18 Ocak 2018 Perşembe

İCLAL - TUNCA ÖRSES : 330087 NUMARALI ESİRİN OLAĞANÜSTÜ SERÜVENLERİ




İCLAL - TUNCA ÖRSES : 330087 NUMARALI ESİRİN OLAĞANÜSTÜ SERÜVENLERİ

" 13 yıl cephelerde asker olarak savaştım. 23 yıl da Nahiye Müdürü olarak vatanıma milletime hizmet ettim. Kanuni, vicdani vazifelerime bağlı bulundum. Bilerek kimseye haksız muamele yapmadım. Ruz-i Mahşerde Peygamber Efendimizin bayrağı altında buluşmayı Yüce Tanrım nasip etsin. "

Tokat'ın Erbaa İlçesindeki bir mezar taşında yazılı olan bu beş cümle, Sibirya'da 330087 sicil numaralı tutsak, Hasan Aykan'ın ailesine bıraktığı vasiyetindeki son sözleridir.

Hasan Efendinin Trablusgarp'ta başlayarak, Çatalca siperlerinde, Sarıkamış'ın buzlarında, Sibirya, Vladivostok, Mançurya, Çin ve İtalya'da süren savaş ve esirlik serüveni gerçekten sıra dışı bir yaşam diliminin öyküsüdür. Hasan Efendi, cephelerde ve esarette geçirdiği 13 yılın sonunda, er olarak askere alınarak ayrıldığı Erbaa'ya, 3 yabancı dil ( Türkçe ve Çerkezce dışında ) konuşan bir subay olarak dönmüştü.

Hasan Aykan, 1890 yılında doğdu. Kafkasya'dan 1889 yılında Anadolu'ya göç eden, Çerkez kökenli bir aileye mensuptu. Usta bir kuyumcu olan babasının ölümünden sonra, yine kuyumculuk yapan büyük kardeşi Salih Efendinin bakımını üstlendiği Hasan, Kozlu'da ilk mektebi bitirmiş ve medrese eğitimi almaya başlamıştı. Erbaa'daki medresenin kapatılması nedeniyle tahsili yarım kalan Hasan, 1910 yılında askere alındı. Bağlı bulunduğu 42. Tümenin 42. Nişancı Taburu Trablusgarp Vilayetinde konuşlanmıştı. Hasan, iyi derecede bildiği okuma – yazma sayesinde Tümen kaleminde görevlendirildi ve altı ay sonra başçavuşluğa yükseltildi.

İtalyan'ların 1911 yılının Eylül ayında Trablusgarp'a saldırısıyla başlayan savaşta ilk cephe deneyimini yaşayan Hasan Başçavuş izlenimlerini; " İtalyanların ağır silahlarına karşı koyamıyorduk. Uçakları ilk defa görüyorduk. Makineli tüfeklerle ateş ediyorlar ve bizleri bombalıyorlardı. Arap gönüllüler, Şeyh Senusi uçuyor diyerek yerlere yatıyorlardı. Türkiye'den gelen subayların örgütlemesiyle İtalyanları durdurduk. " sözleriyle anlatmıştı.

Trablusgarp'tan yurda dönen 42. Tümen, Çatalca savunma hattında görev aldı. 2. Balkan Savaşı, Hasan Efendi için ikinci cephe deneyimiydi. Savaşın bitmesiyle terhis olup, Erbaa'ya döndükten 2 ay sonra seferberlik ilan edildi ve Başçavuş Hasan, 3 Ağustos 1914 günü tekrar üniformasını giydi.

10. Kolorduya bağlı 31. Tümenin, 91. Alayının, 1. Tabur - 2. Bölüğünde 4. Takım komutanlığına atanan Hasan Efendi, yollarda karşılaştığı ve donanım eksikliğinden kaynaklanan acıklı durumlardan sonra Allahüekber Dağlarını aşıp, Sarıkamış muharebesine katıldı. Çetin çarpışmalar ve dondurucu doğa koşulları nedenleriyle 280 mevcutlu bölüğünde 22 asker kalmış, subayların tümü şehit ya da yaralı olduğu için Başçavuş Hasan komutayı ele almıştı.

Sarıkamış harekatında gösterdiği başarı nedeniyle, 14 Aralık 1914 tarihinde Hasan Efendi zabit vekilliğine ( yedek subay) terfi ettirildi.

Doğu cephesinde muharebeler sürüyordu. 15 Nisan 1915 tarihinde başlayan düşman saldırısında, Hasan Efendi, bölüğünün başında çarpışırken, bağlı olduğu tabur kuşatıldı. 143 asker ve aralarında Hasan Efendinin de bulunduğu 9 subay Ruslara esir düştüler.

91. Alay tutsakları ilk gün Oltu Kasabasına götürüldüler. Burada subayların sorgulamaları yapıldı. Esirler, bir gün de Kars'ta kalıp, Tiflis'e gönderildiler. Halkla görüştürülmeyen tutsaklar, sonunda Nargin Adasında bulunan esir kampına yerleştirildi.

Hasan Aykan'ın anlatımıyla Nargin'de geçen günler karabasan gibiydi; " Adada 133 subay ve 3000den fazla askerimiz vardı. Yaşamımız çok acıklıydı. Tek bir Rus doktor hastalara bakıyor, ölenler adaya gömülüyordu. Ada, denizden çıkan yılanlarla doluydu. Perişanlık içersinde burada beş ay kaldık. "

Beş ayın sonunda subaylar trene bindirilerek Sibirya'ya yollandılar. Hasan Efendi bu yolculukta ayrı bir üzüntü içersindeydi, Annesinin, çocukken yaramazlık yaptığı zamanlar Çerkezce söylediği " İnşallah Sibirya'ya sürülürsün" Bedduası aklına gelmişti.

Hasan Aykan Sibirya'daki Brezovka tutsaklar kampında iki yıl altı ay geçirecekti. Kendisine verilen esirlik numarası 330087'ydi.

Alman ve Avusturyalı beş bin tutağın ve 300 Türk'ün bulunduğu kampta koşullar çok da kötü değildi. Türk subaylarının barındırıldığı binalar 4-5 odalı mutfağı, banyosu bulunan yapılardı. Pencereler soğuğa karşı korumalıydı. Hasan Efendi ve birlikte kaldığı subayların ayrıca bir şansları daha vardı. Yaşadıkları evin aşçısı, eldeki olanaklarla güzel yemekler pişiren Alem Vapurunun aşçıbaşısı Erzincanlı Ahmet Usta, Yamağı ise Bolulu bir aşçıydı. İhtiyaçlar Rusların verdiği maaşlarla karşılanıyordu. Hasan Aykan günlerini boş oturarak geçirmedi. Önce Avusturyalı bir dil öğretmeninden Rusça ders aldı. Arkadaşlarının alaylarına aldırmadı ve bir yıl hiç aksatmadan her gün, sabah akşam ikişer saat okuma - konuşma çalışıp Rusçayı öğrendi. Tutsakların Ruslarla ilişkilerinde temsilci olan 330087 numaralı esir, yabancı dil evrimini Almanca öğrenerek sürdürdü. Hocası ise Zeiss dürbünlerinin yapımcısının oğlu olan Avusturyalı Kurt Zeiss'ti.

1917 Ekiminde kızıl kasırga, Sibirya'daki esir kampını da etkileyecekti. Bolşevikler idareyi ele almışlar, yedek subay bahriyeli Sami ve bazı Türk tutsaklarda onlara katılmıştı.

Kızıl Orduya yazılan iki askeri kararlarından vazgeçirmeye çalışan Hasan Efendi, Merzifon'lu Hüseyin isimli asker tarafından ihbar edilerek sorgulandı. Rusçası sayesinde " Bolşeviklik aleyhine propaganda yapmadığını, yalnızca Türk askerlerinin buralarda kalmamasını istediğini " açıklayan Hasan Aykan, yaşamını kurtarmayı başardı.

Devrimden sonra Türk esirler Vladivostok'a gönderildiler. 330087 numaralı tutsak için yeni ve olağan dışı bir serüven başlayacaktı.

Vladivostok o dönemde Amerikan ve Japon işgali altındaydı. Ruslar, Çinliler, Japonlar, Yahudiler ve Türkiye'den kaçan Ermeniler kentin kozmopolit dokusunu oluşturuyordu. Rus parasının değer kaybetmesi nedeniyle ayda 50 ruble maaş alan Türk esirler karınlarını bile doyuramayacak duruma düşmüşlerdi. Hasan Aykan ve Jandarma Teğmen Mehmet Selami Efendi kaçmaya karar verdiler. İki Rus kız ayarlayarak eşleri gibi gösterip, Mançurya sınırını geçtiler. Amaçları Çin üzerinden İran'a geçerek yurda dönmekti. Ancak yol arkadaşının, bir meyhanede alkolün etkisiyle, bulunduğu masada firar eden Türk subayları olduklarını açıklaması, planlarının bozulmasına neden oldu. Yakalandılar ve 3 gün hücreye kapatılarak Vladivostok'a iade edildiler.

Hasan Efendi dönüşünde Türk esirleri için çalışma izni çıktığını öğrendi. Birçok asker köylere dağılmış, tarlalarda çalışıyor bazı subaylar, garsonluk, işçilik yaparak yaşamlarını sürdürüyorlardı Amerikalı hanımların hizmetinde yer alan subaylar da vardı.

Hasan Aykan'ın İlk işi subay kantininde çalışmaktı. Beceremedi ayrıldı. Emekli bir Rus Albayının evinde ot biçti ve sonunda arkadaşı Mankopi isimli Yahudinin aracılığıyla, kentte bulunan terk edilmiş tütün fabrikasında usta olarak işe başladı. Hasan Aykan, fabrikayı çalışır hale getirdi. Çitayiski ve Trabzoniski tütünlerini harmanlayarak içimi nefis olan bir sigara üretti. Maaşı 300 Yen'e çıkarılan 330087 numaralı esirin bu günleri, Rusya'da geçen en güzel zamanlarıydı. 2 yıl sonra tütün stokları tükendi ve fabrika kapatıldı.

Büyük savaş sona ermiş ve Kızılhaç'ın girişimiyle Türk tutsakların iadesi için getirilen gemi, Amerikan ve İngiliz askeri makamları tarafından Çek Lejyonuna tahsis edilmişti.

Bu eylemi protesto etmek için kaleme aldığı " Uygarlık aleminin dikkatine " adlı yazısını yerel bir gazetede yayınlatan Hasan Efendi, artık daha radikal düşünüyordu; " Umudumuz tükenmişti. İş ararken kaçakçılarla tanıştım. Ben de kaçakçılık yapmaya karar verdim. İranlı olduğuma dair Çin Konsolosluğundan geçici pasaport, Rus hükümetinden de Türk ve Kafkas olduğuma dair başka bir pasaport temin ettim. Çin'e afyon götürüyor, Çin'den altın, gümüş ve bayanlar için ipekli kumaşlar getiriyordum. Mançurya'da Tatar Müslümanların aracılığıyla afyonu iyi fiyatlara satarak bu işten epeyce para sahibi oldum. "

Hasan Akyan bu dönemde Vladivostok kentinde üst tabakadan kişilerle dostluk yapıyordu. Kentin Müftüsü Abdülmuttalip Efendi, arkadaşları arasındaydı.

Sonunda Hilal-i Ahmer ve kızılhaç'ın ortak projesiyle 50 bin lira karşılığında bir Japon vapuru, (Heymeymoro) Türk esirleri İstanbul'a götürmeyi kabullenmişti. Toparlanabilen tutsaklar yola çıktılar (subaylar ve askerler arasında Rus kadınlarla evlenerek Vladivostok'ta kalmayı tercih edenler vardı. )

23 Şubat 1921 tarihinde yola çıkan Japon vapuru, 72 Türk subay, subaylarla evli 12 kadın ve 1030 eri yurtlarına kavuşturamayacaktı. Uzun yolculuğun sonuna yaklaşıldığında gemi, 5 Nisan günü Salı Midilli Adası açıklarında Yunan torpidoları tarafından durdurularak 13 Nisanda Pire Limanına götürüldü. Japon denizciler direnerek taşıdıkları esirleri Yunanlılara teslim etmediler. Ancak Heymeymoro ve tutsak yolcuları, Pire limanında 6 ay bekletilecekti. Hasan Efendi ise kendisi gibi yabancı lisan bilen Üsteğmen Lütfi Efendiyle birlikte, esirlerin temsilcisi seçilerek bu günleri karada geçirebildi. Brezovka kampında aldığı dil eğitimi, 330087 numaralı esirin Yunanistan'da da işine yaramıştı.

Hilal-i Ahmer Cemiyeti Heymeymoro'da tutulan tutsakların, I. Dünya Savaşı'ndan kalan esirler olduğu ve diğer devletlerin esirleri gibi iade edilmeleri için uğraş vermiş, başarılı olamayınca da hiç değilse tarafsız bir ülkede kalmalarına razı gelmişti. İtalya hükümetinin Avusturya - Macaristan'dan aldığı Asinara Adasını, geçici olarak esirlerin muhafazası için tahsis etmeyi kabul etmesi, Hasan Efendi için yeni bir serüven sayfasının açılmasına neden oldu.

17 Ekim 1921'de Sardunya Adasının Porto Tores Limanına demir atan Heymeymoro, Roma Büyükelçisi Osman Nizami Paşa tarafından gönderilen Başkatip Manyasızade Feridun Bey tarafından karşılandı. 19 Ekimde Tutsaklar, Asinara adasına çıkarılarak karaya ayak bastılar.

Hasan Aykan'ın Asinara günleri de ilginçti; " Adada bulunan Vali Vekili General Roses'in eşi Almandı. Hanımı ile bizleri toplayıp almanca bilen birisini temsilci olarak seçmek istediklerini söylediler. Almanca bildiğimi söyleyerek öne çıktım. Hal hatır sorulduktan sonra General ve eşini kaldığım odaya davet ederek, Pire'den aldığım Metaxa ve Türk kahvesi ikram ettim. "

Ertesi gün Vali Vekili tarafından konuk edilen Hasan Efendi, Generalin 18 yaşındaki güzel kızı Anita ile tanıştı. Kendisine tahsis edilen Papalığa ait binadaki odada kalmaya başlayan Hasan Aykan, gönüllü rehberi Anita'yla güzel günler geçiriyordu. " General bir gece beni evine davet etmişti. Avrupa'nın hangi ülkesinde öğrenim gördüğümü sordu. Avrupa'da bulunmadığımı, yüksek öğrenim yapmadığımı, Anadolu'nun ortalarında birçok haritada görülmeyen bir kazanın köyünden geldiğimi öğrenince çok şaşırdı. "

19 Mayıs 1922'de İstanbul'dan hareket eden Ümid vapuru, Asinara esirlerini İstanbul'a getirmekle görevlendirilmişti. Gemide, Hilal-i Ahmer Esir Şubesi Başkanı Saffet Bey de bulunuyordu.

26 Mayıs, Asinara'da son gündü. Tutsakları uğurlamaya gelen General Roses, Hasan Efendiye el yapımı bir vazo hediye etti. ( Anita'nın gözyaşı döküp dökmediği ise bilinmiyor. )

Ümid Vapuru, 1 Haziran 1922 tarihinde İstanbul'a ulaştı.

Hasan Aykan, Köyüne döndü. Savaşlar ve esaretin getirisi olan birikimi ile 23 Yıl Nahiye Müdürlüğü ve Belediye Başkanlığı yaparak devlet hizmetinde görev aldı. Güçlü fiziki yapısı ve 1.90'lık boyuyla önce Rum Pontus çeteleriyle sonra da aralarında ünlü Dramalı Hasan'ın da bulunduğu Türk eşkiyaları temizlemekle başlayan zorlu görev yıllarından sonra emekli oldu.

Hasan Aykan, oğlu Dr. Cevdet Aykan'ın iki kez Bakanlık yaptığını görecek kadar uzun yaşayarak, 26 Mart 1983 tarihinde aramızdan ayrıldı.

Erbaa'da oturan yaşlı kimseler "KOCA MÜDÜR " adıyla anılan 330087 numaralı esiri hala hatırlarlar.

İCLAL - TUNCA ÖRSES


a45UyF587661-180118212121 Oraj Poyraz At Openmail oraj.poyraz@openmail.cc
2018/01/18  21:50 2  65  AtaturkMilliyetcileri@googlegroups.com

 


1 yorum: