksim'de çok akıllı bir şekilde, Erdoğan'ın Taksim'i din düşmanı göstermesini engellemek için etkili engelleme yapmıştır.

Muhafazakâr tabanda büyük bir karşılığı olmayan kendilerini anti-kapitalist Müslüman diye tanımlayan grupların gösterilerde yer alması çok önemlidir.

Buna rağmen Erdoğan, elindeki en önemli silah olan din siyasetini Taksim olaylarında da kullanmıştır.

Taksim, dinin kendisine karşı istismarını engellemek için elinden gelen her şeyi yapmaya devam etmelidir.

Bu aynı zamanda iktidarın Anadolu'da kılcal propaganda çizgileri üzerinden sürdürmekte olduğu olayların sorumlusu "Allahsız Komünistlerdir" şeklindeki propagandayı etkisizleştirmese bile zayıflatacaktır.

4) Taksim, Erdoğan'ın % 50-%50 tuzağına düşmemelidir.

Bloklaşmayı değil, birleşmeyi, ötekileştirmeyi değil, sahiplenmeyi dile getiren bir siyasal söylem ve eylem tarzı gerekmektedir.

Demokrasi sadece muhalefete oy verenlere değil, bugün iktidar partisine oy verenlere de lazımdır.

Erdoğan'a kızgınlık ne kadar büyük olur ise olsun, eleştiriler, aklın ve ahlakın ürünü olmalıdır.

5) Taksim'in kazanmasının en önemli şartı, Taksim-Kuğulu Park-Gündoğan Meydanı üçgeninden çıkacak ve barış, milli birlik ve demokrasi talebini tüm Türkiye'ye sürekli-uzun süreli bir şekilde yaymalarına/bu potansiyeli göstermelerine bağlıdır.

Aksi halde Taksim, anılan üçgende boğulacaktır.

6)Taksim'in gücü, demokrasi talebinden kaynaklanmaktadır.

Demokrasi talebinin politik bir hedef olarak somutlaştırılarak ortaya konulması şarttır.

Başbakan Erdoğan'ın otoriter rejim tesis ve Türkiye'nin bölünme sürecinin önündeki en büyük engelin TBMM'deki muhalefetten çok toplumsal muhalefet olduğunun belirginleştiği noktada taksim bu gücünü çok akıllıca kullanılan bir yumuşak güç olarak kullanmayı başarabilmelidir.

Polis ile çatışmak değil, polis ile çatışmamak Taksim'in ana gücünü oluşturmaktır.

Kavga çığlıkları değil, barış, milli birlik ve demokrasi talep eden sloganlar Taksim'i güçlü kılmaktadır.

Polis gaz atınca geri çekilmek, şehrin mekânsal derinliğini stratejik bir derinliğe dönüştürmek, dağılmak ve toplanmak, sonra bitmek tükenmek bilmeyen bir kararlılık ile geri dönmek kaldığı yerden barış, milli birlik ve demokrasi talebini gündeme taşımaya devam etmek gerekmektedir.

Ancak talepler somutlaşmadığı sürece bir sonuç alma umudu ortadan kalkacak ve doğal olarak sokaktaki muhalefet eriyecektir.

Nitekim gündüz işinde gücünde olan insanların sonu belirsiz bir süreçte "sabah kalemli gece bayraklı" sokak gösterilerinin içinde olması mümkün değildir.

halk muhalefeti sayısal olarak erirken, meydana gittikçe marjinal gruplar hakim olacaklardır ki, Erdoğan'ın istediği de budur.

Bunu aşmanın yolu, Taksim'in taleplerini daraltmak, somutlaştırmaktır.

Taksim gösterilerinin amacı, Türkiye'nin demokratikleştirilmesini ve milli birliği sağlamak değildir, olamaz.

Ancak Taksim bu sürece çok önemli bir katkıyı, bir çıkışı temsil edebilir.

Bunun için Taksim gösterilerinin somut talepleri gezi parkına ne AVM ne de başka bir amaçla bir bina yapılmaması ve AKM'nin yıkılmaması ile sınırlanmalıdır.

Somut talep, kitlede ulaşılabilir bir hedef etrafında birleşme ve direnme duygusunu oluşturur.

Böyle bir sonucun alınması da kitlelerde bir kazanma, başarıya ulaşma duygusu uyandıracaktır.

Yaşanan olaylar ne şekilde sonuçlanır ise sonuçlansın, Türk demokrasisi açısından önemli bir deneyim olmuştur.

Halk, en olumsuz şartlar altında dahi gücünün var olduğunun farkına varmıştır.

Erdoğan da baskısının sınırlarının nerede bir taşa çarpacağını öğrenmiştir.

Ümit Özdağ Diğer Teklif

1- İlk tespitinize katılamıyorum.

Başbakan Erdoğan duygularına hâkim bir stratejist değil.

Bunu psikiyatrlar da fark etmiş ve söylüyorlar.

Bu kez koltuğu tehlikeyle sallandı.

2- Taksim "hedef açıklamalı" ve sağa kaymalıdır.

Bu tespitinize katılıyorum.

Fakat aslında bunun da ötesinde söyleyeceklerim var:

Hedefsizlik + stratejisizlik = çaresizlik.

Bu da kaçınılmaz "mağlubiyet" anlamına geliyor ki, Taksim'in esas yapması gereken "hedef saptamak" olmalıdır.

1- Bu insanlar ne istiyor?

Somut cevapların bulunarak kısa sürede kitlelere yayılması gerek.

Kitlelerin bunu aynı tondan dile getirmesi gerek ki, karşı taraftaki yüzde elli bunu çok net olarak anlayabilsin.

Çünkü bu yüzde elli, diğer yüzde elliyi teşkil eden kardeşleri kadar eğitimli, mizaha ve mecaza mütemayil bir yüzde elli değil.

Diğer yüzde elli, hak verse de vermese de, Taksim'in ne istediğini, bulanık bir şekilde değil "şak" diye, ilk bakışta anlamalı.

Bunu, yıllar içinde PKK çok iyi başardı.

Bugün en entelektüelinden en cahiline kadar herkes, PKK'nın ne istediğini "vasıtasız" olarak biliyor.

Ayrıca, ben bu hedeflerin biraz genişlemesinden yanayım.

Yani Ümit Hoca'nın ifade ettiği somut hedefler, bence Taksim için yetersizdir.

Buna Kürt Açılımı meselesi, kesinlikle eklenmelidir.

Çünkü bu Ümit Hoca'nın ifade ettiği gibi, bu, hükümetin yumuşak karnıdır.

Böylelikle marjinal grupların yerine, meydanlara bunların yirmi katı bir destek kitlesi eklenecektir ki, bu Başbakan Erdoğan'a saç baş yoldurur.

2- Bu insanlar, bu hedeflerine varmak için hangi stratejiyi kullanacaklar?

Kim, nerede, ne zaman, neden, nasıl, ne yapacak?

Bu da, ayrıntıda ayniyet taşımasa da, ortak hedefe odaklanmak için "örgütlenmeyi" gerektiriyor.

Örgütü bir arada tutan olgu, disiplin ve hiyerarşidir.

En ilkel kabile mantığıyla dahi olsa, ortaya bir lider çıkmalıdır.

3- MHP yaptığı yanlıştan dönmeli ve bu harekete, olanca kuvvetiyle destek vermelidir.

Yoksa bu hadise, kentsoylu burjuvazinin huysuzluğu ve marjinal grupların gelenekçi başkaldırısı gibi algılanmaya başlayacak ve Başbakan Erdoğan'ın ekmeğine yağ sürecektir.

Bu kaçınılmaz; ancak, bu hareket, kısa vadede, sertleşen görüntüsüyle daha değişik bir sonuç almayı hedefliyorsa, Başbakan kumar oynuyor demektir.

Ümit Hoca, muhtemelen, siyasi hedefleri olması nedeniyle, gönlünden geçeni açık etmemiş olabilir.

Ben kendi aklımdan geçeni netlikle söyleyeyim.

CHP'yle MHP birleşmelidir.

İstikamet Milliyetçi Sol.

Nam-ı diğer Atatürkçülük…

Benim Görüşüm

Yukarıdaki bütün tartışma ve beyin fırtınalarına sıcak bakıyorum fakat Milliyetçi Sol kavramının da ayrıştırıcı, bölünmeyi arttırıcı bir yönü olacaktır.

Atatürk'ü de "solcu" konumuna düşürecektir.

Hâlbuki bu memleket bu artık hiçbir önemi kalmayan ve kalmaması da gereken sağcılık solculuk terimleri çöpe atılarak, Atatürkçülük demek yeterlidir.

İLK KURŞUN

            -            -            -            -            -            -            ^^^^^ - vvvvv

Emre Kongar: Yine Haklı Çıkacağım!

18 Haziran 2013

11 Haziran Salı günü yayımlanan "Taksim: AKP İktidarının Vebali" başlıklı yazımda şöyle demiştim:

"Peki Türkiye'de somut olarak neler olacak?

1) Akıllı demokratikleşme ile Türkiye düze çıkar.

Akıl, mantık, demokrasi, uluslararası konjonktür, "barış süreci" ve "AB süreci" açılarından beklenen budur…

Ama, Başbakan Erdoğan'ın bugünkü tutum ve davranışlarına göre bu olasılık şimdilik biraz düşük görünüyor:

Teşhisleri, olayı tam kavrayamadığını, kullandığı dil ise tepkisel bir otoriterliği yansıtıyor.

2) Tepkisel otoriterleşme ile bir süre için geri gidiş yaşanır!

Bu geri tepme, Türkiye'deki demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin, en azından bir süre için, daha da geri gitmesine bile yol açabilir…"

***

Pazar gecesi "+1" televizyon kanalında, Haluk Şahin'le cuma günü banda çektiğimiz programı izledim:

Orada da aynı şeyleri söylemiştim: "İktidarın ve muhalefetin Taksim Gezi Parkı Direnişi'nden ders almalarını beklemediğimi!"

Ne yazık ki haklı çıktım!

Gerek Başbakan Erdoğan'ın Ankara ve İstanbul mitinglerinde söyledikleri, gerek bu mitinglerden sonra polisin ve "eli sopalı grupların" yaptıkları, gerekse göstericilere, hekimlere yönelik gözaltılar, terör örgütü suçlamaları ve sosyal medyaya, sendikal hareketlere karşı tutumlar, AKP iktidarının, temel hak ve özgürlükler ve demokrasi konularında bir açılıma doğru değil, kapalı bir rejimi güçlendirmeye doğru gidişine işaret ediyor!

***

Yazımı yine salı günkü yazımın son satırlarıyla bitireyim:

"Ama bu durumu kalıcı sanmak yanıltıcı olur:

Türkiye de dünya ile birlikte, yeni bir insanlık aşamasına, yeni bir döneme girmiştir:

Diktatörlüklerin yıkıldığı, buyurgan, otoriter devletin çözüldüğü bir döneme…

Bunu, uzun vadede kimse önleyemeyecektir…

Çünkü tarihin hükmüdür bu.

…"

***

Biliyorum, kısa vadede nasıl haklı çıktıysam, uzun vadede de aynı biçimde haklı çıkacağım!

Cumhuriyet

            -            -            -            -            -            -            ^^^^^ - vvvvv

Cüneyt Arcayürek: Oysa Bu Başbakan…

18 Haziran 2013

Hafta sonunu, hak ve özgürlük arayan halkını meydanlara topladığı taraftarlarıyla tehdit eden Başbakan RTE, konuşmalarının birinde:

"Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir başbakan bulamazsınız" dedi.

Kuşkusuz, siyasal yaşamının tartışılmayacak değerde tek doğru lafını söyledi.

Gerçekten:

Taksim Meydanı'nda 20 gün önce toplanarak demokratik eylem başlatan yüz binlerce insanın üstüne TOMA'larla; vücutların kıpkırmızı kesilmesine, daha çok sıkıldığı takdirde bir insanın üstüne, vücudun yanmasına neden olacak yerli malı Jenix marka sulandırılmış asitli biber gazlı suyla saldıran…

Masum bir şekilde, sosyal haklarına, özgürlüklerine dokunulmamasında direnen gençlerin Gezi Parkı'nda "isyan başlattıklarını ve isyanı 16 Haziran Cumartesi günü gecesinin karanlığında bastırdığını övünerek" açıklayan…

Kazlıçeşme mitinginde mikrofonlardan "adam gibi adam" diye karşılanan, oysa dünya medyasında da "diktatör gibi diktatör" bir Başbakan diye tanımlanan…

Daha önemlisi Batı internetlerinde, sosyal medyada adı ve sıfatı; "p.m" (prime minister-başbakan) yerine artık "c.m" (crime prime minister-suçlu başbakan) diye yazılan…

Bir diktatör havasıyla "kameralardan bulacaklarını, medyada, sosyal medyada provokasyon yapanları tek tek belirleyeceklerini" söyleyerek yakında cadı avı başlatacağını ilan eden…

Aklı gerilerde dolaştığı için yurt düzeyinde başkaldırıya dönüşen Gezi Parkı eylemlerini Osmanlı'daki isyanlara benzeten, kopyalama bir sultan ama zorba sultan ve muzaffer bir komutan gibi, "isyan bastırıldı" diyen…

evet, gerçekten "dünyanın hiçbir yerinde, demokratik bir ülkesinde böyle bir başbakan" bulunamaz!

***

"Menderes nazik bir insandı ama ipe götürdüler" diyerek kabalığını, Kasımpaşalı tavırları içeren üslubunu örtmeye çalışan RTE'nin söylemlerindeki özü yinelersek; kaba, zorba, diktatörlük heveslisi, üstelik halkı "öfke ve nefret bir yanda, merhamet, kardeşlik bir yanda" diye birbirine düşman konuma iten, ayrımcı bir Başbakan çıkar karşımıza.

Evet çok haklısınız Bay Başbakan: Dünyanın hiçbir ülkesinde sizin gibi bir başbakan görülmemiştir...

Patronun Gezi Parkı eylemlerini isyan diye nitelediği ve hele cumartesi gecesi diktaya karşı direnen eylemcilerle onları destekleyenleri; üstelik görevi AB ile ilişkileri düzenlemek olan sorumlu bir bakan, Egemen Bağış'ın; sorumsuz ve de akıllara ziyan bir adım daha öteye giderek, "Bu saatten sonra hepsi terörist!" diye damgalamasına elbette şaşırmadınız.

Bitmedi.

***

Bir Fransız şairinin "yollar tutulmuş neylersin" diyen dizesi misali, Başbakan'ın polisi, Jenix'li tazyikli suyu, biber gazıyla, gaz bombasıyla, Taksim'e çıkan bütün yolları; çapulcu, marjinal grup, illegal örgüt dediği insanlara kapattı.

Başbakan'ın bir avuç kışkırtıcı, marjinal, illegal örgüt üyesi, Vandal dediği yüz binlerce insan; o gece ve sonrası gün, Taksim'e yürümek için Kadıköy'den Köprü'ye aktı.

Sıraselviler'de, Şişli'de, Akaretler'de toplandı.

Ankara'da Kızılay'da, Kuğulu Park'ta, Kennedy Caddesi'nde…

Anadolu'nun batısındaki doğusundaki illerde, meydanlarda polisin kapattığı caddelerde, yollarda toplandı.

RTE'nin polisi ile çatıştı!

Eylem her engele karşın devam ediyordu, edecekti!

***

Cumartesi, pazar…

Ekranlardan taşan, hesap vereceği yerde hesap soracağını açıklayan Başbakan'a karşı halk hareketini başlatan yüz binlerce insanlarımıza bakakaldım.

"Vıy anam vıy!" dedim:

"Ne kadar çoğimiş ülkemde provokatör, çapulcu, Vandal, marjinal, illegal örgüt üyesi!"

Cumhuriyet

            -            -            -            -            -            -            ^^^^^ - vvvvv

Arslan Bulut: Tayyip Erdoğan kimin senaryosunu oynuyor?

17 Haziran 2013

Coşkun Telciler, "Benim görüşüme göre, bu olaylardan en kazançlı Başbakan oldu, her zamanki gibi…" diyor ve ekliyor:

"1- Borsa zaten düşecekti, ekonomi kötüye gidiyordu, bu kötü gidişi faiz lobisine bağladı, kendi hatasını kapattı.

2-Suriye'de Esad'dan dayak yemişti, bunu unutturdu.

3-Kendi seçmeninin, kendi yanında daha güçlü durmasını sağladı.

4-Muhalefet boşluğu açıkça ortaya çıkınca, alternatifsiz olduğu görüldü.

5-Akil adamlar, bölünme süreci, PKK ile yapılan anlaşmaya halkın duyduğu tepki ortadan kalktı, hükümet bu büyük beladan kurtuldu.

6-Ulusal bayramların yasaklanması, T.C.ibaresinin kaldırılması, Türk bayraklarının çöpe atılması, hepsi unutuldu

7-Tekrar mağdur edebiyatı başladı, güçlü iken zavallı durumuna kendini sokmayı başardı, ezen iken ezilen oldu, dış güçlerin hedefindeki zavallı milliyetçi lider görüntüsünü başarıyla verdi.

8- Bütün başarısızlıkların sebebi olarak gösterdiği aslında olmayan sanal bir suçlu (!) bulup rahatladı…"

***

Tayyip Erdoğan'ın bu süreçten güçlenerek çıktığına dair yorumlar yaygın ama adı üzerinde bu bir süreçtir ve "bu daha başlangıç" ise ne olacak?

Daha sonra başka hamleler olacak ise oyunu kim kazanacak?

Mesela, AKP'ye ideolojik destek veren, ulus devlete ve üniter devlete karşı yazı ve yorumlarıyla bilinen Yenişafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan çok endişeli ki, Tayyip Erdoğan'a "iş işten geçmeden" uyarısında bulunuyor:

"Türkiye, bugün gelinen noktada, yönetilemez hâle getirilmek üzeredir.

Nereye evrilebileceği kestirilmesi çok zor bu kaosu, gerilimi ve çatışma ortamını Türkiye seçimlere kadar kaldıramaz.

O yüzden ok yaydan çıkmadan mutlaka erken seçime gidilmeli ve seçime giderken Türkiye'nin halkına Türkiye'nin önünü açacak ve şimdiye kadar türlü gerekçelerle ihmal edilen başta sivil anayasa olmak üzere köklü yapısal değişimlerin geciktirilmeden yapılacağı sözü verilmelidir.

Özellikle Başbakan'a hatırlatmakta yarar görüyorum: Eğer ok yaydan çıkmadan Türkiye erken seçimlere gitmezse, Türkiye'nin eşiğine sürükleneceği felâketten geri dönüşü mümkün olmayabilir.

İş işten geçmeden, Türkiye, derhal ve en erken tarihte erken seçimlere gitmelidir."

***

"Kaos planı" tespitlerimi "komplo teorisi" ve "gençleri anlamamak" olarak yorumlayan okurlarımız da var…

Bence Türkiye'de olup biten bunca olayı sadece gençlerin eylemi olarak görmek yanlıştır.

Gençler olayların aktörüdür ama senaryoyu kendileri yazmamıştır.

Ayrıca bizim tecrübelerimizi de kimse yabana atmasın..

İlker Çıtak, "Peki bir özür dileyip, ya da üzgünüm, istenmeyen olaylar oldu deyip tüm olayları yatıştırabilecekken Başbakan bunu neden yapmıyor?

Başbakan'a protestoya dönüşen yani ona karşı olan bu eylemleri de Başbakan'ı aşan gizli el mi yapıyor?

Diyelim ki Başbakan'ı aşan el var, bu gösteriler, bu kaos, iktidara zarar veriyor; aklı başında kim olursa olsun hemen önlemini alır ve kendisini ve iktidarını zor duruma düşürecek işler olmamasını sağlar.

Olaylar hiç de Başbakan'ın bilgisi dışında olmuş gibi durmuyor" diyor…

***

Ben somut gerçekliğe bakarım.

Tayyip Erdoğan da senaryonun yazarı değil, oyuncusudur.

Başrol oyuncusu olması, sonuçta figüranlarla birlikte değerlendirilmesini önleyemez…

Kumarı oynatan kazanır.

Tayyip Erdoğan Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde, Türkiye'de bile Sünni-Şii ayırımı yapıyor.

Reyhanlı'da ölen vatandaşlarımız için bile "53 Sünni" diyebiliyor..

Bu tehlikeli oyunu oynuyor, çünkü iktidarda kalmak için başka şansı yok..

Ona rolünü verenler öyle istiyor.

Bunun adı İslam içi çatışma stratejisidir…

Yeniçağ

            -            -            -            -            -            -            ^^^^^ - vvvvv

Türker Ertürk: SU HORTUMU

18 Haziran 2013

Türkiye'de ve Türk insanının yaşadığı her yerde olduğu gibi Avrupa'da yaşayan Türkler de ayakta, endişeli ve isyan halinde.

Geçtiğimiz Pazar çeşitli Avrupa başkentleri " Her yer Taksim her yer direniş " sloganları ile inledi.

Bu yazımı konferanslar için geldiğim Almanya'dan yazıyorum.

Hannover şehir meydanında kurulan direniş çadırını gezdim, konuşma yaptım ve insanlarımızla sohbet ettim.

Hildesheim ve Bremen şehirlerinde " Emperyalizmin kıskacında Türkiye " konulu konferanslara katıldım.

Türkiye'de iç barışın sağlanması ve tırmanan iç savaşın durdurulması için " Erdoğan derhal istifa etmelidir " herkesin ortak kanaati.

Konuştuğum insanlarımızdan kimisi direnişe aktif destek vermek için Türkiye'ye gitmeyi planlıyor, kimisi ise gelişmelerden endişe duydukları için Türkiye'de bulunan ailelerini yanlarına aldırmayı düşünüyor.

Herkes bilmektedir ki, Türkiye'de devam eden halk hareketinin hedefi 11 yıllık Erdoğan ve AKP hükümetinin emperyalist işbirlikçiliği, antidemokratik ve hukuku ayaklar altına alan uygulamaları, Milli değerlerimize ve Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesine düşmanlığıdır.

Yalnız bu halk hareketi başsızdır ve siyasi bir önderliğe sahip değildir.

Başsız olmanın nedeni ise ağırlıklı olarak emperyalist operasyonlar ve kısmen de yurtseverlerin yaptıkları yanlış analiz ve öngörüsüdür.

Bu köşede daha önce belirttiğim gibi, halk hareketleri, toplumsal olaylar veya devrimler tesadüfü nedenlerle patlak vermeden önce uzun süre derinden, sessizce ve görünmeden yol alırlar.

Bir birikimin ürünü olarak ortaya çıkarlar.

AKP icraatlarının toplumumuzu gerdiğini, sessiz ve duyarsız olunsa bile toplumun için için yandığını ve bu durumun bir patlamaya yol açacağını görüyordum ama nerede ve ne zaman meydana geleceğini kestiremiyordum.

Taksim bahane!

Bu durum tespitini yapabilenler sadece ben ve benim gibi insanlar değildi.

ABD'de durumun farkındaydı.

Zaten Türk toplumunun tepki duyduğu politikaların çok büyük bir bölümü onun planıydı ve uygulanması için AKP'ye o dikte ettirmişti.

Kamuoyu araştırmaları ve sosyal medya analizleri vasıtası ile ABD'de AKP politikalarının toplumu gerdiğini bir patlamaya doğru gidildiğini görüyordu ama ne zaman ve nerede olacağını o da belirleyemiyordu.

İşte bu tesadüfü olay Taksim'de çevre duyarlığı eylemine yapılan faşist ve hunharca bir saldırı sonucunda meydana geldi ve tüm ülkeye yayıldı.

Ama bilinmeli ki, Taksim bahane!

Orada olmasaydı başka bir yerde ve zamanda mutlaka yine olacaktı.

ABD çıkacağını beklediği ama ne zaman ve nerede başlayacağını tahmin edemediği halk hareketine Millici güçler liderlik edemesin diye muhalefeti dizayn etmeye çalıştı.

Esasında muhalefetin dizayn edilmesinin üç önemli nedeni vardı;

1.Emperyalist projelere yönelik AKP icraatlarına kuvvetli direnç gösterilmemesini sağlamak,

2.AKP yıprandığında projeleri devam ettirecek alternatif iktidar adayını hazırlamak,

3.Yukarıda belirttiğimiz gibi muhtemel bir halk hareketinde devam eden emperyalist projeleri akamete uğratacak liderliğin yapılmasını engellemek.

CHP'den ABD'nin arzu ettiği iktidar adayı çıkarılamadı çünkü partiye yapılan operasyonu bünye kabul etmedi, örgüt ve taban bunu ret etti.

Halbuki operasyon yenmemiş ve kendisini YCHP olarak adlandırmamış bir yapı bugün halk hareketinin önderi olarak güneş gibi ülkemizin üzerine doğabilirdi ama olmadı.

Bugün halk hareketinin öndersiz kalmasının tüm suçu ABD'ye ait değil.

Bunda iyi niyetli ama analiz ve öngörü konusunda sığlık gösteren, kişisel husumetlerini, ideolojilerini ve siyasi çekişmelerini bir tarafa koyamayan yurtseverlerde suçlu!

Kanlı mı olacak yoksa kansız mı?

Bölgemizi ve ülkemizi içine alan emperyalist planın arkasındaki güç çok kuvvetlidir.

Eskinin refleksleri ve söylemleri ile gel bizde birleşelim yaklaşımları ile bu planla mücadele edemeyiz ve ülkemizin çıkarlarını koruyacak Milli bir hükümeti asla kuramayız.

Birleşme sağcısını, solcusunu, ülkücüsünü, sosyalistini ve antiemperyalist olan mütedeyyin insanımızı bir araya getirebilen bir kucaklama olmalıdır.

Aksi hüsran olur.

Çünkü ne ABD çökmüştür ve çökmek üzeredir, ne de Büyük Ortadoğu Projesi.

Bugün devam eden halk hareketi, emperyalizm tarafından çeşitli vasıtalarla yönlendirilmeye ve kendisi tarafından arzu edilmeyen yerlere gitmesi engellenmeye çalışılmaktadır.

ABD kararını vermiştir.

Arkadaki iradeyi yani kendisini saklayabilmek ve halkın yükselen tepkisini yatıştırabilmek için Erdoğan gidecektir.

Ayrıca Erdoğan davranışları ile tahmin edilemez ve güvenilemez olarak değerlendirilmektedir.

Artık ABD açısından sorun " Kanlı mı yoksa kansız mı?" gideceğidir.

ABD, yeni ve nispeten sevimli bir yüzle veya diğer bir ifade ile söylemek istersek " İyi polisle " Erdoğan'ı değiştirip yoluna devam etmek istemektedir.

Bremen'deki konferansım sırasında sorulan bir soru üzerine Türkiye'deki halk hareketinin bir önderliğinin olmamasının muhtemel sonuçlarını daha iyi anlatabilmek için su hortumu örneğini verdim.

Çok iyi anlaşıldığını ve beğenildiğini görünce burada da ifade etmek isterim.

Ucu boşta bulunan su hortumuna bir anda tazyikli su basarsanız neler olabileceğini biliyorsunuz.

Hortumun ucu ve bedeni kontrolsüz bir biçimde sağa, sola, yukarı ve aşağıya saldırır.

Birleşmiş olsaydık hortumu biz tutar ve bu gücü biz yönlendirdik ülkemizin çıkarları, özgürlüklerimiz ve iç barışımız için.

Hala birleşebiliriz, acele edersek!

Tek tek tutmaya gücümüz yetmez.

O zaman hortumun ucunu daha güçlü olan emperyalizm kapar, bizde baka kalırız ve eski tas eski hamam projelere devam edilir.

Saygılar sunarım

İLK KURŞUN


a45UyF587661-201306181201-15
^^^^^ - vvvvv


--

zaryop:jaro

Savas zamani, hakikat o kadar kiymetlidir ki, yalanlardan bir duvarla korunur.

W.Churchill
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com

Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder