26 Aralık 2017 Salı

MURAT SEVİNÇ : ISLAK HAVLUYLA BOĞMAK MASRAFLI VE ZAHMETLİ OLUR COP VS. DÜŞÜNÜLEBİLİR!



MURAT SEVİNÇ : ISLAK HAVLUYLA BOĞMAK MASRAFLI VE ZAHMETLİ OLUR COP VS. DÜŞÜNÜLEBİLİR!

15/12/2017 20:53


İyi kötü düzenli yazmaya çalışanlardan biri olarak zaman zaman neden yazdığımı düşünüyorum. Ne yazmam gerektiğini. Hangi konuya öncelik verilebileceğini. Zamanlamayı. Kimin üzerinde ne etkisi olacağını…

Bir kısmının yanıtı daha kolay olsa da özellikle iki soru için bunu söylemek güç: İlki 'Benim gibi düşünmeyen biri okuduğunda nefret/kızgınlık dışında bir duygu yaşıyor mudur?' İkincisi 'Bu konuda da yazmalı mı?'

İlk sorunun/kaygının yanıtını bilemiyorum. Belki farklı mahallelerden birileri de kafa karışıklığı yaşıyordur. Belki de zaten yalnızca aynı yönde düşünenler anlamlı buluyordur.

İkinci sorunun nedeni büyük ölçüde memleketin geldiği nokta. Anayasal ilkeler askıya alınmışken sürekli olarak "Anayasa'ya aykırı davranılıyor" demenin kime ne faydası var? Buna mukabil yazılmadığında da sanırım durumu daha ağırlaştırma ve olağanlaştırma dışında bir getirisi yok. İşte burada belki yanlış belki doğru gayriihtiyari şöyle düşünüyor insan: Eğer yazmıyor olmak berbat bir durumun kanıksanmasına katkı sunuyorsa o zaman yazmalı. Yazmak o esnada verili durumda herhangi bir değişikliğe neden olmuyorsa da hiç olmazsa 'alışma'yı engelleyebilir. 'Engelleme' demeyeyim de belki yaşadığımızın olağan olmadığı duygusunu güçlendirebilir.

Örneğin artık OHAL ve OHAL KHK'leriyle yönetiliyoruz ve ne kadar sıradan gelmeye başladı bu durum. Oysa OHAL 15 Temmuz teşebbüsü nedeniyle ilan edilmişti. Ama artık bir hükümet yetkilisi çıkıp rahatlıkla "Şu şu konulara dair bir KHK çıkarılacak" dediğinde yadırgayan kalmadı. Hukuk sisteminin ne halde olduğunun eşsiz bir kanıtı.

Türkiye'nin istisnasız tüm hukuk fakültelerinde ve hukuk dersi verilen diğerlerinde OHAL'in 'konusu süresi içeriği' ve 'süresi içinde çıkarılabilecek KHK'lerin niteliği' anlatılır. Şu anda birinci sınıfta anlatılan OHAL ile hiç ilgisi olmayan bir 'anormallik' yaşıyoruz. Herkesin kanıksadığı bir anormallik. Çıkarılan OHAL KHK'lerinin OHAL'in konusu süresi amacı ile ne ilgisi var? Neredeyse tamamı hukuk-anayasa dışı. Tepki?

Başta anayasa olmak üzere kurulu hukuk düzeni o düzenin araçları kullanılarak askıya alındığında artık hukuksal değil fiili durumdan söz edebiliriz. Hukuk normunun yerini 'karar' alır. O kararı veren(ler) kendisini herhangi bir mevzuat parçasıyla bağlı saymak zorunda hissetmez. Hukuksal eylemin yerini 'karar' aldığında toplumu oluşturan karmaşık ağın muhtelif bileşenlerinin bundan etkilenmemesi ve aynı hukuk dışılığın bir parçası olmaması ihtimal dışıdır.

Bir kaç yıl öncesine dek iktidar ve sempatizanları nezdinde son derece muteber olan Cemaat ile iyi ilişkiler içinde yürütülen 'yargılama faaliyeti' esnasında uzun süre tutuklu kalan ve ağır cezalara çarptırılan sanıklar adil yargılama faaliyeti ile değil siyasal bir karar ile yüz yüzeydi. Nitekim 17/25 Aralık sonrasında bir anda özgürlüklerine kavuşmaları da bu kez aksi yönde verilen 'karar' ile oldu. Olup bitenin hukuk ve adil yargılama ilkeleri ile uzak yakın ilgisi yoktu. Çünkü yargılama ancak 'adil yargılama ilkeleri'ne riayet edildiğinde 'yargılama' adını hak eder. Aksi soytarılıktır. Adil olmayan yargılama faaliyeti eninde sonunda çöker. Dün çökmüştü yarın da çökecek. Ta ki adil yargı ilkelerine uygun kararlar verilene dek bu böyle devam edecek. Karmaşık hiç bir yanı yok anlayacağınız.

Bu günden bir iki örnek: Demirtaş ve diğer vekiller neden tutuklu? Hangi suçlamayla? İddianame? Cumhuriyet yazarları ve diğer yazarlara yöneltilen suçlamalar için öne sürülen deliller nedir? Ne yapmışlar nasıl bir katkı sunmuşlar darbe girişimine? Osman Kavala hangi deliller ile tutuluyor? Sevgili Tunca Öğreten neden bir yıl yattı ve neden çıktı? Kadri Gürsel neden tutuklandı ve neden tahliye edildi? Peki diğerleri neden serbest değil? En en en en basit soruları yöneltin kendinize. Nedenini bilmediğinizi fark edeceksiniz.

Hukuk kuralından 'norm'dan türeyen 'karar' ile normla ilgisi olmayan karar arasındaki farkın çok güzel bir örneğini son günlerde daha sık işitmeye başladık. Gerek iktidar sahiplerinin gerekse destekçisi konumundaki sıradan yurttaşın ağzından. "Bence" diye konuşmaya başladı insanlar. "Bence" suçlu. "Biz" suçsuz olduğunu düşünmüyoruz. "Bence" belgeler sahte. "Bence" tutukluluk gerekli. "Bence" darbeyi şunlar şunlar yaptı.

Gelişmiş bir demokraside yönetenlerden biri çıkıp bir diğeri için"Bence terörist" dese beyaz gömleği giydirip kliniğe yatırırlar. Buna mukabil Türkiye nicedir ve artan ölçüde 'bence yargı' düzenine geçmiş durumda. Örneğin Balyoz davasında üretilen bir takım delillerle yaratılıyordu 'Bence bunlar darbeci' duygusu. Artık delil üretmeye de gerek duyulmuyor. Arada böyle bir ilerleme yaşandı!

Bu durumda "Bence" Selahattin Demirtaş bir süre daha kalmalı cezaevinde sonra da çıkmalı "bence"; yani iki yıl yeter "bana" kalırsa. 'Bence' AKP'li siyasetçi ve seçmenler dışında Türkiye'de yaşayan hemen herkes bir biçimde FETÖ ile ilişkili "bana" öyle geliyor. FÖTÖ değilse de diğerleriyle "bence. " Yani "Ben" böyle düşünüyorum ve "benim" böyle düşünmem yeter de artar 'bence yargı' sisteminde.

Hâl böyleyken iktidarla maddi ve manevi varlıklarını (haklı olarak) 'bir' gören yandaşların da kendilerini herhangi bir hukuk kuralıyla bağlı saymasına gerek kalmıyor. Aksi yönde bir 'karar' verilmediği sürece ne yaparlarsa yapsınlar ne kadar yalan söylerlerse söylesinler kimi hedef gösterirlerse göstersinler başlarına bir şey gelmeyeceğinin farkındalar. Çünkü 'ilke' değil hangi normun ne biçimde uygulanacağına yönelik verilecek 'karar' önemli artık!

Yazının başında yanıtını her zaman aynı rahatlıkta veremediğim 'Bunu da yazmak gerekli mi?' sorusundan söz etmiştim. Bir TV ekranında halihazırda yargılanan kimi isimleri 'konuşturmak' için çeşitli işkence yöntemleri önerdi biri. Neyse ki bu güne dek bir kez dahi okumadığım ve dinlemediğim ancak çeşitli haber sitelerinde maruz kaldığım bir tetikçi. Sürekli birilerini hedef göstermesiyle meşhur.

Şöyle buyurmuş: "Sallandır ayağından camdan aşağıya. Bak sana bir tane MOSSAD tekniği anlatayım. 'Gideon'un Casusları' kitabında vardı. Ajan yapmak istiyor Filistinlilerden birisini veya Ürdünlü veya Mısırlı olmuyor mesela kabul etmiyor. Gidiyor ailesinden birini tak diye öldürüyor. Gene yapmıyor gene öldürüyor. Ondan sonra mecburen… Kaç tane böyle ajanı var… 17-25 operasyonunu yapanları konuşturmak için sallandır ayağından camdan aşağıya. Havlu tekniği var yüze havlu atıyor yukarıdan aşağıya suyu döküyor ağzına; boğuyor. Bir sürü şey denersin. "

Ne yapmalı insan? Bu konuda yazmak gerekli mi hakikaten? Sanırım gerekli. Aslında sanki bir anayasa varmış gibi anayasaya aykırılıklar sanki yasalar önemliymiş gibi yasa dışılıklar yazılmalı. Aptalca enayice bir inatla yazılmalı. Bir kaç gerekçeyle. Not düşmek için. İleride bu günler çalışıldığında yararlanabileceğimiz 'notlar' gerekli. Buna mukabil daha önemlisi 'olağanlaştırmamak' için yazmalı. Şu devirde Türkiye'de bir TV'de işkence yöntemleri konuşup savunmak olağanlaşmamalı. Berbat olan insanlık dışı olan her şeye alışmak zorunda değiliz. Alışmamalıyız. Toplumu bir arada yaşamayı vs. geçtim; bir süre sonra kendimizi insan gibi bile hissetmeyeceğiz bu gidişle. İnsanlaşmak bir süreçtir ve toplumsallaşma ile mümkündür. Başat insani hasletler yitiriliyor. Türkiye toplumumun bir kesimi sırtını 2000'li yıllara döndü ve kollarını ilkel insana doğru açıp hızla koşmaya başladı sanki.

Bakınız muhterem okuyucu; hangi gruba mensup olursa olsun daha geçen ay beş kişilik bir aile boğuldu Ege'de. Anne baba ve üç çocuk bir botla Yunanistan'a gitmeye çalışırken. Türkiye toplumu izliyor. Bunlar altından kalkılamayacak ölçüde ağır şeyler. Bir TV kanalında akıl almaz biçimde işkence teknikleri konuşulmasının suç oluşundan söz etmiyorum bile. 2017 yılında "İşkence suçtur" cümlesini kurmak dahi utanç verici. Tarafı olduğumuz sözleşmelere aykırılığı dolayısıyla anayasaya aykırılığı…

Sorun işkence teknikleri hakkında konuşulmasındaki pervasızlık. Boşverin şimdi iktidar yandaşlarına dokunamayacak hakimleri savcıları; sorun toplum çoğunluğunun bunu hiç dert etmemesi ve hatta çok muhtemeldir ki onay veriyor oluşu. Bu gün Türkiye'de bir oylama yapılsa herhalde 'işkenceyle bilgi alma' yöntemine büyük destek çıkar. Felaket olan bu ve TV ekranlarını dolduran konuşan organizmalar sırtlarını söz konusu ortalamaya dayadıklarının farkında elbet.

Bir büyük sorun da bunların 'meczup' olarak değerlendirilmesi. Vahim bir yanlış bu. Meczup filan değiller; çok iyi biliyorlar ne yaptıklarını. Meczup ithamını yöneltmek karşı karşıya olunan felaketi hafifletip sulandırıyor hepsi bu.

Bir adım ötesi canlı yayında işkence tekniklerini sergilemek olabilir. Olamaz mı? Kim şaşırır? Tepki? Kim gösterecek sizler mi? Güldürmeyin…

Durum sağlıklı bir zihne sahip olanlar toplumun insancıl kesimleri açısından çok vahim. Hakikaten çok vahim.

Belki 'kısmen' moral olabilecek tek şey şu gerçek: Cemaat mensubu olup pis işlere girişenler rakip gördüklerinin onurlarına saldıranlar ayak kaydırıp delil üretenler sorumlusu oldukları her rezillik ile bir yandan da kendi 'iddianame'lerini yazıyordu. Bugün olduğu gibi.

Evet kuşkunuz olmasın kendi iddianamelerini yazıyorlar…

Not: İHD ve TİHV'nin 'işkence suçu' hakkında bilgi veren suç duyurusunu buraya ekliyorum. Bu da kitap yazısı.

http://www.diken.com.tr/islak-havluyla-bogmak-masrafli-ve-zahmetli-olur-cop-vs-dusunulebilir/


a45UyF587661-171226161827 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poyraz@openmail.cc
2017/12/26  17:30 2  65  AtaturkMilliyetcileri@googlegroups.com

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder