23 Mart 2015 Pazartesi

SAİD-İ NURSİ GERÇEĞİ ve RİSALELERDEKİ SAÇMALIKLAR

SAİD-İ NURSİ GERÇEĞİ ve

Posted on 11/01/2011 by pante

RİSALELERDEKİ SAÇMALIKLAR

1873 yılında, Bitlis'in Hizan İlçesine bağlı Nurs Köyü'nde dünyaya gelmiştir.

İlk adı Said Kürdi'dir. Cumhuriyetten sonra risaleleri yazmaya başladığında Kürd sözcüğünden duyduğu rahatsızlık nedeniyle lakabını Nursi yapar."Nursi" sözcüğü (nurlu olduğu için değil) doğduğu yere izafeten verilmiştir. Soyadı kanunundan sonra "Okur" soyadını alır. Yani, resmi ismi Said Okur'dur.

Said, İran'dan Bitlis'e göçetmiş Soft Mirza'nın oğludur. Altı kardeşi vardır. Biraz büyüyünce köyündeki medreseye kaydedilir.. Bu sırada henüz 9 yaşında olan Said, Medresede kavga ettiği bir arkadaşından dayak yiyince eline geçirdiği bir balta sapını arkadaşının kafasına vurup kaçmıştır. Geçimsiz  ve kavgacı bir yapıya sahip olan Said, bu nedenle medrese eğitimini tamamlayamamıştır. Daha sonra Hizan'daki medresede eğitime başlamış, oradan da kavgacılığı nedeniyle kovulmuştur. Bitlis yöresindeki hiçbir tekke ve medreseye kabul edilmeyen geçimsiz Said Nursi, bu defa Van'ın Bahçesaray ilçesindeki bir medreseye gitmiştir. Sözde oradaki talebelerin eğitim düzeyini yetersiz gören Said, Erzurum'daki Beyazıt medresesine geçmiştir. Bu medresede de sadece üç ay kadar kalabilmiştir.

Şimdi Said'in bu dönemi hakkında nurcuların ne yazdığını görelim:

"Herhangi bir kitabı eline alsa kendi kendine anlardı. 24 saat içinde 'Cem'ul-Cevami', 'Şerhu'l-Mevakıf', 'İbnü'l-Hacer' gibi anlaması zor kitapların 200 sahifesini –kendi kendine anlamak şartıyla- mütalaa ederdi. O derece kendini ilme vermişti ki, dış dünya ile alakasını bütün bütün kesmişti."

Bu gerçek dışı anlatımlar Said Nursi'nin yalanlarıdır. Arapça'yı yeni öğrenmiş çocuk yaşta bir insanın böylesine ağır dilli kitapların 200 sayfasını 24 saatte ezberlemesi akıl dışıdır. Erzurum'daki eğitim sonrasında kendini din alimi gibi görmeye başlayan Said, bu kez Bağdat yollarına düşer. Orada da serseri mayın gibi dolaşıp tutunamayınca Siirt'in Tillo kasabasına gider.  Bu dönemde peygamberi rüyasında gördüğünü iddia etmiş, çevresindekiler üzerinde "ermiş" görünümü yaratmaya çalışmıştır. Sonra Mardin'e geçen Said, ilmi yetersizliğine bakmadan Mardin'deki hoca ve mollalarla tartışmaya yeltenmiş, haddini aşınca Mardin halkının tepkisiyle karşılaşmıştır. Ukalalığını sürdürünce tepkiler artmış, Mardin mutasarrufu Nadir Bey, Said'i jandarmalara tutuklatıp, halkın linç etmesinden kurtarmış ve kent dışına sürmüştür. Bu kovulma  olayıyla ilgili de nurcuların uydurduğu bir maval vardır ki ibretliktir. Kendisini şehir dışına götüren jandarmalara namaz kılacağını söyler ve kelepçelerini çözmelerini ister.  Tabi müsaade edilmez. Sözde sihirbaz Said, kelepçeleri kendi çözer ve yere atıp namazını kılar. Bunu gören jandarmalar "Artık biz senin köleniz" der ama Said kabul etmez.

Yine sözde Van valisi Hasan Paşa'nın sözde daveti üzerine Van'a gitmiştir.  Kendisine "Bediüzzaman" lakabını takması bu döneme rastlar "Zamanın Üstadı" anlamına gelen bu isim, onun gerçek ismine dönüştürülmüştür. Van'daki geçen bu döneminde Said'in 1899-1901 yılları arasında İran ihtilaline kadar Bahailerle ve İngiliz subaylarla ortak çalışmalar yaptığı iddia edilir. İran'dan kaçan Bahai şeyhi Cemaleddin Afgani'nin  İstanbul'a gitmesine ve sarayın himayesine girmesine kuryelik yaptığı, Şeyh Cemalettin Afgani'nin tetikçisi olan Kirmani'yi, İran-Türkiye sınırında karşılayıp İstanbul'a kadar ulaştırdığı, İstanbul'da bunlarla Bahaullah yolunda müşterek çalıştığı ve bu karanlık döneminden bahsedilmediği öne sürülür. İstanbul'daki bu ilk yıllarında İngiliz ve Alman istihbaratçılarınca kullanıldığı da iddialar arasındadır. Ancak bu iddialarla ilgili bir kanıt olmadığını belirtelim.

Bu şüphe çeken adam, padişah Abdülhamit tarafından izlettirilir. Said-i Kürdi, 31 Mart vak'asından önce Derviş Vahdeti ile münasebet kurmuş o zaman yayınlanan Volkan Gazetesinde çıkan yazıları ile 31 Mart vak'asını körüklemiştir. Nitekim padişah Abdülhamit, Said-i Kürdi'yi 31 Mart Vakası'nda Divan-ı Harbe verdirmiş, tutuklatarak Üsküdar/Toptaşı Cezaevi'ne kapattırmıştır. Yıldız Askeri Mahkemeleri'nde yargılanan Said Kürdi'nin mahkeme başkanı Şakir Paşa'ya verdiği tutarsız ifadelerden ötürü Fizan'a (Libya) sürülmesine karar verilmişken, mahkemenin kararıyla akıl hastanesine kapatılmıştır. Akıl hastanesine kapatılan meczup, sanki Osmanlı devletinin ona gücü yetmiyormuş gibi, istemiş olsa Abdülhamit  onu idam ettiremeyecekmiş gibi, zehirlendiğini öne sürmeye kalkışmıştır.

Yaklaşık 1 yıl tımarhanede kalan Said-i Kürdi, hastaneden çıkar çıkmaz Abdülhamit'in en güçlü muhalifi İttihat ve Terakki Cemiyeti ile temas  kurmuş, 2. Meşrutiyetin ilanından sonra önce Batum üzerinden Van'a, oradan Şam'a ve daha sonra Rumeli'ye geçmiştir.

Nurcular, Said'in deliliği konusunda da yalana başvurmuş ve doktorun "O benden bile akıllı" dediğini ileri sürmüşlerdir.

Said-i Nursi'nin aşırı asabi ve geçimsiz bir mizaca sahip olduğunu tüm talebeleri bilir.  Ayrıca sürekli bir psikolojik rahatsızlığı olduğunu kendisi itiraf ediyor." Eskiden beri ben de merdümgirizlik (agorafobi) var" diyor. Yani panik ataklar yaşıyor, insan içine çıkamıyor, korkuyor, aşırı gerginleşiyor. Zaman zaman da melankolik haller yaşıyor. Said'in yapısında narsistlik olduğu zaten yazılarındaki büyüklenmelerden malumdur.

Rusların Doğu'ya saldırması üzerine başlayan Rus savaşına katılmış, Sibirya'da iki yıl esir kalmış, buradan kendi beyanıyla firar etmiş, Varşova-Viyana üzerinden 1918 ortalarında İstanbul'a dönmüştür. Mütareke ve Milli Mücadele günlerinde İstanbul'dadır. Rus esaretinden sonra siyasete hiç karışmayan, şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçarak Allah'a sığındığını söyleyen Said-i Kürdi ne düşman işgallerini protesto eden mitinglere katılmış, ne milli mücadeleyi öven Hutuvat-ı Sitte dışında bir yazı yazmış ne de diğer din adamları gibi cami cami, cemaat cemaat dolaşıp müslümanları Ankara'yı desteklemeye çağırmıştır. Kurtuluş Savaşına ne maddi ne de manevi hiçbir şekilde katılmamış, Çamlıca'daki evinde kendi dertleriyle zamanını geçirmiştir. Bu dönemde Kürt Teali Cemiyeti'nin kuruluşuna katıldığı öne sürülür. Ne zaman ki 1922 de zafer kazanılmış, Ankara'nın kazandığı kesinleşmiş, o sıra İslamcı milletvekillerinin daveti üzerine Ankara'ya gitmiştir.

Mecliste milletvekillerinin arasına din-iman meselelerini sokarak fesat çıkarmaya kalkmış, vekillerin namazına, orucuna karışmış, gericiliği vekiller üzerinde etkin kılmaya çabalamıştır. Ancak Mustafa Kemal vaktinde müdahale ederek Said'e haddini bildirmiş, birkaç ay daha ortamı zorlayıp netice alamayacağını anlayınca Ankara'yı terk etmiştir. Nurcular bu konuyu da çarpıtarak Said'in Atatürk'e sert çıktığını ve "Paşa, paşa! Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur." dediği iddia edilir. Son zamanlarda ağızlarına demokratikliği sakız eden bu nurcuların anladığı demokrasi budur. İnsanları namaza zorlamanın, namaz kılmayanı hain ilan etmenin ve cezalandırmanın demokratiklikle bağdaşır bir tarafını izah edemezler.

Risalelerdeki Yalanlar

Said-i Nursi yalancı bir meczuptur. Akıldışı, bilimdışı iddiaları olan bir gerici yobazdır. Bu konuda yazdıklarından örnekler verelim:

Tevrat, Zebur ve İncil'de Muhammed'in peygamberliğine dair ayetler olduğu

 

http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Mektubat&Page=167

Tevrat'ın bir ayeti daha : Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Mekke onun doğum yeri, Medine hicret yeri, Şam onun mülküdür. Ümmeti ise hamd edici kimselerdir.
Syf. 433

Tevrat'ın hiçbir bölümünde, Muhammed'in adı geçmediği gibi, Mekke onun doğum yeri, ifadesi de yoktur.

Bir başka yalan, yine Tevrat'tan;

Sen benim kulum ve Resulümsün, Sana Mütevekkil adını verdim.
Syf.433

Tevrat'ta böyle bir ayet de yoktur.

Gene aynı yerde sözde Tevrat'ın ayeti ;
Hazret-i İsmail'in validesi olan Hacer, evlat sahibesi olacak. Ve onun evladından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşu ve itaatle ona açılacak.
Said Nursi bu ayetin Tekvin Bap 17'de olduğunu söylüyor. Tekvin Bap 17'de böyle bir ayet yok. Ancak buna benzer bir ifade Tekvin Bap 16'da 11 ve 12. ayetlerde var ;

11. Ve Rabbin meleği ona dedi : İşte sen gebesin ve bir oğul doğuracaksın ve onun adını İsmail koyacaksın çünkü Rab sana olan cefayı işitti.
12. Ve o insanlar arasında yabani adam olacaktır, onun eli herkese karşı ve herkesin eli ona karşı olacak ve bütün kardeşlerinin şarkında sakin olacaktır.

Tevrat'ın ayeti açık bir şekilde İsmail'den bahsetmekte. *Said Nursi, ayetteki İsmail adını kaldırıp onun yerine Muhammed'i düşündüren ifadeler koyuyor.

Said Efendi devam ediyor:
'Tevrat'ın bir başka ayeti :
Beni İsrail'in kardeşleri olan Beni İsmail'den senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım ; Benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim.'

Bu ayetin de aslı şu şekildedir:
Tesniye Bap 18
15. Allah'ın Rab senin için kardeşleriniz arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak, onu dinleyeceksin
16. Nasıl ki, Horebde toplantı gününde, bir daha Allah'ım Rabbin sesini işitmiyeyim ve artık bu büyük ateşi görmiyeyim ve ölmiyeyim diye Allah'ın Rab'den istedin.
17. Ve Rab bana dedi, Söylediklerini iyi dediler.
18. Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim her şeyi onlara söyliyecek.

Tevrat'taki "kardeşleri arasından" ifadesi Yahudilere için kullanmaktadır. Muhammed Yahudi olmadığına göre, hangi mantık bu söylemin Muhammed'e ait olduğunu kabul edebilir?

Said Nursi, ayette hiçbir şekilde sözü geçmediği halde salt Muhammed ile irtibatlandırabilme gayesi ile ayetin içine Yahudilerin kardeş kolu sayılan İsmaili'leri ilave ediveriyor.

Ayrıca, Tevrat'ın Tesniye Bölümü Bap 17 deki, 15. ayete baktığımız zaman,
"Mutlaka Allah'ın Rabbin seçeceği adamı üzerine kral koyacaksın, kardeşlerin arasından birini üzerine kral koyacaksın, kardeşlerinden olmayan yabancı bir adamı kendi üzerine koyamazsın." dediğini görüyoruz. Bu ayetin hükmüne göre, Yahudiler kendi krallarını da İsmaili'lerin içinden seçmeleri gerekirdi.

Gene Bap / 17 ayet 17 şu şekilde devam eder:

"Ve yüreği sapmasın diye kendisi için karılar çoğaltmayacak, ve kendisi için fazla gümüş ve altın çoğaltmayacak."

Bu tanımlama belki İsa'ya uymakta, ancak bilinir ki, Muhammed'in 13-15 karısı ve bir sürü cariyesi olmuştur. Ayrıca yaptığı gece baskınlarında ganimet olarak bir çok kadın, altın ve gümüş almıştır.
Said Nursi 433. sayfada devam ediyor:
'Eşiya Peygamberin Kitabında, kırkikinci babında şu ayet vardır :
Hak Sübhanehu ahirzamanda kendinin istifa gerde ve bergüzidesi kulunu ba's edecek ve ona Ruhu'l Emin Hazreti Cibril'i yollayıp din-i ilahisini ona talim ettirecek. Ve o dahi Ruhu'l eminin talimi vechile nasa talim eyleyecek ve beynennas hak ile hükmedecektir. O bir nurdur, halkı zulümattan çıkaracaktır. Rabbin bana kablelvuku bildirdiği şeyi ben de size bildiriyorum.- İşte bu ayet, gayet sarih bir surette, ahırzaman Peygamberi olan Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın evsafını beyan ediyor.'

Şimdi aynı ayetin değiştirilmemiş şekline bir bakalım:

İşaya Bap / 42
1. İşte kendisine destek olduğum kulum, canımın kendisinden razı olduğu seçme kulum. Ruhumu onun üzerine koydum, milletler hakkı için meydana çıkacaktır.
2. Bağırmayacak, sesini yükseltmeyecek, ve onu sokakta işittirmeyecek.
3. Ezilmiş kamışı kırmayacak ve tüten fitili söndürmeyecek, hakkı hakikate erdirecek.
4. Ve dünyada hakkı pekiştirinceye kadar zayıflamayacak ve cesareti kırılmayacak ve adalar onun şeriatini bekleyecekler.

Her iki anlatımdaki ifadelerin birbirlerine ne kadar benzedikleri meydanda.
Ayet açıkça sesini yükseltmeyecek, sokakta işittirmeyecek, tüten fitili söndürmeyecek diyor. Oysa biliyoruz ki, Muhammed sesini yükseltmiştir, sokaklarda duyurmuştur, baskın ve savaşlarıyla bir çok ocağı söndürmüştür.

Tevrat ve Zebur'u yeterli bulmayan Said Nursi, efendisini biraz daha yüceltmek için, bu sefer de, İncil'e ayetler yerleştirmekten geri kalmıyor.
İncil'de de şöyle bir ayet vardır,
Onun demirden bir asası, yani kılıcı olacak ve onunla savaşacak. Ümmeti de onun gibi olacak.
İncil'in de hiç bir yerinde böyle bir ayet yoktur.

Aynı kitabın gene 432. sayfasında,
'İncil'in ayeti :
-Ben gidiyorum, ta ki size Faraklit gelsin- Yani Ahmed gelsin. İncil'in ikinci ayeti : -Ben Rabbimden, hakkı batıldan fark eden bir peygamber istiyorum ki, edediyete kadar beraberinizde bulunsun- Faraklit, el-fariku beyne'l-hakkı ve batıl manasında, Peygamberin o kitaplarda ismidir.
Bu ayetin aslı ise aşağıdaki gibidir ;

Yuhanna Bap 14
15. Beni seviyorsanız, buyruklarımı yerine getirirsiniz.
16. Ben de Baba'dan dileyeceğim ve O, sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhunu verecek.
17.Dünya O'nu kabul edemez. Çünkü O'nu ne görür, ne de tanır. Siz O'nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır.
18. Sizi öksüz bırakmayacağım, size geri döneceğim.

Ayette Görüldüğü gibi İsa, bir peygamberden değil, inandığı kutsal ruhtan söz etmektedir. Ancak Said Efendi, burada da ufak tefek saptırmalarla Muhammed'i, Hristiyanların Kutsal Ruh tanımlamasına uydurma gayretleri içerisindedir. Ayrıca, Said Nursi'nin Faraklit dediği Parakletos'dur ve Yunanca, Tesellici anlamındadır.

Dünyanın egemeni şeytan mı Muhammed mi?

Said Nursi gene yarım yamalak okuyup, yalan yanlış anladıklarını Mektubat adlı kitabında şöyle sürdürmektedir;

Yuhanna İncil'inin ondördüncü Bab ve yirminci ayeti şudur : -Artık sizinle çok söyleşmem, zira bu alemin reisi geliyor. Ve bende O'nun nesnesi asla yoktur!.- İşte 'Alemin Reisi tabiri Fahr-ı Alem demektir. Fahr-ı Alem ünvanı ise, Muhammed-i Arabi Aleyhissalatü Vesselam'ın en meşhur ünvanıdır. *
Syf. 154

Öncelikle Yuhanna Bap 14 ayet 20 bu değildir. 20. Ayetin aslı aşağıdadır:

O gün anlayacaksınız ki, ben Babamdayım, siz bendesiniz, ben de sizdeyim.

Said Nursi'nin anlatmak istediği ayet, Yuhana Bap / 14'de 30. ayettir.

"Artık sizinle uzun uzun konuşmayacağım. Çünkü bu dünyanın egemeni geliyor. Onun benim üzerimde hiçbir yetkisi yoktur."

Said Nursi'nin dediği şekilde kabul edelim. İncil, bu dünyanın egemeni ya da reisi demekle Muhammed'i işaret ediyor diyelim. Bir başka ayette egemen olan dışarı atıldığı zaman ne olacaktır? O zaman da Muhammed'in dışarı atılması Nurcular tarafından kabul görecek mi?

Yuhanna Bap / 12
31. Bu dünya şimdi yargılanıyor. Bu dünyanın egemeni şimdi dışarı atılacak.

Ya da Muhamed'in işlediği suçlardan dolayı yargılanmış bulunduğu kabul edilecek mi?

Yuhanna Bap / 16
11. Yargı konusunda – çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor.

Bu ayetlerde anlatılmak istenen şeytandır. Dünyanın egemeni, ya da reisi geliyor ifadelerinden kast edilen, şeytanla birlikte geldiğine inanılan kötülüklerdir.

Ama okuduğunu yarım yamalak anlayan, ya da bir çok İslamcı da görüldüğü gibi, okuduklarını arzu ettiği şekilde anlamak isteyen Said Efendi, hem kendisi çelişkiler içinde kalmış, hem de takipçilerini yanlış bilgilendirmekten öte bir şey yapmamıştır.

Bütün bu karşılaştırmalar, Said Nursi'nin yalan ve saptırmalarını açıkça göstermektedir. Bu yazılanları araştırma zahmetine katlanmayan Nurcular'da inandıkları efendileri Said Nursi'nin dediklerini aynen kabul etmektedirler.

"Burada açıkça karşılaştırılması yapılan yanlışlar ve doğrular, onları bu yanlış ve sabit inançlarından vaz geçirebilir mi?" diye sorarsak cevap kesinlikle hayır'dır. Hiçbir Said Nursi inanırı, hiç bir şekilde aklını kullanmak zahmetine katlanmayacak ve bu ispatı meydanda olan doğruları kabul etmeyecek, neye inanıyorsa ona inanmaya aynı şekilde devam edecektir. Zaten üstadları da onları böyle eğitmiştir, şimdiki ağabeyler de öyle eğitiyorlar:

"Mekke-i Mükerremede dahi-farz-ı muhal olarak-Risâle-i Nur'un aleyhinde bir îtiraz kutb-u azamdan dahi gelse, Risâle-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u azamın îtirazını iltifat ve selâm sûretinde telakkî edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı îtiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir."

Kutb-u azam : velilerin velisi, alimlerin alimi, zamanın dinde en yüce öğreticisi, rehberi.

http://www.risaleinurenstitusu.org/i…hberi&Page=163

Görüldüğü gibi Said-i Nursi talebelerine kendinden çok büyük bir alim bile Risalelerin yanlış olduğunu söylese sarsılmamalarını söylüyor. "Saygını göster ama itirazını duymazdan gel" demeye getiriyor.

Kur'an'daki Ayet Sayısı Yalanı

 

http://www.risaleara.com/ara.asp?a=6666+ayet&k=4&r=5

Said-i Nursi'ye göre Kur'an'da ayet sayısı 6666 adettir. Bu da yalandır. Ayet sayısını ilginç gösterme amaçlı uydurulmuştur. Halbuki ayet sayısı 6236'dır.

Kur'an Ayetlerinin Kendisinden ve Risalelerden Bahsettiği Yalanı

 

Said-i Nursi Nur 35. ayette Allah'ın kendisinden ve risalelerinden bahsettiğini iddia eder. Özetle "Bu âyette benden ve eserimden özellikle söz edilmek istenmiştir. Benim özelliğimde bir başka kimse, kitabımın özelliğinde de bir başka kitap bulunmadığı için Allah'ın Nuruyla ancak ben ve kitabım anlatılmış olabilir." der.

http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=SikkeiTasdikiGaybi&Page=64 ve sonraki sayfalar.

15 Yılda Okunacak Kitapları 3 Ayda Okuyup Öğrendiği , Bir Gecede Kitap Ezberlediği Yalanı

"Kitabım da bir nurdur ben de bir nurum. Çünkü ben herkesin ancak 15 yılda okuyabildiği kitapları, sadece 3 ayda okuyup öğrendim…"

http://www.sorularlarisale-inur.com/index.php?s=article&aid=15554

3 ayda değil öğrenmek, 90 kitabı okumak bile mümkün değildir. Tabi basit fasiküller değilse. Ama Said'in kastettiği 3 ayda alim seviyesine geldiğidir ki bu bir anlamda tüm alimleri küçümsemektir.

Said-i Nursi'nin Olağanüstülüğü ve Yalancı Şahitleri

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=897&a=kuvve-i%20haf%FDza

Risaleleri Kendisinin Yazmadığı, Allah Tarafından Yazdırıldığı Yalanı

Said-i Nursi Risaleleri kendisinin yazmadığını, kendisine yazdırtıldığını, doğrudan doğruya Allah'tan ilham olduğunu ve bu nedenle bir hata içermeyeceğini iddia eder. Sürekli olarak "yazdırıldı", "gönderildi",  "ihtar edildi", "izin verilmedi", "yazdırılmadı" gibi sözcükler kullanarak Risalelerin kendi iradesi dışında yazıldığını ima eder.

Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili, hakkın ilhamı olup O'nun izni ile yazıldığına şüphe yok. "Ben, kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitabdan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbânî ve Kur'ânîyim. Bir lâyemut'un eserinden fışkıran kerametli bir Nûr'um." (Müdaafalar 347, Şualar 141)

Said-i Nursi, risalelerinde peygamber sünnetini savunur, en zayıf hadisleri hatta hadis kitaplarında yer almayan uydurmalara bile değer verip yazar. Ama ne o hadislere, ne de sünnete kendisi uyar. Evlenmemiş, sakal bırakmamış, cuma namazlarına gitmemiştir. Hatta İslam'ın beş şartından biri olan Hac farizesini de yerine getirmemiştir. Cuma namazlarını kılmama sebebini kendisinin Şafi olmasına ve Şafilikte Cuma namazı için 40 kişilik cemaatin şart olmasına bağlar ama bunun bir bahane olduğu ortadadır. Hapis yattığı 1-2 senede belki 40 kişilik cemaati bulamayabilirdi ama diğer zamanların tümünde bu imkan mevcuttu. Said efendi bu konuda da yalan söylemektedir. Hacca gitmemesinin yegane sebebi ise Suudilerden çekinmesidir. Said-i Nursi, Türkiye'de özgürlüğünün elinden alınmasından şikayet etmektedir ama Arabistan'da olsa kellesini alırlardı. Çünkü orada böyle şeyhlere, "Bana Allah yazdırıyor" diyenlere, etrafında cemaat toplayanlara hayat hakkı yoktur. Yazdıkları nedeniyle Türkiye'de zorunlu ikametlere tabi tutulduğu için Mustafa Kemal'i ağır dille ve iftiralarla suçlarlar. Ama destekledikleri ve methiyeler dizdikleri Menderes döneminde de zorunlu ikamete tabi tutulduğu ve Ankara'ya sokulmadığı zamanlar olmuştur. Çünkü sivri dilliydi ve yazıp konuştukları yasalara aykırıydı. İftira ve tahrik edici nitelikteydi. Buna rağmen örneğin Nazım Hikmet'e gösterilmeyen hoşgörü ona gösterilmişti.

Mehmet Akif'in Said Nursi'yi eleştiren Şiirleri

Safahat'tan:

Hani vaiz diye geçinen maskara şeyler var ya ;

Der ki bir tanesi peştahtayı yumruklayarak:
Dinle, dünya neyin üstünde duruyor hey avanak!
Yerin altında öküz var, onun altında balık;
Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık,

Öteden Kürd atılır: Doğru mu dersin be hoca?
Ne demek doğru mu dersin? Gidi cahil amuca!
Sözlerim basma değil yazma kitaptan tekmil
Kim inanmazsa kızıl kafir olur böylece bil.

Başka bir şiirinde Mehmet Akif maskara diye nitelendirdiği Said'e şöyle çatar:

Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun.
Yıktın da dini mübini yeni bir din kurdun..

Aşağıdaki şiirinde çok daha serttir:

Lisân-ı pâk-i Nebî'den yalanlar uyduruyor:
Sıkılmadan da "sevâb işledim" deyip duruyor!
Düşünmedin mi girerken şerîatin kanına?
Cinâyetin kalacak zanneder misin yanına?
Sevâb ümid ediyor ha! Deyin ki nâmerde:
"Sevâbı sen göreceksin huzûr-ı mahşerde!
Tepende gezdirecek ra'd-ı intikamını Hak,
Ki yıldırımları beyninde kaynayıp duracak.
Yakandan inmeyecek dest-i kahrı husrânın…
Nasıl iner ki, önünden kaçıp da nîrânın,
Civâr-ı nûr-ı nübüvvette mültecâ bulsan;
Bu türlü kurtuluş imkânı yok ya… Kurtulsan;
Şu izdihâmın elinden -ki belki bir milyar
Nüfûs-ı hâsiredir- kaçmak ihtimali mi var?
Bugün fesâdına kurban olan zavallıların
Vebâli boynuna yüklenmesin mi yoksa, yarın?
Kolay mı ümmeti idlâl edip sefîl etmek?
Kolay mı dîni hurâfât içinde inletmek?
Niçin Kitâb-ı İlâhî'yi pâyimâl ettin?
Niçin şerîati murdâr elinle kirlettin?
Çıkıp tepinmeye yok muydu başka bir sâha?
Nedir bu salladığın çifte, Kâbetu'llâh'a?
Herif! Şu millet-i mâsûmeden ne isterdin,
Ki doğru yol diye tuttun, dalâli gösterdin!"

Serdar Kaangil

 


a45UyF587661-150323163725 Oraj Poyraz cimcime@neomailbox.net
2015/03/23  23:45 6  64  1 undefined kemalistiz@googlegroups.com

 

Faber est suae quisque fortunae.
* * *
Her insan kendi kaderini kendi yazar.

Latin Atasozu

Ankara dakilerin Yunanlilara hala meydan okumalarina cilginliktan baska bir sifat verilemez. Yunanlilarla aramizda akilca da, ilimce de, kuvvet bakimindan ve her acidan bu kadar fark varken onlarla muhabereye girisilemez.

Yazar Refik Halit Karay - 07.08.1920

Tarihte emsali gorulmemis olan bu vahsetin faili Ermeniler olup, Muslumanlar ancak namus ve hayatlarini muhafaza kaydiyla mukavemet ve mudafaada bulunmuslardir.
Yirmi gun devam eden Maras katliaminda Muslumanlarla birlikte sehirde kalan Amerikalilarin bu hadise hakkinda Amiral Bristol a cektikleri telgraf, facia sebeplerini, tekzip edilemez bir sekilde tayin etmektedir.
General Keret in geri cekilmesiyle neticelenen bu muharebelerden sonra Kuvayi Milliye ye teslimiyet arz eden muharip Ermeni kuvvetlerine karsi hicbir ceza tatbik etmeyip bilakis onlari sefkatli sinesine ve himayesine alan milletimizin alicenapligini Maras Ermenileri de minnet ve sukran ile teyit etmektedirler.
Su halde Ermenilerin intikam fikri ve tecavuzleri neticesi meydana gelmis bazi vakalar var ise, bunlarin mesuliyeti milletimize degil bizzat Ermeni milletine ve onun tahrikcilerine ait olmak lazim gelir.

(20 Subat 1920)
K.ATATURK


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder