Çok yazdım söyledim.
Çoğunluk gerçeğin, doğrunun belirlenmesinde bir ölçü değildir.
İnsanlık tarihi aykırı gidenler, azınlıkta kalan çıkıntılar sayesinde yaşanan ilerleme ve gelişmelerin tarihidir.Ben bunu amiyane bir tabirle şöyle ifade ediyorum.
Bütün sinekler yanılıyor olamaz, o halde bok yiyin, demediğimize göre çokluk üzerinden gerçeğin tanımını aramayı artık bırakmalısınız.
Geçmiş toplumlarda çok sık görülen tanrı inancının başka sebepleri de olabilir.
Ve üstelik bunların bilimsel temelleri de olabilir.
İnsan beyninde inanç üreten belirli merkezler vardır.
Bu Türkçe tanrı inancı insanın fıtratında vardır demektir.İnanç duygusunu gelişimi insanın diğer maymunsulardan evrilmesi ve bilinç kazanmasıyla ortaya çıkan bir şey.
Bilinç çok önemlidir, kişinin kendi bedenini evrenin kalanından ayırd etmesi, kendinin farkına varmasıdır.
Bilinç kazandıktan sonra ben, sen, biz, onlar, bilebildiğimiz varlıklar ve bilemediğimiz, anlayamadığımız varlıklara ilişkin kavramlar ortaya çıkar.
Bakın burası çok önemli, bilinç ortaya çıktığı andan itibaren sadece kendimizi değil, bilebildiğimiz ve bilemediğimiz varlıkları tasnif ederiz.
Buradaki tasnif bilinç sahibi olmayan canlılardaki tasniften çok farklıdır.
İşte burada bahsettiğimiz bilemediğimiz, anlayamadığımız, kavrayamadığımız varlıklardır bizim ilah, cin, peri, elf dediklerimizdir.
İnanç tıpkı saldırganlık, cinsel dürtü, yaşama enerjisi, libido, destrüdo, ego, id, süper ego gibi beynimizin ürettiği bir kavramdır.
Buradan ahlak kavramına geçiyoruz.
Evet, dinin en önemli işlevidir ahlak üretmek.
Ahlak kısaca iyinin ve kötünün tanımlanmasıdır.
Evrimsel sürece göre değişen sadece ahlakın dayandığı kriterlerdir.
Beyni olmayan atalarımızdan bize reflekslerimiz miras kaldı.
Sürüngen atalarımızdan duygularımız, sürüler halinde yaşayan memeli atalarımız sürüleşmeyle ilgili güdülerimiz miras kaldı.
Arkaik insan atalarımızdan bize din ahlakı miras kaldı.
Atalarımız ilk zamanlarda iyi ve kötüyü tamınlarken, zevk ve acı ölçüsünü kullandılar.
Sonraları günah sevap ölçüsünü kullandılar.
Zaman içinde buna toplumsal yarar ve zarar ölçüsü de eklendi.
Giderek insan evrildi, estetik yargıları gelişti, güzeli çirkini bilir oldu.
Hak ve hukuk kavramı gelişti.
Toplumsal sözleşme kavramı gelişti.
APRİORİ A priori, genelde deneyle kanıtlanamayacak olgular için kullanılır. |
Biz artık sürüleşme güdülerinin yerini alan hak ve adalet anlayışı aldı.
Biz aslında taş devri insanın zekası olan din olgusunu da aştık, iyi ve kötüyü tanımlarken günah ve sevap ikilisini de kullanmıyoruz.
Daha doğrusu ben ve çağdaş insan böyle yapıyor.
Taş devrine saplanıp kalan türdeşlerimiz malesef hala böyle yapıyor.
Artık ahlak üretmeki için dine ihtiyaç yok.
Biz iyi ve kötünün tanımını artık güzel ve çirkine, yararlı ve zararlıya, toplumsal uzlaşamaya göre yapıyoruz.Doğrusu sizler de iyi ve kötünün tanımın yapmak için sürüngen, memeli, ve taş devri atalarımızın zekasının daha ötesindeki imkanları kullansanız insan türü ve kişi olarak siz daha mutlu ve huzurlu olurdunuz.
Bilinmeyenin açıklanması:
Aslında bilim ve din çok ayrı şeyler değildir.Daha en baştan beri böyleydi.
İç içedir.
Din çığrından çıkmış, yanlış, sahte bilimdir.
Bilim ise doğru ve sağlıklı yolda gelişmiş dindir.
Her ikisi de bilinemeyenin açıklanması içindir.
Bilim gerçek hakkında doğru cevaplar verir, yanlış cevaplar ise dine aittir.
Tek ölçü vardır, evrenin temel gerçeklerine uyum.
Bilim bazen de en kötü ihtimalle, gerçek hakkındaki cehaletin itirafıdır.
Evet bilim her şeyi açıklamıyor, ancak açıklayamadıklarını da dürüstlükle itiraf ediyor.Bilmiyorum, bilmiyoruz, bilmiyorlar.
Bu çok zor değil, ama dinin kitabında yoktur böyle bir fiil.
Evet din her zaman bilir.
İlahiyatçıların bilmediği hiçbir şey yoktur.
İlahi metinler her zamanı, her şeyi açıklar.
İlahi metinlerin ve ilahiyatçıların en temel özelliğidir bu.
Bunu da anlamak çok kolay.
Taş devri insanını korkutan, merakını uyandıran, endişeye sevk eden sonsuz sayıda sorun hakkında o yıllarda bilimin veremediği cevabı din vermiştir.
Dinin bilinmeze ilişkin verdiği cevaplar o günler için daha iyi bir seçeneği olmadığı için çaresiz kabullenilmesi gereken tek cevaptı.
Çünkü insan fıtratı gereği bilinmezden dehşetli korkar.
Insan fıtratı(!) gereği bilinmeyen yerine yanlış da olsa cevapların olmasını bilinmezle başbaşa kalmaya tercih eder.
Elbette o yıllarda insanların yanlış, sahte bilimi, doğru olandan ayıracak imkanları yoktu.
Ama artık var.
Deney ve gözlem yeni keşfedilmiş bilimsel yöntemler değildir.
Ancak, bilimin olmazsa olmazı haline girmesi son birakaç yüzyılın işidir.
Bir düşünün, empati yapın.
Yıl milat sıraları, Anadoludasınız, her taraf cangıl gibi orman, her türlü vahşi varlık etrafta.
Sizin elinizde bir değnek ucunda kenarları ve ucu kırılarak sivriltilmiş bir mızrak var.
Gece olmuş, bir ateşin çevresindesiniz.
Etrafınızda birbir çeşit hayvanın uluması, bağırtısı.
Bazen karanlıkta parlayan gözlerini görüyorsunuz.
Bazen ateşe rağmen size yaklaşıyorlar.
Kedi, köpek falan değil, timsah, arslan, ayı, yılan falan.
Hepsi de en büyüğünden.
Ve siz ve ben bir kalabalığın içinde konuşuyoruz.
Ben dinleyenlere sadece şunu diyorum.
Karanlıklardan gelen sesler hakkında hiçbir bilgim yok.
Siz ise aslanın ruhundan, tanrı ayıdan, yılan tanrıçadan falan bahsediyorsunuz.
Diyorsunuz ki, hayvan keselim, kurban edelim, hayvan tanrılara sunalım.
Tanrıları sakinleştirelim diyorsunuz.
Ve BİNGO karnı doyan vahşi hayvalar sakinleşti.
Başarılısınız.
Aslan öldürdüysek kalbini yiyelim daha güçlü olalım, balık yiyelim balık gibi yüzelim diyorsunuz.
Akla yatkın görünüyor.
Bir de ölüm var, ölüler var, insanlar ölüyor, çürüyor, yok oluyor.
Ve biz bunları görüp kendimiz için korkuyoruz.
Ve herkes ikimize bakıyor.
Haydi bakalım bunun izahın yapın diye.
Ve ben sadece bilmiyorum diyorum.
Peki, ateşin etrafında dehşet içindeki kalabalık hangimizin peşine takılırdı?
Basit bir soru işte.
Hiç bir faydası olmayan, sadece dehşet ve korku yaratan bir cehaletin ikarı, yani basit bir bilmiyorum cevabı insanlara yeter miydi?
Yoksa sizin sahte ama sakinleştiren, yalan ama rahatlatan cevaplarınız mı tercih edilirdi?
Evet, din hiçbirşey yapamasa dahi, hatta akıl ve muhakemeye verdiği zararlara rağmen rahatlatır.
"Din halkın afyonudur" (Almanca aslı Die Religion ... ist das Opium des Volkes) Karl Marx'ın çok alıntılanan bir sözüdür. Marx'ın 1843 yılında kaleme aldığı Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı. Giriş. adlı yazıda yer almış, bu yazı bir yıl sonra Marx'ın Arnold Ruge ile birlikte yayınladığı Deutsch-Französischen Jahrbücher (Alman-Fransız Yıllıkları) adlı dergide yayınlanmıştır. |
Rahatlatır, ama sahte bir rahatlıktır.
Huzur verir, ama kandırmacadır.
Bütün insanlarda tanrı inancının olmasını buna da bağlayabilirsiniz.
Evet, din gerçekten de halkın afyonudur.
Akla gelebilecek her türden ruhsal acıyı azaltır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Din_halk%C4%B1n_afyonudur
Bilinen ve bilinmeyen doğa olayları tanrı için bir isbat değildir.
Bilinen ya da bilinmeyen doğa olaylarının herhangi türden bir tanrının etkisiyle gerçekleştiğine dair bir bilimsel kanıt yoktur.Yanardağlar patlar, güneş için için yanar, galaksiler kendi etrafında döner, kara delikler akıl almaz büyüklükte yer çekimi üretir, galaksiler gök adaları, onlar lifsi kümeleri yaratır.
Biz sadece ışığın ışık hızında hızının evren yaşı kadar zaman içinde gidebildiği bölümünü görüyoruz.
Kelebekler var, kurtlar var, amfibianlar var.
Bize tuhaf gelen yaşamları, üreme şekileri, ölümleri var.
Bütün bunlar hakkında bildiklerimiz var, bir de bilmediklerimiz.
Evet, bilim her şeyi açıklayamıyor.
Bu bilimin zaafı değil, işin doğası böyle.
Buna bakarak bilim yanlış demek mümkün değil.
Ayrıca bilimsel yöntemin tanrının yokluğunu isbat etmek gibi bir sorumluluğu yoktur.
Tam tersine dinler tanrının varlığını isbatla yükümlüdür.Çünkü tanrının varlığı bir iddiadır.
Ancak, yokluğu bir iddia değildir.
Çünkü yokluğunun isbatı ancak varlığının isbatıyla ihtiyaç haline gelir.
Hani şu meşhur laf var ya, müddei iddiasını isbatla yükümlüdür.
İşte tam olarak o.
Aksi bir tavır gelenekleşmiş olsaydı, evrende olmayan sonsuz sayıda her şeyi tek tek belirlemek ve bunların yokluğunu ayrı ayrı isbat etmek gerekecekti.
Bilimsel yöntemin sıfırla, sonsuzla uğraşma yolları vardır, ancak olmayan her şeyin isbatına girdiğinizde henüz elimizde bir yöntem yok.
Belki bir gün bunu da bulursa ilahiyatçılar değil, ancak bilim adamları bulacaktır.
Peki ya dinin evren hakkındaki açıklamaları yeterli mi, doyurucu mu?
Asla, kat'a..Çok fazla yanlış, çelişki, yuvarlak, muğlak açık olmayan ifade.
Aslında dinin dişe değer, adam akıllı açıkladığı tek bir gerçek bile yoktur.
En önemlisi deney ve gözlem yoktur.
Tekrarlanabilirlik yoktur.
Bu ise her şeyi mahvetmeye yetiyor.
Velev ki diyorum, din bir şeyleri doğru şekilde açıklamış olsun, bunun da faydası yok.
Çünkü ilahiyatçılar tarafından yapılan açıklamalar doğru dahi olsa bunun doğru olduğunu yine bilimsel yöntemler kullanmadan anlamak imkanı yoktur.
Bir de hissetme konusu var.Bu çuvallamanın itirafıdır.
Allahın varlığını hissediyorlarmış.
Bu nasıl bir açıklama, nasıl bir kavram.
Peki ya, zaman ve şans konusunda din neyi açıklamış.
Hiçbir şeyi.HİÇBİR ŞEYİ!...
Asılına bakarsanız dinin adam akıllı açıkladığı, doğru dürüst cevapladığı HİÇBİR ŞEY yoktur.
Evet, bilimsel anlamda şans, tesadüf konusu hala daha çok açık değil.
Peki o halde tanrı var, din gerçektir diyebilir miyiz?
İyi güzel de bu tanrının varlığını, ya da yokluğunu açıklamaz
Benim umudum, birkaç on yıl sonra planlanmış milyar dolarlık fizik deneyleri sonuçlandıkça evrenin eni, boyu, dokusu, boyutları ve en önemlisi zaman anlaşılacak.
Sezgilerime göre şans, kısmet, ihtimal, tesadüf konuları ZAMAN konusuyla bağlantılı.
Esasen bunu destekleyen teorik fizik bağlantılı teoriler de var..
Muhtemelen paralel evrenler, çoklu gerçeklikler, alternatif zaman çizelgeleri gibi hipotezler tesadüf konusunu açıklayacak.
Henüz bilmiyoruz.
Biz bu konuda çok dürüstüz, bilmiyoruz.
Ama bilmediğimizi de biliyoruz, ve itiraf ediyoruz.
Peki ya din şans, kısmet, nasip, tesadüf, ihtimal konularında geçerli bir açıklama yapmış mı, ya da açıklama yapamadıysa bunun itiraf etmiş mi?
HAYIR!...
Günümüz dinlerinin eski çağların arkaik dinlerinin uğradığı sona uğraması kaçınılmazdır.
Bizim yaşam süremiz içinde olmayabilir, ancak bir gün sizlerden bahsedenler tıpkı Romalılardan bahsettiği gibi bahsedecek.Hani şu Jüpitere, Satürne, Güneşe iman eden devasa imparatorluk var ya, onun halkları gibi.
Bu nedenle, dinle bilimi her tokuşturduğunuzda tıpkı yumurtayla taşı birbirine vurmuş gibi oluyorsunuz.
Çünkü dinin bilinmeyeni açıklamak için seçtiği doğru ve geçerli bir yöntem yok.
Boşuna uğraşmayın, çaresi yok.
Bir zaman meselesidir.
Saygılar.
Oraj POYRAZ
L2fSIJNoA0xfSNxA
Tanrı'nın Varlığını Destekleyen Sebepler...
1. Dünya tarihi boyunca, bütün kültürlerdeki insanlar, bir Tanrı'nın varlığını kabul etmişlerdir.
Birisi bütün tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün insanların, bütün ulusların ve kültürlerin hatalı, kendisinin haklı olduğunu nasıl söyleyebilir? Milyarlarca insan, çeşitli sosyolojik, zihinsel, duygusal ve eğitimsel çeşitliliği içeren milyarlarca insan, tek bir ağızdan bir Yaratıcı, bir Tanrı olduğuna karar kılmışlardır.
Antropolojik araştırmalar, günümüzde bile en uzaklardaki, en izole olmuş ve en ilkel kabilelerde bile evrensel bir Tanrı inancı olduğunu gösterir. Dünya üzerinde yazılmış en eski, en antik tarih eserlerinde veya efsanelerde, orijinal bir Yaratıcı, Tanrı konsepti görülmektedir. Günümüzde veya antik çağlarda çok tanrılı inançlara sarılmış, bir birinden bağımsız ve alakasız toplumların bile kökenlerinde en yüksek ve en yüce olan bir Tanrı bilinci olduğu görülür.
2. Gezegenimizin karmaşıklığı, sadece evrenimizi yaratan temkinli bir tasarımcıya işaret etmekle kalmaz bugün hala daha ona bağlı olduğunu gösterir.
Tanrı'nın tasarımına işaret eden birçok örnek hatta sonsuz örnek mümkündür ancak biz sadece bir kaçını verebileceğiz:
Dünya boyutu mükemmeldir. Dünyanın boyutu ve yer çekimi, oksijen ve nitrojen gazlarından oluşan ince bir tabakayı, yerden 50 mil yukarıya kadar tutmaktadır. Eğer dünya daha küçük olsaydı örneğin Merkür gibi, bir atmosferi olması imkânsız olacaktı. Eğer dünya daha büyük olsaydı örneğin Jüpiter gibi, atmosferi özgür hidrojen içerecekti. Dünya, hayvan, bitki ve insanları yaşatabilen, doğru bir karışımdan oluşan atmosfere sahip tek gezegendir.
Dünya, güneşten en doğru bir mesafede durmaktadır. Eğer dünya, güneşten daha fazla uzakta olsaydı, biz tamamen donardık. Daha yakın olsaydık hepimiz kavrulurduk. Dünyanın konumundaki küçük bir değişiklik bile yaşamı imkansız hale getirirdi. Dünya, güneş etrafında 67,000 mph hızıyla dönerken bile bu mükemmel mesafeyi korur. Bunu gerçekleştirirken aynı anda kendi ekseninde de dönmektedir böylece yüzeyinin ısınmasını ve soğumasını sağlar.
Ayın, boyutu ve dünyaya olan uzaklığı, dünya ile olan yerçekimi açısından mükemmeldir. Ay önemli okyanus gel-gitleri ve hareketleri böylece sular ne durgunlaşır ne de kıtaların üzerine tırmanır.
Su, renksiz, tatsız ve kokusuz ancak hiçbir canlı onsuz hayatta kalamaz. İnsanların (üçte ikisi), bitkilerin ve hayvanların bedenlerinin çoğunluğu sudan oluşmaktadır. Suyun karakteristiklerin benzersiz bir şekilde yaşama uygun olmasına bakalım:
Suyun olağandışı bir donma noktası ve yüksek kaynama noktası vardır. Su, dalgalanan çevre ısılarına uyum sağlamamızı ve beden ısımızın sabit kalmasını sağlayan unsurdur.
Su evrensel bir çözücüdür. Dolu bir bardak suyu alalım, bir fincan şekeri ekleyelim, bardaktan hiçbir su taşmayacaktır, su basitçe şekeri içine çeker. Bunun anlamı şudur: Binlerce kimyasal, mineral ve besinlerin, en küçük damarlarımız boyunca ilerleyerek bedenimizin her yanına ulaşmasıdır.
Su aynı zamanda kimyasal olarak etkisizdir. Taşıdığı maddelerin niteliğini bozmadan yiyeceklerin, ilaçların ve minerallerin absorbe edilmesini ve beden tarafından kullanılmasına imkân verir.
Suyun benzersiz bir yüzey gerilimi vardır. Bitkilerin içerisindeki su yer çekimine aykırı bir şekilde yukarı doğru çıkabilmekte, en yüksek ağaçların en uç dallarına bile besin taşıyabilmektedir.
Su, yukarıdan aşağıya doğru donmaya başlar böylece içindeki balıklar yaşamaya devam eder.
Dünyanın suyunun yüzde doksan yedisi okyanuslardadır. Ancak dünyamızın içerdiği bir sistem bu suyum tuzdan arınmasını, buharlaşıp tüm dünyayı sulamasını sağlar. Buharlaşma, okyanusun sularını tuzdan ayırır ve kara üzerinde suyu dağıtması için rüzgâr tarafından itilen, bitkileri, insanları ve hayvanları, kısacası yaşamı besleyen bulutları oluşturur. Bu sistem hem arındırmayı, hem tekrar kullanmayı hem besi sağlamayı içermektedir.
İnsan beyni. . . . Eşzamanlı bir şekilde sayısız bilgiyi işler. Beynin, etrafındaki gördüğü şekilleri, renkleri, kokuları, ısıları, ayağının altındaki basıncı, ağzınızın nemini, elinizdeki ve üzerinizi kaplayan elbiselerin dokusunu aynı anda işler. Beynin duygusal yanıtları, anıları ve düşünceleri kaydeder. Aynı zamanda bedeninin düzenli işlerini sürdürür, nefes alman, göz kapaklarını açıp kapaman, yürümen, iç organlarını çalışması bunların bir kaçıdır.
İnsan beyni bir saniyede bir milyondan daha çok mesajı işleme tabi tutar. Beynin bütün bu veriyi tartar, önemine göre süzgeçten geçirir, göreli olarak önemsiz gözükenleri geri plana atar. Dünya üzerinde yaşamanı ve işlev görmeni sağlayan işlemci, beynindir. Her saniye milyonlarca veriyi işleyen, bedeninin bilinçli ve bilinçsiz işlevlerini sürdüren ve sayısız etkinliği, yaratıcılığı olan insan beyninin şan eseri oluşmuş bir et parçası olduğunu kim iddia edebilir?
NASA uzaya bir mekik gönderdiği zaman içine yerleştirdiği maymunun bu gemiyi inşa etmesi ve kullanması beklenmemiştir, sadece zeka ve yaratıcılık sahibi bir tür bunu yapabilir. Birisi insanı beyinin varlığını nasıl açıklar? Sadece insan beyninden daha bilgili ve zeki bir akıl bunu yaratabilir.
3. "şans" yeterli bir açıklama değildir.
Efes harabelerine ya da Dolmabahçe sarayına baktığınızda bu eserlerin şans eseri oluşmuş, doğal yapılar olduğunu düşünür müsünüz? Sınırsız zaman, rüzgar ve yağmur sağlansa bile doğa bu eserleri oluşturamaz. Sağ duyumuz bize bu eserlere baktığımızda, açık bir planlama ve ustalıkla oluşturulmuş, zeka ürünlerine baktığımız verisini verir.
Bu makale, bizim dünyamızın birkaç şaşırtıcı yönüne dokunmaktadır: dünyanın güneşe konumu, suyun bazı özellikleri, insan bedeninin bir organı. Bunlardan herhangi birisi kazara olmuş olabilir mi?
Seçkin astronom Frederick Hoyle, amino asitlerin insan hücrelerinde rasgele bir şekilde bir araya geldiği iddiasının matematiksel olarak gülünçlüğünü ortaya koymuştur. Bay Hoyle, "şans" ihtimalinin saçmalığını takip eden analojide resimlemiştir: "Bir kasırganın, bir hurdalık üzerinden geçerken parçaları şans eseri birleştirip, şans eseri çalışan ve uçmaya hazır pırıl pırıl bir Boeng 747 oluşturmasının şansı nedir? Olasılık o kadar küçüktür ki, sınırsız zaman ve sınırsız hurdalık verilmiş olsa bile bu olasılıkta yükselme görülemez!"
Evrenin ve bizim yaşamımızın karmaşıklığı göz önüne alınıldığında, ihtiyacımız olan her şeyi yaratmış olan makul, sevgi dolu ve zeki bir Yaratıcıyı kabul etme durumunda kalırız. Kutsal Kitap, yaşamı yaratan ve sürdüren bu Yaratıcıyı Tanrı olarak tanımlar.
4. İnsanlığın doğal olarak sahip olduğu yanlış ve doğru hisleri biyolojik olarak açıklanamaz (vicdan).
Hepimizin içinde, bütün kültürlerde evrensel bir doğru ve yanlış hisleri mevcuttur. Bir hırsız bile kendisinden bir şey çalındığında haksızlık içerisinde olduğunu düşünür. İstisnasız bütün kültürlerde, ailesinden zorbalıkla çekilip alınan ve tecavüz edilen küçük bir kız olayı karşısında büyük bir öfke, tiksinti ve bu kötülüğü onaylayanlara karşı kızgınlık oluşur. Biz hissi nereden elde ettik? Bütün insanların vicdanlarında yer alan evrensel bir adalet, kötülüklerden tiksinme bilinci nasıl oluşmuştur?
Cesaret, asil bir neden için ölmek, sevgi, merhamet, saygınlık, vazifeye sadakat, tüm bunlar nereden geldi? Eğer insanlar sadece fiziksel gelişimin ürünleriyse, "en güçlü olanın hayatta kalması" ise, niçin birbirimiz için canımızı feda ediyoruz? Yanlış ve doğru hakkındaki iç hisse nereden sahip olduk? Bizim vicdanımızın varlığına getirebileceğimiz en iyi açıklama, insanlığın kararlarına ve uyumuna önem veren, seven bir Yaratıcıdır.
5. Tanrı kendisini sadece doğada ve insan yaşamında göstermedi; Kendisini daha özel bir biçimde Kutsal Kitap'ta açıkladı.
Tanrı'nın düşünceleri, kişiliği ve davranışları sadece Tanrı onları göstermeyi seçerse bilinebilir. Bunun dışındaki her bilgi insan spekülasyonudur. Eğer Tanrı bilinmeyi dilemezse, hepimiz kayboluruz. Ancak Tanrı O'nu bilmemizi istiyor. Kutsal Kitaplar O'nun karakterini ve O'nunla bir ilişki için ne yapmamız gerektiğini açıklamaktadır. Bu durum Kutsal Kitap'ın güvenilirliğini önemli bir unsur yapar.
Arkeolojik keşifler, Kutsal Kitaplar'ın yanlışlığını değil doğruluğunu kanıtlamaya devam eder. Örneğin, Ağustos 1993'de kuzey İsrail'de yapılan arkeolojik bir keşif mezmurların yazarı Kral Davud'un varlığını ispatlamıştır. Ölü deniz tomarları ve diğer arkeolojik keşifler, Kutsal Kitap'ın tarihsel kesinliğini kanıtlamaya devam eder.
Tanrı bizim içinde yaşadığımız dünyayı yarattı ve özellikle O'nunla bir ilişkiye sahip olmamız için bizi yarattı.
İnsanlar Tanrı'nın varlığını bunun "bilimsel olmadığı" ya da "hiçbir kanıtı olmadığı için" ret ettiklerini iddia ederler. Gerçek neden, bir Tanrı olduğunu kabul ettiklerinde, aynı zamanda O'na karşı sorumlu olduklarını ve O'nun kendilerini bağışlamasına ihtiyaçları olduğunu da kabul etmeleri gerekmesidir. Eğer Tanrı varsa, o zaman bizler davranışlarımızdan ötürü O'na karşı sorumluyuzdur. Eğer Tanrı yoksa, o zaman Tanrı'nın bizi yargılamasından endişe etmeden ne istersek onu yaparız. Tanrı'nın varlığını inkâr edenlerin birçoğunun doğalcı evrim teorisine sıkı sıkı yapışmasının nedeni de budur; bu teori onlara Yaratıcı bir Tanrı'ya inanma konusunda bir alternatif sunar. Tanrı vardır ve nihai olarak herkes O'nun var olduğunu bilir. Bazılarının agresif bir biçimde O'nun var olmadığını ispat etmeye çalışmaları bile aslında O'nun varlığını savunur.
Tanrı'nın var olduğunu nasıl mı biliyoruz? Hristiyanlar olarak, Tanrı'nın var olduğunu biliyoruz çünkü her gün O'nunla konuşuyoruz. O'nun bizimle sesli olarak konuştuğunu duymuyoruz ama O'nun varlığını hissediyoruz, bize yol gösterişini hissediyoruz, sevgisini biliyoruz ve lütfunu arzuluyoruz. Hayatımızda Tanrı'dan başka bir açıklaması mümkün olmayan şeyler gerçekleşmiştir. Tanrı bizi öylesine mucizesel bir şekilde kurtarmış ve hayatlarımızı değiştirmiştir ki, elimizden O'nun varlığını kabul edip O'nu övmekten başka bir şey gelmez. Bu savların hiçbiri, zaten açık olan bir şeyi kabul etmek istemeyen kimseyi ikna edemez. Sonunda, Tanrı'nın varlığı imanla kabul edilmelidir. Tanrı'ya iman körce karanlığa atlamak değil, insanların büyük bir çoğunluğunun şimdiden içinde ayakta durdukları iyi aydınlanmış bir odaya güvenle adım atmaktır.
2 Kasım 2014 13:34 tarihinde T.C. Oraj POYRAZ <orajpoyraz@emaildodo.com> yazdı:
Bilimsel açıklamalar, Evrim teorisi ve Tanrı
Efendim, biz biliyoruz ki şu anda canlılık var.
Ve biliyoruz ki bir zamanlar yoktu.
Tam ne zaman oluştuysa o zamanın yakınlarına gidelim.
Şimdi diyebiliriz ki, beş dakika önce canlı yoktu ama şimdi var.
Evrim olgusu ilk canlıların çok daha basit oluşu, şimdiki düzeye evrile evrile gelişidir.
Bu evrilme sürecinde, bildiğimiz kimyasal etkilerin haricinde bir şeye rastlamak mümkün değildir.
Bu türden, bilinen etkilerle bilinmeyen bir zaman diliminde neler olduğunu söyleyen teorilere "bilimsel açıklama" denir.
Evrim teorisi bir bilimsel açıklamadır.Yaratılış düşüncesi ise bilimsel olmaktan uzaktır çünkü bilinmeyen bir etkiyi işin içine dahil eder.
Bu fikrin savunucuları genellikle argüman olarak doğal süreçlerin canlı gibi kompleks bir yapıyı oluşturma ihtimallerinin düşük olduğunu öne sürerler.
Fakat, şu ana kadar gözlemlemediğimiz, bilinmeyen dış etkinin yalnız o zaman için varolma ihtimalini hesaplamazlar.
Bu bilinmeyen etkinin yaratıcı olduğunu öne sürmek, hele ki kutsal kitaplarda tariflenen yaratıcının bu olduğunu öne sürmek içinse hiçbir yeterli delil yoktur.Bu bilinmeyen etkiye her seferinde bilinmeyen etki demek yerine "tanrı" diyelim.
Tanrının varlığını ve yokluğunu varsayarak ihtimal hesabını tekrar gözden geçirelim.1.Tanrı var ise: Etki bilinmeyen birşey olduğundan tam olarak mahiyeti, ne işe yaradığı hakkında bir şey söylenemez.
Belki bu etki evrenin oluşumu esnasında bir kez işe müdahil olmuş ve evrim gibi düşük ihtimalli bir olayın gerçekleşmesini sağlamış, veya herşey seyrinde giderken olaya müdahil olmuş ve pat diye "Adem"i yaratmıştır.
Hangisini tercih edeceğini bilemediğimizden bu olasılıklardan hangisinin olduğu hakkında bu bilgilerle teorik olarak bir şey söylenemez.2.Tanrı yok ise: Bu durumda herşey bildiğimiz etkilerle gerçekleşmiş ve o düşük ihtimalli durum olmuş demektir.
Ne gözlemsel açıdan ne teorik olarak sorun yoktur.Bir benzetme yapacak olursak, Ali evde tek başınadır.
Evin ilk durumunu bildiğimizi farzedelim.
Eve geldiğimizde masanın üzerinde bir bardak görüyoruz ve evden çıkarken orada olmadığını biliyoruz.
Bu örnek için bilinmeyen etki olan tanrının varlığını ve yokluğunu varsayıp tekrar düşünelim.1.Tanrı var ise: Ne düşündüğü ve olaylara nerede ne zaman karışacağı bilinmediğinden, Ali doğmadan çok önce evreni Ali'nin bardağı masanın üzerine koymasını olanaklı kılacak şekilde programladığı mı yoksa Ali evdeyken bizzat bardağı kendisinin mi masanın üstüne koyduğu hakkında bir şey söylenemez.
2.Tanrı yok ise: Ali bardağı masanın üzerine koymuştur.
Çünkü evde Ali'den başka kimsenin olduğu bilinmemektedir.
Peki neden Ali durduk yere bardağı masanın üzerine koysun?
Belki su içmiştir.
Veya başka bir şey de içmiş olabilir.
Belki de canı sıkılmış, veya içinden bardağı alıp masanın üzerine koymak gelmiştir.
Bunların hepsi olabilecek şeylerdir ve bilimsel açıklama sınıfına girer.
Şimdi sorsak, Ali'nin evde bu zaman zarfında yapabileceği pratikte sonsuz sayıda işten bardağı masanın üzerine koyma seçeneğinin tutma olasılığı kaçtır?
Çok düşük olduğu kesindir.Bilimsel açıklamalarda olasılığı hesaplamanın yanlışlığı (istatistikteki bir şey olduktan sonra onun olasılığını hesaplamanın yanlış olduğu ilkesi) ortadadır.
Çünkü ne kadar düşük olursa olsun öyle bir şeyin olduğu durumların varlığı bir yerlerde hata olduğunu gösterir.Bunun asıl nedeni teorik olasılık ve deneysel olasılığın işin içine girmesi, bir de yapılan hiçbir deneyin bir diğerinin olasılığını etkilememesi ilkesidir.
Teorik olasılıkta değişkenler bellidir, varsayımlar vardır.
Bunun üzerinden hesaplamalar yapılır.
Deneysel olasılıksa şakaya gelmez, bütün değişkenleri hesaba katar.
Çünkü o deneydir.
Ölçtüğümüz şeydir.
Yani, teorik olasılıkta ihmal edilen şeyler vardır.
İstatistik yapmak bu şeyleri bulmak yerine, birçok deneme yaparak sonuç olarak olasılığın ne olduğunu bilmeye yarar.
İstatistik bilimiyse kaç tane deney yaparsak, bulduğumuz sonucun ne kadar kesin olduğu gibi şeylerle ilgilenir.
Ali'nin masaya bardak koymasının gerçek ihtimalini bulmak için belki bin tane gözlem yapmak gerekecektir.
Bilimsel açıklamaların tipik özelliklerini gösteren bu örnekten de anlaşılacağı gibi olasılık hesaplamak faydasızdır.Bunun ikinci nedeni, hesapladığımız olasılığın bir işe yaramamasıdır.
Çünkü diyelim ki çok geniş bir araştırma ile hileli bir zarın, belli bir odadaki 6 gelme ihtimalini 3/4 bulduk.
Sonra odanın tavanından bir delik açtık ve zarı içeri attık.
İhtimal kaçtır?
Hesapladığımız üzere 3/4'tür.
Ama biz ne geldiğini görmedik.
İçerde neler olduğunu bilmiyoruz.
İçeri girip baktığımızda 4 geldiğini görürsek bunu neye bağlayacağız?
Bilinmeyen bir etkiye yukarıdaki iki örnekte bağladığımız gibi aynı şekilde 4 gelme işini yükleyebilir veya doğal süreçlerle, 3/4'ten geriye kalan ihtimallerin bunu yaptığını öne sürebiliriz."Tanrı yok ise" seçeneğindeki olasılığın düşüklüğünün bir anlam ifade etmediğini gördüğümüze göre "tanrı var ise" seçeneğini inceleyebiliriz.
Herşeyden önce bu, tanrı gibi birşeyin varlığını kabul eder ki bu şey şu ana kadar kontrollü deneylerde karşımıza hiç çıkmamıştır.
Doğrudan gözlemlediğimiz vaki değildir bu mahiyeti ve keyfiyeti bilinmeyen etkiyi.Eğer var ise seçeneğini ikiye böldük, birincisinde tanrının bardağın masaya intikal etmesi anında hiçbir etkisinin olmadığını ve diğerinde doğrudan etki ettiğini belirttik.
Eğer birinci seçenek doğru ise, bardağı masaya koyan yine Ali olmalıdır.
Tanrının olması olaya yalnızca anlam katar.
Tanrı, değişikliği işin başında yapmıştır.
Ne kadar başında dersiniz?
Ali masaya bardağı koymadan yarım saat önce olabilir mi?
Bunun ikinci seçecekten farkı var mıdır?
Yoktur, gene işlere doğrudan müdahil olan bir etkiden bahsedilmektedir.
O halde bu deistik tanrı, evrenin dışında, evreni yaratmış ve gerisini doğa yasalarına bırakmış bir tanrı olmalıdır.Bu seçenekte, proses olarak, Ali'nin bizzat kendisinin bardağı alıp masaya koyması ve tanrının olmaması ile empirik açıdan çelişir bir yanı yoktur.
Eklenen şey olgusal olmadığından bilimsel olarak incelenemez ve varlığı ya da yokluğu hakkında bir şey söylenemez.
Varlığına gerek yoktur denir.İkinci seçenekte eve gizlice girip bardağı masaya koyan bir tanrı vardır.
Bilimde, olan şeylerin sürekli olması beklenir ki "ben arkamı döndüğümde buzdolabı nanik mi yaptı" gibi sorular sorulamasın.
Esas olan ölçümdür, gözlemdir.
Eğer tanrı sadece biz evde yokken eve girip bardağı masaya koyuyorsa bu tanrı da sınanamazdır denir.
Sadece dolaylı etkisi sınanabilmektedir.
Doğrudan gözlemlenmemiş bir şeyin fiziksel gerekliliğinden bahsedilemez.
"Tanrı nedir?" diye sorulduğunda verilecek cevap empirik olmalıdır ki bu örnekteki tanrının bardağı masaya koymaktan başka bir işlevi yoktur.
O halde, tanrı biz evde yokken bardağı masaya koyan etkidir denir.
Bunun sınanabilir sonuçları nedir?
Bardağın masada olması.
Bakarız ve bardağın masada olduğunu görürüz, o halde tanrı vardır deriz.
Ama bir dakika!
Bu semantik bir probleme dönüştü bu haliyle.
Tanımı bu şekilde yapılmış bir tanrıya vardır demek, bardak masanın üzerinde demekten öte bir şey değildir.
Oysa ki biz bardağın oraya nasıl geldiğiyle ilgili prosesi öğrenmek istiyorduk.
Bu seçenekte de açıkca görüldüğü gibi, Ali'nin ismini "tanrı" olarak değiştirmekten ibarettir.Tıpkı elmanın yere düşmesindeki etken meleklerdir demek gibi…
Eğer bizim yerçekimi dediğimiz şeye birileri melek demek istiyorsa desinler.
Bu, anlaşmazlıktan öte bir şeye neden olmaz.Ali örneği bütün bilimsel açıklamalar için tipik bir örnektir.
Gördüğümüz üzere bilimsel olarak kabul edilebilecek tek yaklaşım tanrının yani bilinmeyen bir etkinin varlığının gereksiz olduğunu kabul etmektir.
Aynı şeyi ilk örnek olan evrime uygularsanız, pat diye "Adem"in oluşmasının mı yoksa olasılığı düşük de olsa dış etkiye ihtiyaçsız olarak oluşumun mu daha olası olduğunu görürsünüz.Kaynak: "Dehri Man"
http://pozitifateizm.wordpress.com/2014/08/03/bilimsel-aciklamalar-evrim-teorisi-ve-tanri/
a45UyF587661-141030162550-03
^^^^^ - vvvvv
--
Toplum icin tehlikeli olan, inancsizlik degil, inanctir.
George Bernard Shaw
Esli canli
ZARIYAT 49.her seyden de cift cift yarattik ki, dusunup ogut alasiniz.
Kolelik kalkti mi?
Resulullah (sav) buyurdular ki: hangi kole kacarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmistir, donunceye kadar namazi kabul edilmez
Muslim, iman 122-124, (68, 69, 70); ebu davud, hudud 1, (4360); nesai, tahrimu d-dem 12, (7, 102)
Peygamberden ruyada izin aldigini, hadis kitaplarinda ve Kur an da Risale-i Nur kitaplarina dair isaretler bulundugunu soyler.
Kur an da, Risale-i Nur kitaplarindan bahseden ayetler varmis.
(Sualar 706)
Halifenin muttefiki olan Ingilizler Pinarbasi'na dogru geliyorlar.
Onlarla birlik olup Kuva-i Milliyecileri yenecegiz.
Delibas Mehmet -1920
Ingiliz Karadeniz Ordu Komutani General Milne'nin Londra'ya Ingiliz Genelkurmayi'na yazdigi rapor'dan
Esirlerin hastalik sebebiyle bile olsun elimizde olmeleri dini ve milli ahlakimiza uygun dusmedikten baska vatani cikarlarimizi da gercek bicimde yaralar.
(13 Nisan 1920)
K.ATATURK
Elbette benim dinsel inanclarim konusunda okuduklariniz yalandi, oyle bir yalan ki, sistematik olarak tekrarlaniyor.
Ben kisisel bir Tanri ya inanmiyorum ve bunu hicbir zaman inkar etmedim ve acik bir sekilde ifade ettim.
Eger bende dinsel olarak adlandirilabilecek bir sey varsa, o sadece, bilimsel cabamizin ortaya cikarabildigi kadariyla dunyanin yapisina duydugum sinirsiz hayranliktir.
It was, off course, a lie what you read about my religious convictions, a lie which is being systematically repeated.
I do not believe in a personal God and I have never denied this but have expressed it clearly.
in a letter March 24, 1954; from Albert Einstein the Human Side, Helen Dukas and Banesh Hoffman, eds., Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1981, p.43.
PEZEVENK
. . . . . .
Dunya ahvalinden haberi yoktur
Sohbeti din ile acar pezevenk
Komsusu ac iken kendisi toktur
Sanki melek olmus ucar pezevenk
. . . . . .
Karanlik islerde ziplama ister
Evine granit * kaplama ister
Dunya mektebinden diploma * ister
Insanlik dersinden kacar pezevenk
. . . . . .
Herkesin kabina cesmesi akmaz
Erkek sinekleri hareme sokmaz
Fakir komsusunun yuzune bakmaz
Selamsiz sabahsiz gecer pezevenk
. . . . . .
Sanirsin Allah'la akde oturmus
Cennete giderken macun goturmus
Huriler'i dizip isi bitirmis
Simdi gilmanlari secer pezevenk
. . . . . .
Aydinliga dusman yobazin dolu
Hu cekerken sismis agzinda dili
Erbabi, ulkede bunlardan dolu
Durmadan zehrini sacar pezevenk
Asik ERBABI
Gunumuzun Arap dunyasi, barbarlarin dunyasidir
Prof.Dr.Benny Morris, Israilli Tarihci
Yilmaz Dikbas-EFENDI TERORISTLER
0532 233 31 52
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/
This eMail was sent by "T.C. Oraj POYRAZ" at cimcime@neomailbox.net.
For questions and changes contact the Group Administrator: at cimcime@neomailbox.net.
If you want to unsubscribe from this orajpoyraz@emaildodo.com Group click here
To file a complaint please send an eMail to: complaints@emaildodo.com
--
Cumhuriyet doneminin artik sonu geldi
. . . . . .
Abdullah Gul
Ulkenin ilk seriatci Cumhurbaskani
The Guardian
Allah; Adem i, Nuh u, Ibrahim Ailesi ni, Imran Ailesi ni secerek alemlere ustun kilmistir.
AL-I IMRAN SURESI 33
Resulullah sav buyurdular ki:
Yilanlarin hepsini oldurun.
Kim yilanin intikam alacagindan korkarsa, benden degildir.
Bir rivayette soyle buyrulmustur:
Gumus cubuk gibi olan uzun yilan haric, butun yilanlari oldurun.
Ebu Davud, Edeb 174, 5249, 5261 Nesai, Cihad 48, 6, 51
Oglunu ve kizini dindar yetistirmeyen ebeveyn, onlarin manevi katili olur.
Mehmet Sevket Eygi
Murtecilerin cok sevdigi ve onemsedigi fikir adami.
Anadolu'daki Milliyetci hareket bosa gitmeye mahkumdur...
Ingiliz Muhipler Dernegi Baskani,
Adliye Nezareti Mustesari ve yazar Sait Molla - 01.05.1920
Ve gerek Rus gerek Garb istatistikleri bu hususta kanit olarak yeterlidir.
Birkac asirdan beri Sark Vilayetlerimizin hicbir kisminda hicbir vakit bir Ermeni cogunlugu olmamistir.
Ve Carlik idaresi veya Garb emperyalistleri tarafindan tesvik edilen Turk ve Ermeni halklarinin girismis olduklari kanli mucadeleler bir tarafa oldugu kadar, oteki tarafa da can kaybina malolmustur.
1917 de Ruslarin cekilmesinden sonra Ermeni cetelerinin Sark vilayetlerimizi ne halde biraktiklari bunun kafi derecede bir ispatidir.
Ermenistan i Mezopotamya da yerlesmis Ingilizlere yaklastiracak surette uzatmak, Moskova ve Ankara hukumetlerine pek cok nahos surprizler yaratmak demek olur.
(27 Aralik 1920)
K.ATATURK
Ayrica Amerikada ki medya ve basin organlarini pek ciddiye almam.
Onlari dinlemem.
Onlara gercekten inanmiyorum.
Sunu da soylemeliyim,sari kurdelalar ve amerikan bayraklari beni aglatmaz.
George Carlin
Daha gun o gun degil, derlenip durulmesin bayraklar.
Dinleyin, duydugunuz cakallarin ulumasidir.
Saflari siklastirin cocuklar,
Bu kavga fasizme karsi, bu kavga hurriyet kavgasidir.
Nazim Hikmet Ran
Siyonizm, bir tur irkcilik ve irkci ayrimciliktir.
Dunya barisina tehdit olusturan Siyonizm i siddetle kiniyor ve tum ulkeleri bu irkci ve emperyalist ideolojiye karsi cikmaya cagiriyoruz
Birlesmis Milletler Genel Kurul Karari No: 3379, 10 Kasim 1975
Yilmaz Dikbas-EFENDI TERORISTLER
0532 233 31 52
Kurmus oldugum gruba uye olun
Moderasyonsuz, sansursuz ve ozgur bir gruptur:
Ozgur_Gundem-subscribe@yahoogroups.com
Ayrilmak isterseniz de :
Ozgur_Gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup Sayfamız :
http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz.
http://orajpoyraz.blogspot.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder