1 Aralık 2017 Cuma

FEHİM TAŞTEKİN : KOMŞUMUZDUR İRAN! ONA NE ŞÜPHE!


FEHİM TAŞTEKİN : KOMŞUMUZDUR İRAN! ONA NE ŞÜPHE!

ftastekin@gazeteduvar.com.tr Cuma, 1 Aralık, 2017



Dün Zarrab 'değerli işadamı' muamelesi gördüğünde ülkenin milli meselesi değil iktidar sahiplerinin sorunuydu. Esasen itirafçı makamına geçtikten sonra da 'milli mesele' olması için bir neden yok. Ne var ki 'ülkeye operasyon yapıldığı' algısıyla kendi kaderini ülkenin kaderiyle eşitleme çabası bütün saldırganlığıyla bir stratejiye dönüşüyor.

Türkiye'de hiçbir hükümet, 1979'dan bu yana Amerikan yönetiminin İran'a karşı ambargo ve yaptırım kararlarına taraf olmamış, bundan dolayı da ABD ile müttefiklik ilişkisi halel görmemiştir. Bu AKP dönemine özgü bir durum değil. Bunda anti-emperyalist bir içerik aramak da manasız; o kapta bunun tozu bile bulunmaz. Türkiye'nin çıkarları bunu gerektirmiş, Amerikan yönetimleri de bunu anlayışla karşılamıştır. Aynı şey İran'la ticareti hep önemsemiş olan Almanya için de geçerli.

Ne değişti de Rıza Zarrab dosyasıyla mesele, iki ülke ilişkilerini karambole bırakacak noktaya geldi? Bütün detaylar günlerdir yazılıyor, tekrara girmeyelim. Ambargoya taraf olmayıp İran'la enerji işbirliğine devam etmekle ambargonun delinmesi için özel mekanizmalar geliştirmek ayrı şeyler. Üstelik bu işin rüşvetle kişisel çıkar çarkına dönüştürülerek yapıldığını epey zamandır biliyoruz. Mesele 'milli' değil ziyadesiyle 'cüzdani'.

Haliyle "İran benim 1000 yıllık komşum, üstelik 300 yıldır barış içinde yaşadığım bir ülke, ABD istedi diye komşuma kötülüm yapacak değilim" kıvamında savunmalara girmek bu saatten itibaren hepten beyhude. Kaldı ki İran bile ambargoyu delen mekanizmaları açığa vurma pahasına 'Bu devlet sırrıdır' demeyip Zarrab'ın ortağı Babek Zencani'yi yargıladı ve idama mahkum etti. Zencani kurduğu 11 şirketle İran petrolünün uluslararası piyasalara satışı ve ödemelerin transferi konusunda devletin en derin taraflarıyla birlikte çalışmış biriydi. İran duruşmalar sırasında, üst düzey isimleri ele verme şantajlarına rağmen bu adamı yolsuzluk suçlamasıyla ipe götürürken bizde "İran için İran'dan daha çok risk alan ve kaygılanan bir Türkiye" fotoğrafı sergilendi. Elbette Türkiye'de hükümetin Zarrab'ı ödüllendirmesi ve ABD'de tutuklandıktan sonra da Washington'a iki kez nota verecek kadar sahiplenmesi işin altındaki derin hukuksuzluk ve ahlaksızlığın ifşa edilmesi korkusundan kaynaklanıyordu.

Birkaç kişi arasında dönen mutluluk çarkının ifşa olacağı korkusuyla felekler şaştı. Burada ne ulusal bir çıkar söz konusu ne de vatanseverlik.

Bu mesele malum yayın yasakları ve yargıya müdahalelerle Türkiye'de kapatıldı. Ama ABD'de çark başka türlü döndüğünden oradaki süreçler önlenemedi.

***

Henüz ortalıklarda bu tartışmalar yokken dönemin ABD Hazine Bakan Yardımcısı birkaç kez Türkiye'ye gelip Halk Bankası üzerinde dönen dolaplara dair uyarılarda bulunmuş, buna rağmen aymazlık katlanarak devam etmişti. Nasıl bir özgüvense artık istismar ve düzenbazlıkta sınır tanınmadı. Her halde içeride olduğu gibi dışarıda da sonsuz dokunulmazlık içinde kalacaklarını zannediyorlardı. İktidar sahipleri eski tabirle 'kırmızı telefon' ile her şeyi halledebileceklerine dair bir algı içindeydi. Nasıl olsa ABD, bölgede Türkiye'ye muhtaçtı! Kişisel meseleler iki ülke ilişkilerinin selametini gölgede bırakacak değildi ya!

Kırmızı telefonun öteki ucundaki adamın başı kendisiyle ilgili soruşturmaları yönlendirmeye kalkıştığı için yargıyla beladayken ondan bir de Zarrab için kritik ayarlamalar istendi. Görmek istedikleri şey şuydu:

Evvela İran, Amerikan siyaseti için saplantı derecesinde hassas bir mesele. Zarrab kurulu düzenin farklı aygıtları için büyük bir balık.

İkincisi Başkan Donald Trump, İran'la kavgayı büyütmeye yeminli bir başkan.

Üçüncüsü Beyaz Saray'ın Zarrab davasında Ankara'yı memnun edecek bir adım atması sadece yargıya müdahaleden kaynaklanan tepkilerle sınırlı kalmayacak, Kongre'deki İran karşıtı cepheyi de ayağı kaldıracaktı.

Bu yüzden bu kadar çok spot ışığı altında yargıya müdahale onca deliliğine rağmen Trump'ın da göze alabileceği bir şey değildi. Ayrıca bu dosya Ortadoğu'da kritik gelişmeler yaşanırken tutarsız hatlar üzerinde dolaşan ve Washington'la ters düşen Erdoğan'ı ABD'nin karşısında eli kolu bağlı lider durumuna sokacaktı.

Trump'tan beklentiler boşa çıkınca bu kez Amerikan yargısının FETÖ'nün dümenine girdiğine dair dünyanın geri kalanında gülünç karşılanan iddiaları sabah akşam dinledik. Bu retorik de suyu yatağından çeviremedi.

Şimdi sıra Türkiye'nin bağımsız bir ülke olduğuna ve İran'la istediği ilişkiyi kurabileceğine dair beylik laflara geldi. Altı doldurulmamış ve retorikten ibaret 'bağımsız ülke pozu' bu coğrafyada genelde sonu kötü biten berbat bir hikaye olagelmiştir.

Irak ve Suriye'de rüzgarı tersten yiyinceye kadar Fars yayılmacılığı ve mezhepçilik suçlaması dahil İran'a demediğini bırakmayan Erdoğan dün "Davadan ne çıkarsa çıksın doğruyu yaptık, ambargoyu delmedik. Dünya Amerika'dan ibaret değil. İran'la enerji işbirliğimiz var, ticari işbirliğimiz var" sözleriyle yeni savunma stratejisini ortaya koydu.

Evet, bağımsız bir dış politika tam da bunları demeyi gerektirir. Ama bunun böyle olmadığını dünyada bilmeyen kaldı mı? Gerçekte olan; ülkeyi yönetirken hukukun arkasında dolanma, gizlice iş çevirme, kamu yetkisini ve dokunulmazlığını kullanarak tezgâh kurma yani kişisel çıkar döngüsü yaratma. Hatta ambargonun delinmesine hizmet etmesine rağmen İranlıların bile 'görülmemiş istismar' olarak nitelediği bir mekanizma! Trajik olan da budur.

***

Dün Zarrab 'değerli işadamı' muamelesi gördüğünde ülkenin milli meselesi değil iktidar sahiplerinin sorunuydu. Esasen itirafçı makamına geçtikten sonra da 'milli mesele' olması için bir neden yok.

Ne var ki 'ülkeye operasyon yapıldığı' algısıyla kendi kaderini ülkenin kaderiyle eşitleme çabası bütün saldırganlığıyla bir stratejiye dönüşüyor. Yani kendisi batarken ülkeyi de aşağı çeken bir çaba. Bu yavaş yavaş Türkiye'yi de uluslararası operasyonların hedefine sokan bir siyaset tarzı. İşte bütün bir ülke olarak hepimizi ilgilendiren de bu nokta.

Fehim Taştekin kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994'te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas'ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV'de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor'da köşe yazılarına devam ediyor. "Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal", "Rojava: Kürtlerin Zamanı" ve "Karanlık Çöktüğünde" adlı kitaplara imza attı.


a45UyF587661-171201214814 Oraj Poyraz At Neomailbox 0raj.p0yraz@neomailbox.net
2017/12/01  22:00 1  39  add_anadoluhareketi@googlegroups.com

 


He insan senin gibi yaradilisa sahiptir.

Hz.Ali

Peygamberimiz; Deri islendi mi temiz olur dedi.
Sonra olu bir koyuna rast geldi ve Onun derisinden faydalansaniza dedi.

Buhari 72/30
***
Peygamberimiz Olu hayvanin ne derisinden ne de sinirinden faydalaniniz.
Dedi.

Hanbel 4/310,311

DOGA YASALARI UZERINE DUSUNCELER -1-

Her satirinda beynimi tetikleyen harika bir kitap okuyorum: Buyuk Tasarim . Dr Stephen Hawking ve Leonard Mlodinow tarafindan yazilmis. (Dogan Kitapcilik. Ceviri: Selma Ogunc)

Sanirim Dr Hawking i tanitmama gerek yok. Bedeni nerdeyse tamamen islevsiz duruma gelen bu adam, akli ile galaksiler arasinda yolculuk etmekte. Leonard Mlodinow a gelince. ABD li bir fizikci. Babasi, Buchenwald toplama kampinda bir yil kadar tutulmus ve Polonya da Nazi yonetimine karsi gerceklestirilen direnisin basina gecmis. Aile bu soykirimdan kurtulup ABD ye yerlesmisler. Burda kucuk yaslarda kimya ve fizige ilgi duyan Mlodinow, Israil deki bir kutuphanede Feynman in fizik yasalari uzerine tezleri kitabini okuduktan sonra tamamen fizige yonelmis. Hic sasirmadim. Richard Feynman, fizigi milyonlarca insana sevdiren gercek bir dehadir.

Simdi bu kitabin doga yasalarina ayrilan bolumunden alintilar yaparak, kendimden de yorumlar katarak bir seyler karalayacagim.

Doga yasalari hepimizin oylece kabul ettigi gercekliklerdir. Onlara alisiriz; oyle alisiriz ki bir sure sonra onlarin aslinda ne kadar sasirtici olduklarini unuturuz ve merak hissimiz hayatin akisi icinde olur gider.

Oysa insanlik binlerce yil boyunca, etrafinda gordugu ve bir anlam veremedigi olaylari aciklamak icin sayisiz inanc ve mitoloji gelistirdi. Neden volkanlar aniden ofkelenip ates sacmaya basliyordu, neden Gunes bazen karariyordu, neden sakin bir havada firtina patlayip gemileri denizin dibine gonderiyordu? Misir dan Hind diyarlarina, Iyon medeniyetinden Maya uygarligina kadar her yerde insanlar bu sasirtici ve korkutucu olaylari aciklamak icin binlerce tanri, tanrica, melek veya ifrit modelleri gelistirdiler. Yakla$ik 50 bin yil oncesine uzanan avci-toplayici atalarimizdan miras aldigimiz korkular hepimizin bireysel ve kolektif bilincaltina kadar isledi ve dinsel davranislarimizin temelini olusturdu: Tanrilara sukran dualari, sunulan kurbanlar, olum rituelleri, bereket sarkilari, tanrilarin insanlara ahlaksizliklarindan dolayi kitlik, savas veya afetler yagdirmalari ve bundan kurtulmak icin mabetlere dolusan insanlar. (Cok uzaga gitmeye gerek yok. Ingiltere Londra da 1665 yilinda cikan buyuk bir yangindan dolayi, binlerce insan kiyametin geldigini zannedip kiliselere dolusmuslardi. Halley kuyruklu yildizinin her gelisinde ise insanlar korku icinde kiyameti beklemislerdir. Bunlara volkanlarin, depremlerin insan uzerindeki etkilerini ekliyebilirsiniz.)

Bilimsel dusuncemiz ise, tum insanlik tarihi ile kiyaslandiginda cok yeni sayilabilir. Gerci, o muhtesem Iyon medeniyetinde bilimimizin temelleri atilmisti ama, pek cok tarihsel sebep yuzunden yuzyillar boyunca uykuya yatti ve onlarin yerini genelde teolojik aciklamalar aldi. Bu arada, belirtmeliyim ki, su an uzerinde tepistigimiz topraklarda muhtesem bir insan yasadi: Milet li Thales. M.O 624-546. (Simdiki Aydin in Didim ilcesinde) Felsefenin ve bilimin onculerinden sayilan Thales cesitli geometrik kuramlar gelistirmis ve bir Gunes tutulmasini onceden hesaplayip haber vermistir.

Ne yazik ki, o donemlerin devlerini tek tek sayabilmem cok zor ve yazinin tamamen amaci disina tasmis olurum. Arkhimedes, Anaksimandros, Empedokles, Epikurus, Oklid, Pythagoras. Daha bir suru isim... Simdi bu isimleri alfabetik sira ile yazmak kolay, ama inanin her biri ayri bir dunya, ayri bir gunes... Onlarin actigi yol, buyuk usta Galileo ve nihayet Newton a kadar uzandi .. arada binlerce yol emekcisi var. Dunyanin her yerinden bilgi emekcileri. Yunan, Roma, Misir, Babil, Islam topraklari, ortacagdaki Kilise nin aykiri dindarlari .... Neyse, uzun mesele.

Bilimsel kuramlarla ilgili olarak bazi insanlarin yanlis bir kanaatleri bulunur. Herhangi bir onerme, bir kuram eger yanlis ise bunun bilim disi oldugu gibi iddialarda bulunulur. Oysa ki, bilimsel kuramin en onemli ozelligi, onun yanlislanabilir olmasidir. Yanlislanamayan sey, bilimden cok kehanetin, mistik sezgilerin veya inanclarin alanina girer. Karl Popper, tumevarimsal dusuncenin her durumda gozlemlenebilir veya sinanabilir olamiyacagini farkederek, ispatlamaktan cok yanlislamak olgusu uzerinde durmustur. Ornegin:

Uydumuz Ay kasar peynirinden yapilmistir derseniz bu, bilimsel bir onermedir. Cunku yanlislanabilmesi mumkundur. Ote yandan, Ay i goze gorunmeyen melekler hareket ettirir, bunu ancak iman sahibi kisiler farkedebilir derseniz, bu bir bilimsel onerme degildir; zira goze gorunmeyen melekleri olcmek, sinayabilmek mumkun degildir. Bir bilimcinin gelistirdigi kuram; olculebilir, yanlislanabilir, farkli insanlar tarafindan gozlemlenebilir, denenebilir olmalidir. Bunu, Richard Feynman Fizik yasalari uzerine kitabinda soyle aciklar:

Once bir tahminde bulunursunuz. Gulmeyin, saka yapmiyorum. Eger tahmininiz, kuraminiz, yapilan olcumlerle, deneylerle, gozlemlerle celisiyorsa yanlistir. O anda, sizin ne kadar zeki, ne kadar sempatik oldugunuzun onemi yoktur. Tahmininiz verilerle celisiyorsa yanlistir. Hepsi bu kadar !

Ben de, bu kadar giris fasli yeter diyerek sozu Dr Hawking e veriyorum.

Iyonyalilar, antik Yunan felsefesine ait farkli ve genellikle birbirine karsit geleneklere sahip pek cok ekolden biriydi. Ne yazik ki Iyonyalilarin dogaya bakis acilari -genel yasalar araciligi ile aciklanabilen ve bir dizi basit ilkeye indirgenebilen gorusleri- yalnizca birkac yuzyil boyunca etkili olabildi. Bunun nedenlerinden biri, Iyonya kuramlarinin ozgur irade, amac veya dunyanin islerine karisan tanrilar kavramlarina yer vermemeleriydi. Bunlarin ihmal edilmesi o zamanin cogu Yunan dusunuru icin son derece urkutucuydu, tipki gunumuzde bir cok insan icin oldugu gibi! Ornegin filozof Epikurus (yak.M.O. 341-270) standart atomcu goruslere dogaci filozoflarin yazgilarina kole olmaktansa, tanrilar hakkindaki mitleri izlemenin daha iyi oldugunu soyleyerek karsi cikti. Aristotales de atomcu gorusu reddetti; cunku insanlarin ruhsuz ve cansiz maddelerden meydana gelmis olmasini kabul edemiyordu. Iyonyalilarin, insanin evrenin merkezinde olmadigi gorusu, kozmosu anlamamizda bir donum noktasi olmustur, ancak bu gorus Galileo Galilei ye kadar, nerdeyse yirmi yuzyil boyunca bir kenara birakildi.

Sanirim bir sigara molasi vermenin zamani geldi. Hawking in cok kisaca dokundugu bu surec bir anlamda iman ile aklin, dogal yasalarin birbiri ile catismasinin tarihidir. Bu ayni zamanda dogal fenomenleri dogal sureclerle aciklama tarihi olarak bilinir. Herhangi bir hastaligi bir yerel tanrinin laneti ile aciklamak da mumkundur ve her zaman buna inananlar olacaktir. Bir depremin ise, gunahlarimizin bedeli olarak gerceklestigini de dusunebiliriz ki boyle dusunenler gunumuzde bile mevcuttur. Yukardaki pasajda, benim ozellikle ilgimi ceken yer ise surasi: insanin evrenin merkezinde olmadigi gorusu, kozmosu anlamamizda bir donum noktasi olmustur. Kesinlikle katiliyorum. Insanlar nedense, dinsel inanclar araciligi ile kendilerini ustun ve secilmis zannederler. Insanin, bir tanri tarafindan secildigi veya onun halifesi oldugu inanci hala cok yaygindir ve binlerce ilahiyatci tarafindan islenmektedir.

Peki, illa, bilim ile din catismak zorunda midir? Mesela, dindar bir bilimci olamaz mi? Elbette olabilir ve zaten pek cok dindar bilimci bulunmaktadir. Sorun surda ki, dinsel bir inanc baskalarina mutlak dogru bilimsel gercek olarak dayatilamaz. Veya tersine, bilimsel bir bulgunun herhangi bir inanci ispat ettigi savi son derece tartismali olabilir. Bilimsel kuramlar yanlislanabilirken, inanclar icin yanlislama yontemi bulunmaz. Sorgulayan Denemeler kitabinda Bertrand Russel bunu guzel bir benzetmeyle anlatir. Herhangi bir kisi, tum evrenin kocaman bir kaplumbaganin uzerinde durdugunu iddia edebilir. Peki, kaplumbaga neyin uzerinde duruyor, diye sordugunuzda ise, ondan asagisinin hep kaplumbaga oldugunu soyleyerek cevap verebilir. Bu cevabi yanlislayamazsiniz. Galaksinin neresini gosterirseniz gosterin, soz konusu kisi, bu kaplumbaganin daha da otelerde oldugunu soyleyerek sorunuzu savusturabilir. Veya bunlarin gozle gorulemiyecegini, manevi aleme ait oldugunu da iddia edebilir. Benzer durum cennet, cehennem, Tanri nin huzuru, meleklerin Tanri yi ovdukleri yer, herhangi bir din buyugunun manevi makami gibi inanclar icin de gecerlidir.

Din ile bilim bazen icice gecse de, bunlarin alanlarinin birbirlerinden ayrilmasinda fayda gorunmekte. Buna bir ornek vermek istersem, dindar bir fizikci olan Newton, bas eseri Philosophia Naturalis Principia Mathematica (Doga Felsefesinin Matematiksel Ilkeleri) kitabinda, kutle cekim kanunlarini herkes tarafindan sinanabilecek formullerle ifade etmistir ki, bu formul ve yasalarin yakin uzaydaki dogrulugu bilinmektedir. Aksi halde, ne uydumuz Ay a ne de cesitli gezegenlere gozlem uydulari gonderebilirdik. Eger Newton, anlasilabilir cekim kanunlari yerine Isa efendimizin sevgisi tum varliklari birbirine baglar gibi seyler yazsaydi, herhalde bu cok anlasilmaz bir sav olurdu.

Doga ile ilgili kuramlarin formule edilmesi, yasalastirilmasi, bizler farkina varmasak da hayatimizin her aninda gecerlidir. Ornegin, Newton fizigini uzay-zaman kavrami ile revize eden gorelilik kuraminin matematiksel cikarimlari, uzaydan yerinizin bulunmasini saglayan GPS kuresel yer belirleme sistemi (global positioning system) teknolojisinde kullanilmaktadir.

Elbette doga yasalari ile ilgili tartismalar burda bitmez. Kaldi ki Demokritos, Anaksimandros gibi doga felsefecilerinden bu yana insanlarin doga yasalari ve atom hakkindaki dusuncelerinde koklu degi$iklikler olmustur. Kismetse onlara da Dr Hawking in kitabini takip ederek deginecegim.

-devam edecek-

Levent ERTURK
LEVENTERTURK1961
https://leventerturk1961.wordpress.com/


Grup eposta komutlari ve adresleri :
Gruba mesaj gondermek icin : ozgur_gundem@yahoogroups.com
Gruba uye olmak icin : ozgur_gundem-subscribe@yahoogroups.com
Gruptan ayrilmak icin : ozgur_gundem-unsubscribe@yahoogroups.com
Grup kurucusuna yazmak icin : ozgur_gundem-owner@yahoogroups.com
Grup Sayfamiz : http://groups.yahoo.com/group/Ozgur_Gundem/
Arzu ederseniz bloguma da goz atabilirsiniz : http://orajpoyraz.blogspot.com/







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder