4 Mart 2011 Cuma

Basında yorumlar - Anlaşılan artık kimse bağımsız yargı, yargı görevini yapsın, hukuka saygı teranelerine inanmıyor....


Zıvanadan çıkmanın şahikası!

 Son Ergenekon dalgasında gazetecilerin gözaltına alınması köşe yazarlarının da gündemindeydi... İşte görüşler...
Zıvanadan çıkmanın şahikası! Ahmet Hakan (Hürriyet)

HADİ Soner Yalçın’ı yutturdunuz.
“Karanlık odacı” dediniz, “Zaten bizim de canımızı acıtmıştı” dediniz, “Yalçın Küçük’le dosttu” dediniz, “Eski Aydınlıkçı idi” dediniz, “Yazdıklarından değil terörden yargılanıyor” dediniz.
“Demokratız dediysek aptalız demedik” diye mugalata yaptınız.
“Oh olsun” diyerek tef çalıp göbek attınız.
Yani...
Allem ettiniz, kallem ettiniz ve devreye soktuğunuz en bayağı psikolojik harp teknikleriyle Soner Yalçın’ı yutturdunuz.
Peki söyler misiniz?
Nedim Şener’i nasıl yutturacaksanız?
Ahmet Şık’ı nasıl yutturacaksınız?
* * *
O Nedim Şener ki...
- Harbiden gazetecidir.
- Hrant Dink cinayetinin peşine düşmüş ve kimsenin bilmediği gerçekleri ortaya çıkarmıştır.
- Hiçbir küçültücü ifade kullanmadan, devletin resmi belgelerinden yola çıkarak Gülen Hareketi’nin kitabını yazmıştır.
- Polis içindeki yapılanmalara dikkat çekmiştir.
- Ergenekon soruşturmasındaki çarpıklıklara işaret etmiştir.
- Sadece habere imza atmış, sadece kitaplar yazmış, sadece yorumlar yapmıştır.
- Vicdanından başka dayanağı, kaleminden başka silahı olmamıştır.
Tekrar soruyorum:
Hadi Soner Yalçın’ı bir biçimde yutturdunuz...
Nedim Şener’i nasıl yutturacaksınız?
* * *

O Ahmet Şık ki...
- Darbe Günlükleri’ni ortaya çıkarmış bir gazetecidir.
- Tanıyanlarının “Benim olur, onun darbeciyle, çeteciyle, Ergenekoncu’yla bir işi olmaz” diye tanıklık yaptığı bir isimdir.
- Eğer ille de “birinin adamı” denilecekse, işkence gören Manisalı gençlerin adamı denilebilir.
- Eğer ille de “birinin adamı” denilecekse, polis tarafından katledilen gazeteci Metin Göktepe’nin adamı denilebilir.
- Araştıran, soruşturan, sadece yaptığı haberlerle var olan bir gazetecidir.
Yine soruyorum:
Hadi Soner Yalçın’ı bir biçimde yutturdunuz.
Ahmet Şık’ı nasıl yutturacaksınız?



YILMAZ ÖZDİL (Hürriyet)

...Ve şimdi...
Apo villaya çıkıyor.
*
Soner Silivri’ye, Mustafa’yla Tuncay hücreye konuyor...
Nedim’in evi basılıyor.
*
Türkiye’nin en dürüst, en yurtsever gazetecilerinden biridir Nedim... Rayında yaşar. Eviyle işi arasında gidip gelen tren rayı... Onur duyulan arkadaş, kusursuz eş, mükemmel babadır.
*
Apo’yu koruyan İtalyan gizli servisi vardı hiç olmazsa... Nedim’in evini bizim kendi polislerimiz basıyor... İleri demokrasi dedikleri bu oluyor.
*
Ben Apo’nun yerinde olsam...
Palmiyeli isterim.

İSMET BERKAN(Hürriyet)

Ahmet ile Nedim de Ergenekoncuymuş meğer!

GEÇEN hafta Ahmet Şık telefonla aradı. Aslında ben de onu aramayı düşünüyordum; Soner Yalçın Ergenekon nedeniyle gözaltına alınırken onun bilgisayarlarında Ahmet’in bir kitap taslağının bulunduğuna ilişkin bir haber okumuş, meraklanmıştım.

Nitekim Ahmet de aynı konuda arıyordu. Halen yazmakta olduğu kitabının Soner Yalçın’da ne aradığını bilmiyordu. Kitabın konusu polis içindeki Fethullah Gülen grubuydu. Ve Ahmet, kitabının henüz düzeltilmemiş, tamamlanmamış versiyonunun nasıl olup da Yalçın’da çıktığını bilmiyor, anlayamıyordu.
Ahmet, “Zaten” dedi, “Şu kitap işi bir bitsin, bu bilgisayarı alıp denize atacağım.”
Ben de kendimi tutamadım, “Denize atmak yetmez” dedim, “Önce içinden hard diskini çıkaracaksın, büyük bir mıknatısla bir süre tutacaksın ki içindekiler silinsin, sonra ona da güvenmeyip çekiçle kıracaksın, en sonunda da denize atacaksın.”
Dün sabahtan beri düşünüyorum: Acaba bu konuşma, Ahmet’in gözaltına alınma sürecini hızlandırmış mıdır? Eğer öyleyse, ona bu aklı veren ben olduğuma göre savcılar artık benden de şüphelenmekte midir?
Şaka bir yana, bunca yıl birlikte çalıştığım Ahmet Şık’ın, aynı binada yıllarımı geçirdiğim Nedim Şener’in en sonunda Ergenekon üyesi olmak suçlamasıyla gözaltına alınmalarını hâlâ tam olarak idrak edebilmiş değilim.
Bu iki isim de, bırakın bu örgütün üyesi olmayı, tam tersine Ergenekon’u ortaya çıkartmaya çalışan, savcıların çabasını bile yetersiz görüp soruşturmanın daha da genişlemesi, daha da derinleşmesi gerektiğini haberleriyle hep yüzümüze vuran gazeteciler.
Elbette Ergenekon soruşturması, bu soruşturmanın “bin yıl” sürüyor olması, soruşturmanın yapılma biçimi gibi konularda söyleyecek çok şeyim var ama şimdi söylemeyeceğim.
Arkadaşlarımızın zaten yeterince zor olan hayatlarından günler ve geceler çalınırken biraz bekleyeceğim, beklemek çok zor olsa ve çok koysa da...
Bir görelim bakalım tam olarak neyle suçlanıyorlar, ondan sonra konuşacak çok şeyimiz olacak nasıl olsa.


TAHA AKYOL(MİLLİYET)
Hukuk ve gizli örgüt

ERGENEKON soruşturması kapsamında dün evlerinde arama yapılan ve gözaltına alınanlardan sadece Nedim Şener’i tanırım. Nedim Şener’in “terör örgütü” üyesi olması, ordunun darbe yapacağı bir ortamı hazırlamaya çalışması mümkün değildir.
Hükümete karşıdır ama darbe ve terör yanlısı asla olamaz.
Böyle yakından tanıdığım bir insanın bile bu suçlamalara muhatap olması, Ergenekon soruşturmaları konusunda öteden beri dile getirdiğim “ölçü kaçıyor” kaygısını daha da güçlendirdi: Haklı bir soruşturmada ölçünün kaçırılması kaygısı...
Öbür gazeteci Ahmet Şık, Nokta dergisinde “Darbe Günlükleri”ni yayımlayan ekibin içindeydi. Şimdi darbeci olmuş olabilir mi?

MURAT SABUNCU(MİLLİYET)

‘Benim eşim asla kaçmaz memur bey’

Söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, sonra dünün detayları... 1994 yılında aynı gün, aynı serviste işe başladık onunla. Milliyet dışında kaldığım birkaç yıl hariç, hep omuz omuza çalıştık.
Nedim sadece arkadaşım değil, benim gördüğüm, tanıdığım en dürüst gazetecilerden biri. Mesleğin etik kurallarına uyan bir meslektaş, işi dışında tüm zamanını eşiyle ve evladıyla geçiren iyi bir baba. Lafını sakınmadan söyleyen, elinde bir belge varsa onu mutlaka yayınlayan, özü sözü bir insan. Sadece bu ülkede değil uluslararası camiada da başarılarıyla ödüllendirilmiş bir kişi.
Gelelim dün sabaha...
Sabah saat: 7.45 telefonum çalıyor. Arayan Milliyet Haber Araştırma Müdürü Tunca Bengin. “Nedim Şener’in evine polisler gitmiş haberin olsun.” O sırada “gazetecilik” dersi verdiğim üniversiteye doğru seyir halindeyim. Direksiyonu hemen evine doğru kırıyorum. Cep telefonunu arıyorum. Kapalı. Kısa bir süre sonra evinin önündeyim.
Kapının önünde bir dizi kamera... Etraf canlı yayın arabası dolu. Haber Araştırma servisinden Musa Kesler ile konuşuyorum. Henüz avukat gelmemiş. Aklım Nedim’den çok eşinde. Vecide’de... Geçen hafta kalbinden bir ameliyat geçirmişti. Bir de okula giden küçük kızı var. Ya onlar da içerideyse?

Yukarıda, tek başına

Musa ile birlikte apartmandan içeri girmeye çalışıyorum. Kapıda apartman görevlisi, yanında üzerinde polis ceketi bulunan bir memur. “Nedim yukarıda mı Milliyet’ten geliyorum ben diyorum.” Cevap vermeden gözüme bakıyor. “Eşi geçen hafta kalp ameliyatı olmuştu yukarıdaysa onu yanımıza alabilir miyiz?” Susuyor gözüme bakıyor. “Çocuğu da var. Küçük...” Tek bir cümle ediyor: “Nedim Bey yukarıda tek başına.”

Dışarı çıkıyoruz. Az sonra anlıyorum ki “Polis Nedim’in her şeyinden haberdar.” Eşinin ameliyatından bile. Hatta bu bilgi ellerinde olduğu için 112’den aldıkları bir ambulansla gelmişler kapının önüne.
Nedim’in eşini arıyorum: “Neredesin iyi misin?”
“Murat ameliyattan sonra anneme gelmiştik. Onun evinde kalıyorduk. Nedim ile kahvaltı ettik. O her sabahki gibi çocuğu okula bırakmaya gitti. Bu arada bana telefonlar gelmeye başladı. Nedim Şener’in evi aranıyor diye. Oysa daha kimse bize gelmemişti. Bir süre sonra arayan polisti. Komşumuzdan cep telefonumu almışlar. ‘Hanımefendi eşiniz kaçtı mı?’ diye sordular ben de ‘Benim eşim kaçmaz memur bey’ dedim. Eğer istiyorsanız evimin anahtarını yollayayım dedim. Yok biz bekleriz dediler. Sonra zaten Nedim eve geldi.”

Vecide’ye sakin olmasını söyleyip açılmaz ama bir kez daha şansımı deneyeyim diye Nedim’i arıyorum. Çalıyor ve açıyor: “Ne haber Sabuncu?”
“Nasılsın Nedim?”
“İyiyim avukatı bekliyoruz. Gelince içeriye girip evi arayacaklar.”
Kapatıyoruz. Bu arada gazeteden telefon yağıyor. Sabahın ilk saatlerinden itibaren Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu sürekli bilgi alıyor. Başta Emre Oral diğer yöneticiler, müdürler. Defalarca hem beni hem Nedim’in ailesini arayan bir diğer isim Hanzade Doğan Boyner. Doğan Gazetecilik Yönetim Kurulu Başkanı. “Bir ihtiyaç olursa mutlaka beni arayacaksınız Murat” diyor



MEHMET TEZKAN(MİLLİYET)

Herkes ‘onlar gazeteci’ dedi

Gözaltına alınmaları duyduğum andan itibaren televizyona kitlendim kaldım..
İnanamadım.. Hele hele Ergenekon’a, darbelere, derin devlet örgütlenmesine karşı duran, haberler yazan, yazılar, kitaplar yazan Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın ‘Ergenekon terör örgütü’ üyesi oldukları iddiasıyla gözaltına alınmalarına akıl sır erdiremedim..
Televizyona çıkıp bu konuda yorum yapan kimse inanamadı..
Ortaya çok acayip bir durum çıktı..
Sen Ergenekon ilişkileri daha iyi anlaşılsın diye..
Rehber olsun diye, kimin kim olduğu anlaşılsın diye kitap yaz.. Sonra da o kişilerle aynı örgütün üyesi olmakla suçlan..
Sen derin devletin üzerine git, sonra derin devletçilerle aynı kaba konul..
Nereden bakarsanız bakın ağır bir durum..
*
Şu güzel oldu, meslek adına hoş oldu..
Ekranlara çıkanların neredeyse tamamı onların gazeteci olduğuna şahadet etti..


MURAT YETKİN (Radikal)
Sustukça sıra kime gelecek?

İçeride seçim öncesi PKK hamlesi, dışarıda Libya, Mısır gibi gidişi değiştirecek gelişmeler var. Ama demokrasisi ‘bölgeye o kadarı yeter’ diyen Batılılar tarafından örnek gösterilen Türkiye’nin gazetecileri basın özgürlüğü alarmı veriyorsa sebepsiz değil.
Daha dün, “Türkiye’de gazeteciler artık her türlü hamleye açık halde” diye yazdığım gün, gazetecilere yönelik bir operasyon daha düzenlendi. Polis, sabahın erken saatlerinde gazetecilerin evlerini bastı, köşe bucak aradı, bilgisayarlarına el koydu, sonra da gözaltına aldı.
Operasyonun Ergenekon soruşturmaları kapsamında yapıldığı bilgisi var.

Türkiye temizlensin, siyaset sivilleşsin, savcılar, hâkimler işlerini yapsınlar; hepsi tamam. Ama son örnekte görüldüğü üzere Ergenekon operasyonlarının artık kamu vicdanına açıklanabilecek bir hali kalmadığı gibi, basın özgürlüğü üzerinde açık tehdit haline geldi.
Dün bütün televizyonlar, internet siteleri ve basın kuruluşları tarafından öne çıkarılan Ahmet Şık ve Nedim Şener’in durumuna bakmadan önce aynı ölçüde ciddi bazı noktalara değinelim.
Son operasyonun Soner Yalçın ve iki Oda TV yöneticisinin tutuklanmasına yol açan bir önceki dalganın devamı olduğu anlaşılıyor. Ergenekon davasında tutuksuz yargılanan Yalçın Küçük’ün Soner Yalçın ile ilişkisi üzerine zaten son haftalarda yeterince itibarsızlaştırma yayını yapıldı. Ancak Oda TV internet sitesinin neredeyse bütün çalışan ve yazarlarının operasyon kapsamına alınmasına bir açıklama herhalde gerekiyor. Mümtaz İdil gibi solcu bir edebiyat eleştirmeninden Müyesser Yıldız gibi milliyetçi bir gazeteciye kadar tek ortak noktaları Oda TV’de çalışmak, yazı göndermek olan kişiler nasıl aynı çerçevede der-dest ediliyor? Yoksa tutuklamaların süre itibariyle cezaya dönüşmesi gibi artık gözaltılar da bir yıldırma aracı olarak mı kullanılıyor? Sorular yanıtsız.
Nedim Şener, yolsuzluklarla mücadeleden Hrant Dink cinayetindeki ihmallere dek, gölgelerin üzerine cesaretle giden, Dink cinayetinin daha fazla kurcalanmasını isteme-yen yargı ve polis çevrelerinin tepkisini çeken bir gazeteci. Gözaltına alınırken dahi ‘Hrant için, adalet için’ diye seslenebildi kameralara.
Şık’ın durumu işin zıvanadan çıkmasının adeta şahikası… Daha Ergenekon davaları açılmamışken, Ahmet Şık ve Alper Görmüş saye-sinde Türkiye darbe girişiminden haberdar oldu. ‘Ergenekon’u anlama Kılavuzu’ adı altında Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte kirli ilişkileri deşifre eden kişidir. Ergenekon’dan yargılanan sanıklardan bir kısmıyla bu nedenle mahkemelik... Bu nedenle kimse akıl erdiremiyor Ergenekon üyeliği suçlamasına.
İddiaya göre, Şık’ın henüz yayımlanmayan ve Ergenekon ve derin devlet ile cemaat bağlantılarını sorgulayan bir kitabının kayıtları Soner Yalçın’ın bilgisayarında bulunmuş.
Yayımlanmamış kitabı sorgulamak herhalde Hitler Almanyası’nda, ya da MacCarthy ABD’sinde düşünülebilirdi. Gerçi Şık kitabının taslağını Yalçın’a göndermediğini, oraya birileri tarafından kopyalanmış olabileceğini söylü-yor. Ama diyelim ki gönderdi. Bir gazetecinin diğer gazeteciye kitap taslağını gönderip görüş sorması kadar doğal bir şey yoktur. Gelip benim bilgisayarıma baksalar, İsmet Berkan’ın son kitabının bir taslağını bulurlar. Bu, İsmet ile aramda örgütsel bağ anlamına mı gelir?
Biraz da bu yüzden operas-yonlar artık üzüm yemek değil, bağcı dövmek, bu durumda basını baskı altına almak amaçlı olarak algılanıyor. İçeride ve dışarıda basın kuruluşları dün son operasyona sert tepki verdi; gazetecilik dernekle-rinin ortak açıklamasında ‘Sustukça sıra size gelecek’ diye meslektaşlara seslenildi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, gazetecilere yönelik baskının demokrasinin işleyişini sorgulatacak düzeye geldiğini, bu işin daha uzun süre böyle devam edemeyeceğini söyledi. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, yargıdan ne çıkacak diye beklediklerini ama daha ne kadar bekleyeceklerini bilmediklerini söyledi. Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu, açıkçası ’artık yeter’ dedi. Türkiye’den çıkan bu üç sestir.
Dün sorulduğunda, Cumhurbaş-kanı Abdullah Gül, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ‘Yargının işi’ deyip sustular.
Ama siyaset yaşanan gerçekten çok algılanan gerçek demekse eğer, bu gidişle basını baskılayan bu durumun faturası içeride de dışarıda da hükümete kesilmeye başlar.


MEHMET BARLAS / Sabah
Normalleşmek mümkün mü?

Gazetecilerin evlerine baskınlar yapıldığı ve bunlardan bazılarının gözaltına alındıkları haberleri ile hayata başladığımızda, normalleşme sürecine girmemiz mümkün olacak mıdır?

Normalleşmenin temel öğelerinden biri de şeffaflıktır.
Açıkçası yargı da şeffaf olmak zorundadır.
Gözaltıların gerekçelerine ait bilgileri ne yazık ki yargıdan değil, dedikodu içerikli gazete ve internet haberlerinden öğrenmeye başladık.
Devam eden ve ne zaman karar aşamasına gelecekleri kestirilemeyen davaların iddianameleri ise Tolstoy romanlarına taş çıkartacak kadar hacimli ve ayrıntılı.
En kötü durum da ülkenin sağlıklı, özgürlükçü ve sivil demokrasiye sahip olmasını isteyen kesimlerin, bu davalar ve gözaltılar konusunda bir nevi taraf olmak durumuna itilmeleri değil mi?

Bitmez tükenmez bir süreç

Bir gazeteci gözaltına alındığında sanki onunla aynı görüşte olmayan gazetecilerin bu gözaltına alkış tutmaları gerekiyormuş gibi bir durum var.
Bu süreci birilerinin sona erdirmesi gerekiyor.
Askerlerin darbe yapıp toplumsal yaşama müdahale etmeleri ne kadar yanlışsa, o toplumun sürekli darbe ihtimali varmış gibi yaşatılması da yanlıştır.
Gençlik yıllarımı hatırlıyorum.
Cumhuriyet'teki köşe arkadaşım Burhan Felek bir Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak 23 Ocak 1913'teki Bab-ı Ali Baskını'nı karşı kaldırımdan nasıl izlediğini anlatırdı.
Ondan sonraki kuşak gazetecisi olan ben de bir Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak 28 Nisan 1960 öğrenci eylemlerini Beyazıt Meydanı'nda yaşamıştım.

http://haber.gazetevatan.com/zivanadan-cikmanin-sahikasi/363075/1/Gundem


--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ Telefon çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmayacak, ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni bölecektir.   Murphy Kanunları  oO-------------------------------------------------------------------Oo  http://orajpoyraz.blogspot.com/

--  -~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~-~ ÇOCUKLUK  Affan dedeye para saydım, Sattı bana çocukluğumu. Artık ne yaşım var ne de adım; Bilmiyorum kim olduğumu. Hiç bir şey sorulmasın benden; Haberim yok olan bitenden. Bu bahar havası, bu bahçe; Havuzda su şırıl şırıldır. Uçurtmam bulutlardan yüce, Zıpzıplarım pırıl pırıldır. Ne güzel dönüyor çemberim; Hiç bitmese horoz şekerim!  Cahit Sıtkı TARANCI  oO-------------------------------------------------------------------Oo  http://orajpoyraz.blogspot.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder