Ülkemiz çiçekçilerinin "vurgun" araçlarından biridir.
Çünkü tanesi bugünlerde ortalama 20 liradan satılmaktadır.
Beyoğlu Belediyesi, Ramazan nedeniyle Taksim Meydanı'nı kapattı…
Koca meydana beyaz örtülü, şık, yüzlerce yemek masası kurdurdu.
Her biri onar kişilik olan bu büyük yuvarlak masaları, beş yıldızlı otel lüksüyle donattı.
Ortasına da birer vazo içinde lilyum koydurttu…
İftar mı israf mı?
AKP'li hanımlar ve beyler, bu masaların çevresine dizildi.
Beyaz gömlekli, papyonlu garsonlar, bu "israf sofrası"nın başındaki beleşçi yandaşlara gece boyunca hizmet etti.
Şık kutular içinde hazırlanan iftariyeler, papyonlu garsonlar tarafından masalara servis edildi. Suyu bitenin bardağına su konuldu.
Masaların etrafındaki bin kadar AKP'li, iftar saati gelene kadar kameralara poz verdi.
Sonra da hep birlikte beleş kumanyalara saldırdı.
Gariban yutkundu!
Aralarında, başkalarının iftarına muhtaç tek bir kişi bile yoktu.
Hepsi o meydana lüks arabalarıyla gelmişti.
Onlar, yılın ilk iftarını böylesine bir şatafat içinde "eda" ederken, oruçtan değil ama parasızlıktan mideleri sürekli zil çalan onlarca gariban, kendilerini yalanarak ve yutkunarak izledi.
Kara elbiseli, kara gözlüklü iri yarı korumalar, bu gariban takımının iftar sofralarına yaklaşmaması ve"görüntü kirliliği"yaratmaması için ellerinden geleni yaptı. Asıl güvenlik ise bir aydır Taksim Meydanı'nın etrafını saran on bine yakın gariban polis memuru tarafından sağlandı. Yani ortalama on polis memuru, bir AKP'li iftarcıyı korudu!
Sonra da o AKP'liler, lüks iftarlarını bitirip AKP'li beylerin verdiği lüks çiçeklerini ellerine alarak, lüks arabalarına binip lüks evlerine gittiler.
Böylece Taksim'in görüp göreceği en "lüks" eyleme imza attılar!
Dindeki yeri…
Beyoğlu Belediyesi'nin Taksim Meydanı'nda gerçekleştirdiği siyasi içerikli bu iftar; dinimizin ruhuna ve geleneklerimize aykırı…
Çünkü:
Ramazan ihtimamdır (özen); bunlar ihtişama dönüştürdüler.
Ramazan nefsin terbiye edilmesidir; bunlar ülkenin görüp görebileceği en büyük terbiyesizliğe ve görgüsüzlüğe imza attılar.
Ramazan paylaşmaktır; bunlar etraflarındaki açları görmezden geldiler.
Ramazan tevazudur; bunlar soyluluk yarışına girdiler.
Ramazan açların ve yoksulların hâlini anlamaktır; bunlar tokların ve zenginlerin hâlini anladılar!
Ramazan hoşgörüdür; bunlar Taksim direnişçilerinin kendi ceplerinden kurdukları halk sofralarıyla inatlaştılar.
Ramazan gerekirse az ama helal beslenmektir; bunlar belediyenin esnaftan zorla topladığı "sponsorluk bedelleri"yle alınan "haram"ları yediler.
Ramazan barıştır; bunlar kavgayı devam ettirmek için kullandılar.
Vicdanlara havale…
Lilyum, iri beyaz yapraklı bir tür zambaktır…
Taksim'de kurulan lilyumlu iftar sofralarında oruçlarını açan AKP'lileri ve bu etkinliğin mimarı olan Beyoğlu Belediyesi'ni gerçek dindarların vicdanlarına havale ediyorum.
Hani, kuraldır; yiyene "Afiyet olsun" denir ya…
Artık bunlara ne dersiniz, ona da siz karar verin!
TMMOB!
İktidar 11 yılda bütün kurumları yandaşlaştırdı…
Sadece üç kuruma söz geçiremedi:
Türkiye Tabipler Birliği…
Türkiye Barolar Birliği…
Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği!
Bu üç kurum; son Gezi Direnişi'nde tavrını açıkça ortaya koydu.
Hükümet de hiç vakit kaybetmedi; önce bu kurumların bazı yöneticilerini gözaltına aldırdı, sonra da "yasa torbası"na, 300 bin üyeli TMMOB'yi bitirecek düzenlemeler koydu. Mimar ve mühendis odalarının tüm yetkileri ve gelirleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na geçti.
Hükümetin amacı,"örgütlü" muhalefeti bitirmek…
Ancak ben bu üç kurumun pes edeceğine asla inanmıyorum.
GÜNÜN SORUSU
Mühendis ve mimar odalarının tüm yetkilerini bir gecede ellerinden alan AKP'li milletvekillerinin tam 39'unun "mühendis" olduğunu ve bu düzenlemeye birinin bile "Hayır" oyu vermediğini biliyor musunuz?
Palalı saldırgana prim!
Ankara'da Ethem Sarısülük'ü öldüren polisin serbest bırakılıp, bir de "para ödülü" almasından sonra sıra iktidar yandaşı sivil saldırganların da ödüllendirilmesine geldi.
Gezi Parkı protestocularına pala ile saldıran, bir kadını tekmeleyip, biri polis iki kişiyi yaralayan Sabri Çelebi, esnaf olarak eylemlerden zarar gördüğü gerekçesiyle "terör mağduru" sayılacakmış…
Belgeleyebildiği her zararı devlet tarafından karşılanacakmış…
Bunun adı, "teşvik primi"dir!
Katilleri, canileri cezalandırmak yerine ödüllendiren devlet anlayışının tek bir amacı vardır:
Kargaşayı tırmandırmak!
Onlara söyleyeceğim tek söz var:
Allah sizin adaletinizin aynısını, kendi çocuklarınıza da nasip etsin! Amin…
Bu yazıya Aylin Kotil'e yürekten desteğimi ve sevgilerimi göndererek başlamak istiyorum…
Okuyucular anımsayacaklar; geçen haftaki "Baraj" başlıklı yazımda, Özdemir İnce'ye atıfta bulunarak şöyle demiştim:
- Yüzde 10 seçim barajı kalkmadan herhangi bir seçime girmek halka ve demokrasiye ihanettir...
İşte Aylin Kotil, o yazımdan birkaç gün sonra, seçim barajının yüksekliğine dikkatleri çekmek ve düşürülmesini sağlamak üzere İstanbul'dan Ankara'ya doğru"uzun yürüyüşüne"başladı…
Günde 22-24 kilometre yürüyerek 20 gün içinde Ankara'ya ulaşacak, TBMM'ye gidecek ve dört partiye seçim barajlarıyla ilgili dilekçesini verecek…
Gerçekten alkışlanacak, destek verilecek bir eylem. Şimdiden yankı bulmaya başladı üstelik.
- Ama yetmez...
***
Genç ve azimli bir kadının bu eylemi, evet ateşi yakar…
Ancak hem toplumda, hem siyaset arenasında, hem de medyada mutlaka karşılığını bulmasıyla başarı yolu açılabilir…
İnternette, sanal iletişim dünyasında Aylin Kotil'e destek çığ gibi büyüyor, bunun arkasının gelmesi için herkesin, her kesimin elinden geleni yapması gerekiyor…
- Ama yine yetmez...
Öncelikle, mücadelenin seçim barajının düşürülmesi değil tamamen kaldırılması üzerine inşa edilmesi gerektiğine inanıyorum…
12 Eylül darbesine dek seçim sisteminde baraj diye bir sorun yoktu. Türk halkının artık 30 yıllık "istibdat" dönemini bitirmesi ve gerçekten özgür ve demokratik seçimlerde oy kullanması gerek…
- Ama bu da yetmez...
***
Demokratik, hilesiz, ahlaklı bir seçim için başka şartlar da gerekiyor…
1 – Yüksek Seçim Kurulu, anayasa ile kendisine verilmiş "seçmen kütüklerini oluşturma" yetkisini 2007 seçimleri öncesinde Nüfus Genel Müdürlüğü'ne devretmişti. Saygın hukukçular bunun anayasaya aykırı olduğunu belgeleriyle ortaya koymalarına karşın bu şekilde iki genel seçim geçirdik. Mezarlardaki ölülerin oy kullanmasından, bir evde yüzlerce seçmene ya da olan seçmenin yok sayılmasına dek binlerce iddia ortaya çıktı. Bu hile iddialarını, YSK'nin bu temel yetkisini geri alması büyük ölçüde önleyebilir.
2 – Yine iki seçimdir kullanılan ABD patentli "bilgisayarlı oy sayım sistemi" sahtecilik iddialarını beraberinde getirdi. ABD'de Başkan Bush'un ikinci kez seçilmesinde bu sistem kullanılmış ve büyük hileler yapıldığı iddiaları yüksek mahkemeye intikal etmişti. Yunanistan'da da aynı sistem seçimlerin iptaline neden olmuştu…
Türkiye'de ise ısrarla kullanımı sürdürüldü. Önümüzdeki seçimlerde klasik sayım sisteminin kullanılması topluma güven kazandıracaktır.
3 – Niçin vazgeçildiğine hâlâ anlam veremediğim "parmak boyası"na geri dönülmesi de seçimlerin güvenliği açısından şarttır. Bu kullanım, aynı kişilerin birden çok oy kullandığı iddialarını büyük ölçüde önleyecektir…
Bu ülkenin aydınlık, yurtsever milyonları, kendilerinin, çocuklarının, vatanlarının geleceği için bu şartlardan yoksun bir seçime girmenin ihanet, aymazlık ve enayilik olduğunu en yüksek perdeden haykırmalıdır…
Ülkemizi ancak bu şekilde geri alabiliriz...
- İşte yetecek olan budur...
NOT: Sevgili okurlar, 16 senedir bu sütunda her hafta aralıksız sizlerle buluşuyoruz. Bir süre yazmamaya karar verdim. En yakın zamanda buluşmak üzere, sevgiler.
Orhan Bursalı: Gece Yarısı Darbecileri Yasal Öldürme
11 Temmuz 2013
Evet iktidar gece yarısı operasyonlarıyla bu kez sivil toplumu ve uzmanlık kuruluşlarını devre dışı, etkisiz ve gelirsiz bırakmaya yöneldi. Yine bir "torba yasa" görüşülürken bir önerge yasa maddesine dönüştürülüp içine tıkılıyor ve 423 bin mühendisin çatı örgütü olan TMMOB'nin (Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği) yetki ve gelirleri kentlerin heyulası bakanlığa devrediliyor. Meclis'te hiç görüşülmemiş korsan bir yasa.
12 Eylül 1980 darbeci generalleri de çok kızdıkları mimar mühendis odalarının bu yetkilerini kaldırmak istemiş ama başaramamıştı…
İktidarın 12 Eylülcü rejimin niteliklerini aşan ve ancak darbeci ordu ve generalleriyle kıyaslanabilecek yasa, hukuk, adalet vb. uygulamaları ile karşı karşıya bulunuyoruz. RTE iktidarı her adımıyla, her yasasıyla, her kararıyla, polisiyle, bakanlarıyla, milletvekilleriyle, valileriyle kendisine yakıştırılan diktatörlük ve faşizm rejimini inşa etmeyi sürdürüyor.
Biz bunları sayıp döktükçe karşımızda, demokrasinin=sandık olduğuna inananlar sadece uygulamaların meşru ve yasal olup olmadığına bakıyor. Evet hukuki ve meşru gibi görünüyor her şey! İşte Meclis, oyçokluğuyla bir kanun kabul ediyor. İktidarda seçilmişler var. O halde toplumun kazanılmış bütün demokratik hak ve hukukunu yok edebilirler. Meclis'te kabul edilen yasalar, anayasaya, demokratik hukuk ve sosyal devlet ilkelerine ve toplumun özgürce gelişmesine mi hizmet ediyor yoksa iktidarın diktatörlüğüne mi, hiç önemli değil. Adamlar anayasanın herkes izin almaksızın gösteri, yürüyüş miting yapabilir açık hükmünü bile takmıyor. Vali bey ve bağlı olduğu yukarıya doğru zincir, anayasayı çiğniyor.
Bu iktidar, anayasa ile hiçbir zaman uyum içinde olmadı. Anayasayı takmıyor, ruhuyla uyuşmuyor. İktidar herhangi bir yasa ile de kendini bağlı görmüyor.
Önemli olan birilerinin meşru yoldan iktidar gelmiş olması değildir, iktidara geldikten sonra yaptığı gayri meşru, hukuksuz, yasa tanımaz, ülkeyi bölüp parçalayan, keyfi ve diktatoryal, toplumu demokratik bütün giysilerinden arındıran uygulamalarıdır. Seçimle iktidara gelmiş olması mı önemli, yoksa ülkeyi bu hale getirmesi mi?
Temel mesele şu: Bir iktidarın, gayri meşruluğa düştüğü halde hâlâ iktidarda kalması, "demokrasi"ye uygun olabilir mi? Bence hemen düşmesi, istifa etmesi, çekilmesi gerekir.
***
İktidar adamlarının niteliklerine bakın hele: Anayasa Mahkemesi 10 yıllık tutukluluk süresini iptal ediyor. Bekir Bozdağ hukukçu, başbakan yardımcısı, yorumluyor hemen: Bu karar çok isabetli olmuştur, sevindim…
Ama mahkeme bize 1 yıl izin verdi, bu demek değil ki tahliyeler olacak…
Bozdağ adındaki, buz kütlesi gibi, yüzünü gördükçe her keresinde kaygılarımın tepe yaptığı kişi, öğreniyoruz ki vaktiyle Ceza Muhakemesi Kanunu görüşülürken yine bir gece yarısı değişiklik önergesiyle tutukluluk süresini 10 yıla uzatan kişi. Bu kez ise "isabetli oldu" diyor. Bu kadar yüzkaralık, pişkinlik olabilir mi?
Ayrıca, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Fikret Bila'ya açıklama yapıyor ve bu kişiyi yalanlıyor: Hükümetin yeni yasa yapmasını beklemesi gerekmiyor mahkemelerin. Hâkimler ellerindeki dosyaya göre hemen karar verme yetkisine sahipler. Bozdağ ise siyasi makamdaki kişi olarak, yalan yanlış yorumuyla mahkemeleri etkilemeye çalışıyor ve adeta "salıvermeyin kimseyi" diyor. Bunların hepsi suç.
11 yıldır, demokrasinin d'sini görse mertek sanacak bu kişiler iktidarda. Bozdağ, RTE'ye verdiği bu olağanüstü hizmetlerin karşılığını, Başbakan Yardımcılığı koltuğuna tırmanarak aldı. Tıpkı jöleli bir fırdöndünün, her dönemin adamı bir yüzsüzün de benzer şekilde ödüllendirildiği gibi.
Bunların hepsi "siyasal İslamcı". İktidarda siyasal İslamın has adamları, çocukları oturuyor. Her gün, her an, siyasal İslamdan demokrasi çıkmazı kanıtlıyorlar.
Mısır'da Mursi bunu kanıtladı ve şimdi ülkesini ateşin içine attı. RTE iktidarı da durmadan bunu kanıtlıyor ve ülkeyi bir yangın yerine çeviriyor.
Askeri yönetimin Mursiciler üzerine ateş açarak 50'yi aşkın kişiyi öldürmesiyle, RTE iktidarının, Gezi Parkı göstericilerinin üzerine aynı şekilde farklı silahlarla ateş açarak 5 genci öldürmesi arasında, özünde bir fark yoktur. Polisin şiddeti ile Mısır'daki askerin şiddeti, benzerdir…
Gezi Parkı olaylarının hiçbirini içinden, yanından gözlemlemek ihtiyacını hissetmeyen bazı gazetecileri, şimdi Mısır'da "olayların içinde" görüyoruz. Çünkü orada "asker" var. Türkiye'de polisin öldürmesi, kafa göz yarması, göz çıkartması, sakat bırakması ne de olsa "meşru" yani her şey yasal ve seçilmiş bir iktidardın emriyle gerçekleşiyor...
Öldürme yasal! Yasal olsun da, binlerce kişi ölsün…
AKP iktidarı, Gezi Parkı Direnişi'yle Mısır'daki darbeyi neden ilişkilendiriyor?
Çünkü Mısır'daki darbe üzerinden, Gezi Direnişi'ni mahkûm ettirmek, kendisini aklamak ve otoriter rejimini pekiştirmek istiyor.
Çok yazıldı, çizildi ama bir kez daha yineleyeyim:
AKP'nin empoze etmeye çalıştığı çarpık mantığa göre:
Gezi Parkı Direnişi, Mursi'ye karşı olan Tahrir Meydanı Direnişi gibidir…
Darbeye yol açar…
Bu nedenle de katılanlara darbeci ve terörist muamelesi yapılarak derhal durdurulmalıdır!
Nitekim bu sakat mantık çerçevesinde her türlü haksızlık ve hukuksuzluk yapılmakta, Gezi Direnişi'ne katılan "barışçı aktivistlere", "palalı terörist"muamelesi reva görülürken bu direnişe karşı çıkan ve AKP iktidarının yanında yer alan "palalı teröristlere", "barışçı aktivist" gibi yumuşak bakılmaktadır.
***
AKP içinde paniğin büyümekte olduğu görülüyor:
Panik büyüdükçe, baskılar ve zaten iler tutar yeri kalmamış olan demokrasimizden geri gidişler de artıyor.
Son hamle, TMMOB gibi çok önemli bir meslek kuruluşunun yetkilerini ve haklarını elinden almak olmuştur!
***
Mısır'daki olay elbette bir darbedir…
Gezi Parkı Direnişi ise ondan çok farklıdır…
Çünkü Türkiye'deki demokrasi, bütün çabalara karşın henüz Mısır düzeyine geriletilebilmiş değildir!
Değerli gazeteci Aykut Küçükkaya ve öteki arkadaşlarla birlikte, Gezi Parkı Direnişi'nin ulusal ve evrensel boyutlarını irdelemeye çalıştığımız bir kitap yazdık…
O kitabı, benim "ABD'nin Siyasal İslamla Dansı" adlı çalışmamla birlikte okursanız:
AKP'nin antidemokratik çabalarının, kendisini yıpratmaktan başka hiçbir sonuç vermeyeceğini görürsünüz!
***
AKP'nin bu hataları nasıl ve neden yaptığını…
Bu hatalara karşı, demokrasinin nasıl korunabileceğini merak ediyorsanız:
Yine benim "İçimizdeki Zalim" ve "Demokrasimizle Yüzleşmek" adlı kitaplarıma bakabilirsiniz!
Mısır Başsavcılığı, başkent Kahire'de Cumhuriyet Muhafızları Karargâhı önünde meydana gelen olayları kışkırtmak suçlamasıyla, Müslüman Kardeşler Teşkilatı yöneticileri hakkında yakalama kararı çıkardı. Açıklamada, yakalama kararının, Kahire'deki Cumhuriyet Muhafızları Karargahı önünde düzenlenen gösterilerde halkı kışkırtmak suçlamasıyla çıkarıldığı ifade edildi.
Yani Mısır gibi bir ülkede, ABD ve Türkiye'nin organize ettiği Arap Baharı denilen bir darbeyle tek başına iktidar olsanız da halkı kışkırtmak suçundan aranır duruma düşebiliyorsunuz. Amerika arkanızdan çekildiği an cascavlak ortada kalabiliyorsunuz!
***
Türkiye'de işlenen benzer suçlar da Türk Ceza Yasası'nda"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" başlığı altında düzenlenmiştir:
"Madde 216.(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
***
Son bir iki ay içinde, ölüleri bile mezhepleriyle tanımlayan, "evdeki yüzde 50'yi zor tutuyorum" diye kendi halkını tehdit eden, tehditle kalmayıp, kendisini protesto edenleri tabancayla, gaz bombası kapsülüyle, palayla, sopayla öldüren, gözlerini kör eden veya yaralayan kamu görevlileri ve milis güçleri oluşturan bir iktidarın yetkilileri için de bir gün böyle aranma kararları çıkacaktır. Çünkü iktidarı kaybetmemek uğruna her türlü kışkırtmayı yapabiliyorlar. Üstelik, kendileri ile mücadele eden mimar mühendis odaları gibi kurumları, gece yarısı çıkardıkları yasalarla, yetkilerini ellerinden alarak, etkisiz kılmaya çalışıyorlar. Hırsızın gece iş tutması gibi, önemli yasaları geceyarısı Meclis'ten geçiriyorlar. TSK'nın ezilerek bugünkü düzenin kurulmasına sebep olan, asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanması yasasını da bir geceyarısı yasalaştırmışlardı.
***
Son olarak torba yasa ile mera ve yaylaları, şirketlere 29 yıllığına "tahsis" etmenin önünü açtılar. Türk köylüsü ile devleti karşı karşıya getirecekler. Çünkü Türk köylüsü, hayatı pahasına ortak malı olan merasını, yaylasını kimseye vermez. "Ben bu yaylayı devletten kiraladım" diyeni de köyüne sokmaz, kovalar! Çünkü o mera ve yayla Türk köylüsü için sadece hayvanlarını otlattığı bir yer değil, yaşamanın var olmanın ta kendisidir. Çünkü yaylacılık Türk Milleti'nin genetik kodlarına kadar işlemiş bir gelenektir. Yaylalar, Türk Milleti için kutsal yerlerdir, dokunulamaz…
2008 yılında Bayındırlık Bakanı Faruk Özak, Perşembe yaylasından Ayder yaylasına kadar bütün Doğu Karadeniz yaylalarını, yayladan yaylaya karayoluyla birbirine bağlamayı ve bazılarında konaklama merkezleri oluşturmayı öngören Çakırgöl projesini açıklamıştı. Böylece, Akdeniz'deki "mavi yolculuk" gibi Karadeniz yaylalarında da "yeşil yolculuk" yapılabilecekti. Yani yaylaları da şehirleştirecekti! İşte bu tür rant projeleri için ilgili yasayı çıkardılar.
Yaylalara dokunulamayacağını AKP iktidarı da öğrenecek ama o sırada düşmüş ve sorumluları, uyguladıkları politikalarla çok sayıda ölüme sebebiyet vermekten aranıyor olacak! Mesela Reyhanlı saldırısından sorumlu tutulacaklar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder