26 Şubat 2012 Pazar

POLITIK - EMİN ÇÖLAŞAN, SERDAROĞLU 28 ŞUBAT'I ANLATIYOR...

Serdaroğlu 28 Şubat’ı Anlatıyor / Emin Çölaşan

   SEVGİLİ okuyucularım, Sağlık ve Devlet eski bakanı Rıfat Serdaroğlu’ndan aldığım 

mektubu aynen sizlere iletiyorum. 28 Şubat’ın yıldönümü yaklaşırken, yandaş-liboş-Fethullahçı medyada yine feryatlar yükseliyor, propaganda mekanizması olanca hızıyla çalıştırılıp beyinler yıkanmak isteniyor. Devir onların devri ya, şımarıklık artık paçalarından akıyor!

Serdaroğlu’nun sözlerini lütfen dikkatle okuyunuz
“Üzerinden tam 15 yıl geçti. 28 Şubatı alkışlayanlar, lehine yazanlar, hatta “28 Şubat Türkiye’de demokrasinin yerleşmesini hızlandırdı” diyenler (Fethullah Gülen), son üç-dört yıldır eleştirmeye başladılar.
Başbakan Erdoğan’ın sağlık durumunun kamuoyundan ısrarla saklanması,

dış konjonktürün Ilımlı İslam projesini hızlandırma kararı alması,

zorunlu eğitimin parçalı olarak 12 yıla çıkartılıp Cumhuriyetin Lâiklik İlkesine ve Atatürk Devrimlerine açıkça savaş açılması,

yıllarca susup Ulus Devlet’e karşı pusuya yatanları cesaretlendirmişe benziyor.

Bugün 28 Şubat’ı hedefe oturtup Cumhuriyete ve Türk Ordusuna saldıranlar, gerekçe olarak “Demokrasiyi savunduklarını” söylüyor!
Oysa 28 Şubat’ı eleştirmek için insanın “gerçek demokrat” olması, aşağıdaki sorulara açıkça ve mertçe cevap vermesi gerekir .
Kimler demokrasiyi savunacak ve demokratik standartlarımızı yükseltecek?

Dünyanın en büyük terör örgütü El-Kaide’nin 2. adamının dizinin dibinde oturanlar mı?

Görevli hakime küfretmek ve halkı sınıf-din mezhep farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçlarından iki defa cezaevine girip hapis yatan birileri mi?

Sırtlarında dizi dizi yolsuzluk dosyası olup ta, dokunulmazlık zırhına sığınanlar mı?

Tüm yaşamlarını ve eğitimlerini, itaat etme ve emir alma kültürüyle geçirenler mi?

Davası için papaz elbisesi giyenler mi ?

Demokrasiyi hedefe gidecek bir araç olarak görenler mi?

Ne Mutlu Türküm Diyene vecizesini “İlkellik” olarak nitelendirenler mi?

Anayasa Mahkemesince “Lâiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğu için partileri mahkum edilen birileri mi?

Servetinin hesabını açık ve net olarak veremeyenler mi?

Basılmamış kitabın peşine polis takıp, kitabı bombadan tehlikeli gören birileri mi?

***
Demokrasimizin çerçevesini belirleyen Anayasamızda, hedefleri İslam Cumhuriyeti ve Şeriat Düzeni olan cemaat ve tarikatlara yer var mıdır?

En küçük bir yardım derneği bile devletin çeşitli birimlerine hesap verirken, milyarlarca dolara mafya yöntemleriyle, devletten gizli olarak hükmeden cemaatlerin burada yeri var mıdır?

Kutsal dinimizde yeri olmayan “Ruhban Sınıfı” benzeri cemaatlerin ve dinimizi zenginleşme aracı yapan “Din Tüccarlarının” yeri var mıdır?

Bu bölümdeki kişi, cemaat ve tarikatlar eğer “Biz demokratız, demokrasiyi savunduğumuz için 28 Şubat’ı eleştiriyoruz” derlerse, bilin ki o kişiler “Yalancının ve düzenbazın” önde gidenleridir.

28 Şubat nedir, beraberce bakalım:

Türkiye Cumhuriyeti Lâik ve Üniter Devlet olarak kurulmuştur.

Dünyanın bu karmaşık bölgesinde, AKP hükümetinin uygulamalarına rağmen şimdilik huzur ve barış içindeysek bunun sebebi, Türk Devletinin Büyük Atatürk tarafından çok iyi bir temele oturtulmuş olmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti çağdaş bir devlettir. Din ve Devlet işleri ayrılmıştır.

Şeriat Hukukundan, pozitif hukuka dayanan bir devlet yapısına gelinmiştir.

Cumhuriyet, şeriat hukukunun yerine pozitif hukukun konulmuş olmasıdır. İşte önemli nokta burasıdır.

Bir kısım çevreler işte buna karşıdır. İtirazları pozitif hukukadır. Talepleri ise gerçekte şeriat hukukudur.
Bunun adına dünyanın her demokratik ülkesinde “İRTİCA” denir.

28 Şubat öncesinde son model Mercedes otoları, şoförleri, korumaları ve göbeklerine kadar sakallarıyla, sarık ve şalvarlarıyla Başbakan Erbakan tarafından Başbakanlık Konutuna davet edilen tarikat ve cemaat önderlerinden bir tanesinin bile pozitif hukuka inandığını ve savunduğunu söylemek tek kelime ile deliliktir.

Bunların hepsinin talebi ve savaşı, Türkiye’de Şeriat Hukukunu hakim kılmaktır.

Şeriat Hukuku isteyenleri demokrat sayıp, yaptıkları savaşı “demokrasi mücadelesi” olarak tanımlamak ise Hizbullah adlı terör örgütünü, yasal siyasi parti yerine koymakla eşdeğerdir!
***
Bilinmesi ve Anlatılması Gereken Önemli Konu Sudur:

İrtica’ya karşı çıkmak, vatandaşın din duygularına karşı çıkmak değildir.

Bunu herkesin çok iyi anlaması gerekir.

Bu din bezirganları 28 Şubat kararlarını istismar etmişlerdir ve etmeye devam edeceklerdir.

28 Şubat kararlarından sonra hangi vatandaşın dinî inançlarını yerine getirmekte, eskiye göre zorlukları olmuştur?

28 Şubat kararları İslam ve Müslümanlığa değil, İslam ve Müslümanlığın din bezirganları tarafından kullanılmasına karşıdır.

Bu kararlar sonrasında hukuksuzluk, yanlışlık ve hatalar yapıldı ise, kararların alınış tarihinden sonra 3 ay 18 gün iktidarda kalan hükümet niçin bunları engellememiştir?

28 Şubat kararları, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Başkanlığında , Başbakan Necmettin Erbakan ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in katılımıyla toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda “OYBİRLİĞİ” ile alınmıştır.

Hükümet bu kararları aynen benimsemiş ve uygulanmasına karar vermiştir.

Abdullah Gül o sırada Devlet Bakanı!

O dönemin sorumlusu olan kişilerden şu an görevde olan tek kişi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dür.

28 Şubat Kararlarına karşı çıkanların şu soruları sormaları gereken tek kişi de, Sayın Gül’dür…

-Siz bu kararları niçin imzaladınız?
-Size bu kararları kandırarak mı, zorla mı imzalattılar?
-Bugün söylendiği gibi “28 Şubat milleti özünden uzaklaştırma hareketi” idi ise, niçin “istifa” yerine imzalamayı tercih ettiniz?
İmzalarını namuslarıyla eşdeğer tutan herkesin, bu soruların cevaplarını Cumhurbaşkanı Gül’den istemek en doğal haklarıdır.
***
Askerlerin Yargı, Basın, Üniversite mensuplarına brifing vermesine gelince, niçin bir kişi bile çıkıp; “Sizin bu yaptığınız demokrasiye müdahaledir, ben gelmiyorum” demedi ?

Kışlaya koşarak gidenleri sürükleyerek, zorla mı götürdüler?

Aynı kurumlardan kişiler, bugün polis brifingi için çağrılınca niçin koşarak gidiyorlar?

Kimse kendini kandırmasın. Yapılanlar o kadar açık ki!.

10 yıldır (AKP döneminde) yapılan şudur: Demokrasiyi, kafalarındaki rejime götürecek bir araç olarak gören anlayışın önderliğinde, cemaatlerin-tarikatların-din bezirganlarının-sadaka dolandırıcılarının elbirliği ile, demokrasinin nimetlerinden yararlanarak “DEMOKRASİYİ BOĞMA” hareketidir.

Üzülerek görüyorum ki, varlığını Demokrasiye, Cumhuriyete borçlu olan bazı kamu görevlileri yasaların kendilerine yüklediği görevleri ihmal ederek sinmişler, korkmuşlar ve bir seyirci gibi bu mücadelenin sonunu bekliyorlar. Sanki Şeriat ve Hilafetçiler kazanırsa kendilerine hayat hakkı verilecekmiş gibi!

Bizler, Atatürkçüler, Demokratlar-Vatanseverler-Cumhuriyetçiler-Türklüğe-Çağdaşlığa-Bilime-Yeniliğe-Gelişmeye-Zenginleşmeye-Pozitif Hukuka-Sosyal Devlete inananlar bu mücadeleden geri durmamalıyız.

Ülkenin her yerini dolaşıp, insanlarımıza doğruları anlatarak onları ikna etmeli, demokratik yolla, yani sandıkla, bu ortaçağ kalıntılarını tarihin derinliklerine göndermeliyiz.

Türk Milleti bunu mutlaka gerçekleştirecektir. Yeter ki herkes tarafını ve yerini açıkça belli etsin.”

Bu ilginç ve gerçekçi mektuba itirazı olan var mı!
Hele Bay Abdullah Gül, acaba o ne buyurur!

Emin Çölaşan
25 Şubat 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder