Bakın AKP yandaşları, azılı mürteciler sizlere sesleniyorum.
Kesinlikle saplantılı değilim, nesnel/objektif olmaya akılcı/rasyonel olmaya çalışıyorum.
Zaman zaman ters konuşsam da tek kaygım Türk milleti, Türk devleti birlik ve bekası.
Bu abi belli ki, çok düşünmüş, iyi düşünmüş.
Ülkemizin karar vericileri de okusunlar.
Ben de aynı şeyleri söylüyorum.
Netleştireyim.
-
Uzun vadede Suriye ya da Irak'ı işgal ya da ilhak etmemiz imkansızdır.
Buraları asla bizim vatanımız değildir.
Buralara vatan muamelesi yaparak kan ve göz yaşı dökmenin bir yararı yoktur.
Bizim buraları için derdimiz, bize zararlı oluşumlar, gelişmeler olmasın, bize faydalı bir statüko oluşsun bakışında olmalıdır.
Türkiyenin buralarda abilik, efendilik, Osmanlıcılık rollerine soyunması, kendini de böyle anlatması her kesim için çok zararlıdır.
İlk olarak bizi bütün dünyanın nefret nesnesi haline sokar, ikincisi zaten imkansızdır, üçüncüsü bölgede ve dünyada kimsenin bizden abilik, efendilik, Osmanlıcılık beklentisi yoktur. - Ikinci olarak olur olmaz her durumda aklımıza silah, top, tüfek getirmekten artık vaz geçelim.
Elinde çekiç olanın her şeyi çivi görmesi gibi bir saçmalık bu yüzyılda yürümüyor.
Onun yerine elimizde olan çok daha güçlü seçenekleri kullanalım.
Bu seçenekler ekonomik, siyasi, diplomatik olmak üzere pek çoktur.
Ambargolar, ablukalar uygulayabiliriz, özel ekonomik anlaşmalarda teşvikler de verebiliriz.
Değişik ittifaklar kurabilir, çok özel işbirliği anlaşmaları yapabiliriz.
Esasen Anadolu'nun güçlü devletleri kaba kuvvet kullanımından çok ince diplomasi, ittifak anlaşmaları ile olmuştur.
O Osmanlı Osmanlı dedikleri aslında bir Bizans uç beyliğidir.
Önce Yarhisar Tekfuru, sonra İnegöl Tekfuru, sonra Bulgar prensesi ve Bizans İmparatorunun kızıyla peşpeşe yapılan evlilikler ve bu gelinleri beraberlerinde drahoma olarak getirdikleri saraylar, şehirler ve geniş topraklar sayesinde Osmanlı Osmanlı olmuştur.
Osmanlının bozulması ise kaba kuvvet kullanımına başvurdukça hızlanmıştır.
İttifaklar ve işbirlikleri önemlidir.
-
Barazani ve Güney Kürdistan(Hewlêr Kürt Eyaleti) kalkışmasının boğulmasında kullandığımız araçlar yeteri kadar güçlü olmuştur.
Amerika müttefikini geri adım atmada koruyamamıştır.
Aynı durum Batı Kürdistan (Rojave Kürt Eyaleti) için de geçerlidir.
Amerika'nın ise küresel hegomanya oyununda en büyük sıkıntısı Avrasya kıtasında köprü başları tutmak ve buralardan ilerlemektir.
Ancak, görülen o ki Amerika son on yıldır ya hep ya hiç oyunu şeklinde yürüttüğü çok riskli bir Monopoly oyununda giderek köprü başlarını kaybetmeye başlamıştır.
Bilmenizi isterim ki, son on yılın hikayesi özetle AMERİKA BORÇLANMAKTA ANCAK, İNGİLTERE, HANEDAN VE BAĞLAŞIK OLİGARKLAR ZENGİNLEŞMEKTEDİR.
Amerika oyunu kaba kuvvet denemeleriyle kurtarmaya çalışmaktadır.
Biz bu oyuna gelmeyelim.
Topu taca atalım.
Onun yerine zaman kazanalım.
Amerika zaten çekilip gidecek.
Geride kalanlar bizle baş başa kalacaklar.
Ve belki de bir gün bölgedeki hegomanya oyunlarında bize yardımıcı olsun diye bölgeden çekilmiş olan Amerikan güçleriyle işbirliği arayışına dahi girebileceğiz.
Bu nedenle ya hep ya hiç oyunlarına asla girmeyelim.
L2fSIJNoA0xfSNxA
MUSTAFA PEKÖZ : İDLİP'TE YENİLEN AFRİN'DE ZAFER KAZANAMAZ
16 Ocak 2018
"ABD'nin Afrin için QSD ile bir anlaşması yoktur savunmak için garanti vermez" ya da "Rusya İdlip'teki durumu dengelemek için Ankara'nın Afrin'e saldırmasına sessiz kalır" gibi değerlendirmeler gerçekçi değil. Ankara iç dinamiklerini rahatlatmak için çok sınırlı saldırılarla yetinmek zorunda kalacaktır
Ankara Astana görüşmelerinde kendisine büyük bir rol biçmişti. Hatta Suriye'de yeniden oyun kurucu olarak sahnede rol aldığı duygusuna kapılmıştı. Öyle ki Radikal İslamcı Örgütleri kontrol etme görevini dahi üstlenmişti. Kafasındaki plan şöyleydi: Silahlardan arındırılmış çatışmasızlık bölgeleri oluşturulacak ve İdlip bu bölgelerin en önemli merkezi olacak. IŞİD'in tasfiyesinden sonra Türkiye'nin denetimindeki Radikal İslamcı Örgütlere İdlip'ten özerk bir statü verilecek. Ankara da burada etkin bir güç olarak esasen Kürtlere karşı izlediği savaş politikasını daha güçlü bir şekilde yaşama geçirecekti. İdlip'in Radikal İslamcı Örgütlerin denetiminde kalacağına öyle inanılmıştı ki Ankara Moskova'nın her talimatını emir komuta zinciri içerisinde yerine getiriyordu.
Gelişmeler Ankara'dakilerin bir kez daha kandırıldığını ortaya çıkarttı. Rusya İran Hizbullah ve Suriye askeri güçlerinin başlattığı İdlip operasyonu AKP iktidarının hayalinde kurduğu İdlip ve Afrin projesini bütünüyle yerle bir etti. Bir kez daha aldatılmışlık duygusuyla Rusya ve İran büyükelçilik temsilcilerini Dışişleri Bakanlığı'na davet ettiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan yakın dostu Putin'i aradı ama İdlip'i kuşatma operasyonunda en küçük bir değişiklik olmadı. Türkiye'nin Radikal İslamcı Örgütlerin direneceği tehdidinin de pek etkili olmadığı görüldü. Askeri ve politik gelişmelerin ortaya çıkarttığı veri şu: İdlip merkezi önümüzdeki haftalarda bütünüyle kuşatılır.
İdlip operasyonu ne gibi sonuçlar doğurur?
Birincisi Ankara'nın Astana görüşmeleriyle Suriye'de kendisine biçtiği 'sorun çözen devlet' rolünün hiçbir öneminin olmadığı sadece oyun kurucu Rusya ve İran'ın talimatlarını uygulayan ülke konumunda olduğu netleşti.
İkincisi Türkiye'nin çatışmasız bölgelere Radikal İslamcı Örgütleri dâhil ederek İdlip'i özerk bir bölge olarak elde tutma planı çöktü. Putin Ankara'nın gösterdiği yoğun çabalara karşı küçük bir ödül verdi: Türk ordu güçlerinin YPG'nin özellikle Reyhanlı sınır hattı üzerinden Akdeniz'e açılmasını engellemek için geçici bir koridor oluşturmasına izin verdi.
Üçüncüsü Ankara önümüzdeki birkaç ay içinde binlerle ifade edilen İslamcı savaşçıya ülke içinde yer açmak zorunda kalacak gibi görünüyor.
Dördüncüsü İdlip'te bütünüyle inisiyatifi kaybeden Ankara birkaç ay sonra El Bab'dan çekilme hazırlıkları yapacak ya da Putin tarafından verilecek talimatla zorunlu olarak çekilecektir.
Beşincisi AKP iktidarı İdlip için Rusya ile asla karşı karşıya gelmez gelemez. Mevcut durumu kabullendi. İdlip'te ortaya çıkacak askeri ve politik sonucu kabullenmek dışında bir alternatifi bulunmuyor.
İdlip'te her şeyin kontrolde olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylemlerinin bir öneminin olmadığı ortaya çıktı. Suriye üzerinde uygulanan askeri ve politik planlardan Ankara'nın hesaba katılmadığını utangaç bir dille kabul edildi. Ayrıca bir başka önemli nokta da Ankara'nın İdlip üzerinde kuracağı hâkimiyetle Afrin kuşatmasını çok yönlü geliştirme planı fiilen boşa çıktı.
Ankara iç politikada gerileme eğiliminde olan prestijini korumak için Kürtlere yönelik savaş söylemlerini bir üst boyuta çıkarttı. Bölgesel kaostan beslenen iktidar iç dinamikler için bu kez Afrin'e karşı savaş açma kararı aldı. Medyaya bakılırsa birkaç gün içinde Afrin işgal edilecek binlerce YPG'li kısa sürede yok edilecek bölge İslamcı örgütlerin denetimine bırakılacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki: "Nedir? Orada 30 bin kişilik terör örgütü kurmuş. Onlara şu an itibarıyla 4800 TIR silah göndermiş. Ne gönderirsen gönder o 30 bin kişilik kurduğun ordu orada seni tam anlamıyla temsil edemeyecek ve stratejik ortağının karşısında da kusura bakma rezili rüsvan olacaksın… Amerika ülkemiz sınırları boyunca bir terör ordusu kurduğunu ikrar etmiştir. Bize düşen de bu terör ordusunu daha doğmadan boğmaktır. TSK Afrin ve Münbiç meselesini halledecektir. Hazırlıklarımız tamamlanmıştır. Harekât her an başlayabilir. "
Demokratik Suriye Güçleri'nin devletleşmesi
Savaş merkezi Pentagon'un cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tehditlerini ciddiye almadığı açık. Kendi projesini uygulamak için somut adımlar atıyor. Ayrıca Ankara'nın açık olarak fark ettiği ama kabullenemediği bir başka önemli nokta da şu ki ABD'nin resmileşmemiş de olsa askeri sahada görüldüğü üzere Ortadoğu'daki ittifak gücü değişiyor. Ankara halen ısrarla kendisini NATO üzerinden Washington'un stratejik ittifak gücü olarak yansıtmaya çalışıyor. Peki ABD için durum nedir? Çok açıktır ki ABD'nin Suriye stratejisinde YPG fiilen kalıcı ittifak gücüdür. ABD Suriye politikasının kalıcılığın ve başarısını YPG merkezli Demokratik Suriye Güçleri (QSD) üzerinde yürütüyor. Pentagon'un 30 bin kişilik sınır konuma gücü oluşturmasının Ankara'yı çaresizlik içinde bıraktığı çok açıktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'dağıtırız gireriz yok ederiz' söylemenin nedeni budur.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Yakın Doğu İlişkilerinden sorumlu Yardımcı Asistanı David Satterfield'in ABD-QSD ilişkilerine dair askeri siyasi ekonomik ve diplomatik alandaki 10 maddelik kararın doğrudan Trump tarafından alındığını özellikle vurgulaması Washington'un YPG merkezli QSD bölgesine yönelik stratejisini yansıtıyor.
Birincisi Demokratik Suriye Güçleri'nin savunma bölgelerindeki askeri güçlerin düzenli orduya geçmesine iç güvenlik için polis gücünün oluşturulmasına ve ağır silahlarla donatılan 'yeni' askeri gücün esasen Türkiye sınırında konumlandırılmasına karar verildi. Öyle ki QSD'ye verilmesi planlanan konvansiyonel silahların birçoğu Türk ordusunda bulunmuyor.
İkincisi bu gücün doğrudan ordu olarak tanımlanması Şam yönetimine bağlı Suriye Arap Ordusu'na karşı Demokratik Suriye Güçleri'nin ordu düzeyde temsile kavuşturulmasıdır. Yani Fırat'ın batısını ve doğusunu temsil edecek iki ordu eşit düzeyde askeri konular hakkında görüşmelerde bulunabileceklerdir.
Üçüncüsü daha önce birkaç makalemde daha dikkat çektiğim gibi ordulaşan gücün politik karşılığı devletleşmedir. Bu bakımdan Demokratik Suriye Güçleri'nin ordulaşma hamlesi kontrol altına alınan bölgelerin devlet düzeyde yeniden örgütlendirilmesinin en önemli adımıdır. ABD'nin uygulamaya koyduğu bu politika Şam yönetimiyle başlayacak görüşmelerde iki devletli bir federasyon sürecine nesnel bir zemin hazırlanmasına yönelik çok ciddi bir karardır.
Dördüncüsü ordulaşma ABD'nin Rojava merkezli Fırat'ın doğu hattında kalıcı olduğunu gösteriyor. QSD denetiminde olan beş bölgede kurulan ABD üslerinin kalıcılaştırılması ve yaklaşık bin kişilik askerin yerleştirilmesine karar verildi. Ayrıca ABD'li diplomatların bölgeye gönderilmesini buralarda diplomatik ofislerin kurularak işlevli hale getirilmesini sağlamak için somut adımlar hızla atılacaktır. Mesele IŞİD'in tasfiyesinin çok ötesinde Suriye denklemindeki güç ilişkilerini mutlak bir şekilde kontrol etmeye karar verdiğini gösteriyor.
Beşincisi Demokratik Suriye Güçleri'nin ordulaşmasının bir başka önemli noktası Suriye'de askeri ve politik etkisi artan İran'a karşı askeri bir dengenin oluşturulmasıdır. İran'ın özellikle Akdeniz'e açılmasını engellemek Hizbullah üzerinden İsrail'e karşı oluşturulan askeri ve politik baskıyı kırmak için Kürt merkezli ordulaşma stratejik bir hamle olarak ele alınıyor.
Altıncısı hükümet kurumları ve yargı sisteminin kurulmasına yardım edilmesi bu kurumlarda çalışacak kişilere eğitim verilmesidir. Yani devletleşmenin temel organları olan yargı yürütme ve yasama kurumlarının oluşturulması sağlanacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dostum dediği Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un "Rojava'daki mahkemeleri tanıyacağız" açıklaması da bir tesadüf değil.
Yedincisi bugünden başlamak üzere yıkılan bölgelerin yeniden inşa edilmesi insani yardımların düzenli olarak sağlanması kurumsal yapıyı yönetecek hükümet bütçesinin oluşturulması ve koalisyon güçlerinin yardımı için ortak kararların alınması için uluslararası ölçekte bir dizi ortak adımın atılmasına karar verildi. Önümüzdeki birkaç ay içinde küresel kurumlar ve şirketler QSD'nin denetiminde olan bölgelerin yeniden inşasına başlayacaklardır.
Sekizincisi QSD tarafından ele geçirilen stratejik öneme sahip petrol doğalgaz su gibi kaynakların işletilmesi ve kullanılması için yeni bir planlanma yapıldı. Stratejik enerji bölgelerinin kontrolü özellikle Şam ile yapılacak olası pazarlıklarda oluşturulacak bütçenin paylaşımında önemli bir faktör olacaktır.
Ankara ABD-QSD ittifakını kırmaya çalışıyor
Soru şu: ABD'nin açık kararına karşılık Ankara Afrin ve Münbiç'e yönelik bir askeri harekât başlatır mı?
Ankara'nın açmazı çok yönlü büyüyor. Gürlemek tehdit etmek "24 saatte girerim" gibi çok havalı söylemlerin ötesinde AKP iktidarının atacağı askeri ve politik adımlar ne gibi sonuçlar doğurur? ABD'nin stratejisi en azında iki parçalı federal bir Suriye'ye dayanıyor. QSD ile yaptığı anlaşmadan anlaşılacağı üzere federal devletlerin oldukça güçlü olması hedefleniyor. Bunun temel nedeni şu; Suriye'de tek merkezli bir devletin uzun vadede yürümeyeceğini gören ABD olası bir kopuşta bütün kurumsal yapıların işlediği bir devletin hazır olmasını stratejisi bakımından önemsiyor. Suriye'deki askeri politik ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak Rojava merkezli devletleşmenin sadece ABD'nin değil aynı zamanda koalisyon güçleri tarafından da kabul gördüğü anlaşılıyor. Rusya ile ABD arasında yapılan görüşmeler de QSD bölgesinin geleceği üzerine bir kısım ortak kararların alındığını gösteriyor.
Rojava'daki bu gelişlerin Ankara için önemli tehlikeler içerdiği açıktır. Sınır bölgelerinin Kürt askeri güçleri tarafından kontrol edilmesi Türkiye'nin iç politik dengelerini tahmin edilenden çok daha ciddi oranda etkileyecektir. PKK ile yürütülen (bir bakıma) dağ savaşının bütün Kürt bölgelerini kapsayacak şekilde yeni bir boyut kazanma olasılığı oldukça yüksektir. ABD AB ve hatta Rusya tarafından desteklenen Rojava'daki devletleşme süreci Ankara için bir ulusal güvenlik meselesidir.
AKP'nin iktidar gücünde önemli bir kırılma oluşmaya başladı. Bütün veriler bu gerçeği ortaya koyuyor. Gücü kendi lehine yeniden tesis etmek için toplumsal dinamikleri etkileyecek bir kısım adımlar atmak zorunda olduğunu hissetmektedir. AKP iç iktidar gücünü korumak için Afrin ve Münbiç'e yönelik kapsamlı askeri saldırılara yönelebilir mi? Mevcut veriler böylesi bir yönelimin oldukça zayıf olduğunu gösteriyor. Bu iki bölgeye yönelik bir kısım küçük çaplı saldırılara girişebilir ancak iki bölgenin askeri olarak kuşatılması pek mümkün görünmüyor. Böylesi bir durum ABD'nin ve Rusya'nın bölgesel çıkarlarıyla uyumlu değil. Bu nedenle "ABD'nin Afrin için QSD ile bir anlaşması yoktur savunmak için garanti vermez" ya da "Rusya İdlip'teki durumu dengelemek için Ankara'nın Afrin'e saldırmasına sessiz kalır" gibi değerlendirmelerin pek gerçekçi olmadığını bölgedeki askeri ve politik gelişmelere denk düşmediğini söylemek gerek. Ankara iç dinamiklerini rahatlatmak için çok sınırlı saldırılarla yetinmek zorunda kalacaktır.
Devletin bölgede dayandığı iç toplumsal dinamikler oldukça zayıftır ve bugün izlenen çok yönlü baskı politikalarına karşı bütünüyle kontrol dışına çıkacak düzeyde ciddi bir toplumsal tepki oluşabilir. Kobanê'ye karşı oluşan toplumsal tepkinin çok üstünde ani bir süreç oluşabilir.
Velev ki kapsamlı bir kara harekatı başladı
Bütün risk ve engellere rağmen Ankara bu iki bölgeye yönelik kapsamlı bir kara harekâtı yaparsa ne olur?
Birincisi ABD'nin bölgesel ve uluslararası baskısı tahmin edilenin üstünde yoğunlaşır. Ankara askeri politik ve diplomatik alanda çok yönlü bir kuşatmaya alınır. Zarrab davası gibi yeni uluslararası davaların açılması gündeme gelebilir.
İkincisi ABD doğrudan Türk askeri güçlerine yönelik askeri operasyonlar yapmasa da QSD'ye verdiği silahlarla ordu birliklerini felç edecek bir süreci başlatır. Ya da geçmişte olduğu gibi "bilinmeyen" düşman kuvvetlerinden gelen saldırılar yoğunlaşabilir. Türk savaş uçakları ve helikopterlerinin bilinmeyen ateşle düşürülmesi sürpriz olmaz.
Üçüncüsü Rusya diplomatik çözüm sürecine yoğunlaşırken bu iki bölgede savaşın yeniden alevlenmesine izin vermez. Türk ordu birliklerine askeri müdahalede bulunmaz ama özellikle Afrin'de YPG'ye verilen ateş gücü yüksek silahlarla ordu birliklerine çok ciddi kayıplar verdirip geri çekilmesini sağlayabilir.
Dördüncüsü YPG'nin Afrin'de QSD'nin Münbiç'te eğitilmiş çok önemli bir askeri gücü bulunuyor. Ayrıca çok büyük bir kitle desteğine sahip. Bu bölgeleri işgal ederek QSD-YPG'yi tasfiye edemeyeceğini bilen TSK'ye veya desteklenen Radikal İslamcı Örgütlere karşı on binlerin katıldığı toplumsal bir direnişin başlaması çok yüksek bir olasılıktır.
Beşincisi Şam yönetimi TSK birliklerinin Suriye topraklarından çekilmesi talebini sürekli gündemde tutuyor. TSK'nin Afrin ve Münbiç'e yönelik olası bir saldırıya karşı Suriye Arap Ordusu güçleriyle QSD arasında yeni bir ittifak oluşabilir.
Altıncısı El Bab'a 6 ayda giren TSK birliklerinin bu bölgelere girmesi oldukça zor kalıcı olması da mümkün değil. Buralarda çok ciddi kayıplar vereceği açıktır. Verilecek kayıplara karşı somut bir askeri ve politik bir sonuç elde etmesi de pek mümkün görünmüyor.
İşgal tersine AKP iktidarına karşı çok ciddi bir tepkiye yol açabilir. Böylelikle yenilgiyle sonuçlanacak bir askeri işgal iktidardaki güçlerin tasfiyesini hızlandırır. Erdoğan iktidarını korumaya çalışırken bütünüyle kaybedebilir ve politik iktidar ilişkilerinde sürecin dışına düşebilir. İktidarın ABD ve AB ile olan ilişkileri dikkate alındığında cumhurbaşkanının izlediği politika birçok yönden hem Türkiye'yi bölgesel ve uluslararası dengelerde bütünüyle izole edecektir hem de AKP iktidarının politik sonunu getirebilir.
Afrin'e ve Münbiç'e "müdahale ederiz gireceğiz" gibi açıklamalar sözlü açıklamaların dışında eyleme dönüşürse Türkiye kendisini ateşin içinde bulur ve karşılaşacağı sorunların altından kalkma şansı olmaz.
http://sendika62.org/2018/01/idlipte-yenilen-afrinde-zafer-kazanamaz-mustafa-pekoz-468245/
a45UyF587661-180116213728 Oraj Poyraz At Neomailbox 0raj.p0yraz@neomailbox.net
2018/01/17 00:33 2 65 AtaturkMilliyetcileri@googlegroups.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder